Thursday, March 13, 2025

Wednesday, January 1, 2025

GEÇMİŞLE YÜRÜMEK

 

-Hu! Ya Hazret


-Hu! Ya Sedat




EVVELİ KARA







Urfa, 07.12.1963



KÖK İLE KABUK


Beni atlarla götürün ora; beni sürüyüp, beni küfür, taşa çalıp hoyrat beni

Ne dedim ilk iş yaşadım ben, dedim insan ne çok uzak kendine

Ne çok düşman, sığındığım çıplağı unutmadım

Karşı taraf bildik çizgi, manzara küs


Başta saç; saçta uzun, azgın, kırgın, kara, et ve kemik

Koşarken bacak, öpüşürken dudak; dur, fazlası var

Kasık ortası pinekleyen telaş, hem dünyalı

Hem yaban, en çok kendine iblis


Kime ne coğrafyanın kalleşliği

Yoktan doğup sonsuza uzanan ömür

İbadetin orta yeri kulağa üflenen kelam


Her film sevişerek bitecek diye kural mı var


Hastalıkta şifa

Sağlıkta üleşme kaygısı, mirastan düşen pay

Oysa hiç ölmeyecek kadınları sevmiştik biz senle


Şaka mı bu, gözlere sürme çekseydim ilk bakışta tanırdınız katili


Kavga aynı yerde başladı, mesele değil

Patırtı aynı yerde sustu, yürek tekinsiz rüzgâr

Kısrak izi sürmekten bıkmadı yanık hançereden fırlayan ses


-Hadi canım sen de, bunca uzun boylu yürümüş olamaz kimse


-Aramızda yalanın lafı mı olur, evvelemir hakikatle baş ettik biz


Benim taşıyacağım sır bu

Pamuklara sarın beni, beni çaputa; söze bulayın beni

Tuz ekmek hakkı için, ne yaşadım bağır çağır söyledim ben

Beni benden habersiz götürün ora; beni bir başa, beni yalınayak






Haziran’ın 29’u her daim sıcaktır

Devlet tarafından öldürülmesi gereken

Babanız varsa; 1979’da, Türkiye’de

Emir-komuta zinciri içinde







KELAM



Urfa, 29.06.1979





DİŞİ ALFABE


Senin adında biri gelip çalacak kapıyı, yüzü göster ona

O an, oracıkta tanısın her kim ise seslenen sonsuz

Her kim ise mülk sahibi; durma, hayaları aç

Kokular sürün mahrem yere

Saçı savur


Herkes bilsin yarayı

Kesik parmak, irin dudak, dolu safra

Adımlar paldır küldür, cesaret et ve gir


O bitimsiz deniz

Kibir, öfke, eziyet ve gurur

Yenilgi ve tereddüt, boş heves

Herkes kalabalık, herkes cesur, herkes bir

Bir tek sen kabuğa pusmuş

Bir tek sen


Terk edeceğin kimse


Bir tek kendin

O bir tek
















ANAÇ VATAN


Evdeki dili ağır sarhoşluğa saklamış ameleler


Kim hatırlıyor verdiği sözü, elbet sen de unutacaktın

Kim sağ çıktı sanki bunca savaştan, surat büsbütün güz

Kayıp kıtanın yerini soruyor haritalar; sorsun, yut ağızdaki lafı

Bu şarkı, bu marş, bu nakarat; rumba la, rumba la, rum- bambam


İspanya tanıdığımız en kısa boylu cumhuriyet


Yerinden doğrulup yumruk savuran, öyle boz bulanık

Ümitleri topladığımız yekpare, tapındığımız çöl

Gök çadır, yer yatak, su vatan

O hicret, o suret


Arabistan içimizde en esmer mazeret


Dergâhtakiler mirastan düşen paya pişman

Huriler, gılmanlar, imamlar; rint ile zahit

Dertle derman, sen ve kurban


Otur

Merhamet dilen, yürü

Şehinşahlar yürüsün peşin sıra

Sen ve Şah Hatayi, Tebriz'le Urmiye


Gücün yeter senin şaraba; o kızıl, o kekre

Ölüler baştan ölü, diriler uyduruk telaş

Kabahat bahsi çoktan kapanmış


Resmi sözcüklerle ıslanmış ilk yudum

Gecenin örtüsü, küllenmiş söz, tiz çığlık

Masayı devirmiş, doğduğu toprağa yürüyor


Kürdistan bin yıl evvel esir düşmüş hürriyet



TARİF


Çekip alnımızdan vuracaklar bizi, vursunlar

İşe yarar bakarsın kaşların uzak arası

Hep savaştan evvel


Akşam üstü hem

Serpilip büyümüş her yanlış

Elde davet, öylece bekleyen bizi

Kadınlar ve çocuklar oysa acelesi var günün

Kıblenin yönü değişmiş; olsun, demek bir vakit daha şüphe

Demek sinik ve ürkek, cahil, yersiz ve yurtsuz

Nereye götürdünüz tapındığımız taşı


O kara

O zifir, o gök sürgün o

Meczup ve sarhoş, doğuma adanmış o boş

Sen yeter ki iste; yeni mabetler kurarız biz senle, iman et

Hakkına düşen günahı işle sen, hem bunca sıkı sarındığın küfür


Bu gürültü, bu mahşer

Kim sesleniyor böyle ilk ve yiğit

Kim ne derse desin; dökülen kan, biliyorsun

Çırpınıp duruyor ceylan, sende kol korkak ve kaçak

Tene sürdüğün merhem; o ne, o sis ve pus

Mağlup, çürük, çaresiz, küs


Karşı taraf boydan boya aldanış

Kimsenin şikâyeti yok gitmekten, hem bunca uzun

Yırtık giysilerle koşturan onca acemi, kim bilir kaçıncı

Aynı evin önünü süpürmen, aynı eşiği yıkaman hep ikindi

Bir tek senle mi kirlendi şehir, bir tek senin etin mi murdar


Öteki tarih, gün ağardıktan sonra elbet

Çekip vuracaklar konuşmaya itirazla başlayan adamı

Vursunlar, işe yarar muhakkak suratta bekleyen memleket yarası



YERSİZ TAMİRAT


İşlediğin günahı sil defterden; kim ki o seni çağıran, adını senin

Şarkılarla bir olup; gelip geçti işte aşk, ne var ne yok peşi sıra

Fanusta bir gölge, bir suret; sana benzeyen, sana yürüyen

Bir sanrı, küs ve mecbur


Unut

Şu muhacir, şu sersem, saf ve sıska

Sayacılar mum sürmüş ipliğe, sır ve amber

Aynı kumaşı ölçüp biçiyoruz kibrin tezgâhında

Ne varsa onla dikiyoruz söküğü, gerisi bir umut


De ki bu sefer sen haklısın

Senin söylediklerin geçecek kayda

Kelimelerin vurgu yerinde senin sesin çıkacak


Bir kez olsun hayır diyebilsek halbuki

Bir kez, şu sebepsiz dövüş isteyenlere

Kuşlar vaktinde havalansa yahut avlaktan


Son kez


Mutluyken yahut körkütük mutsuz, sen ve seni evden kovan

Kim varsa elde zafer bayrağı, uçsuzluğa mahkum

Dil ateş, söz küfür; sen, keder ve tevekkül

Sıçramaya hevesli çamur topağı

Şu balçık, şu cürüm, şu irin


Vaktidir

İçeri al beni sevgilim; öyle tertemiz, durup durup öp solan yerlerimden








TEDİRGİN HESAP


Evden kim kovulursa sana yer açılır; kime ne, sen gel manzaraya iliş

Ne var bunca pişman yahut suç; hayat işte, bir ters koşu

Eksik harf yahut yanlış adım, kıskanç laf


Garson

Sade kahve lütfen


Otur seyret şu çelimsiz, şu gösteriş

Bardağın dibi kanyak, tabak çikolata

Şu bayat şarkı, ağır duman, küfür ağız


Büyük kahramanlarla geçiyoruz köprüden, kimseler farkında değil

Sonradan da öteye taşıyoruz emaneti; melekler, iblisler, oğullar

O billur ses; ne ki hep kaçtığımız, o titrek gölge


Bunların hiçbiri olmasaydı da severdim ben seni Usul


Durup beklerdim

Geçişi tören adımları, en ön gurur

Öyle sabırsız; adaklardan önce koşturan ora, o sunak taşı

O ki kimseye yer yok bu dünyada; evler küçümen, zaman pişman

Bir hayal hep aynı kadınla sevişmek; aşkla hep, bir ömür, isim hep aynı















HESAP HANESİ


Büyük aşklar yaşadın sen, ondan da büyük ayrılık

Sesin bundan esmer, sırtladığın soru

Hem ne ağır, omza külfet şu baş

Yazıp yazıp karaladığın


İsim


Sen misin o

Kapı önü bekleyen

Durup azıcık soluklansak

Bir kerhane şarkısının acıklı yerinde

Yahut ilk mektep öğrencileri şiir çığırırken öyle


Kabul et

Bin yıl evvel ölmüş birinin yasını tutuyor yürek

Komşular çıplak vakitleri gözlüyor, oradaki tüyleri görmeyi

Yatağa girince üste çıkmayı, çocuk yapmayı, tanrıya inanmayı


Şu sahte söz

Yahut apansız inilti üstelik ne pespaye şu çığlık

Payını da alıp gitmiş herkes, bardağın dolu tarafı da boş


Üst örtü


Bu telaş

Kime yetişeceksin, çürümüş şu gün

Başlamış işte yitik zaman ve işte yine

Kimsenin beklemediği, herkesin kaçtığı

Herkesin yoksul, herkesin kendine muhtaç


Perdeyi aç

Ortalığa saçılsın öfke, çözülsün sır

Büyük hüzünler yaşadın sen ve onu hak eden bir hayat




DAĞINIK MESAFE


Emsen süt gelecek memeden hem şakıyacak, okşadıkça azgın hem

Sana yakışan da bu ve belki bana, bunca telaş yahut kuşku

Koşup durmak aralıksız, deli ve divane, eldekini kırmak

Söküp atmak fazlayı


Hem ne korkunç şu mesai saatleri

Ne çok, ne çabuk, ne cesur şefin gölgesi

Boş yere çalışkan ve uyduruk, çehresi mavi

Dil yalan, karşılıksız özür töreni, kör göze lanet şu ev

Her seferinde başka bahane, kaba sığmayan sebep hep

Reddet ne var iman ettiğin yahut esareti göze aldığın

Kadınlar, tanrılar, kutsanmış hayat; şu çocuksu düş

Sevdiklerini kılıçtan geçirip yola öyle çıktın sen


İşte gül ve gülistan

Kötülerin cirit attığı ülke işte

Çoğalma uğruna diz çöktüğün aşk


Soluk soluk hep


Gel

Yokluğa otur, şansa küseriz birlikte

Kırıma uğradığın savaşları anlat, ruhu sağaltan ırmak

Bu kadar sık dalma su dibi, demirden dağlar erittik biz

Kızgın çölden geçtik, ne çok kazanıp ne çok kaybettik

Yok yere esip gürledik birbirimize uzaktan

Uzağa, ne çok ölü bıraktık geri


Ne çok kötürüm

Dolaştığımız her bahçe başka renk

Babaların hükmü yok kavgada, göç vakti

Oğulların uykusu kış, sırt oyuk, kucakta bir kesik el

Çağrıldığın yere bir başa git bu sefer, sen ve zafer takları

Yokluğunda olan biteni anlatırım şarkılara aldanıp dönersen



KURTULUŞ ÜMİDİ


Ne soysuz şu insan


Ne mutsuz, göğüs apaçık gece

Çiçek demeti, saten pijama, öpüş saati

Bu itiraz; bu şımarık, uluorta savrulan küfür

Sevişeceksek tüm bunlara tahammül ederim ben


Sevişeceksek geçmişi hatırlarız senle birlik, kuytu evleri

Sokağa fırlayıp henüz çıplak ve yalınayak, surat bıçak

Adlarımızı duvara kazıdığımız, adları soluk

Ruh ölesiye aç


Tanıdık olmalı öyleyse çatıştığımız sözcükler


Herkes gösteriş peşindeyken öyle, herkes yokluğa ulanan

Dolana dolana kendine varan, öyle karanlık hem

Suların çekildiği, kalanların kabarık

Emanet ve kahraman


De ki herkes kendini affedebilir bir gün

Yüzü alıp aynadan, herkes

Çekip gidebilir


Bilip tüm bunları, bilip ne aşağılık şu hayat













ISSIZ PANORAMA


Kendimden gayrısını beklediğim yok kahvaltıya


Uzun adamlar geziniyor ancak evde; çay demli, sıcak

Unuttum ne var geçmişe dair; peynir, zeytin, bir kara sıçan

Çocukluk dâhil; domatesin üstü yağ ve kekik, ekmek almadım


Eşyalar süs

Peşi sıra koştuğum hep kemirgen

Üzülmek için farklı sebep bulabiliyorum fakat

Ne var ki her günkü saati bekliyor rüzgâr, ağız kuru


Boş ver


Ödenmeyen onca taksit

Yüzde coğrafi işaret, komşu sıkıntı

Mecbursan hikâyeni anlat mevsime, dil kaygan

Rengine göre ayır yaprakları, çizgiler üst gelecek

Kimin umuru yaşadığın ayıp yahut gösterişli kaygı

Herkes kendini aldatıyor bir tek, bir tek öteki kötü

Esnaf kurnaz, zarlar hileli, müşteri züğürt

Evin kedisi temiz bir tek


Çatırdayan kemik sesi, bitmek bilmeyen merasim


Bir kâbusun parçası bunlar

Sarıldığımız benzetmeler, kuşandığımız iltifat cümleleri

Damardan fışkıran kan, merhamet arayan yara, şu bekleyiş

Vuruşmak için sokağa daha erken çıkacak belli ki fırıncı çırakları









ÖNCENİN İNKÂRI


Her sabah aynı telaş, aynı hep

Aksi cevap, aradığın neyse bul artık

Çekip gitmekse git, yakışan sancı bırakmadan


Geri

Ora bir yer, uzadıkça çatallaşan ses

Ameleler işe giderken mahalleyi kaplayan öksürük

Gün ışımaya yüz tutmuş oysa herkes seni bir yerden tanıyor


Vakit varsa soluklansak mı şuracıkta


Sokak başı ve nizamiye kapısı, her sefer başka bakış

Sense suçlu olmadığına inandırmaya çalışıyorsun sorgucuları

Her karşılaşma yeniden, her kaçış derli toplu, kapı önü hep terlik


Sor öğren, niçin bunca hüzünlü havlıyor şu köpek


Etraf sis, kışın daha da artıyor mutfak masrafı

Çatı tıkırtı, şişe süt, saatin tik takı müsrif

Yüksüğü parmağa geçir


Öyle dik yarayı

Kimse kaçmasın dışarı; kan, tüy, kemik, et

Ne varsa insan yapan bu cismi, çalakalem aşk

Şifa olacak ot, terbiye edecek renk, süzme rezillik


Her akşam koyu karanlıktan evvel yahut kuşlar uykuya dalar dalmaz

Yorgun argın eve dönüyor gündelikçi kadınlar, etek boyları uzun

Erkeklerin koynu talihsizlik, oğlanların zulası kara kuru sigara

Sense işlediğin günahları tarif ediyorsun yaklaşan gölgeye







MUHİT SAVAŞLARI


Militanların sıktığı mermi boşluğa saplı kalmış


Laf mı şimdi bu


Avuçta öksüz kınası


Ölmeyi niçin bunca çok istediğini anlat bize

O yollardan geçip, o hiç varmayacak yollardan

