Monday, December 10, 2018

KÂBUSNÂME





KÂBUSNÂME





has bahçede ağda yapan güzel oğlanlar için


DİDAKTİK KÂBUS







KAYIP SÖZLER MAĞAZASI

Bir dostu yitirmek zordur ve elbet
Kredi kartıyla ödenmez ihanetin faturası

Yoldaşlar, kardeşlerim
Halkımın yiğit ve onurlu çocukları
Müşteriniz bol, kazancınız çok, pazarınız hayrolsun
Gelin, aramızdaki tüm ayıpları silelim
Girip çıktığımız tehlikeli adresleri unutun
Düşlerimiz birbirinden ötede dolaşsın
Farklı yerde uyusun rakip rüzgârlar
Borsaya dönün yönünüzü, duvara çakılı teneşir tahtasına
Elde avuçta icralık coğrafya, mezatta bekleyen hudut kapıları

Tanıdık kim varsa hatıraları merhem olarak sürüyor yarasına
Yoksul topraklarda koşturan ergenler kapanın elinde kâr
Umudun ardından kadere geliyor sıra; satıyorum, sattım

Böyle başladın yaşamaya; gazetelere baktın, iş ilanlarına
Araba kullandın, metroya kaçak bindin, vapurda çay içtin
Yan koltuktaki cenazeye çevirdin yüzünü
İşin kötüsü diğer gözler sana bakmaya ürktü
Yardıma çağırdığın sesler uzaklara yuvarlandı

Yumruğunu sıkarak gir alanlara, havaya savur küfrünü
Tekmele ve yık sana vaat edilmiş cenneti ve memuriyeti
Bugün, ‘Sahipsiz Ölülere Çiçek Gönderme Günü’

Yaşamak önemlidir elbet günahtan ve sevaptan, mutlak akıbetten
Vergi memurları elbette saygındır kaldırımdaki fahişelerden
İşini severek yapan veznedar ucuz pezevenkten
Hisse senedi sahipleri, bankada yüklü hesabı olanlar
Borcunu eksik ama vaktinde ödeyenler
Tefeciler, iletişim uzmanları, bilişim ahalisi
Metresine kadro ayarlamış akademisyen
Evdeki antikalar kadar arkadaşı bulunmayanlar
Ünlüler, çok ünlüler, daha çok ünlüler ve dahi en ünlüler
Geciktirici krem kullanan üstün teknoloji şirketleri
Memeleri müşteriler tarafından emilen küçük esnaf ve zanaatkâr
Kıyamet gününe inanmayan münafıklar
Kutsal kitaplarda adı geçen müminler
Kıtlık başlayınca komşularını kesip afiyetle yiyenler
Boşluğa akan zamanı tefsir eden filozoflar

Dikkat edin; hızlı trenler, cennet güzergâhındaki niyetleri ezebilir
İsteyen istediği gibi süsleyebilir cenazeye gönderilecek çelengi

Kardeşlerini öldürenler sigorta kapsamına alınmamıştır
Poliçenin tamamını okuyun, abdest bozmayın nikâh töreninde
Yemeği yarım bırakmayın, arkanızdan ağlar
Çöpe gider emekler, aşçı kızar, kibar kedi-köpekler ayaklanır
Açlıktan kıvrılan çocukların payına düşen artıklar masallara fırlatılır
Kraliçe striptiz yapar kamu yararına
Ahlakın ve edebin faizini kayıtlara yanlış geçirir muhasebeci
Garsonlar tükürüklü kahve getirir gülümseyerek
Babalarınız mezardan doğrulup abartılı hesaba bakar
Bahşiş kısmına aklı yatmaz
Kızınız doğum kontrol hapını almayı unutmuş topu topu bir kerelik

Kürtajı erteleyelim doktor, bu ay bütçemizde açık var
Gül gönderdik kendimize, hesapta yoktu bıçak parası

Meğer kimse dost olmamış kendisiyle hiçbir vakit
Elini uzatmamış uçurumdan sarkan kokuşmuş ruhuna

Bütün bunlar doğruysa, bu kadar ıslaksa insanın derin yerleri
Katiller, kalpazanlar, sübyancılarla birlikte kutlayalım bu lanet günü
Hayal kuralım; belki çoğalırız, belki arınırız uzak bir evrende
Denk gelirse birlikte toza bulanırız talan edilmiş Afrika çöllerinde
Asya piyasalarındaki kâğıtlarla temizleriz vicdanımızı

Sırtüstü uzanın ‘Herkesin Başkası Olma Günü’nde

Ağıtlara başlayabiliriz; ölü ya da diri, elden gelen bu
Kaygılanmayın hemen pasaporta basılmış tuhaf damgadan
Yırtın devlet matbaasında çoğaltılmış kitabın sayfalarını
Bir tek bu yangın adam edecek bizi, eziyet ıslah edecek sefil teni
Yaratılma sebebine ve ahirete inanın; hayra ve şerre
Bu kadar rezilliğin sebepsiz olması mümkün değil
Fırlatıp sokağa atın evcil kelimelerle tarif edilen cenneti
Cehennem, şehrin hayat hikâyesinden farklı değil; kabul edin

Ortadoğu'da doğan çocuklar er ya da geç Akdeniz'e gömülecek




TERBİYELİ KÖFTE

Hayat, ıslah ediyor insanı

Binicisini sırtından atan küheylandan
Değirmende un öğüten beygir çıkarıyor hayat

Tezgâhın önündeyim
Çöp şiş ve tükürüklü köfte sipariş listesinin başında
Kuyruk yağı ölüme tevekkülle hazırlanıyor
Soğan, ızgarada geçirmiş ahir ömrünü
Kimyon yeterlik sınavında derece yapmış
Akademiden doktoralı zerdeçal ihtiraslı
Bu kavgada kekiğe de şans tanımak gerek
Gelinlik yaşa gelmiş karanfil arıza çıkarıyor
Görücüden tam not alıyor ekşi mayalı ekmek

Patrona sordum, sigortam üç aydır neden gösterilmiyor
Ulan, seni kebaba katmamı engelleyecek ne var

Elimde bıçak ve maşa, altımda pişik yapmış don
Sıkmayı bıraksam tere karışacak ağır proleter sidik
Tuz da sınıf atlayacak böylece

Hayat, ıslah ediyor insanı

Dağı taşı parçalayan deli ırmaktan
Şişelerde satılan bir içimlik su çıkarıyor hayat

Sebze müfrezesi sarımsak önderliğinde saldırıya kalktı
Çürümüş yanlarımızı birbirimizden sakladık
Kimse bilmesin, rezil rüsva olmakla başladık yaşamaya
Ortalık boşken asıldık küreklere, şu gizli kameralar da neyin nesi
Ulan, tuvalet bile kamusal alan ilan edilmiş
Malzemeyi açık edemiyoruz gecenin vicdanına
Örtünün altına da cetvelle girin isterseniz
Poz verip duralım bundan sonra bomboş depoda
Malzeme sayımında fazlayı söküp atın bedenden

Hayat, ıslah edebilir insanı

Yürümeyi öğrendiğinde dünyayı arşınlayacak haylaz evlattan
Oturduğu koltuktan dostunu satan büyük adam çıkarıyor hayat

Komşumuz kadehine bir miktar daha buz salladı
Anlaşılan üst üste binecek birazdan
Coğrafyanın ıslak çukurları ile kesik başlı dağları
Tarihin trajedisini zaten bilirsiniz siz yüksek medeniyet çocukları
Ama bağırtan kazanacak bu sefer
Meydanlardaki göğüs göğse çarpışmaları

Hayat, elbette ıslah edecek insanı

Efendiliği elden bırakmayalım yine de biz
Buçuk kaşarlı çek, bol acılı




YOKSUL ŞİFAHANE

Yanlış iğnenin girdiği yerden göğe asılı kalıyor ayak bileği
Gizlemeye çalışmayın, memleket Şanssız Urfa
Surattaki çıban izinden anlaşılıyor ne mal olduğunuz
Elden ne gelir, toprağın mayası bozuk
Şehrin ortasından geçen derelerde yüzmek yasak