Renkleri içe kıvırdığın kavruk, soluk, toz ve toprak


Anlamsız bakış ile akla ziyan söz

Böyle sert, böyle aksi, körkütük böyle

Fakat son kez sessizliği avutan, züğürt


Yenilginin gölgesi, bekleyişin komşusu, gitmenin utancı

Talan başlamış ve çaresizlik dağıtılıyor amele sınıfına

Kazancın sırtında oturan adamın ismi bay bilanço


Ötede kimse yok

Kılıç artığı yetimler ve sen, yol sıkıntı

Kavgada gösterdiğin hüner, ettiğin yemin


Avcının adı

Kurbanın adı, senin adın


Hep aynı


Hep yalan

Geçtiğin yer, durduğun durak

Bölük pörçük hatıralar ve şu mahrem söz

Kendini çıkar at bu şiirden, öpsen kırışacak dudak

Bu kadar kişi doğru söylüyor olamaz, bunca sevenin olmadı senin hiç





HESAP VAKTİ


Sen benim saklı tek ayıbımsın şu yeryüzünde, saklı ve sırnaşık


Çocuğum benim, yaban otlarla süslenmiş çıplağım

Halbuki köşeyi dönsek ora varacağız, senle ben

Herkesin bir başa yaşayıp kalabalık ölü

Herkesin az


Bizden gayrı her kusur öyle güzel çok

Dönüp yüzü imkânsıza; bu yasak, bu kuş, bu mavi

Yahut kavga başlar başlamaz kuytuya kaçma huyu

Ağaçtan düşme hissi felaket anlarında ve elbet açlık


Ölesiye açlık; dudağı öpme, memeye diş geçirme

Tüyleri kışkırtıp kalçayı kucaklama, deli divane hâl bu

Yağmurlu günde yükseğe, en yükseğe tırmanma aşkı


Kabul, göndere çekilmiş teslimiyet bayrağım oldun sen benim


Öpülecek yerleri göster şimdi bana; hem şu an, şu öğle paydosu

O zalim coğrafya; sırta kazılmış çukur, o çayır çimen

Hep ora; o uyur uyanık, o diri, dolu bahane

Aynı ses, aynı gürültü


Aynı pişmanlık ve yakarış

Yatağa sığmıyor fakat şu nehir, şu kösnül kırbaç

Mermisi bitince yere yığılmış üstelik o deli yiğit, o alaz

Fırsat bulsa son kez açılıp kapanacak ağız, o gül gonca

En bilindik yurdumsun sen benim, çekip gitmeye hep hazır


En saf, en güleç

Gizlenmesi mümkünsüz kabahat, bedeli yok günah

En uysal, en ağlak, en çetin; yokluğu ölümden beter o


Unut, unut bu dediklerimi

Azgın mutluluk günlerimsin sen benim

Senden sonram kırk kilitli kapı, kulpu kırık kırk küp

TAKSİRAT


Ters taraftan dönüyor eşyalar ve çağıltısında terslik var suyun

Şu bitmek bilmeyen ağustos; yetmez, onun son beşi

Dediklerin külliyen yalan, omuz sahtekâr melek

Sonra güz, sonra yaprak, sonra kuru


Kupkuru

Ölüler korkak ve murdar, kadeh pus, diriler küf ve cerahat

Coğrafya çöl; yırt teslim bayrağını, ettiğin yemini hatırla

Hürriyete dair, namluda fazladan bir mermi

Sende fazladan şakak


Akılda ergen ve çıplak

Ve dahi bildik dudak, ne yana dönsen

Orada oynaşıyor şehrin yağlı, yayvan, çapraz kalçası


Zulası esmer


Unut kopardığın etin tadını

Yağmadan paya düşeni açığa dök, heybede saf ipek

Zümrüt, gümüş, safir; yıkamakla geçmeyecek belli ki kan

Fırçalamakla temizlenir sanıyordun halbuki tırnak dibi ile gül

İş çıkışı sokakta, parkta, trafikte bitmek bilmeyen dur kalk merasimi

Kusmak geliyor içinden, gördüklerin üzerine boşalmak hep

Yaklaşan ikna biçimleri, ısmarlama ihtimaller, suratlar

Mabet önü ağlamak ve duvara sürmek

Hayadan sızan döl suyu


Kıyı köşe öyle sahipsiz, meydanda durup kalabalık öyle

Patlamaya hazır kükürt sülfür, kül ve mum, tuz ve şişe

Peygamber sureti, münafık ses, sus ve göç vakti

Büyük vaatlerle açılıyor bekâret kemeri

Taş, toprak, yağmur ve soy insan

Hep birlik bağırıyor mülk sahibi


De ki tanrı böyle olsun istedi


BİLDİK SON


Unutmamız gereken ne var kelimelere saklı


İnançlara, rüyalara, alışkanlığa; eğilip kapı önü

Eğilip eşik, sabahları geçtiğimiz bahçe

Öylece selamlıyoruz komşuyu

Kuşlara yem atıyoruz


Şu insan

İnanması mümkünsüz mucize şu

Anne sütünden kana sızıyor devlet kokusu

Babalar ezber duayla dönüyor eve, boy eksik

Öğrenciler ant içiyor her sabah aynı yer, aynı vakit

Adımlar kurala uygun ve ilahiler, bakışlar, şarkılar

Ne örtünürsek örtünelim hayalar hep açık


Bıraksak oracıkta din değiştirecek cenaze alayı, ilk iş aşk

Sen ve zaman, belli ki su döken olmayacak ardından

Avluda nafile nöbet tutan ahali temkinli, surat asık

Başkaca tanıyan yok koyup gideni

Kime sorsan başka hikâye

Başka özür


Hayat bir yanılgı

Hatırlamıyoruz niçin başlamıştık söze

Yola çıkan biz değilsek bu şiirde ne işimiz var bizim












HAZ TEŞKİLATI


Ölümsüz olsak birbirimizin neresini severdik en çok

Neresini okşardık tüyden hafif dokunuş

Dil şehvet


Haklısın, surat yaşlandıkça kusur

Dünya kendine olan özenle sınıyor insanı

Ne ki takvimden bir bir eksiliyor günler, bu son salı

Sona yaklaştıkça kendimizi de beğenmiyoruz, bu arife

Başkasının hayatından nefret ediyoruz bir tek, bu mahşer


Kaçış yok


Öncenin tekrarı bu âlem hesabı bize soracak

Paket bayramlık kumaş ve hep tek renk

Erkenden yatağa girmiş merak


Çocuklar el öpüp hayır duası alıyor geceden

Her yaprak kendi dalından kopup düşüyor

Ocak kaynar su, biliyorum


Ölümlü olmasak, sen de bunu bil

Kanla boyamazdık seviştiğimiz her teni















ŞAŞKIN SÜREÇ


Bir ülkeden diğerine göçüyor babalar, hiç sebepsiz

Soluk soluk, bir mevsimden öbürüne

Vardan yoka


Evveli var ancak günün

Sen çıkıp öyle upuzun sevişmek isteyen ve zırcahil heves

Üstelik fark etmeden her kadında zehir, her kadında irin

Kim bilir nerede geziniyor o ürküten o bıçkın, o rüzgâr

Sürahiden dönme vazoda küskün sümbülteber


Kendinden başkasını sevmeye takatı yok ancak

Dediği yalan, yorgun ve aksi, bahane hep

İhtimal o ki geç kalmış buluşmaya

Sen öyle zannet, saat kaç


Kopar mevsim şeridinden yaprağı ve derle

Toparla, neyse sır; neresindeyiz mesafenin demiyor dil

Son yudumu hangi çeşmeden içecek yolcu, bilen yok

Yaşadığımız coğrafya; boş ver, evler kış


Herkesten hızlı koşmuş belli ki yakın çağ koşucuları

Öylece çökmüş mağlupların geçişini seyrediyor oğul















TIKNEFES


İnsandan kaçıp mabetlere sığınıyoruz, öyle de olmalıydı

Bir korkudan usanıp bir korkuya ulanmak gibi

Göğe, göğün tenhasına

Aynaya


Kalk gidelim biz senle


Eve

Orada kavga gürültü, hay ile huy ora

Ses ve öfke, yapmacık aşk, teslimiyet bayrağı

Kendine tapınan ıslak, kendine mülk, kendine berrak

Öyle sert bakarak terbiye etmeye çalışan kelimeleri, bir başa


Sensin bu, senin gölgen

Hayranlıkla seyreden camdan içeri

Senden olanı kutsayan çarşı

Şu mezat yeri, şu surat

Şu dünya


Ne çok benziyor vaat edilmiş cehenneme şu insan

















HASILAT


Hiç tanımadık birini mutlu etmek için süpürüyoruz kiri


Derine

Ölülerin geç kaldığı vakte, hem kış günü

Hiç görmediğimiz birini mutlu etmek için ve hiç

Şarkı söylemediğimiz, şarap içmediğimiz, sevişmediğimiz


Azıcık okşasak peşinden koşturacağımız çocuklar doğuracak kadınlar


Bu yüzden ıssızlığa boşalıyor adamlar; dağa, taşa, unutuşa

Bildiğimiz o en uzak, o açık ağız, o dil, cehennem ateşi o

Çoğalmak ümidiyle ilk biz saldırıyoruz mağazalara

Son darbe hepsinden gösterişli, yumruk kan

Bildik yerden geliyor şangırtı

Cam


Çerçeve, tabak çanak

Belli ki mesaiye erken başlamış zebaniler, hem o nasıl nefret

Hırs, kibir, şehvet; sofradan kalkma niyeti yok, o muzaffer

Meşrebi kimin umuru, bir türlü susmuyor

Çıplak hâliyle bağırıyor kalabalık


Hesap soruyor, pay istiyor mirastan; küstah ve şirret

Hoyrat ve bedevi, eğilip en narin çiçeği koparıyor el

Kim kazanmışsa onun adını veriyoruz savaşlara

Bebelere o dilde sesleniyoruz, evler pirüpak


İstesek

Bacakları açıp oracıkta, elden geldiğince cüretkâr

Uzanabiliriz yeryüzüne, sırtüstü ve çağıran bakış

İstesek defalarca çoğalırız hem aynı rahim


Aynı bağ, aynı bağçe

Hayatın tek mucizesi nasılsa insan, tanrının son elçisi

Daha çok kazanmak için delice yağmalıyoruz kaybetme ihtimallerini


UZLAŞMA


Mahallenin kadrolu kedisi mevtayı sorguluyor


Boy pos hariç


Bu kaçıncı koşu; bu kaçıncı, bu durgun

Elde tek kişilik davet; bu soluk, bu yol

Çalgı çengi, bu hafıza

Yangın yeri çarşı

Kim o


Kıvrılıp eşiğe adı ünleyen; itin, köpeğin senin

İş güç ezber, sabredip bütün yaz

Sabredip boğulmazsak

Ağustos deli sıcak

El kırbaç


Nedir hayatın anlamı


Oğulları çoktan ele geçirmiş biri

Bir diğeri kızları pay etmiş

Kalabalık içre


Tartıda günah

İnsan ve devlet, bacakları ayırıp çıplak

İpince tende tepiniyor, memeleri sağıyor

Bebeler kundak, çukura düşüyor vakti gelen

İlk evvel fukaralar ulaşıyor gül hanesine

Şu çatal ses yahut mermer lahit

Beton korugan


Taş sokak

Sahibine varmış nefes, kendine sürgün o

Kesip kesip yapıştırdığın senin, suda çırpınan boş

Yaşıyoruz diye büyük olduğumuzu sanıyoruz ölümden



GECİKMİŞ RANDEVU


Takvimden kopan sayfa

Ne tuhaf, yanlış coğrafyaya düşmüş

Tezgâhtan bağ bozumuna, hem ne sebepsiz şu köylüler

Bahçeler, sarılar, turunç kasaları yahut ameleler çift çubuk


Oraya bırakıp çaresiz olup biteni

Bu duvar apansız, bizi çağıran kendine

Bu bakış çarpıp düşen, çarpıp azgın boşluk

Tesadüfler serpiyoruz evden içre, olmadık çare


Her buluşma öncekinden kabarık


Efendiler

Böyle giderse kasabalar kaba sığmayacak

Üzerinde tepindiğimiz terazide var bir kusur ve elbet

Kenar mahallelerde imkânsızı sorguya çeken ayak takımı


Yanık araba lastiği, kudurmuş zafer yürüyüşü

Paytak adım ve pespaye üniforma, o en eski itiraz

Öyleyse emekleyen halkın adını kim kazıyacak kavga hanesine

Uzansak çekip alabilir miyiz tanrının rahmindeki çocuğu bu yana


Bilen yok


Dedikleri kadar kurnaz olsak onlarla birlikte oturacağız sofraya

Öğrensek çıldıracağız aşkla bakan kim, hem böyle evvelden

Böyle yitik hem


Ne hoş

Başıboş hayaletler şehrin ortası, elde taş

Dosdoğru günde bizi bekliyor on dokuzuncu yüzyıl






ÇAĞDAŞ HÜKÜM


Kayıtlara alt ve üst kattakinin kavgası olarak geçiyor bu hengame

Şu gürültü, seni yerinden eden kaygı yahut esir alan telaş

Kaçtığımız, korktuğumuz, akışı unutmuş zaman


-Kim dedi bunu


Çekip gidiyor

Ne varsa ergen ve acemi

Yaprak, tomruk, kıyı şeridi, toprak


-Biri diyecek olsa biz derdik


Eşsiz meydan savaşları, kederli bekleyiş

O pespaye gülüş, upuzun inilti, imkânsız tahammül

Bir erkekle kadının sonsuz sarılma hâlleri, gönlün tenhası hırs

Üstünkörü soruşturuluyor şehrin karasında işlenmiş cinayet

Kameralar paydos saatinden evvel anlıyor katil kim

Aidatlar gecikmiş, kuşlar şakıyor

Şu gece, pır pır

Şu yağmur


İyi uykular sevgilim


Gün ışır ışımaz çarşıya koşacağız; sen ve ben, yayan yapıldak

Cahil olduğumuz her konuda ne çok bahane

Ne çok sebep, hem gönül pişman

Suç mahallinde tanıdık biri

Adımlar geri


Sokak lambaları yanar yanmaz evlere kapanıyoruz

Hiç bitmeyecek yangın başlıyor uç mahalleler

Evvele gömülüyor şu mağlup, şu korkak

Şu beden




CENGE HAZIRLIK


Kimse boş yere bileylememiş kelimeleri


Biliyorum bunu

Sende söz kılıç, bende dil esmer

İlahi sebebi var hem bunların, üstten geçen bulutun

Sabahı beklemenin, öyle bir ümit, gülden yana yürümenin


Erkekler azdıkça gökyüzüne çukur kazıyor, kazsın bakalım

Kadınlar al yanaklı çocuk doğuracak iç savaş ihtimaline

Bıraksak gecenin kucağına düşecek şu cılız

Şu cüce, şu serçe

Acemi


Şen ve şatır

Bacakları sıyırıp söylediği sahte

Nehrin mecali yok tendeki yangını söndürmeye ve biz hepimiz

Utanmıyoruz hatırlıyor olmaktan kalçaların baştan çıkaran anlamını

Sevdiğimiz benzetmeler dâhil hiçbir yanlışı temizlemeyecek bu alfabe


Mümkündür tüm bunlar hatta fazlası

Yağmur öylesine çiseliyor, çarşılar gürül gürül

Sense baş aşağı sarkıtıyorsun ölüyü, kan sızıyor yüze

Tene, coğrafyanın sembolik yerlerine, vurdumduymaz ülkeye


Oğul evine

Dur ve hakikati dinle, elbet kork

Ölesiye kork bir halkın kalbine mahpus sessizlikten










VAZİFE


Çekip gidecek buradan


Her ihtimali düşünüp öyle

Hiçbir şey yok hatırda, ne kaygı ne kış