Erken ölüm oranı artmış eli silah tutan eşkıyalar arasında
Kırmızı yakalı general kızgın, söyleyin vurulan kim
Küçük esnaf, künefenin şerbetiyle temizleyecek kışlanın namusunu
Sağlık-sıhhat olsun, bütçemiz bu kadar
Göğü okşayan bayraklara harcadık paraları
Atlas kumaşa ilmek ilmek dokuduk kirli haritaları
Düşman yaklaşamaz artık hakikatin hududuna, emin olun
Eğilip bakın, esmer kan damlıyor nizamiye çeşmesinden

Dikize yattık, gördük; fizik tedavide taş gibi götler
Kadın doğumcular ellerini soktuğu her delikten desteyle para çıkarıyor
Geç de olsa ayağa kalkıyor kelimeler; masallar eksik, ağıtlar kalabalık
Morgun arkasından kimsesizler mezarlığına fırlatılıyor yasadışı ölüler
Ana rahmine sığmayan çocuklara yakalama emri çıkarıyor vilayet
Psikiyatrlar rahat, hastalarından kaptılar deliliği
Sonuçta iş kazası, ekonomi paketlerinde virüs var
Temiz tutun yaşadığınız yüzyılı, tarih notlarını fırçalamayı unutmayın

İlaçları vaktinde almazsanız hüzün eklenecek reçetenize
Kerhane şarkılarında ağlamaya başlayacak en şişman konsomatris
Kaderdir, pek zorlamaya gelmez; bulun getirin sünnet derinizi
Kuru otları bir araya toplayın, bu defa kesin yakacağız İbrahim'i
Akarsuları uyarın, ikinci emre kadar dip akıntılarını kessinler
Cumhurun altına bağlanacak bez kalmadı malzeme ofisinde

Yumuşak koltukta sohbet ediyor belediye reisiyle vali yardımcısı
Encümen üyesi etli makata merhem sürüyor her birleşme öncesi
Konsey üyeleri bildiri yayınlayacak az daha oyalanırsak hücrede
Uyuşturucu kaçakçılığından yakalanıyor müsteşar, kimin umurunda
Yalama yutma hakkını kötüye kullanmış gümrük personeli
Kaymakamın cebinde güzel oğlanlar kitabı, gözlerde ecnebi ahlak
Mahfelden borsa simsarının şehvetli sesi yükseliyor
Stadyum girişinde erken vergi kesiyor hükümet
Sonunda açılıyor hastanenin kilitli kapısı
Boynumuza asılmış ağır rapor: Şair, akıl oranı noksan
Öleceği vakti şaşırıp erkenden teneşire kuruluyor devlet başkanı

Kürdistan'da ayaklarını alıp elmalı şeker veriyorlar çocuklara
Ahali, çılgınlar gibi alkışlıyor polis arabalarını





FAZLA MESAİ

Kuvözdeki kıçı yırtık bebek emekleyerek ulaşmaya uğraşıyor dünyaya
Doğduğu andan itibaren pürtelaş, açgözlü süvariler koşturuyor peşi sıra

Paso içtik bütün gece; kadeh sürahiye küs, şişe toprağa düşman
Memleket efradı pusuya yatmış, karanlığın dibinde kör umut
Okçular, tımarlı sipahiler, zırhı parlak şövalyeler, kralın metresi
Tezgâhtar önüne geleni kazıklıyor, kalıbına sığmıyor zevzek çavuş

Kadın bedeninden fırlamış bir adam görünüyor aniden köşede
Yaldızlı giysiler, ışıldayan takı, yayvan kelimeler, dudakta jilet izi
Pazar esnafı milli duygular içinde satıyor yeşillikleri
Radika, turp otu, kaya koruğu; maydanoz hediyemiz olsun abla
Önümüzde terbiyesiz bir okyanusun ters dönmüş atlas yelkenleri
Manzaralı bölümden bilet almaya çalışıyor medeni ülke vatandaşları
Kimin altta kaldığı meçhul, ısrarla aynı soruyu soruyor namlı kabadayı

İstiridyedeki incilerin benden olduğu ne malum

Spermler ödünç, rahim ortak, midyeler içe kapanık; aile geniş
Üç oda salon, yataklı vagon; kibrinizi vestiyere asıp başlayın sevişmeye
Yolu kol kola yürüyeceğiz; nişan al, ateş… Tüh, yine mi karavana
Doldur boşalt, askeri marşları bağıra çağıra söylüyoruz işyerinde
Ağzımızın içi kin ve kinin; nefretin kokusu sinmiş üstümüze, yorgunuz
İneceğimiz durağı unutuyoruz; şoför bey, müsait yerde lütfen
Mesai çıkışı hamile kalıyoruz sarsılan otobüste
Patronun sesi tanrının emirlerini bastırıyor

Bebek büyüyüp koca adam oluyor, hayatı külliyen yalan dolan
Her kabahatte yeni bahane, her cepte farklı anahtar
Kim bakıyorsa ona göre değişiyor nüfus hanesinde fotoğraf





EVİN KIŞ HALİ

Evimiz kenar mahalle çocuğudur, çatısında yağmur şırıltısı
Kırçıl kiremitler durmadan dayak yer çıplak rüzgârdan

Kötü ruhlara karşı sirke, iyi niyetler için üzerlik
Domates parçaları ve kuytu odalara saklanmış nar
Sokak fedaileri salçalı ekmek ve hedik uğruna çatışıyor
Uykuya yatırılmış kavun-karpuz mangasında rutubet nöbeti
Bardak ayvası talaş artıklarından imparatorluk kurmuş
Soğukları azıcık yoklayacak olsanız misket limonu uykudan uyanacak
Soğan sepeti kuru kalabalığa sığınmış, çam fıstığı kat kat giyinik
Sarımsak gün ışır ışımaz kaderine baş kaldıracak
Tavuğun kemikleri kırık, tilki kümesi talan ediyor; etraf tehlikeli
Can havliyle civcive saldıran kasabın hesabı hayli karışık
Körpe piliç pilavın üstüne yerleşmiş, bacaklar havaya kalkık
Tarhana kızılı zıvanadan çıkmış, malzeme ortalık yere yayık

Bombanın saati derin geceye kurulmuş; bakla gergin, nohut inatçı
Alttan alta mideyi patlatmayı planlıyor yağlı bulgur aşı
Patlıcan dolması komitacılarla işbirliğine doğuştan hazır
Görüntüyü araziye uydurma telaşında mısır koçanı
Ateş harlı, mangal acemi; direnecek ve kurtulacak buğdayın püskülü
Mercimek köftesi her eylemde bozguncu, yumruklar sıkılı
Susam kırıntısı kimlik mücadelesi veriyor, diş etlerinde huzursuzluk
Keçi boynuzu ilk gençlikte kuşanmış silahı, pekmez yedek kuvvet
Toprak ve bağımsızlık talep ediyor ekşimiş maya
Dip tarafa saldırıp cesaret limonatası içiyoruz
Şekerle cevizi bol tutuyoruz helvanın içinde
Hoş bulduk şerbeti ile ferahlayacak illegal su eleği
Akşam olur olmaz çavuşun sünnet yerine çeyrek altın takacağız

Geçip gitti kış, gelen mevsim epey davetkâr; çilekler serin, erikler taze
Adamda istek, kadında şehvet; evin her hücresinde ahaliyi çıldırtan merak



TADİLATTAKİ AŞEVİ

Yaşadığımız hayat polis kayıtlarında kendine çarçabuk yer buluyor
Kanlı çatışmalardan bir an olsun gözünü ayırmıyor emniyet personeli

Şef, yemeğe katılan malzemelerin tadına tek tek bakacak
Ağız, küfürle ezelden tanışık; işkembe şişkin, paçadan sefalet akıyor
Masayı hazırlıyoruz; yaldızlı tabak, çatal bıçak, boşlukta tuzluk
Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın; kimyon, zerdeçal, karanfil, kekik
Şarabın imanlı hâli kepkeskin sirke, çorbada turunç dallarının tortusu
Turfanda sebzenin beklentisi yüksek, kuzu suskun, çoban tanrıyla akraba
Pazar esnafının kalbi kırık, celep nezaket timsali, kepenekte asalet sağlam
Dereotu kıyılacak baklanın üstüne, süzme yoğurt ayranla köpürecek
Ete sosu geç koydun, salça ağır kaçtı, soğan kısık ateşte kavruldu
Sıtmadan titreyen çocukların bedenlerine kinin serpme vakti geldi