Hem ne yaşlı şu, ne gevşek; neyi sevdiysek o güz


İstersen erteleyebiliriz zamanı


Bir gayret silkinip korkudan, hem senle tanış

Atlayıverecek gibi dip aşağı

Heybede kibir


Uzatma, ne söyleyeceksen apaçık söyle


Yazın artıkları gezinecek sokakta

Yere düşmüş dingin, bodur, eksik gölge ile güneş

Gözler üst; yuvarlansa da yukarı, baktığı taraf saf çöl

Hemen geri tutulmamış onca söz, öfkeyle söylenmiş hem


Bunun için mi sabahın körü uyandırdın beni


Her şehir başka saat kulesi, kapalı çarşıda her çiçekçiyi geç

İğne atsan yere düşmez pasajda tütün satan şu dükkân, şu dar

İzin versen solda baharatçı olacak muhakkak; kuşçular, kalaycılar

Köşesi turşu, kavrulmaktan pişman kahve çekirdeği, gül koku lokum


Sen istediğin yere git, ben buralıyım artık


Değil mi ki pazar esnafı hiç durmadan aksi

Her tezgâh başka surat, başka uyanık

Öyle ezik, ne yaşarsan yaşa


Ne gidersen git, varmak ne mümkün

Ne doğru yer ne doğru vakit, ne hayat ne insan



ARZIN MERKEZİNDE SOĞUMA


Yeni bir çağ başlıyor ve biz ilk iş sevişmeyi erteliyoruz

Senle ben; buna aşk diyor kimileri, aşk ve tereddüt

Ruhu sobeleyip ölesiye mutsuz

Senin ev bu


Senin saklambaç

Senin körebe, hem dünyalı hem öte

İbadet ederken, uyurken, hayaları okşarken

Herkesin yüzü vitrin, apaçık aydın, ayna önü hep


Kasık katran

Bu nasıl koku, bu çürük kara

Bu gülüşü benzer herkesin, bu ağız kilit

Giysiler eprimiş; doğru mu bu, bu dediklerin

Bu dövüş gayreti, saklısı hem iştah hem intikam

Uzlaşma gayreti yok kimsenin, sen de öyle

Orada bekleyen kabul ve inkâr

Karmaşa ve huzur

Bir başa

Sen


Fırlayıp en dip


En uysal, ne ki şu patırtı

De ki ayaktakımı bildiğini okuyor

Cesaret edip hep birlik göç edecek biz

Biz çelimsiz, biz yenik; yenik ama sebepsiz

Ne var hatır, ne var yakışan ertesi gün

Boğulmak için kalabalığa sığınıp

Dudak kor, dil kömür

Bu teklif, bu itiraz

Bu ses


Birilerini delice özlemiş gibi söylüyor şarkısını gece



ARSIZ BAHÇE


Ne değişecek

Kabullensen yahut diz çöksen

Körkütük sarhoş, herkesin önü, şaşı

Kim düşmüş o vakit, kimin derdi avunmak


Senden başka


Kim bulabilir cehenneme giden yolu

Hangi mucize, hangi ağız

Hangi dil


Teni çıldırtan

Bu dudak; bu erişkin, bu dolu et

Çocuk yaptığımız, tıraş ettiğimiz, çığlık attığımız

Ayak ucundan sonsuza, sonsuzdan Allah'a uzanan yokuş

Kaçamak avuç ile yeryüzünü santim santim dolanan parmak

Yurt bellediğin, çatıştığın, terk ettiğin o söz, o itiraz, o boş

Herkesin aç, herkesin az, durmadan geç

Saman alevine sardığı bakış

Kaybolmuş


Kaybolsun, dağıt gitsin şu lanet sofra


Yüz arsız

Sil şu yapmacık, kokuşmuş, sefil

Yaşam sebebi ile utanç, kimin umuru

Düştüğün yer, duyduğun ses, kışkırtan gece


O bir başa mesafe

Kan kırmızı kelimeler serpilmiş yola

Sonrası yalan ve iltifat, sonrası sözden çok giysiye inanan ahali






TENHA İLE ÇOK


Oysa varmak için çıkmıştık yola, öyle diyorduk soran olursa

Sonsuz kez yürüyüp varmak için ve ordulardan evvel

Ordulardan, muhacirlerden; değil mi


Ne çok teslim olmak isterdim ben


Savaşın başı henüz; ten kuru, saç aç

Aynı masal; aynı baştan çıkaran, düştüğümüz tuzak

Çelimsiz bekleyiş; ne çok çalı çırpı, ne çok ışık, ne çok

Sevişme sonrası karnın çıplak, avuç su, yangın yeri kalça


Ne çok isterdim sevgilim sarılıp uyumak


Senin adınla başlayan güne, ardından diyeceği unutan

Düşkün, ürkek, serkeş, pelte; dil kıvrım, su buğu

Ölesiye şarap ve duman, utangaç


Kapıyı aralık bırak, canı çekerse dışarı çıkar yalnızlık


Senin ayaklarınla yürüyüp son kez

Nehirler gibi kıvrılan, kıvrıldıkça uzayan senin

Boynun yeşertecek salkım dalları, sepet dolu yemiş

Çağla badem sana ulaşmak için nefes nefes, surat ter


Kalan ömürde kendini çoğalt bir başa, kendine inan


De ki insan asıl o zaman kalabalık, o zaman çok

Çağır kim yakın o, saklan nere kuytu ora

Güllü entariler giyinip öyle dolan ev içi


Seni büyüten

Islak yankısı dünün

Kavgadan ne düşmüşse paya, öp

Başa koy, aynaya fırlat taşı; gün bitti, perdeyi çek

Dışarıda kalsın bu rezil kalabalık ve onun aşağılık küfrü


KIRKLAR VEDASI


Şehrin çatısına çok haneli rakamlar abanmış, mesela üç kere on üç

Çıkar mendili; bedeli ödeyeceğiz sevişmenin, öte bakmanın

Hayatın ve düş kurmanın


Hala

hala

hey


Nasılsa hep cumartesi, nasılsa geç kalmış herkes

Şu patırtı, şu kalabalık, şu hengame

Hiçten geri sayıyoruz


Tey

tey

tey


Cahil ve mutlu, şen ve şakrak

De ki dişlediğin, diş geçirip kopardığın

Fotoğraftan kesip çıkardığın, bildik biri o suret

El çatlak, dudak mor, fahişelerden emanet küfür

O son öpüş; o soğuk, bulanık, baştan çıkmış o hâl

Üstelik ne mümkün kabullenmek böyle uygun adım

Dünyayla aradaki yokluk fikri, böyle çarçabuk

Böyle her yan tuzak, böyle çarşı pazar

Öyle çoğaltan kendini


Seslen ne mecbur, ne eksik, ne yara o

Hem ne doyumsuz içip içip kanmadığın su

Çağıldayıp iç denizlere dökülen telaş ve ısrar

Tastamam aynı kehanet, aynı iftira, aynı söz

Sonu mutlaka dokuzla biten emir

Kırktan bir eksik kamçı izi


Gece boyu koşturan tıkırtı ve ikrar

Yatağa uzan ve ölüyor olmanın keyfini çıkar


SİLİK ÇEHRE


Bu sana mülk; bu senin çatıştığın, senin kış

Ne var sana tutsak, bu senin itiş kakış

Çıkar at giydiğin, öyle gel


Çıplak


Geri dursun heves; tuttuğun, çektiğin, aldığın

Öyle bir ümit öpüp okşadığın

Herkesin mecbur


Herkesin kayıp

Herkesin pişman ancak yine de aradığı ilk evvel

İman edip yalvar yakar o veda anı, buluşma vakti

Yahut örtünüp aralıksız ısrar, leş ceset, çırpı bacak


Ne var ne yok


Besbelli uzun sürmüş gece; kadeh dip, şişe çöp

Parmak üşengeç, senden sana koşturan

Senden acemi


Senden yoksul şu coğrafya; sana sabah, sana ayaz

Ölüm değil, geçip gitmek değil yüreği kavuran

Renk, ses, koku; şu tarifsiz sevinç

Bir başa


De ki yeniden doğacağız sonsuzluk bahçesinde


Ne ucuz teselli bu

Her pazar gün ikindiyi geçerken

Ne var öyle durgun olduğu yer, kendi cüssesi

Kavanozda pörsümüş cenin, garda buruk el sallayışı, tarla tohum

Dön bak, bu aralar ne çok benziyoruz herkesin geç kaldığı buluşmaya




MUCİZE


Her biri başka cesaretle doğuyor bebelerin, eller pamucak

Eller, yanaklar, gülüş; demek anneler mırıl mırıl

Babalar sükûnet abidesi, kardeşte dil lâl

Ötesi çığlık, yan bakma, nara


Adım attıkça titreşen yer kabuğu

Şu kesik, şu gaflet uykusu

Diyen var mı


Kendine sığmayan cahil

Kim bu yahut kadere duyduğun öfke

Konuş bilelim, daha ne kadar sürecek pişmanlık

Hangi ateşte küle dönüp hangi körükle serinleyecek nefes


Ey çelimsiz

Ölümlü kabadayı ey, yaşamaktan gayrı suç yok

İnsandan başka katil, susmaktan ileri yurt

Adımızı soran şu


Karanlığı delik deşik eden


Değil

Ağır aksak bitirmek, bitirip başlamak

Elbet kan dökülecek kahrolası gün bitmeden, işte

Seviştiğimiz gecenin sabahı, hâlâ bir yabancıyla uyanıyor sevgili












MAHALLİ DAMGA


Kazanmak uğruna kelimelerle rakamları birleştiriyoruz


Parmakları

Ölümle dirimi, aşkla nefreti

Mümkün mü bu, insanla masumiyeti

Çekiçle ıslah ediyoruz duvara çakılı aynayı


Her seferinde daha sıkı

Daha sert okşuyoruz ne var üryan

Sert ve diri, diri ve dik, dik ve uzun, duru

Tapu kaydı ve akışkan su, cüzdan tıka basa şehvet

Işıklar bunun için yanıp sönüyor, bunun için çığırtkan şu afiş

Açılıp kapanan tabelalar, kurnaz fahişeler, geceye eklenmiş bahşiş

Boşluğa emanet tebessüm ve sığınıp senin uysal gölgen

Sorgusuz sualsiz uyuyor zaman

Söz günah


Ne desek ne etsek pişman

Herkes yiğit, herkes varsıl, mülk sahibi herkes

Dil suç, ağız kabahat, dudak bahane, isim yalan


Karanlıkta sevişiyoruz biz senle

Aşk, diyor birileri buna oysa avuç pençe

Zil çalınca yere yığılıyor bütün bir coğrafya

Kitaba göre ölenlerden birinin tanrı olması gerekiyor












MÜSTAKBEL RAHİM


Kaygıları boş yere sakladın sen bunca zaman sahte zaferlere

Ve hazzı; bunu biliyordun, oradaydın, elde zıpkın

Korkak ve sinsi, avcı ve kurnaz


Orada; ürpererek durduğun yerde, dil inkâr

Ne dedin onca şüphe, yıkım ve kusur, göz yasak

Günah dolu coğrafyaları ziyaret ediyor parmak, hiç sebepsiz

Ve dahi pişman, yorgundun halbuki böyle uzun boylu sevişmekten

Evcil yalanların içine boşalmaktan yahut uykunun kuşluk vakti, bunca sık


Mutsuz


Hayatın sırlarını bilmekten

Masumiyeti yitirmekten çokça genç, yeniyetme, toy, acemi

Sen bu denize daha önce de su serpmiştin, istesen yine yaparsın


Göğe bakıp


Bir çırpıda bulabilirsin kumların sayısını

Durup bacağın arası apaçık yenilgi

Dokunup ıslak, kaygan, beyaz

Kıpır kıpır

İn


Aşağı

Tek solukta yüzebileceğin en dip, en kara

Uzağa gidebilmek için yaratıldık biz senle

Bu itirazlar, tıkırtılar, diklenmeler


Şu boş sayfa

Sonranın kilidini kurcalayıp hep saklı, hep koyu

Yok yere süslüyoruz çocukken işlenmiş cinayetleri





TECRÜBELİ MAKTUL


Şubatın ilk çarşambası, bekleyeceğiz ve perşembe olacak

Biri dörtten, biri beşten geliyor diyecek boşboğaz ağız

Ardı mart dokuz; derken nisan, mayıs

Geçip gidecek aşk


Ne ki bu ters, bu kaçak, itiraz ve yalan


Sapaktan dön

Ora işte, hatırda kusur

O uzak kenar, kayıp simya, solgun yüzyıl

Onca sefalet; kulak sağır, göz mil çekilmiş

Ne desek duyan yok; ah u zar, vah ki ne vah

Bir kez olsun şaşırt; tut kucakla, dudaktan öp


Şımarayım, durup durup ağlaşalım

Hiç sebepsiz özleyelim birbirimizi, hem üst üstte hem çıplak

Hediyeler alalım öyle hesapsız şaşkın, şeffaf ve parlak

Bugün doğum günüm, bak işte ansızın yaşlandım


Bundan kime ne

Kimin umuru boşluğa adanmış söz

Rüzgâra çizilmiş arzu yahut mutluluk tarifi

Yaklaş, iniltileri okşa; dokun, yükselsin ses


Entarisi ala benziyor/ Şeftalisi bala benziyor


Bu dünya hep gitmek

Hep yarım, hep gurbet, hep eksik

Ham meyvenin damakta bıraktığı tat


Bugün ayın ilk dördün

Renkler yarım; uğraşırsan daha çabuk, daha çok

Değil mi, uğraşırsan daha derin yakarsın sen bu canı




MEDENİ KONTROL ŞARTI


Her sabah başka rüzgâr, de ki konuştuğumuz bu dil

Kimsenin bilmediği, duyup anlamadığı üstelik

Gülüş ayna, bakış gurbet


Dön

Acemi ve yiğit, elde taş

Ortalık savaş çığlığı, hem rengârenk

Kimin umuru saklı yara yahut arsız uğultu

Ambulans sesi, cenaze arabası, itfaiyenin sıcak kanlı kampanası

Her durak farklı felaket homurtusu, sense ölesiye korkuyorsun kadınlardan


Bağçe talan


Ardında başarısız onca şahsi devrim, viran bina, yıkık köprü

Merasim taburu ağır silah kuşanmış, kusursuz dolu şarjör

Dosyadaki eksiği rüşvetle tamamlıyor zabıt kâtibi

Üç versen beş


Beş desen çocuk kusursuz çerçi

Polis, jandarma, zabıta; tüfeğin namlusu dolu aşk

Törende mutsuz olmak için uzatıyoruz ayağı keşmekeşe

Damakta hiç tatmadığımız zevk kırıntısı, geride koşturan ses

Hep üryan, ölümle azalıyor şahitler ve biz ateşe veriyoruz otları


İnsanlık tersten yazılmış bir tarih

Çarşıda, sokakta, evde hiç tanımadığın alfabe

İhtimal o ki sen de bu yüzden kavga ediyorsun kelimelerle










KANTAR


Günler kısa fakat sende ölçüp biçtiler beni bütün yaz

Sende tarttılar, balkonlar aralıksız kavun-karpuz

Akşamlar şangırtı; darasız, çın çın, apaçık

Çığırtkan, hoyrat, dünü yitik, nefes küt

İnsan kendine küs


Eksiğim fazlam sende çıktı açığa, bu kefe dirhem

Her ses bir dile mahkum, bu kefe arşın

Her terzi başka mezura


Her dülger başka keser

Senin nazın geçiyor dünyaya

Ardından susup senin sözün, senin hükmün

Elmaları koparıp sahipsiz gökten, senin ismin

Yağmur, çamur, kar boran; bu kadar da olmaz


Denen ne varsa

Söyle öteye saklanmasın mutluluk tahminleri, seyret

Panayır yeri salıncağa binmiş merkezkaç kuvveti

Elde kutsal açıölçer, dünyalı kaldıraç