Banka binalarına boş yere çizik atmaya uğraşıyor proleter hançer
Mahallenin kadrolu delisi hükümetin camlarını patlatmaya yeminli
Suyun bakışları ters, kerevite ulaşmak hayal, dipten yükselen dalga sert
Sermaye yırtık dondan çıktı çıkacak; kadın kikirdek, garson terbiyeli
Tavada zifiri karanlık, tencerede gecenin gölgesi, mangalda koyu duman
Fesleğen, kuşkonmaz, reyhan; balıkları iyottan kurtaran defne yaprağı
Sarımsağın ayıbını kapatan ne varsa cacık ülkesinde
Sürahide buz, yaz sıcağında yürek yangınını sindiren meyan balı
Mahzende yıllanmaktan hayli yorgun şıra, gazetelerde yasal ilan

Vatanını seven aşçılar aranıyor, memeler dolgundur

Çorbada devletin tuzu, ızgarada istihbarat teşkilatının biberi
Nüfus cüzdanında soğuk damga, ense kökünde resmi nefes
Çatısına neft sürülmüş dairede iniltiler, şehir arkamızdan iş çeviriyor
Yaşadığı kabahat bir an olsun peşini bırakmıyor insanın



SERBEST PİYASA

Karargâhın duvarına önemli kararlar asıyor başçavuş, esnaf tedirgin

Devlet ağır hasta, saltanat makamı kan ter içinde, bayraklar solgun
Tanrı farklı renge boyuyor yarattığı her kavmi, gözler çekik
Hükümet, kıyametten önceki maaşı dağıtıyor memurlara; boy kısa
Üniformalar kızgın, cennetten şehvet fışkırıyor, bacaklar ayrık
Dağların içinden gelincik şerbeti geliyor şefin ağzına, eller titiz
Lokantanın aşçısı tuhaf, kuşlara acıyıp tabaktaki bıldırcına bayılıyor
Yanaklar kat kat kırmızı, şarap mahzeni salkım salkım beyaz
Şehir nefretle tükürüyor evlerin üstüne, bomba patladı patlayacak
Binalar mide fesadı geçiriyor ölçüyü kaçırınca
Caddeler düşük yapmış, telaşlı; mabetlerde sevişmek ayıp
Akademide bin yıllık merak, hakikat hangi taşın ardına gizleniyor
Suikasttan sağ kurtulan evliyalara ne olacak
Mahkemenin hâkimi zabıtlara tokmakla kaydediyor hükmü
Hürriyete mani teşkil etmektedir yüksek asgari ücret

Generalin sırma apoletleri geliyor dile, vatan sana canım feda


KIZ İSTEME MERASİMİ

Anketin ilk sorusu, sevgilinizin en sıkı korunan hudut kapısı

Yeryüzünü sıkı sıkıya kavrıyor ipli çamaşırlar
Ergen kızlar kurutulmuş hayaller saklıyor sözcüklerin arasına
Aşk ve dudak, yatak ve ahlak, gelinlik ve bebek
Zürafalar en dip hükümdarlığa uzatmış boynunu
Darağacındaki keklik sus pus, manzara pürdikkat
Avın avcıdan korkusu yok, namlu en uzak ülkeye dönük
Kurbağalar başlarını kaygan taşlara yaslayarak ağlıyor
İsyankâr mızrak duvara saplanmış, kız evi naz evi

Kayışı bir delik geri alsak yumurtalar tören esnasında patlayacak
Akar sular buharlaşıyor, kuşku köpürmüş; sabır, cezveden taştı taşacak
Zurna olacak kamış efkârlı, avuçlar dünyanın en uzun nehir yatağı
Her fırsatta terleyen kasık cumhuriyetinde kaşıntı pudrası
Krem sürün coğrafi derinliklere, kırdan bayırdan düş toplayın
Mutlu olun, şenlik başlıyor; prenses toprağa uzandı uzanacak
Eksik sevinçler geliyor akla, yarım yamalak aşklar, gözler hayli pişman
İmparatorlukta havai fişekler; işveli kahkaha, ateşli öpüşme, falan filan

Patlamaya hazır son soru, halkı isyana teşvik eden pozisyon

Verdik gitti vatanın tehlikeli bölgelerini erkek tarafına
Hayrını görün kurşun geçirmez dağların



DÜĞÜN TARİFESİ

Elinizin tersiyle süpürün kasabanın namusunu, kan çıkmazsa para yok

Dekolte gelinlikler gülümsüyor vitrinde, şehir kulübünde perdeler fiyonk
İlk buluşmada tüm yataklar kar beyaz, kudret macunu esmer mi esmer
Çarşafın ahlakı sağlam, mahallenin edep dairesinde efil efil halk esintisi
Konvoy uygun adım ilerliyor; mendiller hazır kıta, bahşiş yedek kuvvet
Köprüden son geçiş şen şakrak, çeyiz sandığı her ayıbı hızlıca örtecek
Anne hüzünlü, babada gurur; asri zaman şarkıları yol boyu çalar durur

Kızın etli dudaklarından öpmeye kim istekli, sıraya girelim lütfen
Kırmızı kurdele sarılmış evin beline, halay başı telli duvak
Saç baş dağınık, hesaplar karışık, gelin hanımın gönlü az buçuk kırık
Kayınpeder piçhane bahçesinde nöbette, fişekler ha fırladı ha fırlayacak
Eniştenin kuyruğu yağlı, kuyumcunun terazisi hassas, aşkın boyu cüce

Yükte hafif vicdanda paha biçilmez bilezikler süslüyor görümcenin kollarını
Kahvenin üstünde mandabatmaz köpük, damat bey sulak yerde büyümüş
Genç, deli dolu, ırk ayrımına karşı; bulduğu her delikten sızacak kıvamda
Şişenin dibine dibine vurup ağlıyoruz, el sallıyoruz kafilenin arkasından
Saz caz, düğün dernek, takı töreni; derken gerilerden yükselen ince ses

Şenlikte oyna, cenazede ağla; ağıtlarda karalar bağla
Allah’ın adını verdik
İpliği helal, yüksüğü celal terzi bulun ciltteki yırtığa

İki yakayı bir araya getirecek mahir iğne, acemi düğme geçecek alt ilikten

Herkes yüzünü kendi kıblesine dönüyor ilk gecenin ardından
Devletin ve tanrının bekaretini savunuyor düğündeki davulcuyla zurnacı




PASAKLI DAMAT HALAYI

Başımızın üstünde döneniyor kör talih, ayağımızın altında ihtimaller şişesi

Gözünüz aydın, sizin kız kurusuna kısmet çıktı nihayet
Darısı, bakışları karşı pencereye saplanmış teklifsiz yengeye

Lokma döküp şeffaf yufka açtık, hicap örtüsünün altına sakladık anahtarı
Zurnacının üflediği çubuk çok çabuk sarhoş oldu, damat bey vakitsiz şarkı
Gelin hanımın hedefi yüksek; baldız, âlemi baştan çıkaran vurmalı çalgı
Mahalle çiftetelli, sokak şen şakrak; komşuyu uyandıran hoş çığlık
Fındık fıstık, lokum kaymak; evin kulakları kalkık, kadınların etekleri kıvrık
Aşağı bölgeleri aç açık bırakan iddialı kıtlık, adresini kaybetmiş yolluk
Aşk olsun, kim bilmez böyle samimi hikâyeleri; haktan aldık, halka verdik

Ey ahali, bunca zaman aralıksız gidip geldik içerilere kıvrılan mesafeyi
Hazırlan, ateş kuyusuna boşaltacağız yoklukla büyümüş bu kaygan yükü

Falda üç çocuk, p
eçiçte beş kapalı; şeş hanesinin burnu halkalı
Kumarbazlar deniz kabuklarının yalancısı, fukaralar bir tek kendine akraba
Çat kapı iki çay kaşığı; telve dünyanın dibine yapışık, ortalık şıngır mıngır

Kış geceleri uzun, sohbeti ısıtan tek renk pembe; evler, kokulu gül reçeli
Saç enseye mahkûm, ses kısık, yüzün feri sönük, nefes borusu ezik
Sandıktaki meyveler çürük çarık, kan çekilmiş epeydir damardan
Üç vakte yatakta yeller esecek; eh, nasip kısmet; göbek, kasığa yüklenecek

Her konuşma başladığı yerde bitiyor, orası neresi, düşler yorgun argın
Çalı süpürgesi taşların façasını bozmaya ant içmiş, yürek yangın mahalli

Yeterince günah işledik, kapatın ocağın altını; bu yaşta iniltiler suç unsuru
Yeryüzü mutsuz, dinleyin; radyoda okunan iflas kararı sadakat yemini için





EVLİLİK MUHAREBESİ

Temsili kurtuluş töreninde çocuğu ön sıraya oturtmuşlar, kuş meraklı

Ilık bir rüzgâr okşuyor yüzümüzü düğünün erken saatlerinde
Resmi daireler güleç, kayınvalide hünerli; süslü koltuklar kurala uygun
Sofrada kıymalı mantı, kenarda otlu börek, zulada votkalı şerbet
Salona gönderilen en gösterişli hediye hayat, kapıda çift başlı fırsat

Şehre giren süvari birliği telaşlı, bayrağı küçük baldız dikecek kaleye
Eniştenin bakışları sakat, teyze oğlunun paçaları okkalı tokat
Etek üstünde ceket, kravatta ecnebi etiket, ayak bağcıkları pürdikkat

Nüfus kütüğü olan biteni geç anlıyor, soyadı hanesinde meşhur imtihan
Her evlilik başka aşkın günahı; ilk alfabe yaralı, son cümle kan revan

Göbek atanların parmak ucundan göğe uzanıyor o koyu mazeret
Tarihçiler özenle kayıt altına alıyor halay meydanındaki vuruşmaları
Cüppeli adamlar ustalıkla okşuyor masumiyetin çıplak ölüsünü
Anlıyoruz, nikâh masasında başlayan çatışmadan sağ çıkan kavim yok
Evin ortasından sonsuza ilerliyor kimsenin anlam veremediği küfür

Aile mahkemesinde çocukları dövüyorlar evvelemir, kuşların kanadı kırık



AÇIK İSTİHBARAT

Kıyamet saatini bekliyor mahalle, çarşı esnafı kesici aletler kuşanmış

Taşınacağımız tabutta inancımız yazılı, mezarlıkta yatacağımız taraf belli
Adliye girişinde şüpheli çanta, künyemiz mübaşirin ağzında vukuatlı çığlık
Hakkımızda en tehlikeli iddia baba adı; doğum yeri, tahmini ölüm tarihi
İlk sevgilinin açık bıraktığı yara, biri şu zavallı sonbaharı ayağa kaldırsın

El değmemiş yöreleri keşfe çıkıyoruz, öncü birlikler yiğit ve cüretkâr
Sürtündükçe ateş alıyor çakıl taşları, bu hünsa coğrafya yanıp yıkılıyor

Bulutlar hem dişi hem erkek, sular ne soğuk ne sıcak, aşk ha var ha yok
Rakamların ülkesinde sayımız bir eksik, toprağın hanesinde bir fazla
Şahitler cinayetin parçası, tuz ekiyoruz Kartaca'nın mağlup ovalarına
Dağın zirvesine tırmanıp oradan dipsiz uçurumlara atlayacak soysuz ahali

Tanrı keyifle seyrediyor son yemekteki kavgayı, ilahi hançer duvara saplı
Fukara gözler sofradaki boş tabakları talan ediyor, mutfak gergin
Alevlerin eli kulağında, yangın tez canlı, eşler delice meraklı
Piyasada çılgın yarış, yakışıklı adam güzel kadını ha öptü ha öpecek
Akşamın karanlığında temas, bankada tahsilat, arka odada bağırış çığırış

Yırt gitsin aile mahkemesinden gönderilmiş tebligatı, çıkart yüzüğü
Parmak izlerini sil tecavüzün üstünden, iniltilerin adresini değiştir
Seni uzak yapan sesleri ortalığa tükür ve başla konuşmaya, bak

Yoksul halkların maliyesinde nasıl da keyifle dans ediyor azgın kalabalık


YENİK TARAF

Yaşlandıkça kelimelerin arkasına daha sık saklanıyoruz
Köşeli harflere, ortalama sözlere, derin sessizliğe
Soluk soluğa koşturuyor geride bıraktığımız her şarkı
Masalların boynu bükük, manzaranın ışığı sönük
Üstümüze dökülen sular gecikerek öğreniyor üşümeyi
Sokağın işine gelmiyor yumruğunu çekip almak kavgadan
Sopalar telaşlı, bıçaklar atak, soruya itiraz eden parmak titrek
Adını duvara yazmaya kimsenin cesareti yok

Hay allah yine mi biz yenildik, yine mi bizim payımıza düştü sefalet

İlk darbeyi indirmenin peşinde ahali
Kayınpeder, alkışlarla kırıyor damat beyin kemiklerini
Komşular güle oynaya yırtıyor telli duvağı
İnsanlığa bir iyilik yap, diyor resmi nikâhlı şehir tabelası
Bir iyilik yap, sil kendini dünyanın küsuratından

Taşlar çelme atıp yere yuvarlanmasak
Kurtulurduk belki hayatı kâbusa çeviren yalancı şahitlerden

Sevgilim, elbette çokça yanıldık; ihtimal o ki daha da yanılacağız
Düşürme gözlerini boşluğa, çekidüzen ver pencerendeki görüntüne
Bu kadar uğraşıp durma sofradaki aksi bakışlarla, kaygılanma bu kadar
Gel, aklımızdan geçen cinayetlere kılıf hazırlayalım biz her sevişme öncesi


MEDENİ HÂL

Her sabah ajansta aynı anons, şehrin girişine asılı aynı pankart
Dikkat, dikkat; zorba sözcükler imla kurallarına uymak zorunda değil

Suratta kamçı izi, sırtta morluk; iç organlarda kılıç kalkan darbesi
Çocuklar anasının tarafında cephe nöbetinde, dağın tepesinde duman
Kayıt dışı ekonomi yükselişte, yaşamak biraz da kâr zarar dengesi
Başımızdan geçen aşklar bedendeki çürüklerden anlaşılıyor

Masanın tam ortasında patlıyor bomba, akşamın savunması zayıf
Konudan konuya atlıyor vahşi bakışlar; dişler korkusuz, sesler keskin
Buna da şükür, kutsal kâseyi kırmadan oturabildik sofraya
Gösteriş bitti, mevcut malzemeyle boş yere sürülecek ipotekli tarla

Buralarda bir yerde sulak ülkeler olmalıydı, kapısı aralık bahaneler

Kolonya damlatıyoruz suya, sigarayı geniş sarıp bardağı dişliyoruz
Evrim teorisi omuzlara tırmanıyor, derleyip toparlayın coğrafyayı
Sabıkalı rahim hangi suçu doğuracak, gelecek asır karar verecek buna

Tarlalar sararmış, mevsim hicran, şarkılarda hüzün hasadı
Gözünüzü açıp bakın; sorular dokuz canlı, sebepler dimdik ayakta
Bilelim; nedir bizi kendimizden geçiren, boşlukta ah çekip duran kim
Nasıl ödenecek bunca yüksek kahramanlık aidatı, zanlı nerede saklı
Yakalanırsak kimin adını verecektik; unuttuk, neresiydi aradığımız adres

Nereye gidecekse gitsin işin sonu, ağzın içi kanlı hesaplaşma bölgesi
Rüzgârın peşinde koşmaya devam, nikâh cüzdanı davadaki tek tanık



SON CELSE

Bitkinim; avuçlarımda dolambaçlı çizgiler, alyansta ağır zehir
Mahkeme kayıtlarında ne kadar öpüşeceğim yazılı