Hem nasıl bıçkın şu ustura

Nasıl utangaç hem


Küt baş çekiç

Sivri mıh, dön ve onlara de

Beni benle ölçsünler şu gelen kış

Ayıbın, kusurun rakamda olduğunu anlasın çarşı ve esnaf










EĞRİ BOYUN


Dokun ve anla

Bugün ne, belki çarşamba

Perşembe geçti çünkü deli hoyrat

De ki yaklaşan şu körlerin görüp kaçtığı

Topalların küheylan, sağırların dilbaz

Aç ve yamyam

Koyu


Tenha

Eşiğe çömelmiş lâl ve perişan

Şeffaf, berrak, duru; hem nasıl parlak


Madem duydun anlat

Sesi tarif et, tavanda çivit mavisi manzara

Ağız ballı çörek, dil çıldırtan hurufat

Bu kadar yeter


Sözü bizden yana söylüyor hayat ve ne varsa hükmettiğimiz

Durmadan kamçıladığımız ne ki kavmini açık etmeyen

Israr etsek yeniyetme zamanları hatırlar mı bu gök

Dövüşmekten korkmadığımız yiğit akşamlar

Şubatın bodur, haziranın çıplak ikindisi

Adımızın alkolle anıldığı bütün yüzyıl

Ve meydan


Ve bahaneler, çürük bağırsak kokusu

El bağlı, yüz dönük, şimdinin ardı sonsuz

Mümkünmüş yürüyüşünden tanımak gölgeleri

Bu yana gelen kim biliyoruz artık; şu kara, şu kuru


Toprağın derdi su; de ki saat kaç, saat geç kalmış üç









Sen orda gölgesi kendini serinleten

Bir mesnevi mısrası gibi büyüyorsun bir başına

Ben burada

Kendi kozamı örüyorum içine bütün acıları koyarak

Sen orda tek başına büyüyorsun oğulcuk, bir çınar gibi

Ben burada ömrü törpülüyorum içimi kanatarak












MUHATAP












İzmir, 03.02.1999












































HAKİKAT İMTİHANI


İnsan mutlaka yenecek tanrıyı


Kaçış yok, ölümü

Güzel oğlanları, işveli kadınları

Kitapları, mucizeleri, vaat edilmiş karanlığı

Meçhulü, sonsuza uzanacak bu aşağılık varlık


Avuç

Edep yeri, coğrafya, yaprak

Cumartesinin geç kaldığını söylüyor o biri

Kahvaltıda ne yedi ne içti, kimle sevişti ilk ikindi


Durup

Dinlenmeden aynı sözü söylüyor

Sırada kim olduğunu, sen ve senin her daim

Bulut, yağmur, toprak, erkek ile dişi, döl ve rahim

Geride kalanın nasıl tahammül edeceği öyle canhıraş

Öyle üç beş, şehir ve kış, çürük ve inat öyle

Kavgası kokmuş, yolu yokuş


Sözü yalan

Uyduruk hep, bir adım geri dursak

İlk biz tanıyacağız aynadaki sureti, ilk biz

Sığacağız evlerin tenhasına, o daracık kutulara

Aşrı aşrı yollardan geçip ilk biz varacağız Allah'a












ORTAK AİLE


Annelerin işi bu; okşayarak terbiye etmek kelimeleri, babalar azınlık

Yakın çağ tarihinden sınıfta kalmış ne varsa ısrar ettiğimiz

Öpüp koklamak için ne varsa yitik


Çocuk zalim

Eksik organların üzerinde tepiniyor

Bir gece yarısı, ansızın, surat patlayan tokat


Hayır, ben değilim aradığınız kişi


Kimse oturmuyor bu evde

Camda unutulmuş tebessüm

Çekmeceler boş, dudak küs, ruh çürük

Coğrafyaya soracak olsan kasabalar hep tek vakit

Sabah ezanı hep, herkesin kendine mecbur

Kendine mahkum, kendine uzak

Sen hariç


Bir tek sen hariç

Sen ve senin hanende yazanlar

Çömelip geçmişin gölgesine yahut pusup


Aldırma


İnsan her kuytuda uyuyabilir yok günde

Hem ne yorgun, ne sabırsız hem

De ki bu kavga, bu uzak


Yahut düş

Yaşadığımız hayat

Hem ne gereksiz şu bağırış çağırış






SEBEP


Akşamdan geniş vakitlere sarkan şüphe

Oradan çatışma saatleri, o çelimsiz

Üstelik ne çare ne avuntu o

Seni eksilten

Çıldırtan


Sarkaç


Deli

Divane, ne şimdiden evvel ne dünden geri

Ne güldün o kadar sürdü gün

Ne sevdin o kadar

Oysa gece


O körkütük kara

Babaların yazgısını oğullara taşımak oldu bağışlanmaz günah

Terk ettiğini unutup sigara paketine uzanmış el

Bıraksan yeryüzünü dumana boğacak

O koyu, o katran, o dip

Senden ileri


Senden aç, açık

Durup uslanma bu kadar çabuk

Sokaklarında şarkı söylenecek panayır yeri değil hayat

Söz bitimli, ruh köle, dil teslimiyet; tüfeğin ucu kör cesaret

Tene değen bu; bu yağmur pıtırtısı, bu ağrı, bu çocuk, bu düş

Senle birlik silinip gidiyor işte peşi sıra koşturduğun her sözcük










TELVE FALI


Sonraki günden bizi seyrediyor terk ettiğimiz her alışkanlık

Yaşadıklarımız ve evcil hayvanlar, tarım aletleri

Ne tuhaf şu derin, şu uzak

Taş devri elbet


Koyu

Süreğen, pişman

Şu çocuk, avcı-toplayıcı

Pamuklara sarıp büyüttüğümüz bu


Kadın

Sırf dudak, sırf öpüş

Karanlık sonu bekleyen o bizi

Ne varsa hazza dair, aralıksız akışkan öyle


Karşıma oturunca yakışıklı olur musunuz


Ne varsa hazza dair ve günah dolu kabahat

Kurdun dişi bildik hile, ay doğmuş hanenize

Ay doğmuş hanenize, o pos bıyık biri

Ne o ileri ne biz geri


Uzaktan bakınca parlak muhakkak


Yol var, yolun sonu keder

Bebeler süt kokuyor, etek ucu fırfır

Avuç fukaralık çiçeği, toprak hardal sarı

Yaşlandıkça unutuş örtüyor aklın eksiğini


Şükür, arabanın son taksiti de ödendi


Usulca çık evden

Kimin umuru dip tortu yahut geç kalmış misafir

Öylece uyuklayan kuşkusuz bir başa, sen ve çıplak hayat

Sen ve çıplak hayat; bir zebani, bir ejderha, masal kuşu bir


SAVRUK MERAK


Okul çocuklarını üşüten rüzgâr esiyor sabahın eşiği

Harpten dönenleri pişman eden ve buruşuk teni

Ne kötü, hüzünle tanışmamış kimse henüz

Oysa sen durup tastamam yorgun

Demiştin


Ölümü beklemekten usandım


Toparla, neyin var etrafa saçılmış; masa, şişe, uzun boy keder

Kırışmış onca kağıt, işe yarar mı bilinmez kucak dolu sözcük

Hep geçmiş, hep önceki gün, bin yıl evvel koşulmuş ev hep

Yangınlara hükmün geçerdi senin o vakit; ateşe, köze, küle

Temmuzun kurutan, ağustosun çıldırmış sıcağına


Zamana

Uğraşma derinden yükselen uğultu

Gücün yetse işlerdin elbet tanrının çehresini mendile


Kalabalık seni soruyor durmadan bak

Bağıra çağıra söylediğin şarkının anlamı

Hep ısrar, nere gittin; hep merak, ne vakit döneceksin

Siyahken beyaz olmanı bekliyor ahali, açken tok


Sen İbrahim olmak uğruna çıktığın yolda bir çürük tene mahpus

Bilsen söylerdin Yusuf hangi çölün Züleyha'sına muhtaç

Dilin dönse anlatırdın ne olup bitecek ertesi gün

Yığılıp kalırdın çaldığın her kapı


Kalk

O ilk adımı at

Öylece başlasın kavimler göçü






KIRGIN YANKI


Çok olursak ölmeyeceğiz; öyle diyor biri, tuzda pişmiş balık

Nohut, pirinç, et; belli ki susmayacak o, kavanoz güz

Acırsan güzel vakitleri hatırla; ilk şarkı, ilk şarap

İlk aşk


İlk öğüt: Acemiliğin ardı ölüm


Bir başa kalsan sen ve soylu kısrak

Gece ve ıslık, ışık ve gölge, yıldız ve poyraz

Ne yerin altı kök ne toprak üstü gövde, hurufat ve anlam


Aç kalmaktan delice korkan, o meczup

Çağrılmadıkça geri gelmeyen, o yola yoldaş

Ağzın içi bahane zengini, çoğul sebebi var kusurların


Aldırma, iki yumurta kırıver kahvaltıda


Ne kadar itiraz edersek o kadar haklı

Ne kadar özlersek o kadar uzak

Yırt gitsin yaprağı günden

Kendine dön


Ora sakla ayıbı

Çök ve yalvar kırık zaman evinde

Ne kadar kazanırsak o kadar kötü kokuyoruz

Ne kadar çağıldarsak o kadar kirli döküleceğiz nehre











KALUBELA


Ne işe yarayacak bilsen ilk kim oturdu sofraya


Kim kalktı gitti son; yediği yemek, içtiği şerbet

Fakat okunan şükür duası, herkes aynı dip

Kimin umuru gökten sarkan hakikat

Senin bulduğun her işaret ters


Söz bu

Tastamam şüphe, fitne fesat

Sana ne gerideki hain kim, sen misin o

Çamura üfleyen ses, cama şekil veren el

Evet, sensin; aradığımız harf, sorduğumuz soru


De ki ben değil miyim kulunuz köleniz


Durduğun eşik, ettiğin laf

Ruhta olur olmaz kavgaların açtığı yara

Nerede hata yaptık; diyen yok, kimden kaçtık

Zarı sana uzatacaklar, bakmadan bil avuçtaki rakamı


Aç bak


Orada seni bekleyen; seni aç biilaç, seni pürtelaş

Edepsiz ihtimal, bayat avuntu, boş tesadüf

Yanık ten


Gönül küs

Olup biteni seyrediyor kalabalık, sen dâhil

Kimse olmasa bile ilk önce ve bir tek sen dâhil


Sana ne el âlemin doğrusundan

Senin bulduğun her cevap ilk gün de bugün de yanlış





HAYTA YOLCU


Öfke makamından konuşuyor kelimeler, surat nefret

Taşlar ve takılar; seni diyen şu ağız, şu koyu

Deli bıçkın, duyana küfür şu söz


Sonrası hengame, sonrası unut sen onu

Yol bilsen anlayacaksın acıtan ne

Anlasan çıldıracaksın şu kuru

Kof


Bastıkça çatırdayan

Uykuda ters dönmüş dünya, omuz külhan

Bıraksak kından çıplak fırlayacak bıçak

Fakat bu nasıl renk böyle berrak


Nasıl tene yapışık

Sil kapıya konmuş işareti, eksik ne söyle

Ne biz dünya malıyız ne dünya babamızın evi

İnanması mümkün mucizeler göster sudaki surete


Sana iman edenlere

Yetim, öksüz, cahil yahut zil zurna sarhoş yahut serkeş

Dert bilmez kim varsa o meczup, o mecnun, mağlup, kekeç

Sırt mülk, dil kira; sıkıca sarındığın üstelik bahane ve sebep

Boynumdan öp beni; ikiye ayrılsın nehir, diz çöksün dağ

Dokun ve iyileşsin hasta; bu ateş, bu rüzgâr, bu şehvet

Ne hoş, birlikte uyandık; bu el tembel, bu ten toprak

Allah'ın adıyla başla sevişmeye, senin hükmün

Senin sözün geçiyor varlık evi

Dön ve onlara de


Nasılsın

Ötekiler nasıl; hatırla, hayatın ilk günü bugün

Çoktan hazırım ben çağırdığın uçuruma atlamaya senin




MAĞLUP IŞIK


Senden sonra da nefes aldım ben, dil yok kemik


Nefes verdim

Gül rengi nehir sürdüğüm mesafe

Külle çitilendi çamaşır, kumla arındı ten

El gibi dolandım kendi öz yurdum, sen gibi açtım mahremi

Kara katran sürdüm ben senden boşalan yerlerine dünyanın


Utanmadım

İki büklüm geçtim mabetlerin eşiğinden, tuz dilendim

Geri kalan artıklarla doydu karnım, sofra senden iz

Değil mi ki unutmak için yaşadım ben tüm bunları


Unutup unutup hatırlamak için

Bir başa arayıp bir başa buldum, akıl ilahi emir

Her seferinde yeniden çözülüp yeniden birleşti et ile tırnak

Surat apaçık şehvet; aynı ırmakta iki kere yıkandı beden, orada

İnsanların doğusunda hem kabaran tortu hem yok ümit

Hiç heves, araya karışmış muhacir koku

Senle birlik bakış önceye

Hep önceye


Çöz beyni ele geçirmiş şüpheyi

Çöz ve sabırla avut şu fukara öfkeyi, bırak

Öylece baksın herkes uzağa, giden her kim ise ona

Körkütük sarhoş olmadan eldeki kadehi başkasına uzatma bir daha











EŞİT SICAK


İşlediği cinayetin başında saygı nöbeti tutuyor fahişeler

Değil mi ki seni oraya çağıran var, sen ve döl suyun

Cahil, korkak, münafık hem her renk berrak

Kim varsa karanlıkta karılmış


Kim varsa kalkıp gitmiş, gitmiş ama pişman

Herkesin boş, herkesin çok, herkesin aç

Dönüp bir sebep, dönüp diş geçirmiş

Hem ne lanet


Herkesin piç

Evlerin uzak, insanın gurbet

Ne diyeceksen bir an evvel de, acelesi var devletin ve kadınların

Derle toparla ne varsa yanmış, yıkılmış, bakmaya doyamadığın

Kalbi delip geçen ok; o çaresiz, kimsenin umursamadığı

Ahalide hayret uyandıran o


Unutma da kayıtlara geçsin: Hayat, karşılıksız bir aşk hikâyesi


Tam da bunları söylüyor o meczup, vitrinde parlak o

Utanıp sıkılmadan; gel eli tut, benden yana yürü

Yoktan, rahimden, karanlıktan evvele

Nasılsa herkes Târık bin Ziyâd

Her dağ Cebel


Gemileri yak

Kurtuluruz şu deli hevesten, işe yarar başa bela hırıltı

Gel vur beni yılın bu en soğuk sabahı, kopsun

O güne en uygun tarih sayfası

Kopup


Yere düşsün yaprak





UZUN BOYNUZ


Çaylak fırtınası başladı; hazırsın sen buna, sen ve keder

Hemen ardı kırlangıç kanadı; bu cam, bu gördüklerin

Rüzgârın savurdukları, ne var ne yok içeri

Kazıyıp süslediğin omca kütük


Şarap sarhoşu

Bu koşu, bu kırgın, bu surat

Bu şaşı, ağza sığmayan bu yapış yapış

Kendimizden başkası değil nasılsa aradığımız kişi


Dövüşmek için çıkmıştık halbuki yola, dövüşüp kazanmak için


Şu baş dönmesi yahut pişmanlık, sonsuz edilmiş yemin şu

Ruhu ürküten hırıltı, asma yaprağı, üzüm şırası

Biri düşecek yere, yaşanan ne var bitecek

Sıçrayıp uyanacağız kuşlardan evvel


-Uyuduğun var sanki


Bildiği en uzağa koşacak atlar, yanık çayır

Orada kayıp, gözlediğin ufuk çizgisi ve keşmekeş

Senden yana yürüyen; hepsi tanıdık, hepsi güz gölge

Analar, babalar, cenin artıkları, fotoğraftan oyulmuş bakış

Şaşkın ve mağrur, sorduğunda iftiharla söyleyen adı

Uzanıp elmayı koparan, günah dolu

Bin yıl sonra yurdunda

Oh ne hoş


Yüz güleç

Uslanma bilmeden oynaşıyor ten

Hülyaya dalmış; doğduğu ülke, doğduğu an


Bu hengame, bu telaş

Ne tuhaf, insan bir başa bunca kalabalık



UZUN BOYUNLU ŞARAP


Ne yazık

Saklanarak geçiyoruz kalabalıktan

Salavatla; onların evi, onların devleti


De ki onların ahlakı

Delice ürküyoruz bir başa olmaktan

Alışveriş yapmaktan yahut hep eksik para

Kasabaya yayılan şu anason kokusu, düşkünleri kendine çağıran şu

Bu yağmurlu, bu küskün, bu renksiz; hem ne kurnaz şu insan

Bu mecbur, yeniyetme, günahın kefareti bu ten


Ne büyük mucize

Gözleri kapasak güzelleşecek dünya

Erkekler hanımeli sürünmüş, kadınlar kallavi küfür

Hünsa şarkılar söylüyor dünyalı ağız; aynı an, aynı sefer

Omuzlar erkenci dur kalk, başı göğe yaslamış tefeci kılıklı o

O biri, o kötü; yanlış tarafta yaşamanın bedeli bunlar, diyor

Bir duble eksik sarışın yahut iki kadeh fazla esmer

Hesap gelince çekip gidecek üstelik

Sen ve gölgen


Kalanlar eğitim zayiatı olarak gösterecek gönül yaralarını

De ki mutsuzluğa ne kadar tahammül eder, bu rezil

Kaç vakit daha ayakta durabilir, bu günahkâr

Yüze bakarak uydurma tebessümün

Yahut iyi olma ihtimalinin


Üstte feri sönük yıldız, yatakta seyrek saçlı fahişe

Kimseye borcumuz yok, kimseden af dilemeyeceğiz

Gel, dese o ses; gözleri var, kanat alev, nefes sarhoş

Uçup gideriz elbet ilk yudumda boğulacağımız ülkeye

Orada uyuyan yedi mülk sahibi, biz misafir yedi köpek





KUMSALA YANSIYAN SURET


Yayvan bakışlarla seyrediyoruz gurup vaktini ve yukarıdan

Aşağı dökülüyor sessizlik; ol, diyor biri

Oluyoruz


Gül ve yaprak


Su ve damla

Ortalığa saçılmış kuru, yavan, çatlak

Saklan, hangi kuytuluk uygun ora

Koş, kim çağırdı ona


Şimdi yahut sonra, aşk yahut nefret, o tarifsiz aç

Beyazdan çıkıp beyaza varan, sen ve kün

Altını çizdiğin her kadeh başka hüzün


Geç değil


Hatırda ışıyan ilk mucize

Telaşlı iç çamaşır, kopuk düğme, gülümser dudak

Kimin rahminde büyüdüğünü bilmediğin bir tuhaf cenin


Çık

Nere istersen ora, çoktan aza

De ki kim o seni ünleyen; rengi kör, sesi kül


Bak

Herkesin bir işi var; evi, arabası, banka hesabı

Merasim giysisi, koşup boyna sarılacağı biri

Birlikte uyuduğu, birlikte uyanacağı


Kimse tek kelime anlamıyor oysa senin dediğinden

Anlaşılmak için konuşmuyorsun zaten sen de

Anlamak da gelmiyor içinden kimseyi




VARIŞ SAATİ


Adının etrafı


Hem ne kalabalık şu koşu

Bu yarış, bu telaş, bu çabuk bu

Ürküten söz yahut merak, dönüş hızı

Sesleri göğe çeken anafor, de ki yalınayak

Kaplumbağalar ve kurbağalar oysa ben yağmurum ey toprak

Ben bulut; boyna dolanmış beyaz, akışkan, tutsak

Kim için söyleniyor duyduğun ağıt, kim bilir

Kimin evden geliyor bunca adam

Bunca çok ama eksik


Tastamam bir oğul

İkindisi güz, gecesi ayıp, vardığı yer kabahat

Kime ne; ilk sen ört yüzü sen öyle ayaz, ilk sen dili yok perde

Bahaneleri kendin sakla; o temaşa, kargaşa, suret

Uyduruk harf yahut tebessüm

Ters bakış o


Ansızın ileri ve sabırsız, bir adım ön hep

Kol kola kambur, ağızdan sızan safra

Yoklukla başlayan ve ansızın biten

Bağır çağır manzara


Aynı ses, aynı söz; yanı başın oynaşan arsız

Ne dersen de ne yaparsan yap, dudağın fazlası bu

Sonranın kâbusu oluyor kadehten süzülen sarhoş buğu










SÜKÛNET KULESİ

Orada işte

Hatırlamanın şehveti ve tekmeleyen seni şu huysuz

Bacak, de ki kuşlar aynı an havalanıyor avlaktan

Aynı taraf, turnalar dâhil ve kara kuzgunlar

Sırtta çerden çöpten kanat


Böyle günlerin de oldu senin, hatırdan çıkmayan hem

Gitmeleri çoğaltan, doğuran ve dölleyen

Yürüyen ilk önde ölü yıkayıcılar

Esmer


Sivri burun

Algış-kargış, tereddüt ve iltifat

Oğul hanesini çoktan terk etmiş o ki kalabalık

Omuza ilişmiş öfke, ökçesi ezik kundura, bet beniz

Denk gelsek yüzdeki pişmanlıktan tanıyacağız tanrıyı

Değil mi ki ne çok benziyoruz hem evlere biz

Kapı aralığına, çocuk gülüşe


Birbirimize


Sallıyoruz bıçağı

Son darbe sinsi ve karar, söz merak

Kimin yarası dağlanacak demirle, kimin dediği olacak

Çıldırasıya korkuyoruz doğacak günden, her ihtimal zifir

Herkesin ayıbı kendinden evvel yakışıklı, herkesin soyu gök

Geride yıpranmış hatıralar, rahimde belden fışkırmış döl artığı

Eğreti hikâyeler çöküyor tarihin örtmesi gereken çukura


Burada işte

Sarıp sarmalayan seni, unutuşun dehşeti o






TEK TANRILI YENİLGİ


Son nefesi kucağımda al ve dön


Benden yana

Şarkılar, türküler, ağıtlar bu

Yüze üfle soluğu; bu ağır, kekre, tanış

Gitmek istediğin, kaçıp kurtulmak


Bu hem ne çok çocuk

Büyüme niyeti yok hem kimsenin

Kutsal aile cüzdanı, Pagan teneke tıkırtısı

Ne ki böyle çürük, böyle aç

Şu gök, şu irin


Yaranı göster

Gören irkilsin, fırlayıp ayağa kalksın duyan

Vaktidir yumruğu sık, çek savur bıçağı

Öyle derin


Boşboğaz ve öte fışkıran

Yırt imzaladığın dilekçeyi, adı sil listeden

Kurtul şu zincirden, prangadan, tereddütten


Nal sesinden

Yazgıyı karala ve parlasın göz içi

İlk sen gör aşkın sahte suretini, dön ve söyle

Kimin gücü var yeşermek uğruna her kış solmaya











TANIDIK MEVSİM


Bunlar korkular, bunlar kaygı

Peşin sıra bunlar, hem ne kurnaz şu temmuz

Ne çok sıcak, böyle başladık biz senle yürümeye

Çizgilere basarak hem sen ve bacak, hep öyle karar


Ne güzel işte

Kıymetini bil güz bahçelerinin


Biz senle böyle büklüm, ezik, ne efendi ne köle

Üstelik ne çok sarhoş şu bağ bozumu, şu avuç

Küs ve kaçak, yaşasak günler sonsuz ağustos

Hem ürkek keklikten hem kuytuya pusmuş

Sen nere vardıysan öte tarafa göçmüş


Yüz telaş

Durup öyle yer, durup kendinden emin

Gitmeye de kalmaya da razı, ne tuhaf

Kum sızarken fanustan boşluğa

Dudaktan sızan kanı yalayan

Hem öyle koyu şehvet


Bırak

Keyfine göre demlensin çay ve yaprak

Uzağa bakan bu göz senin, yaşadığı gün insana mülk













GÖÇEBE BACAK


Dokunsan ayaklanacak


Koşup varacak

Kim var o sus, kim var kaç göç

Aradığın cahil, seviştiğin körkütük

Değil mi ki yaşamak bir heves, durma

Vaat edilmiş cehennemde dolaş

Yoldaşın dil ve keder

Söz bitim


Çek çıkar ne saplı ete


İşte güvercinler, onlar ön

Dişlek tavşan, yaban kedi

Her eziyet öncenin semirmiş hâli

Nereye dönsen orası toz, orası kül

Silik suret, bozuk lehçe, sıska kardeş


Dostlar üstelik ne çok uzak


Sebepsiz aramak geçiyor içimden Mansur’u

Atılan taş cama çarpıyor, manzara tuz buz

Göz uysal


Hiç olmazsa bir kez

Silkeleyip giysiyi yahut silip taze tayların terini

Dinelip ora ve görüp bunca korkutan ihtimal yahut kuşku

De ki soylu aşklar gelip geçti bu damardan, şu pıhtı da geçer

Meçhulün üstünü karala, şimdiki işin de bu

Kadehi birbirine kar


Bak, çağıldamazsa kayboluyor ırmak


Dürt

Ölü uyansın


DÜĞÜN GÜRÜLTÜSÜ


Ne diyecekseniz uluorta deyin, insan kötücül

Bunu biliyoruz, alsın götürsün kim ne koymuşsa sofraya

Tanış olmadığımız sözü söyle sen: Anneler çocukların ilk katili


Ölümün yüzünü görüyorum kadınlarda ve ütülü beden

Ağır yanıklarla ayrılıyorum yataktan, derin kesik

Kokuşmuş, kanlı, akışkan

Uyduruk öpüş


Obur göbek, attığım adım hem ürkek hem cahil

Akıl her daim yeni intikam planı; bir cinnet hâli, bir utanç

Ele avuca sığmaz şehvet ile yeniyetme gül, her dem diri üstelik

Tarifsiz cinayet mahalli, patlama sesi, yere yığılan tebessüm, özür


Tereddüt etmeden söktüm ben antlaşmadan uzlaşma maddesini

Bir ömür hangi kalem yazdı varlık hanesine bunca kusur, kim bilir

Çektiğim çile hangi günahın kefareti; kime ne, yürek yok yere insaf


Nere isterse oraya sığınsın pişmanlık

Kim isterse o okşasın şehrin yağlı, yayvan, irin memelerini

Sırtta baş vermiş çıban, ağızda yenilgiden öğrenilmiş kelime


Gecesi taklit

Oh, ne güzel; sevgili hayasız, biliyorum

Aşk aynı yerde durdu, korkup uzağa kaçan bendim












TOPRAKTAN GECE


Bildiklerimizi unutmak için koşturuyoruz iki uzak arası

Azla çok, önce ile sonra, varla yok

Bu son


Sen ve insan

Oysa daha evvel de sevişmiştik biz senle

Sevişip bilekleri çizmiştik; bilek, kol, göğüs, umut

Üstümüzde konaklayan bulut yahut bet benizli rüzgâr

Kimseden habersiz buluşmuş ölünün giysilerini giymiştik

Onun gibi yürüyüp onun gibi konuşmuş, o gibi ters

Telaş ve küs, birinden alacaklı hep ve çağıran

Akla uzlaşmanın gelmediği, vur kır hep

Şimdi ve sonra


Kimsenin meyletmediği nehirde çırpınan o kösnül beden

Hayır; orada arınma niyeti yok kimsenin, işte kadınlar

Tanrısal kanatlarla aşmaya çalışıyor utanç denizini

Ve erkek


Tereddütsüz ıslanmış her yağmurda, öyle kurnaz

Rezil, şahsiyesiz, ümit yok; yazık, baş köşe

Renkler boş yere kafa tutuyor güne

Tenden fışkıran su


O uyduruk şifa

Kimin umuru kemikten sıyrılan et

Düşle gerçek, ölümle dirim, geceyle sen

Her şey iç içe, karamsar ve her şey bitişe ayarlı

De ki kavgadan kaçarak kendine varamıyor insan

De ki herkes gökten yüce, herkes gül taciri

Bir tek sen sıska, cüce, yerden bitme

Ne ki o dil, o diri


Oradan kesip biçmeye başlıyorsun sen de kendini



BİR BAŞINALIK ALIŞTIRMALARI


Bedelini ödemediğin ne kaldı; susmalar dâhil, susup hüzün

Hem senin bu dediğin; boşa gülümser insan, alıp kendini

Alıp yazdan ve sıcaktan, bak işte çıplak hayat

Çekip gitmiş hem öle yana


Hem o an

İlkin tahammül, koşar adım ve ne var eksik

Yerdeki malzemeyi göğe savurmuş ameleler, kum ve su

Çakıl taşı, kireç, dosdoğru dibe sarkan şakul, dik açıları ölçen gönye

Sen eğilip gök kubbeden yer kuyuya, orada akışı unutmuş su

Orada hükmü geçmiş eziyet, köpürmüş ve boşa adanmış

Kükreyince yeryüzünü titreten, buna sebep öfke

Dili güzelleştiren aksan, epeski kelam


Elimden tut ve öğret, kilitli bir kapı nasıl açılır

De ki ben bunu kaç kez anlatmıştım hem daha evvel

İlkin göz; ardı hüzün ve tebessüm, öpüş izi hâlâ dudakta

Sırasını bekleyen unutuş, kıskanç ve çoktan yoldan çıkmış

Masaya inen yumruk dağıtacaktı elbet sohbeti ve sen susup

Bakakalacaktın cam parçalarına; yetmez, göğsü kanla sıvayıp

Uzun organları, dinelip alev fışkıran ağız; diş, tırnak, parmak, söz


Bağır çağır

Oysa bir kez olsun görebilsek sevgili suretini, durup doyasıya öyle

Tarifsiz mucizeler çıksaydı yahut karşımıza çarşılar boşalırken

Saç baş dağınık, gün batımı, öyle apansız ve pişman hep

Bir adım daha atardık elbet uçuruma, çare ve tereddüt

Sarılıp ağlaşırdık, yüz bulsak sevişirdik dip şehvet

Yol nereye varıyorsa oraya varırdık


Surat asmayı bırak

Her derdin çaresi bulunur ölümden gayrı

Ölümden gayrı, aşkları ve gidenleri saymazsak




UZLAŞI ÇABASI


Dünkü adı soranlara göğsü gererek söyle


Yaşadığım sokaktan özür dileyerek geçerdi poyraz

Esnaf el pençe divan, kadınlar işveli, kedi sırnaşık

Ters dönüp rüzgâra yahut dinelip dağ sırtı

Durup kendine pus


Hem nedir çıldırtan şu suç

De ki ne şaşkın, ne şeş beş bu gülüş

Ne çabuk kabullendik üstelik sözü ve küfrü

Hem apaçık, gün ortası, boşluğa fırlattığın taş

Şu yerle yeksan ürperti; yer nehir kıyısı, vakit kış


Hatırda hiç sönmeyecek ateş, o ilk aşk

İlk bakış, ilk öpüş fakat şu yağmur

Dinmek nedir bilmeyen


Bu sancı

Geceye yoldaş, baktığın taraf perişan

İnsan bu kadar mı korkak, eller böyle titrek

Göğe savurduğun kelimeler üstelik ne çelimsiz

Bozkır artığı yüz, gitme sevdası uyandıran görende

De ki şimdiki adım ıssızlık, öyle çağır kendini bu yana














ÜRYAN ÇATIŞMA


Ey çelişki

Şüphe ve tezat, bizi evden kovan ey

Ruha sürgün bizi tekme tokat