Hangi renge saklansam eninde sonunda buluyorlar beni
Hangi kokuya sığınsam öyle ya da böyle yakalanıyorum
Çekip alıyorlar ellerimi sımsıkı tutunduğum kelimelerden
İnsan sevgisi dedikleri afili yalan dolaşıyor damarlarımda
Hayalarımda seviştiğim kadınların tekme izleri

Ön araştırma ele veriyor, nafaka vaktinde ödenmemiş
Dava dilekçesinde tahrip gücü yüksek damga vergisi

Kış günü ortalık yerde aç açık yakalanıyor savunma makamı
Çamaşırın iç kesim yerlerinde suç unsuru, emniyet amiri gergin
Gömlekte bıçkın ütü izi, çelenkte yaldızlı şerit; takvimler mecburi şahit
Üst baş janjanlı ambalaj, cehaleti zırh olarak kuşanmış komşu kasabalar
Gündelik kabahatler eşikte bekliyor, soruşturma dosyası hayli kabarık
Adli tıpta bir süre daha inceleyecekler elbet ballı dudağın tadını

Efendiler, kızmayın akla yurt kurmuş edepsiz hayallere
Çıplak manzaraya şaşı bakmaktan başka çaremiz yoktu
Bu yüzden istediğimiz kadar konuşma hakkımız var bizim
Okulda, evde, işyerinde ırzımıza geçen insanlara dair

Ömrün sonunda bildiğimiz duaları birbirine düğümledik
Sırtımızı ölüme yaslayıp hayattan kurtulmaya geldi sıra



ÇALAR SAAT

Büyük zaferler çağırıyor bizi ve fazla mesai ücreti ve şef olma ihtimali

Karanlığın elçisi, gölgenin veziri, puslu sabahların ayyaş bekçisi
Bayram harçlığı, yıllık izin, işyerinden betona çakılma ikramiyesi

Ahali, ucuzluktan aldığı zevklerle nikâh kıyıyor; çağdaş tekliflerle

Aradığımız adres manzaranın dibine gömülü, kalkın
Yeryüzüne dönüyoruz, yakalama kararı çıkarmışlar hiçlik hakkında
Hâkimler çıplak, katilin kafasında bere çelik, hükmün gözleri çekik
Koridorda ağır sesler yankılanıyor, tahliye ediliyor müebbet çığlık

Törende baş köşeye kuruluyor bankalar, reklamcılar, teşkilat mensupları
Din adamları kıyamet için gerekli belgeleri dosyalamakla meşgul
Zebaniler taşıdıkları yükten pişman, işler kötüye gidiyor ahirette
Sağlam savunma hazırlamış araftaki fahişeler
Memur maaşları sevişme katsayısına göre hesaplanacak
Ev viran, çocuklar parası olan babaları seviyor

Saksıdaki renkleri değiştirmeyi yine unuttuk, yaz tahminlerden uzun
Ayrılığı ölçüyoruz, aramızda kimin en uzağa gittiğini bilen yok

Yol bitecek elbet, zaman usanacak yattığı derin uykudan
Kalabalıklar, suçlarını inkâr ederek kurtulacak medeniyetin elinden





MÜLKİYET RAPORU

Çıkarın hançerleri, herkes birbirine saplayacak yaşama kaygısını

Kafam bozuk, ellerim kurak, dil damağa yapışık
Kırk gün kırk gece aralıksız dövüştüm kendimle
Küfrettim anama avradıma; çok içmişim, belin alt kısmı sulak
Mülteciler, tezgâhtarlar ve komşular uzlaşmadan yana
Faili meçhul sözcükler haber uçurmuş semt karakoluna
Uzaktan kumandalı sesler çığlık çığlığa, demir ranza soğuk
Ağır tahrik var o son bakışta, kelepçeden iniltiler yükseliyor

Başkomiserim, bu seferlik affedin yasadışı halkları
İzin verin, nasıl isterlerse öyle boğulsunlar ıssızlıkta
Akşamın ve yolcuların renkleri nasılsa karanlık

Evin dört köşesinde el yapımı dört dinamit, ihtilalin eli kulağında
Gözün görüp nefsin uzandığı düşlere el koyacak kolluk güçleri

Benim değişmez kıblem kadının boynu; dudaklar, ardından meme ucu
Ayağım taşa takılmasa da yuvarlanıp düşeceğim elbet daha aşağılara

Getirin hatıra defterinizi, gül kokulu ilk sayfayı açın lütfen
Sıkmayın bacakları; katil eski eş, çevirin sayfayı, işte yeni sevgili
İdam kararında yakışıklı imza; akraba, tanıdık, eş dost
Karşılıksız senet, bir türlü bitip tükenmeyen alışveriş listesi
Gecikmiş taksitler, ödenmemiş aidat, reklam kuşakları

Bu rezil şehveti acemiliğe saplayın, tırnaklarda suç kırıntısı
Birbirimizi unutarak kurtulabiliriz bir tek içimizi kaplayan günahtan




EDEPSİZ HAFTA

Pazartesi sabahı önemli olmayan deniz ve iyot dalgası
Mesai çıkışı tüyden beyaz dokunuşlarla okşar martıları
Haftanın ertesine sarkan kabahatler çok çabuk anlaşılır
Çaresiz, alkolle avutulacak yine bu bitkin beden

Mağazalar insanların yalnızlıkla kesişme kümesi
Çekmecenin zulasında tehlikeli duman kütleleri
Kenevir kokusu saldırıyor şehvetli otel odalarına
Şehrin çarşılarında hep daha çok kazanma fikri
Kumsalda kaygısızca uyuyor şemsiyeler salı günleri

İnançlı biri olarak dua edin istasyon şefine, bakın
Oğlan oğlana yatağa girmenize kimse karışmıyor
Kız kıza dans etmeniz mesele değil arka bahçelerde
Baba parasıyla pahalı arabalarda intihar ediyorsunuz
Anneniz nafakasını sizin için saçıyor ortalığa, piyasa tedirgin
Ağır abiler tespih çekerek izliyor kalça hareketlerini
Kafese hapsedilmiş kuşların cinsel tercihlerini özgür bırakın
Bildiğiniz küfürleri çekinmeden savurun ortalığa, boşalırken kural yok

Çarşamba, çakıl taşının suçuna ortak; ahalide terk edilme korkusu
Güzergâhın tünellerden geçmesine müsaade etmiyor kutsal kitap
Ahlak yasaları, din kuralları, devletin emirleri; dur, kralın keskin bakışları
El âlem de farkında; perşembe, imanlı hâline imreniyor cumanın
İsyan çığlıkları ile sarsılıyor cumartesinin ilk saatleri
Sokak lambasını istihbarattan habersiz kullanıyor ayyaşın teki

Pazarın girişinde herkes biraz mahmur, güneşin üstüne siyah örtü serilmiş

Efendiler, bu elimizde kalan son pazartesi; izin verin
Ayıplarından utanan çocuklar ceplerindeki takvimle dönsünler evlerine




BİTKİN YURTTAŞ

Gençken çaldığımız her kapı batıya açıldı, tezgâhta bin bir çeşit korku

Okul sıralarında uykuya dalardı çıraklık günleri, başımızda hayat bekçisi
Daha ilk derste öğrenmiştik, acemiliğin zorunlu mezarıdır sınıf kavgaları
El yazısıyla sayısız kere yazdık aşkı ve yenilgileri yatakhane duvarına

Acıyı azaltacak atlaslar bulmalıyız sırtımıza aldığımız yurtsuzlar için
Küskünlüğe parıltılı sebep, ayrılığa bahane, göçmen çocuğa harçlık

Cami mahyaları çıldırmış, müezzinler ibadete çağırıyor resmi cinayetleri
Havra sokağında yorgun cumartesiler uyukluyor, uçsuz bucaksız katliam
Avluda yaşlı bebek ölüleri, tanrının temsilcisi, uzun nehirlerin laneti
Nedendir bilinmez, kiliseler ücra köşelerde sevap işliyor bir tek
Adalete dair söylentiler boş, mecburi hizmete yine fukaralar gidecek