Yokla terbiye eden çaresiz

Şu sonsuz teslimiyet


Yarayı çıldırtan


İlahi karmaşa o

Bitimsiz çile, bırak

Mağazalara saldırsın fukaralar

Vitrinlere, afişlere, şehrin ahlakına

Banka hesaplarına; gör bak, kelimeler şirret


İşte

Yokuştan yuvarlanan taş

Büyümüş prenses olmuş tıfıl fahişe

Oğlanların umudu çift jokere yazılı her daim

Tanrının mecali yok ancak durup anlamaya, ne sen

Ne öteki, tahminin var fakat elmanın diğer yarısı hakkında

Akılda o mükemmel cinayet, nasıl doyacak bunca insan

Fırsat bulup nerede sevişecek yerle gök, şu bulut

İşin doğrusu biliyorduk bunu, şu rüzgâr

Başlamış esmeye, açıklar fırtına

İskele kıyamet


İnanıyoruz elbet size ve devlete

Babalara, yüksek katlı binalara, bahanelere

Bilen yok ancak kim yanacak ateşte, kim şarap içecek

Dediğiniz söz uysal ancak ne işe yarayacak bunca zafer







GÖĞÜN ARALIK KAPISI


Herkesin aklı ilk yenilgi, ilk ayrılık

Hallacın pamuğa çiselediği

İnleyen o


Bir nazal n


Herkesin var bir bildiği, herkesin durup ünlediği

De bakalım kime şükür, kime iman, kime lanet

Kim şu mülk sahibi yahut çalçene çağlayan

Boşa çırpınan yün yumağı, açtığın çukur

Keşfedilmiş ilk öte; kalk, toparla

Ne varsa savrulmuş, ekilmiş ne varsa biç

Ne varsa insana dair; hırs, kibir, öfke ve ısrar

Koynunda kutsal emir, ruha çöreklenmiş kadim keder

Bitmek nedir bilmeyen açlık ile sefalet, itiraz ve kabul


Sordun, söyleyeyim; ben değildim ardın sıra gelen

Ben değildim o hırıltı, o kuru, o kör ve çatlak

Mevsim bölük pörçük, çöpte kokuşmuş o

Sahipsiz renkler örtülmüş tenin üstüne

Rivayet ve kara haber, tanıdık yalan

Akılda kardeşi katledecek şüphe


İstesen lirik bir bakışla durdurabilirdin halbuki tüm bu kavgaları


Kucakta ölülerle didişmekten bitkin mezarlık kedisi, bıyık pos

Benleri dökülse o da uzanacak bizle birlik ora, dil hırıltı

İlk önde aynı pişmanlık, aynı duruş, aynı utanış

Sahnedeki şarkı herkes için söyleniyor


De ki sen haklısın, eski olan yitip gidiyor

Herkes kaybediyor, bir tek sen buluyorsun

Doğrudur, bu kalabalıkta bir tek sen gülüyorsun




MEYHANE ADABI


Kayıp günlerin hesabını soruyor bize hane halkı


Üstelik bu daha ilk, el rakı kadehi

Bize kaygıları, incinmiş kolu, kırık kanadı

Yara izini soruyor hayat, kâse buzlu badem

Ateşin yüzdüğü, toprağın içtiği, gülün döndüğü


Bu iki ve üç

Gök kargı, yer cennet, dip şifa; işte bu dört

Bir keramet göstersen ora, o an; nihayet beş

Sana iman edecek müşrikler, vakitli şakıyacak kuş

Taştan su fışkırsa mesela, bu deli hasret beklediğin altı


Göz şehla; bu yedi, bu sekiz

Kulak sağır, dil kekeme, saçkıran

Sicil belgesindeki kusurların lafı mı olur


Hesap lütfen


Ölüyü diriltsen yahut kötürümler ayaklansa

Kılıçla ikiye bölsen göğü, kimsenin ummadığı vakit

Ayın karanlık yanı aydınlansa apansız, o tanrısal suret


O dokuz

Orada kucaklayacak olan seni, bu son


Şişe

Sürahi, sarhoş yudum

Söz ve tereddüt, haz ve felaket

Buruk tat o; meme ucu, eksik diş izi

Kıyısında gezindiğin nehrin taşı saklı cep

Terk ettiğin her aşk seni bekliyor ilk buluşma yeri

Ora, bir başa


Bu bir


YIKIK KÖPRÜ


Ne gördüysen gördün, hiçbiri uzak değil

Onların hiçbiri; insan yahut aşk, şehir

İçinde çırpındığın, içinde çaresiz

Hayat


Yahut kalabalığı yarıp çarçabuk, dönüp bakmanın

Yasak değil hiçbiri hatta fazlası, hatırlamanın

Kabul


Sen değilsin ev sahibi, unuttun

Nereden başlardın kadınları sevmeye

Ruhunda var eksik, pişmanlığınsa sonu yok

Hüküm geçmiyor üstelik nicedir göç yollarına

Ayaklar buralı değil; biliyorsun, bitimli bu ömür

Bu taşlı tarladan, kıraç topraktan, sefaletten

Bir tesadüften başlayıp varlığa, değil mi

Başıboş korkularla süslüyoruz günleri

Sek sek oynuyor çocuklar

Eşya paket


Adım telaş, kimin umuru

Çıkıp gidiyor herkes bir yerden

Sevgilinin saçları koyu ayrılık sancısı

Ağızda insandan çok coğrafyaya ait söz


Doğrudur, ten ıslak

Ne duyan ne anlayan, kim ki o

Şu mülk sahibi

Şu güz


Üstümüze yağan şu






RADYO İHTİLALİ


Ahşap bacaklarıyla geziniyor üstümüzde gece

Şu kara; senin kapını çalan, tak tak

Şu rüzgâr


Şarkılar söyleyen


Senle aynı dil fakat senin kekelediğin

Durup eşikte, durup fark etmeden

Öylece geç kaldığın

O duru tekrar


Veda anı o

Kendine yazdığın mektup

Küçük memeli kadınları ne çok severdin oysa

Küçük memeli ve utangaç, öpsen oracıkta kızaracak

Sevişme ihtimali sarhoş şişenin ardına saklı hep

Gülüşler o sonsuz; eller, adımlar, kurallar

Gözler şıngır mıngır


Tenin bahşettiği şehvet, yüze bulanmış keder

Kadınlar delice korkutuyor şimdi seni

Bir bakış geri, bir bakış boş

Kadehte duran yudum

Orada, o meçhul


Bekleyen seni; o sabah, o koşu











YOL SIKINTISI


Geri geri giderek de ulaşabiliyor insan büyük aşklara

Damar kesikleri yahut daldan düşmeler

Buluşma anı o eşsiz, sarıp

Sarmalayan


Vakt-i şarap

Şimdiden evvel ve henüz ikindi; çalgı çengi, şair ve mutrip

Bir bakışmalı merasim, bir çaresiz bizi ora hapseden

Dil yaban, ayak koşu, kavuşma kapısı kilit

Hiçbir şey yok hatırda

Ne gün


Ne mevsim

Bir başa terk edip evi

Hangi ıssızlıkta dövüşüyor tahammül

Omuz yeniyetme ceket, ağız kaba sığmayan dil

Sen misin yoksa o miskin, hantal, geç kalmış yahut eksik

Şu kuru kalabalık, tekmele gitsin aralıksız havlayan köpeği

Vitrinde taş parçası, dikkat; hakikat sahte olabilir, öğren

Kim kazıdı duvara adı; o hayta, ıssız, yanlış ve ters

Hiçliğin peşine düşüp öyle iz bırakmadan

Çekip gitti kim, o senle ben

Yitik zaman


Coğrafya kör, yaş bahane

Yanı başın mahcup, uykular bölük pörçük

Ne diye bakıyorsun kim bilir sevgiliden taraf

Böyle geç ve çocuk, el ve avuç böyle deli çıplak









HAFTA SONU BOZGUNU


Şarkılar çağırıyor bizi yahut çağıltılı ırmak

Yağmurlu şubat fikri, hem ne şaşkın

Şu cuma akşamı


Anason ve duman, kışkırtan sebep, sesler sayısız çok

Mesai çıkışı yok dur durak, her kere pişman

Şu bitimsiz sanrı yahut serçe parmak

O zil zurna


Sefil sarhoş

Dudak sınırsız ileri

Dokunduğun cümle doğuştan çıplak

Uyduruk kelimelere sığınmış hem takvim

Tene saklı sayısız yasa; baş ağrısı, döl korkusu

Gece boyu davet, yatakta erken öten horoz, lodos sert


Bunca özür ve yakarış, bunca rezil

Yol boyu düştüğün tuzak, şikâyet, kavga, gürültü

Yalan üstüne yalan, inkâr, cüzdandaki rakamdan af dileme

Kaba sığmayan bahane, ekmeklik buğdaya zam gelmiş yine


Üstelik biz bu hikâyeyi bir yerden duymuştuk


Kendine rıza gösterdiğin ilk ertesi gün bugün

Ötücü kuşlar eşleri alıp kaçmış kafesten, kaçsın

Hayatın hep cumartesi olmasının kime ne zararı var











MEDENİ AYRILIK


Bizi cehenneme fırlatan bu rüzgâr, bu koşulsuz uzun

Tavandan sarkan ihtimal üstelik o ilahi sicim

İnsanlığın geç kalmış hâli şu yüz


Bildiklerini söyleyebilirdin henüz bu yanda, bizle birlik

Ayıplar dâhil anlatabilirdin ne varsa şaşmış

Sırası mı şimdi gitmeden söz etmek


Durup durup gitmekten, tabak kurabiye

Avuca kazılı emir, bildik hikâye bu

İnsana duyduğun kuşku


Hatırlayan kalmamış fakat

Bir kısrak nasıl geçerdi sarkacın arasından salınarak

Senin gözlerin sebepsiz sarhoş üstelik eller murdar

Nere istersen ora dök içinde gül yıkadığın leğeni

Kimsenin baştan çıkacak cesareti yok

Hava sıcak, mevsim ter


Ağ dolu istavrit

Denize dik iniyor yürüdüğün sokak

Eşyaların itirazı yok belli ki sevişmeye

Kadınlar seni örnek gösteriyor kocalara


Uysallığı, ağrıları

Titreme nöbeti, doğum merasimi

Her sefer başka telaş sızıyor kasıktan

Ölülerin hüneri alna yapışık; oh, ne hoş


Ayna ilk gençlik fotoğrafı

Kan kızılcık şerbet, damak patlayan tat

Öylece bekliyor seni gök tanrının uzattığı urgan





VEDA ZAMANI


Baba hanesinde yazan isim silinmiş kayıttan


Yalvarıp yakarıp ateşe yahut şu baş belası hayat

Diz çöküp aşka; bir sen kötü, sen heves

Kurtulup tendeki yanıktan


Sen kabahat bir tek ve şu ince saz

İğne ile iplik, dikiş tutmaz yara

Üstelik ne çok kahraman


Bütün cinayetlerin ardında aynı kalibre silah


Senin çuluna kıvrılıp, senin gölgen

Kimin uykusunu uyur o bir cahil

Fırtınalı geceler, bir başa


Unut

Bu el, bu taş, bu kuş

Bu cam; geçecek elbet, başlayan bitecek

Umursamayıp kimseyi, o bir nefes öyle başıboş

Bendim sana sığınan, sana eğilen, selamlayan seni

Dünyanın günü, hem ala renge hapsedip gülü

Tutup fırlatmaya hazır ne varsa bildiği


İman edip boğacak suya; iman edip senin evin, senin mülkün

Öyle bir gün, öyle bir yol, öyle yurt; üçler, kırklar, yediler

Bir başa korkmadan yürüdüğü öyle

Rahman ve rahim









BEREKET CÜZÜ


Akşamın başladığını söylüyor bekçi düdükleri

Dilde çürümüş ahlak yasası, resmi nikâh

Uçkura bağlı o ürkek


Medeni hukuk

Göz koyduğumuz beden içeriden kilit

Tanrının hükmü geçmiyor fakat çift kişilik günah arasında

Ne vakit açılacak şu şeffaf örtü, şu tastamam şah beyaz

Dudak özge şarap, yasak tat, tekinsiz hayat

Anayasanın değişmez maddeleri

Solgun çiçek


Pastel gök

Soyundukça soyunuyor karanlığın arsız bölgeleri

Kırmızı bakışlı adam istese bir vuruşta çökertebilir devleti

Kutsanmış mekânları; karakol, kışla, okul, kerhane, vergi dairesi

Azıcık kaygısız olsak hem senle ben hem mümkünsüz kalabalık

Ne rahat dolanırdık kim bilir pazar yerleri öyle büsbütün çıplak

Belki asıl o zaman giysili ve namus timsali bir beniâdem


İçimize sinerek söylesek yalanı, apaçık öyle

İşyerinde, patronun suratına öyle cesur ve zifir

Sevgilinin boynunu öperken yahut azıcık daha şirret

Azıcık sükûnet ve sabır, her cep başka depresyon sebebi

Kızıp gücenmesek kendimize reva gördüğümüz eziyete

Kabul; çok evvel kaybettik biz, yürek geçkin rüzgâr

Yüz perişan, anneler pencereye çakılı

İpi sarkıt; iki ekmek, bir süt

Bekle


Üst kattakiler sevişmeye başlar birazdan, gürültülü sazlar sahnede

Delik deşik zil ile ejderha başlı gırnata, uykuya dalar mahalle

Vaktidir; kapı açılır, babalar er ya da geç eve döner








Tanrının ölümünden başka neyle kıyaslanır annelerin vedası













GAİP














İzmir, 08.06.2014







VAHDET


Mevsim tekinsiz, unutup ismi


Öylesine çağırdığın

Öyle ümitsiz; ten titrek, surat maske

Kime sarılsan eksik, kimden düşsen çatlak

Kendinin avcısı üstelik bu daha başlangıç, bu senin

Ellerinden tutup masumiyetin, tutup günah boşaltan içe

Çoğalıp apaçık, çoğalıp biten; sana miras bu kabahat

Seni sen yapan, ıslah eden, kışkırtan bu

Fırtına öncesi kendine sığınmış

Keşfedilmiş kara parçası

Kurtarılmış ülke


Hayır, ora değil gömüleceğin yer

Perde açılacak ve ışık

Dur bekle


Evvel gideni


Hatırla, kim bu koyu beyaz

Herkesle tanış bu; bu söz, bu ağız

Gölgenin sahibi öfke, bu son kez berrak

Canı ne istiyorsa ardımızdan onu söylüyor karanlık














GÜL DAĞI


Ağaçların yaz açtığını söylüyor o biri, o şarkılar söyleyen

Elmalardan evvel, hiç tanımadık ancak sen kadar esmer

O bir heves, o çarçabuk terk eden kendini

Bilge ancak meczup


Her sabah başka koşu


Buradan çıkabilirsin yola, inkârdan

Ölümün bunca hoyrat dolandığı bu yer

Bu tuhaf, kendine rastlamak her insanda

İstanbul'da olsak sevişirdik sinemadan evvel

Ankara'dayız; hava pus, devlet kötü kara

Herkes İzmir'den söz ediyor


Deniz kokan sokaktan

Cumartesi kalça salınışı, pazar mahmur

Kadın cehennemi ev; hatırla, sen ve öteki çok


Tapındığın kutsal

Acele ve hazza mahkum, işte asıl o sen

Şehvetin ortasına çömelmiş müstakil çıplak

Kendinden emin, başa buyruk, kiracı, öyle uçuk

Üstelik kim bilir kaç kez daha mağlup, üst üste hem

Yine de akşamın ortasına yurt kurabilir insan, derdin


Herhangi bir akşamın ortasına, kim varsa yüz çevirmiş

İflas etmiş, çaresiz, bir yaraya sığışıp hem öyle yaşayan

Unuturuz diye adını tekrar tekrar yazan o cam kırıklarına

Durmaksızın aynı sözü söylediği, ağaçların solduğu her kış








EV MANZARALARI


Ruhumuz alevler içinde; sabret, çıplak gireceğiz yatağa

Çocuk yapacağız, kavga edeceğiz hakiki ejderhayla

Ateş püsküren, dil çatal, bakış pus, her daim haklı

Daha cesur olan daha çabuk terk edecek evi


Mutfak tezgâhında kirli kelimeler


Dayanamayıp cumartesiyi pazara bağlayacak gece

Seninse varlık sebebin inkâr, ne var ne yok buz ve buğu

Kokmuş, uyduruk, yavan; aralık pencerede hiç sebepsiz

Islıkla söylediğin o şarkı, o biteviye tekrar, o bir başa

Kimselerden habersiz, çekip gidiyor işte

Sulara basarak


Kaçış kapısı sonsuz açık

Erken kalkmalar mesaiye ayarlı

Yaşananlar felaket ve şu birleşme töreni

Gün bitmeden gezip dolandığın sahil ve alkol

Hep rezil, cahil coğrafyalara hapis bir dişi sansar


Vardır elbet tüm bunların sebebi

Uyanıklık içinde dönüp durmanın böyle

Bir ileri bir geri; okuldan kışlaya, yataktan ahlak yasasına

Sorsan herkes tanrıdan yüce, tanrıdan cesur

Kolda şaşmaz doğruya ayarlı saat

Herkes doğuştan berrak











SOSYAL TECRÜBE PROGRAMI


Çektikçe uzuyor

Uzadıkça boyna dolanıyor şehrin fosforlu sokakları

Fosforlu ve şirret; kapı pürtelaş, ağız mor

Okşadıkça her kadın ıslak


Senin cebindeyse banka kasalarına sığmayan geniş kalçalı banknot

Sır kitabında yazana deli meraklı parmak, dil koyu külhan

Erkek bedeni bir vakitten sonra her ihtimale kabahat

Hem harami hem züğürt


Ne dev ne cüce

Tecrübeli orospu herkesten evvel indirmiş iç donu

İkram sofrasında bu sefer de yağlı bacak, sarkık göbek

Tıknefes rüzgâr, pezevengin zulası baldırı çıplak küfür

Ortalığı birbirine katıyor bıçkın söz, bilek uyduruk jilet

Kasıkta aşkın baş harfi, giysiler yanar döner


Mümkün olsa utançtan gebereceğiz


Yerde yuvarlanan insanlık hâllerinden bir hâl

Paslı musluğu ısrarla soğuruyor dudak, bu sefer olacak

Damlayacak ne kalmışsa çeşmede, damak antik tat

Yokuş dibi yardım çığlığı, yalvar yakar bir köpek

Milletin karnı tok tüm bu bahanelere, bu kuru

Bu kurak, bahçedeki çiçek kara kavruk

Neredeysek orada olmak gerekiyor


Şu yoksul kürede

Rastlantı değil yağmurun yüksekten dökülmesi

Saçın beyaz oluşu, yanlış tuşa basmamız aralıksız

Doğum tarihini yazarken rakamları değiştirme sevdası

Çekip gidiyor ne varsa içimizde, ne varsa hazza mahkum

Ahali hayranlıkla seyrediyor çıplak tende şaklayan son kırbacı




ÇÖL AVCISI


Sevişmeye bakıştan başlıyor adam, bu iş kötü olacak

Dudaktan öpeceğiz dip balıkları, mağara ağzı ıslak

Kaygan, açıkta aksaya tıksıra dolanan itiraz

Bağ değil bağban, can değil canan

Dil ucu mızrak


O kadife kısrak, o kara orman, o tüyden şeftali o

Süvari birliği tam tekmil; hep kahraman, hep çağlayan

Bu yana gel, birlikte çıkaralım yeryüzüne giydirilmiş ihramı

O gül gonca, gömlek altı boy vermiş meme ucu, o dik davet

O surat, hem tanrı nereden bilecek kuytuda işlenmiş günahı

Gerisi aldanış, o düş artığı gel git, o soysuz kabahat

Devlet hükmünün geçmediği infilak

Kasık derya deniz


Apansız saldırıyor topçu taburu

Apansız ve çarçabuk, acımasız kalleş

O zebani ordu, üste abanmış eşkıya takımı o


Hudutlar aç biilaç, bayrak kan revan

Mayına ilk basan ilk yükseğe uçacak, dur ora

Çıplak söz çalacak kapıyı; tak tak, fakat şu ses

Ortalığı karıştıran hoyrat, züppe, kendine tutsak

Suyun tortusu yahut şarabın buyruğu; heyhat, o ışık

Aynı karanlığa düşecek; aynı tarih, aynı saat, aynı yön


Aynı bahçede yeşerecek süt yoncası

Kabullenmenin mümkün olmadığı şu kâbus

Ahlaksız inilti, yasak söz, boş tepinen efsane

Gürültüye tahammülü yok gecenin, perde sıkı

Kim varsa tanımazdan geliyor üstelik utancı

Sırada bekleyen kim, herkes biliyor bunu

Gördüğüne inanmıyor fakat boy aynası




TASHİH


Sabahın körü sefere çıkmış azgın tekne, son sürat

Parmak ucundan bilinen en ilkel hazza, iskele zafer bayrağı

Sancak pişmanlık; saçları uzat bu yana, günah neyse göğse dök


Kadınlar kutsal kitap gibi taşıyor memeleri, hem cahil yaş hem soy bilge


Koynumuz komşu mülkü; acemi haylaz, lodos eskimiş meçhul

Kumsalı dövüyor deli dalga; dilin ucu yar yaylası, bu mucize

Suyu tokatlıyor habire, kim bilir kaçıncı seyr ü sefer bu

Kaçıncı dip akıntı


He, he, he, heya; heyamola, yelkenler fora

To, to, to, tornistan; bir, iki, beş

Bir, iki, beş


Kaptan vapuru kıçlamış

Ardından çekip gitmiş, dudak kuduruk ıslık

Gerisi siren sesi, yardım çığlığı, sintine homurtusu

Azıcık özensek yazgımız dışında her yanlış düzelecek

Hemen baş ucu dik başlı merak, herkes biliyor bunu

Ötesi kendinden gayrıya güvenmeyen esrik atlas

Tek sahici yanımız bu elbet; hırs, kibir, ihtiras

Çarpım tablosunun kokusu kaplı ruh


Akılda yıl sonu ikramiyesi, borsada tehlikeli hisse hareketi

Karşıya göçenler eksi, kalanlar külli ziyan, uykusu kâbus

Özene bezene çizdiğimiz bu güzergâh, bu sebep

Ayağın su topladığı, ağzın şımardığı


Hep yalan

Hep uyduruk, tastamam ters

Yatakta bin yıllık eş, bankada vadeli hesap

Mesai bitimi ilk iş kendimizi çekiyoruz ipe

El imla kılavuzu, cep özür mektubu

Cümle sonu nokta


KABUL


Dilde nafile yakarış, böyle başlanır mı güne

Böyle kusur, hem sevişme ertesi

Bakışsız hem


Öğrenecek ne çok şey var belli ki solgun ve kara


Çarşı telaş

Sebze-meyve kusursuz pahalı, rakamlar ergin

Ölmüş olsaydım daha kolay severdiniz beni

Şu kedi; şu sersem, hayat ne çok yalan

Aşk uğruna katlanıyoruz ne varsa


Hıçkırıklar, sert ünsüzler, salya sümük ve şu sahte, şu yakarış

Kalabalığın yönü kazanç, sırt duvar, dünya çaresiz yuvarlak

Kadın katlayıp kenara koyuyor ilk sevgiliden miras yenilgiyi

Öyle uysal, öyle rahat, ekmek çıkını toplar kadar tanıdık

Tuz, soğan, yufka; yetmez, sende kaygılar taze yeşil

Söz kaçak


Kabul et

Manzara senden evvel de pişman, senden evvel de rezil coğrafya

Alfabede olmayan harfle başlıyor üstelik adın, kol çapraz

Dön bak yangın ertesi şehre; öyle çabuk, öyle rahat


Unutup ne var ne yok yaşamaya dair; sevmeler, sevinçler

El ele tutuşup göğe uzanma çabası; hep sabah, hep sinsi

Er vakit, sebep uyduruk, vakitsiz kalkıp gitmeler hep

Göğsün ortası patlama hissi


Sevgilim

Azıcık beklesen yahut çözüversen saçları düş yalancısı umuda

Görmezden gelebilirim ben senin şehvetle koşturduğun her ülkeyi





UZAK TARİFİ


Her geçen gün daha çok benziyorum evvel yaşamış birine


Bir katil

Bir soysuz, dövüş biçimi bir

Bilyelerin yuvarlanış hâli yahut

Yüz çizgi, miladi takvime göre zifir gece

Oysa sen ıslanmadan geçmeye uğraşıyorsun sudan

Ve rüzgâr geç kalmış varacağı yere, neresi orası

Öğrenip kimin sesi, boşta yansıyan boğuk

Dalda sahip bekleyen geçkin

Ora bırakıp


Ne var lanetli


Sefil

Esnafın saçları kim bilir kaç kat siyah

Biliyorum tüm bunları ve ölüm şekli, elde sapan

İlk taşı sevgili fırlattı, dilde susmayan bin çağ ilahileri

Hançeri kardeş olan saplamış öyle dip derin, kol kesik

Akılda yüz yıl sonra doğacak birinin adresi, unutmak elbet


Ezberdeki her yalanı unutmak

Çok daha mümkün kırık dökük yaşamaktan böyle














ISKARTA BEDEN


Akıldan geçen rakamı söyle bilelim kime çıktı piyango

El kilit; bilelim, kim kaybetti ev içi savaşta

Cehennem kaçkını şu iblis


Umursadığı yok kimsenin diğeri, ne çare

Af dileyip yüz döndüğü apansız gün doğusu

Hatim indirdiği epeski türbe başı, mum yaktığı gizliden

Gizli, halbuki bunca apaçık dövmeseydin seni her seveni

Gelen olurdu ardından, koşup boyna sarılan öyle sıkı

Kucaklayan, eldeki yükü taşımakta ısrar eden

Çiçeğe su veren yahut hayra dua okuyan

Tuz dağıtan, cana kıyan

Dudağa yapışan


Aşk uğruna


Kalabalıkların öne geçip yürüdün sen

En ön, doğru değil; hep kaçtın, hep saklandın

Nereden geçiyor varlık çizgisi unuttun, unutuşu seçtin


Bir başa

Bir başa ve saklısı sus

Senden başkası değil şimdi, hem şu an

Böyle uzak, böyle uyduruk, böyle koşup tuhaf

Seslenen sana her sefer başka dil, başka ağız


De ki sebep hep başka










YASAK ÜLKE


Vaktinde kurtulabilseydik şu tenden; dur, acelen ne

Şu kötürüm, âciz, kof ve kolpa

Ucuz


Sünepe

Şirket hesapları, geçkin günah, bereket tanrısı şu

Israrlı kadın bacakları ve kibir, geç kalmış sokak harbi


Güne başlardık birlikte

Üç ve beş, al ve ver, inat ve ısrar

Çarşıya gider alışveriş yapardık hep cumartesi, hep ikindi


Kış ağır

Yeşillikler pörsümüş, elma mayhoş, şu kadeh son

Bu yudum eksik, şarkı bungun; akşamı bekle, o körkütük

O dilbaz, duvardaki tüfek patlasa ahali oracıkta teslim olacak istikrara

Belli ki bu sefer de bir başa uyuyacak sadakat

Omuzlara basarak yükselecek o

Nefesi çığırtkan


Bağrı yanık

Kalabalığa bakıp yalnızlığı kutsayan, yalnızlığa bakıp ölümü

Durmadan kendine tapınan, soluk soluk gelen geri

Bakış öfke; öylesine muhtaç, öylesine sebep

Perdeyi örtünce dışta kalan


Ürküten sevişme teklifi şu










KASABA ÇARŞILARI


Sen olmasan hiçbir şey aynı olmazdı şu pazar yerinde

Sesler, biliyorum; süreğen, etin üstü gezinen el

Göğe asılı tebessüm, o çığırtkan gül


Farklı renge boyamaz manzarayı mevsim


Kızların yürüyüş şekli hem ne işve hem yok insaf

Etiketler yüksek, esnaf amansız kurnaz

Şu bir çift göz


Her sıkıntıda senden yana

Hem çaresiz uysal hem öyle aşk, ucuzcular paytak

Sıkılmasak aynı ceketle dolaşırdık bütün kış

Fazlayı kaldırsak ferahlardı yeryüzü

Ağrısı dinerdi yatalak hastaların

Acı çekenlerin ve yolun

Yolcunun, uzağın


Biliyorsun, bu sene dağa gidenlerin hiçbiri geri gelmedi


Yaz bitti, gölgeler toprağa daha sevdalı

Günler kısa ancak gece servi endam, yüz kuşku

Aldırma sessizliğe, az olmaktan mutsuz falan değilim

Kabul et, ben gelmiş olmasam da bir şey değişmezdi bu evde













AMEL


Boşuna uğraştın yarayı sarmakla, attığın taş

Atıp bakakaldığın, tutup şu şangırtı

İnkâr edecek neyin var

Bu bekleyiş


Bu son

Ray üzeri bir ileri bir geri şu istasyon

İpte asılı kalmış demek dudak paytak

Sürdüğün rengin adı kırmızı


Duyduğun, bildiğin, çalıp söylediğin bu hep

Durup seyrettiğin, şehrin kavga hâlleri

Sen, ben, inat; aşk ve fukaralık

Sözle besleyip teni


Pörsümüş kelimeleri çukura gömmüş ahali

Komşunun tabağı boş gelmiş sonra

Ne ora


Ne bura

Sahibi de umursamıyor tekme yiyen köpeği

Sen de akla geldikçe unut bu söylenenleri

Kavganın ateşli yeri geç otur karşı

Ne var kaz çıkar topraktan

Ayrılık ve hüzün


Kuru ve çürük

Kemik parçası, cam kırığı

Vazgeç avuca saklamaktan şehveti

Dokun, uyuyanlar uyansın; üçler, kırklar, yediler

Sen ve yitik, sen ve yasak, sen ve ne var öyle günah






NİYET


İçimizde şeytan olan kim yahut cellat, tenden sızan irin

Kim o zebani, harami, katil; düştüğümüz tuzak

İşte zalimle mazlum, sen ve Usul

Kol kola


Kimin işi şu konik vadiler


Şu körpe, şu cahil, çağıran bizi

Hem öyle çıtkırıldım

Hem acımasız


Biteviye kendine tapınan


Billur

Sırça; şu taş, şu gül

Toprak ile gök, sen ve cesaret

Yağmacı kavimler bizden evvel geçmiş demek buradan

Dil kuru, yüz leke; öyleyse günahı kaydeden kim içimizde


İşlediğimiz sevabı silip karalayan

Yetmez, seviştiğimiz günün ertesine eziyet ekleyen

Kim o ölümün entarisini giyinip sahneye çıkacak, kim o kurnaz

İşte çatlamış nar, daldan düşen zeytin yahut ballı incir, yasak elma

Sakatlayan duruş ile kan kaynayan kazan, öd kokusu elbet

İçine doğduğumuz medeniyet sağır, gök kubbe bahane

Ne yemişse onu kusuyor zaman


Kan fışkırıyor dilden


Ne varsa o

Parıltılı ancak kokuşmuş

Ne varsa hayatta, ne varsa insan adıyla anılan

Bizden başkası değil yolu gözlenen adaklık kurban




SONRADAN BEYAZ


Unutuşun dışında neyin kaldı; yaprak koşu, ses gül