Merak buyurmayın devletlim, vergiler geceleri de toplanıyor
Bankaların taşra şubesi çalışkan, öksüz kuşlar kafeste, asalet sağlam
Eylülde yalnızlık üflüyor rüzgâr, çekip gidiyor yılın son üç ayı
Ödevini yapmayan veznedar tek ayak üstünde bekliyor koridorun ucunda
Kırgınlık sonsuz; utanç, bu sonbahar göç etmeyecek sıcak iklimlere
Kesime götürüldü coğrafyanın en eski parçası, tarih yalanla avutuldu

Biz itiraf etmeseydik kim bilecekti zaten soykırıma uğramış ayın rengini

Vaktidir, yatak odasının payına düşen faizi bir miktar arttırabiliriz
Cepte nasılsa hep yanlış adres; toplu konut, zemin kat, kuzey cephe


TEMİZLİK KURALLARI

İçimizdeki düşmanın ne vakit döneceğini bilen var mı

Bakışlar kirlenmiş, sulara girin; bu iyi haber, üniformalar parlak
Ruhu temizleyecek çağıltılar eksilmedi nehirlerden
Gözler renkleri tanıyor, kulak olan bitenin farkında
Şarkılar hâlâ direniyor saldırgan kuvvetlere, bu daha da güzel
Utancı silecek şişeler tek tek sıralanmış market raflarına

Çıkarın üstünüzdeki resmi günahları, vatan için yaptınız
Ne yaptıysanız, toprak ve namus için; madalyaları yıkayın
Acıkmış olmalısınız, çorba hazır; mangalda orta pişkin harita
Bu bayrak size emanet, duayla başlayıp duayla bitirin günü

Çok gençtiniz giderken, epey yaşlanarak geri geldiniz
Yorgundunuz yola çıkmadan önce, yine öyle görünüyorsunuz
Durgun, sinik, ölgün; rüzgârın yüzüne tutkun, karanlığa mahkûm
Söyleyin, öldürürken hanginiz insaflıydı ötekinden
Kim daha derin uçuruma yuvarlanıyor uykusunda

Söyleyin, aranızda savaştan tastamam dönen var mı



SONSUZLUK NÖBETİ

Cephanelik tedirgin, gözetleme kulesi huzursuz
Girilmesi yasak bölgeler tir tir titriyor, ıssızlıkta kötü haber
Sırtlayıp sokağa taşıyın karargâhta saklanan şehitleri

Harbin ortasında kaldık kumandanım, üniformalar ıslak
Arz ederim, orada burada aklı karıştıran yıldız kümesi
Yenilmek olmamalı kaderi göğsümüzde açan ilk çiçeğin

Kendinize gelin, ne ara oynaştınız bu kadar düş ve umutla
İşiniz ne dünün görmediği sonranın güldüğü zorlu işlerde
İki siyahın arasına oturun, kim isterse o söylesin şarkının tekrarını
Ay ışığı nasılsa ayakta, susun ve örtün çaresizliğin üstünü
Pervaneleri takip ederek bulacağız en şefkatli ateşi

Çıkarın ekmek karnesine sığınmış coğrafyanın yetimlerini dışarı
Çıkarın en zalim silahı; devleti ve bayrağı, hudut çizgilerini

Gün doğdu, geldi çattı herkesin kendine taarruz vakti




VİLAYET BEKÇİSİ

Vergiden pay düşüyor aşure günlerine, etiketler çok sık değişiyor
İlkin devlet hissesi toplanıyor tarladan; süt, hükümet için sağılıyor

Sebze fiyatları artışta, silah alım dosyasında ekonominin sırları saklı
Kolluk güçleri okul harçlığına göz dikmiş, veliler müfredata yabancı
Emniyet yüklü bahşiş alıyor çarşı esnafından, fitre-zekât diyanetin hakkı
Filistin askısı uğruna devreye girecek örtülü ödenek, kolları sıkı bağlayın

Sınavda yararı görülür elbet sustalı bıçağın, farklı sesler ince kıyılacak
Hem nerede yazıyor hücredeki tazyikli suyun faturasını peşin ödemek

Kim bu, karakolda durmadan bağıran azılı haydut; aradığı cennet neresi
Kaldırımları söküp evleri yıkan bu gece düdüğünü üfleyen cahil de kim

Kapatın radyodaki cızırtılı şarkıları, yurttaşlık haklarınız uysal uykuda
Resmi tatillerde çamaşır ipine asılıyor kahramanlık marşları
Şişeler ve elektrik telleri yanlış yüzyıla saplanmış, kaçıp kurtulun
Tutukluk yapan harbiye nezareti tehlike yaratabilir milli duygularda
Pazar sabahını kullanma kılavuzunda yazılı tüm bunlar, ilerleyin

Özel kesim pantolon diktirdik mali şubenin terzisine, ağ yerinde astar
Sırılsıklam yasalar cuk diye oturdu nihayet sermayenin yağlı kucağına





UCUZ SEYAHAT PAHALI SON

Cildi gerdirip saçı boyatma devri, madalya takacaklar meme uçlarına
Kokonaların aşüftelik hakları askıda, parfüm hisseleri yine dip yapmış
Kıran kırana sürüyor güzellik yarışması; jüri birinci, seçmen kararsız
Geçkin sermaye ruju abartmış, işgal haberlerine sinirleniyor hünsa kuaför
Saçlar dökük, cilt pörsümüş, mihrap yıkık, minare solgun, surat mor
Kırkından sonra spor araba azgın teke işi; gömlek pembe, yürek kötürüm

Saçaklardan merak döküyorlar sokağa, her pencerede başka bağırış
Mahalli örgütler ilk defa şaşkın, halk köşeye pusmuş; şaklıyor kırbaç
Vurmalı çalgılar bu sefer haklı: Korkak renkler kendi içine saklansın
Kızıla kesmiş nehirler meydana yürüyor, her gözde ayrı zafer şifresi
Elde avuçta ne varsa onunla savaşacağız, dilde küfür ve lanet

Başmuallim, devletin faziletlerini tane tane anlatıyor yetim oğlanlara
Memurlar kanlı ayaklanmadan çekiniyor, isyancılar yeni alfabe peşinde
Eşkıyalar mevzi kazıyor şehrin girişine, hudut kapısı ardına dek açık
Mayınlar haritaya özenle işlenmiş, avluda geç kalmış hakikat
Arkamızdan koşturuyor yaşlı utanç; tanrı ve müminler şaşkın, katil tanıdık
Patlama sesleri bölüyor uykuları, toprağın hesabı hayli karışık

Ay sonunda muhasebeden fatura gelince öğreniyor sömürge valisi
El âlemin coğrafyasında babasının evi gibi dolaşmanın bedelini



KESKİN VİRAJ
Evde huzur kalmadı; tencere tavaya düşman, sürahi testiden alacaklı
Biraz sükûnet, biraz anlayış lütfen; Asya'dan Avrupa'ya geçiyor halklar

Ustabaşı kremalı kahve içiyor salonda, vinçler son sürat fırlıyor odadan
Acılar koridorda paketleniyor; balkonda fener alayı, pencerede ayrılık
Yükseldikçe yükseliyor binalar, tanrının tahtına göz dikiyor müteahhit

Epey sürer bu temaşa, her taraf çalgı çengi; zenne kimsesiz, köçek yetim
Paranın yörüngesinde oynayıp duruyor imanlı dansöz, zurna pek hevesli
Aydınlatma ışıkları, havai fişekler, hercai menekşe, işgal haberi
Namlunun yönü zevke çevrilmiş, midede çıplak uğultu, piyasada ucuzluk
Harekât başlıyor, siperlere girin, iş bitti bitecek; ahali uçurum kıyısında
Avuçlar yağmur duasına çıkmış; geceler kurak, eller çalışkan
Rahat durmuyor parmaklar, perdeler direnmeden teslim oluyor sabaha