Şu gün, sımsıkı kör; şu senin ürküp senin kaçtığın

Senin duyup vakitsiz, arayıp durduğun bende

Allah'ın sınadığı bizi kendiyle, bizi süsleyip

Evden kovduğu onmaz onca yara


Onca kuşku, onca soru; inkâr, şirk, günah

Az bekleyebilirdik halbuki dağılıp taşlığa

Aradıkça kaybolup, kayboldukça bulan

Peşi sıra mutsuz, ağır ve tez

Eller sus


Oysa senin tekmeleyip kaçtığın, benim küsüp kurtulduğum

Mağlup ve eksik; üstelik tanıdık değil, kardeş değil o biri

Sırtta baba ölüsü, kucakta parçalanmış oğul bedeni

Herkesten evvel senin kulağa üflenmiş o ilk emir

İlk mühür o senin eti dağlamış


Haziran sonu ve en çok sen çocuk


Hatırla


Oradaydın

Ne varsa gördün













NORM


İstersen çekip gidebiliriz biz senle hem senle uyuyanlar

Bekleyenler, vazgeçenler, aksak adımlar

Kurtulup şu zaman, çıkıp keşmekeş

Şu ev


Şu boş

Bakış; değil mi ki isim aynı, gün kışlamış

Yaşamak yenilgiye tahammül biçimi

Oysa yürek tarifsiz kurtarıcı

Bir eşkıya


Bir pişman

Katı giysiler giyinmiş

Baştan çıkaran sözler söylüyor

Şu patırtı, şu vahşet; çalı bitkisi kaplı hayat


Bekle

Biri daha atlar yüksekten

Dipteki kan sıçrar taşa, mesele değil

Güldeki renkten tanıyacağız mülkü, kekre gülüşten

Dilin niyeti yok belli unutmaya, ne sevinç ne veda

Ne edilmiş onca küfür, onca düşman şu şirret

Aklın sınırlarını kemiren tanrı katında iblis

Yüzü ne çok sen, ne çok mağlup


Bir tek o

Çağıran bizi, bir o tanıdık










YIL ARTIKLARI TOPLAMI


Hiç tanımadığımız hâlde özlüyoruz kimi insanları


Sevmediğimiz hâlde, onların da bizi sevmediği

Biliyorum, saklı zamanları anlatıyor sende yüz

Hemencecik nehir kıyısı, tende gezinen el

Kuş sesleri döşenmiş vardığımız yere


Ne varsa unutmak istediğimiz, ne varsa yığılı dip

O zehir, o küfür; yürüyüp yürüyüp durmalar hep

Sensin belki çömelip çağıran geçmişi, o hoyrat

Sabırsız hep kendini dölleyen, o keşmekeş

Her daim mutsuz, her ev misafir


Gül kokusuyla yıkamışlar yalanları bak

Bebeğin gözleri kimseye benzemiyor

Yanakları boyasak fakat

Renginden öğrenebiliriz kavmini

Sesi duysak anlarız hangi ümmet

Eşyalar duruyor olduğu yer, saksı ile tohum


Herkesin kendi etini okşadığı ora, utanç hep

Herkesin kendine eş, kendine yurt

Kendine sebep şu hayat














HAKSIZ KAZANÇ


Madem dineldin, sen ve teslimiyet, madem avuç aç

Açık, demek sonu yok bu yarış; bu kol, bu bacak

Demek sorduğun soru

Bu meçhul


Uzdan uzak

Bu dediklerin yahut sürdüğün

Bağ, bağçe, otlak; yetmez, yasak ve uyduruk

Mutluluktan yana çağladığımız, o yalan

Bu bakışsız, eğilip gül koklayan

Boş köpürmüş, yankısı kara

Mülk sahibi ama yok evi


Bir yanılgı

Cep buluşma adresi

Uzanıp boylu poslu geçmişe

Senle birlik uçarı, ürkek bir başa

Senin gönendiğin, benim kıtlık kıran

Değil mi ki dünya çaresizken güzel

Şu insan, şu uğursuz inat

Gençken, acemiyken


Çocuk

Yahut cahil, vakit eşikte

Gönül aşk; alt yaprak, üst gök

Tuz basıp yaraya, küf ve barut

Durdun, yürüdün


Durdun, yürüdün, bahane buldun hayata








ASYALILAR KALKIP AVRUPA'YA GİTTİ


İnançları terk ederek başlıyoruz güne

Teni buruşturup çöpe atarak; sahipsiz, başıboş, tenha

Doğduğun ora, o an; baba adı duyan kim var ücraya sığınmış

Bir an olsun akıldan çıkmıyor fakat kurbağaların kuyruklu çığlığı


Herkesin dediği hatırda; herkesin koştuğu, sığdığı, taştığı


Sen de ne istersen onu yap, yaşanan çağ çöl

İstediğin kılık geç otur karşı, yazgını kendin çiz

Şarkılar söyle, kimin umuru erken uyanmış göz


Şu derin, şu dip, şu çukur

Ölülerin sere serpe, dirilerin mahrem

Yediğimiz, içtiğimiz, de ki dilendiğimiz


Senden gayrı yok merhamet

Yırtılan gömlek kimin hesabına dikildi, kim bilir

Yüzdeki maske hangi kuzunun tabaklanmış derisi

Herkesin künyesi deftere kayıtlı; attığı taş, içtiği su


Ünlediği ses

Büyüyen herkes kuyruğu terk etmiş; kurbağalar, çocuklar, aşk

Değil mi ki uzağa giden ilk kavim bizim mahalleden çıkmış yola














KÂRLI SATIŞ


Bir bedeli olmalı unutuşun, hatırlamanın olduğu gibi

Çıkıp meydana çıplak, öyle hesapsız ve küfür

Öyle cahil


Cahil ve cesur, körkütük sarhoş

Madem bunca kan döktük, orta yer bunca ölü

Senin göğsün çifte telli madalya; göz ürkek, gül yara


Yeterince kayboldum, gel bul artık beni sevgilim


Değil mi ki bir karşılığı olmalı şehre tezgâh kurmanın

Tutup kaldırmazsak yaprağı dengesi değişmeli dünyanın

Ardından fırlayıp sahneye gülüşü beyaz ancak dil cerahat

Yaşananların uydurma olduğunu söyleyen, elbet sen o

Vaktin geldiğini diyen bize, ötede kimsenin olmadığını

Ne varsa çöp ne varsa çürük, küf ve pas ne varsa

Bu eziyet, bu çekişme, yokluk muhakkak

Diş tırnak birikmiş mülk, hep yalan

Yoka yaslayıp başı yahut gerinip

Kendinden emin öyle

Bu bekleyiş

Bu sonra


Halbuki akılda o ilk cinayet, ilk silah tutuş elbet













FIRTINA ÖNCESİ


Kalabalığa karışır karışmaz alkış tufanı yükseliyor


Seninse sebebin var yeni güne, bu yüzden sabırsız

Yaşamaya geç kalmış yahut bunca kara, kuru hep

O ince sızı; evler güz ve dar, senin o aradığın

Yeni ten; içine sığacağın, başka isim hep

Sevgili yahut dost, durdukça acıyan o


Baba ile oğul

Görme biçimi, öte dil

Seni doğuracak rahim mesela yahut mesafe

Öyle korkup kaçtığın, tiksinip elleri yıkadığın öyle


Kavmini afetten kurtarmaya niyeti yok üstelik kimsenin


Etrafa saçılmış şu yanık, hem ne çok tanıdık

Gideceğin yer; o zifir, o kuytu, o mağara

Bir tek sen beyaz, aç ve açık

Teklifsiz giren içeri

Hep ilk


Hep ileri, koşturan hep


Kimseye ihtiyacın yok senin

Ne dişi bir mısra ne düş

Ne meçhul ne varlık


Yalnız biraz uyku









YAŞLI BİLGİ


Bilinen en eski coğrafyaya sığınmış hakikat, peşine düştüğümüz o

Korkular, kahramanlar, şöhretli aldanış; o ölümcül beyaz

Düğün merasimi yahut veda anı, rengi kör

Onu biliyoruz, kırgın ve küs

Yetmez, çelimsiz


Bu ses

Mağlup kalkacağız masadan, mesele değil

Bir ömür biriktirdiğimiz inat insan soyunun bütün kışlarına yeter

Yeterince uğraşırsak varabiliriz önceki yüzyıla

Baş eğmeye, bayat benzetmeye

Uzaktakine


Terk edişe muhakkak


Yokluğa çevirip yönü, evi ateşe veren

Bırak geçsin zaman, söz salınsın, savrulsun köz

İsteyen çakılı kalsın yeryüzüne, biz geçmişe koşalım


Ne olacaksa orada bekliyor bizi


Unutuş ve itiraz, çocukluk ve hüzün, çare ve tahammül

Avuç açıp senden yana yürüyen, durmayıp alkışlayan

Yolcusuz giden kafileyi, aralıksız alkışlayan

Seyredip el üstü şu yakışıklı beden

Hem dikişsiz gömlek


Hem boyun urgan

Gizlisi saklısı yok kimsenin

Döndük işte sebepsiz pişman, hatırla

Ezber aşklardan güzel yaşadık biz dünkü her günü






YİTİK SEVDA


Gün şaşkın

Neredeydin bunca zaman

Kimi öptün sesi böyle gök

Kimle yürüdün yüz deniz

Seviştin, kaçtın, küstün

Korktun


Ten berrak

Dilde Allah'ın bahşettiği tat

Okudun, üfledin, dirildin

De ki kimden sana

Senden kime


Emanet nefes

Evi ateşe veren berduş

Kavgaya tutuştuğun düzenbaz

Sonsuzluk pazarlayan bezirgan yahut


Neçe dil konuşur imam-ı hurufi


Varın yoğu, yoğun başı

Sen ve güz, güz ve amber

Baharla birlik çağlayan nehir


Bıraksak

Kafayı gökyüzüne uzatacak şehvet

Az zorlasak derin iniltiler girecek koyna


Çıplak


Gel uzan yanıma

Ölüm dâhil kusurumuz eksik kalmasın





BİTMEYEN


Babadan oğula geçiyor imparatorluk mührü, sende bu gülüş

Doğrusu da o; seni çağıran yeryüzü koyakları, uçurumlar

Tanrı kılığına girmiş şu fahişe, erken ağarmış saç

Tarihten öğreneceğimiz hem ne çok

Coğrafyadan, zamandan


Kızlara anneden miras bütün o titiz bakış

Tırnak törpü, ağız misk ü amber

Kimse boşa büyümüyor


Her gören başka felakete benzetiyor seni

Bin yıl sonra doğacak birinin yazgısı asılı boyna

Kendini bilmez onca söz, evin aynasında unutulmuş parlak


Alkışlanmak umuduyla fırladığımız sahneden koyu intikam yeminiyle iniyoruz


Yaşadığımız her aşk bizden önceki birinin günahı, söz yalan

Yürekte işe yaramaz iyilik hazinesi, ses uyduruk

Gözleri cennete bağlayan yol


Sök at surattan

De ki bu azgın kalabalığa, bir daha dudaktan öpmesin kimse bizi















AVLUDA KUYU


Akşamın teni kaygan


Bize ne bundan, balıklarınki de öyle

Ve salyangozlar, erkeklere yasak kadınlar

Belki bu yüzden sevişmek gerekiyor öyle sık

Yaz ve kış, çocuk vakti, her sefer terli yapışkan


Alt üst


Gece ve gündüz

Sen ve ben; hep çoğul, hep gel git

Hayaları açıp ahaliye göstermek, döl suyu ile sıvamak yüzü


Hem utangaç


Hem o an

Kekeme bakış, sağır dil

Ayağın altı gıcırdayan lacivert


Şu yerküre


Çarşı girişi pastane

Yolun sonu çatapat satan dükkân

Kayıp hanesinde o tarifsiz kalabalık


Sığındığın oyuk ve doğum vakti

Uyanır uykusundan o dev, kalpten seslenirsek ona

Ben û Sen burcundan, Diyarbekir'den; yüzü çevirip Urfa'ya









ENDİŞE MEVSİMİ


Bu yaban, bu mağlup, bu çöp


Benden iyi konuşuyorsun sen bu dili

İşlendiğim ilk cinayet yahut bunca pişman

Saklı huyları biliyorsun sen benim, saklı ve kaçak


Koşturan rüzgârın ardı

Üstelik ora senin evin

Seni bekleyen


Sahibine yoldaş yokuş

Bildik tat üstelik itiraz hep aynı

Göndere çekilmiş bayrağın rengi sırf beyaz

Kır şişeyi, kır ve cam parçalarıyla çiz bahaneleri

Ne kadar oynaşırsak o kadar az acıtıyor ayrılık

Ne kadar tez biterse o kadar çok sürüyor aşk

Geceyi tamir etmeden güne kavuşmak


Ne mümkün


Hangi çeşmeden su içtim, gördün sen

Kaçarken nere pustum

Bunu da


Benden iyi biliyorsun

Giderken yeri yurdu talan edeceğim

Bilen yok ancak ne olacak o uzakta kod adım










MUHASİP


Bir kaza sonucu aranızdayım nasılsa insan bir tesadüf


Biz burada

Biz hepimiz; biz tutsak ve soysuz, biz yenik

Ben diye başlayan ne var ki ardı gelmeyen

Bir yanlış ata oynanmış, bir eksik, bir ters

Herkesin düştüğü, herkesin boy pos

Herkesin dip, herkesin kara

Örtünmüş koyu


Uzak

Önceden güzel bir tek

Yaşamak mucize, ne ki ucuz sebep hep ölmek için

Doğru değil ellerin aynı büyük olduğu, aynı avuç

Aynı kesik, aynı renk


Yahut doğru tarafa baktığımız senle bir

Kaybetmek için oturduğumuz, kaybetmenin ilahi

De ki bu sefer tüfek patlamadan kayıtlara geçsin cinayet

Bildiğin şarkılar, kelimeler, küfürler bütün

Unutmak için koştuğun yol


Biliyorum

Hayat, yasadışı


Öyle yaşadım her ne yaşadıysam











BAĞIMSIZ KIRMIZI


Sen ki doğumun başladığını bildiren bize


Ürküten


Uğultuyla besleyen

Sancıyan, dayanamayıp okşayan

Dönüp saran, dönüp pişman

Demiştin bunu


Durup ora, onlar


O an

Baba, oğul, keder

Gürültü yahut bakması kör

Dolu günah, eksik kahraman

Üst salınan ip, alt toprak mülk


Hırs

Kibir, yıkım, heves

Böyle derin, böyle terk edip evi

Evveli sebep, hem ne kolay öyle çarçabuk

Göster bize bir hayat nasıl süslenir kelimelerle

Renk renk, çiçek çiçek, dolu sağanak

Göğün ünlediği o

O ses


Sesin bildiği mucize, sen ki hüzün

Sen ki ölümün tenden girdiğini müjdeleyen bize









EN ESKİ KARANLIK


Senden evvel de buradaydı sırt yasladığın ağaç

Sonra da burada olacak kök ve rüzgâr

Dal ve muştu; bu gök, bu mavi


Hem ne genç şu devlet, şu ayıp, şu yasak

Tapındığın, koştuğun, korkup kaçtığın

Ne çok çocuk şu tanrı

Ne acemi


Yasa ve töre

Öyleyse kim koydu bunca kusur bura

Herkesten yaşlı elbet içtiğin su, duyduğun ses

Ahlak kurallarından ve şehirden, suç ve cezadan

Renk cümbüşü bahçe, erkenci kasımpatı, aşk ve âşık

Sınırlardan evvel de buradaydı ne varsa yiğit

Çelikten ve zaferden, kadim cennetten o

Öyleyse neyin korkusu bu boy yüksek

Ölümden doğan ne varsa yaşanan

Sevimsiz, çürük, çer ve çöp

Bu buyurgan


Düşman bu

Başladığı gibi biten ne var

Ne var sonrayı kovalamakla meşgul


Hatırla

Buradaydın bir vakit sen de