Hükümet yol yorgunu olmasa müdahale edecek alandaki gösterilere

Çaresizlikten yeryüzü şekilleri serpiştiriyoruz sınav kâğıdının üstüne
Çatışmalı dağlar, teslim olmuş ovalar; parlak güneş, mavi kanatlı kuş
Kasaba esnafı telkâri ustasını boğazlıyor, ırzına geçiyor mahremin
Göç artığı şarkılar resmi dilde söyleniyor, köy adları pek sık değişiyor
Herkes şeffaf fanusta, herkes bir tek kendine komşu, herkes mutsuz
Altı numara ile dokuz numaranın yatak odasında güvenlik kamerası
Karton tabak baş köşeye kurulmuş, plastik tepsiler kalaycı çarşısına küs
Kurnaz patron mutfak tezgâhına gizleniyor, fabrika duvarları azametli

Söyle ey serkeş
Başın nasıl döndü ilk yudumda ve yine ne kaybettin meyhanede
Bu kavga, bu gürültü, bu açlık; ne bu tüm yarışlarda birinci olma gayreti

Biraz nezaket lütfen, hicri takvimler emekleyerek ilerliyor miladi zamana




TEKİNSİZ TEKLİF

Efendiler
Dilbazlara söyleyin çıplak kelimelerden ellerini çeksinler

Çarşıda başıboş dolanan adımları kaldırıp boşluğa at, bak
Kusur öylesine geziniyor ortalıkta, avluda duran ayıplar arsız
Ne yapsak ne etsek hanemizden ayrılmayacak bu şatafatlı felaket

Yol, içli sözlerle anlatıyor göç hikâyesini; kırgınlık yaşımızla akran
Mahalle sahipsiz, caddeler ıssız, evler karanlık; porselen demlik çatlak
Evde nefes olsa bu kadar sık soluklanmayacağız sokağın avlusunda
Dinleyecek birini bulsak utanmayacağız yanlış dilde konuşmaktan
Umurumuzda olmayacak mutfaktaki uçuruma düşüp düşüp durmak
Hiçbir işin ustası olmayıp acemilikte ısrar edecek pörsümüş bu ten

Adımız dâhil aynadaki manzara ve insandan korkmamız bundan
Hazır değiliz rüzgârla karşılaşmaya, mevsim yürümesin üzerimize
Kim bilir kim bekliyor çıkışta, yüzü çevirdiğimiz her taraf kör
Yılın en kısa günlerinden bu sefer de eziyet düşmüş unutuşun payına

Efendiler
Yazın artıklarına şarkı söyleyecek ağustos böceği her yerde bulunur
Nadasa bırakılmış tarlaya ağıt yakacak karıncayı çağırın bizden yana



BEKÂRET BOYU ÖLÇEN CETVEL

Azgın delikanlıların kasık kılları evlendikten sonra da uzar
Cennetin kapısında işveli bakışlarla bekleşir hafif meşrep kızlar

Hep birlikte hamamda toplandık; kesede natır, köşede satır
Zırnık kokusu kaplamış ortalığı; hakkımızda karar, kırk katır
Karşılıklı kurnalarda taslar bakır; kalpte ani çarpıntı, tıkır tıkır

Nehirler çağlıyor, su israfı yasak; yalayarak temizlenecek beden
Ateşte boy sırasına göre yanacak azınlıkta kalan halklar
Merak buyurmayın kraliçem, yataktaki her sözünüz keskin emir

Yıkanıp kurulanın; hanımlar, uygun yaprak bulun müstehcen düşlere
Teftiş heyeti sicil notu veriyor; dikkat, kırışıklıklar açık edecek saklı suçu
İnanmamıştınız kitapta yazanlara, işte karşınızda kanlı bilançonun özeti
Zebanilerin kucağında uslu uslu oturuyor insafsız banka memureleri

Delikanlılar kendilerine en uygun işi buldular sanayide
Kocalarının yanında rüzgâr kovalıyor sonradan namuslu kızlar




LOP YUMURTA

Hesapta yanlışlık olmalı, herkesin böyle özenli giyinmesi ürkütüyor beni

Gelin hep birlikte inanalım fincanda anlatılan bu tuhaf hikâyeye

Bağırsakları sıkıştığında ben yapmadım, der patron
Ordu komutanı resmi teminat peşinde, icra dairesinde gergin tartışma
Çocuğun senden olduğu ne malum, kışladaki cinayete kim şahit
Vergi memuru uzayıp giden küsurattan şikâyetçi, alacaklılar insaflı
Mahkemeler beklenmedik hüküm pazarlıyor, borcun vadesi geçmiş
Şirket muhasebesi cicili bicili deli gömleği giydiriyor ekonomi haberlerine
Mesainin ceketi ilikli, asansörde aynayla selamlaşıyor güvenlik görevlisi
Döner koltuğa ciddi adamlar kurulmuş, bakışları istatistiklere çevirin
Şefin göbeği makam odasına sığmıyor, buğulu bir ses yağmalıyor kâinatı
Devletin elinde rütbeli istihbarat, kuşkuyu çoğaltan nüfus hareketleri
Yazıklar olsun, bir türlü vurulduğu ülkeye düşmüyor şu acemi muhacir
Yüzde şüpheli çizik, ne mal olduğunuz gözünüzden belli, midede uçurum
Masada vatan sevgisi ölçer alet, sabıka kaydı boşuna çırpınıyor ekranda

Piyasa faizleri fazla istikrardan şikâyetçi, simsarlar elden ayaktan düşmüş
Akşam trafiği sıkışık, kendine benzeyene küfrediyor siren sesleri
Düdüklü tencereye saklanmış kalabalıklar havaların ısınmasını bekliyor
Köprü korkulukları haram, suya atlamak kabahat, derinde boğulmak yasak
Hesabı ortak bütçeden ödemeyi teklif ediyor hükümetin kurnaz sözcüsü

Ey Asyalı yiğitler, hazırlanın; bu çağdaş kıyamet sizin eve yaklaşıyor
Tanrıyı ve kendinizi aşağılama hakkının sonu, yürüyün kavgaya
Silahsa silah, yumruksa yumruk; kalkın, yaralar yarışacak yokuşta
Diz çökün, mazlum halklar imkânsızlığı kullanarak ulaşacak mümküne

Sormayı unuttum, ilaçları almadan evvel ne yemek istersiniz
Sarısı kayısı yumurta kalmış sabahtan, aç olanlar sofraya buyursun




ANAOKULU GEZİSİ

İnsana bir ömür yetecek umutla doğmak sağlığa zararlıdır
Çocuklar, sıra sizde; yüksek sesle söylüyoruz şarkımızı

Bankalar regl olduğunda
Sigorta şirketleri iş başındadır
Seferberlikte ikramiye dağıtır darphaneler
Doğum belgesine gül kokulu damga basar hemşire
Bayrak töreninde coğrafyayı çatlatacak aynalar çıkacak karşınıza
Suretinize dikkat; saçlar usturuplu, eller havada, yürek pır pır

Ülkemizin her yanı cennet
Hürriyet, müsavat, uhuvvet
Elbet hayaları şişkin hayat
Bin yıllık reklamdan ibaret

Dikenli teller oyuncakları kanatabilir, katrana bulayın topaçları
Koklayın, yanık insan bedeni tütüyor hâlâ yıkıntılar arasından

Efendiler, teftişteyiz
Kapatın hücrenin ışıklarını
Erkekler papyon takacak sünnet yerine
Kadınlar paylarına düşen ayıbı temizleyecek

Babalar bu ayın da ücretini ödedi; çok şükür, çark dönüyor
Annelerin kelimeleri özgürlüğe uzatması ne büyük gaflet

Zürafalar gökyüzüne tünel kazıp kaçmış
Maymunların götü doğuştan açıkmış
Karıncalar ön sevişme hakkını kumarda kaybetmiş
Kaplumbağalardan bu ay da kira alınmamış

Gülen elma bölümündeyiz, ağlayan narı gören var mı içdonunda
Her yanı ateşle çevrili vatan toprağı; utanmayın, anlatın o rezil rüyanızı

Fış fış kayıkçı, kayıkçının kayışı
Elde Zeynel Abidin cümbüşü
Şak şak şak, belde kızıl kuşak
İnsan denen varlık gölgesiyle düzüşen yavşak

Ulusal marş zamanı, arka taraftaki melekler göğe yükselsin
Kaygılanmayın, her derdin çaresi bulunur bu eğlenceli yolculukta

Erken yatarım, erken kalkarım
Kendi kıçımı kendim yıkarım
Durmak yorulmak bilmem çalışırım
Çalışmak özgürleştirir uysal çocukları

Yetimhane mevcudu eksiksiz terk edildi tel örgünün ardına
İkinci emre kadar mahalli bakışlara fındık fıstık atmak yasaktır




HALK GAZİNOSU

Kimse ölmez cephede; rakamlar şen şakrak, tören salonları çiftetelli

Oyuncağın parçaları eksiksiz, kutular fason imalat, ambalaj gıcır
Panik yok, terziler cenazelerin yırtık yerlerini dikecek
Ağız kilitli, solgun suratlar atölyelerde cilalanıyor
Tezgâhları süsleyen meyveler her daim temiz ve ütülü
Hasta ziyareti için alınmış buruşuk çiçekleri hesaba katmadık
Börtü böcekler her daim düşman nasıl olsa, karafatmalar dâhil

Coğrafya yanarken kedilerin korkusu olmazmış kuduz köpekten
Fareler, şimdi hangi ülkenin ambarında keyif çatıyor kim bilir

Genç kızların saçlarına taze papatyalar takılmış
Kömüre kesmiş çayırlarda otluyor anasının kuzusu
Bombalar tanrıdan hep daha uzağa düşüyor
Peygamber dünya işleriyle fazla ilgili
İnançlı ahali zamanın dışına kurmuş sahra çadırını
Füzeler kurnaz, zarar vermiyor cinsiyet fukarası meleklere

Yıkılacak kentlerden uzak tutun hatıraları, çocukları ve vicdanı
Kediler uykuda; çıkın yarattığınız cehennemden, bakın

Kimse ölmüyor kalbimizdeki savaşta, şehit sayısı artıyor bir tek



ZORLU GANİMET

Kâinatın başkentinde bir memur her akşam eve taze ekmek götürüyor
Dişlerin arasında unutulmuş bir deniz faciası, mümkün müdür bu

Cici kızın önünde tabak dolusu ihale, paketlenmiş çift sarılı omlet
Oğlan çocuğu caddede kırmızı patinaj, son model silindir hacmi
İri yarı egzoz, meşin koltuk, metalik şikâyetler, babayiğit dikiz aynası
Genç metresin kuytuluk memeleri çağla gıcırtısı, sürat felaket
Ha babam de babam, ha babam de babam, ha babam de babam
Sonsuz kere gidip geldik dünyayla ahiret arasındaki boşluğu, sayısız kere
Girip çıktık yasak bölgelere; müstehcen cennete, vefakâr cehenneme

Yumurtalar döl yatağında çatırdıyor, kalabalıkta tehlikeli patronaj
Vın, vın, vın; savulun, bu defa muhakkak fethedeceğiz edepsizliği

Mümkündür elbet uzun nutuklarla namusu temizlemek kapı aralığında
Sabahlar yakışıklı, ikindi güzel, yatsının hâli vakti yerinde
Sağlam giyinince kimse anlamaz gecenin ahlakını
Duşta arınmak ilk iş; sıkı kahvaltı, ardından misk ü amber
Fıs, fıs, fıs; açılın, tas tas vatan hizmeti bekliyor bakanlıkta

Uyandık; günaydın ey sefil ahali, sarışın pavyonun kraliçesi hâlâ akılda
Kendinize gelin, burası aile yuvası; yol üstünde karanlık tüneller silsilesi
Çıkışta uğultu, budur hayatın değişmez hakikati, yanardağ ağzında horultu
Resmi nikâhlı günah uyuyor yanı başımızda; kabul edin, gün dönüyor
Saatler ıssızlığın içinden sonraya gidiyor, herkeste geç kalma hâli
Çırpınıp duruyoruz trafiğin ortasında, evrak dairesinde hayli zor karar

Korkunun başkentinde pahalı rüyaları temize çekmek imkânsız ihtimal



HARAPHANE

Bir şeyler ters gidiyor bu ülkede halbuki bunu anlamış olmalıydı ahali

Bizim kız üst kattaki oğlana âşık, her karşılaşmada gözler şehla
Oğlan, emek vermeden düzmeye uğraşıyor milletin ağzını
Apartman boşluğunda ayaküstü iş pişiriyor kancık köpek
Patron başka dilde biriktiriyor sermayeyi, vergiyi ufak tefekler ödüyor

Çıktığı kapıdan evine dönen yok; dağda isyan ateşi, çarşıda eziyet
Yanlış tarafı tutuyor peygamber, din adamları süslü nehirleri ikiye ayırıyor

Kuşlar en yukarıdaki buluta tırmanmaya çalışıyor, eşkıyalar romantik
Tanrı devlete zimmetli, biz esmer kadınları seviyoruz
Havariler kutsal emirlerin fışkırdığı çatlaklara kurşun döküyor
Sınır karakollarını savunma peşinde en acemi harbiye nazırı
Duvar ustaları günü vaktinden evvel uyandırıp ön mevziye koşuyor

Toparlanın, gidiyoruz; kimsenin kendine tahammülü yok bu mahallede



GEÇ KALMIŞ YÜZYIL

Çocuklar, katlı mendillere saklıyor komşudan toplanan duaları
Büyükler, mülkü savunuyor; bayram oyuncakları perperişan

Seans sonunda dünyanın tüm sevişme biçimleri tutuklanacak
Borsa düşecek, eyvah; enflasyon çift hanelerde, trenlerde rötar
Panik yok, avuçta diri memelerin gölgesi, yenilginin fiyatı ehven
Sigorta şirketleri ile reklamcıları kırbaçlıyorum rüyamda
Dağın ardında isyan; aman allahım, silah yine mi erken patlayacak

Çatışma sesleri; yerde yuvarlanan bitkin umut, utanç ve mağlubiyet
Bilelim; bacaklarda koşturan bu edepsiz kim, yakalayın firari sevgiliyi
Yetişin, bu sefer de alnının ortasından vurmuşlar üreme organlarını

Geç oldu, olsun; berbere ulaştık, çekidüzen verin kasık tüylerine
Yumuşak koltuğa yerleşsin mabat; saçlar geriye taranacak, kaşlar hilal
Altın makas gümüş tarak, patlıcan moru göz; azıcık arkaya kaykılın

Erkekler kuytuya sığınarak kurtulmaya uğraşıyor aşk korkusundan
Ahali işin aslını bir görüşte anlıyor; ahlak, üçgenin uzak kenarı

Çekin elinizi yaranın üstünden, açık edin meçhul niyeti
Kesip durmayın cennete giden yolu; Usul, sen de yaklaş yanıma
Meraklanma, kalabalığa doğru yürürsek mutlaka cehenneme varırız



COĞRAFİ TEMAS

Dağlık bölgelerde kuyruklu doğuyor bebekler, nüfus idaresi tedirgin
İsimler yasak alfabeden fırlamış, sesler farklı dilin evladı, surat esmer
Açlık son sürat yaklaşıyor mutfağa, gelir dağılımı hiç sana hep bana

Üstümde dönüp duran bu hicranlı şarkı hangi fukaranın kederi
Gözdeki imkânsız bekleyiş kimin hayat hikâyesi, kim bilir
Nereye gidiyor şu yorgun argın yol, nerede mola verecek kurmay heyeti

Sevgilim, sen de ikide bir öyle buğulu bakma bana
Herkes anlayacak aklımızdan geçenleri

Coğrafya gergin, bu normal; tapu dairesinde gürültü patırtı
Kazancın saklısında tecavüz, cinayet, örtbas
Resmi kayıtlarda asayiş berkemal, gelen ağam giden paşam
Katiller, bayram sabahı yüzlerini külle sıvazlayıp çıkıyor çarşıya

Bak, başladığı gibi bitiyor her iş
Yola çıkarken yanımda kimse yoktu, vardığımda bir başımayım

Zil erken çalınca anlıyorum, tedavülden kalkmış cebimdeki hüviyet
Kediler sahipsiz, köpekler zavallı; kuşlar ürkek, avcı zalim
Memuriyetten başka hüneri yok mahalleye dadanan hırsızın

Günün sonunda kızlar eteğini kaldırıyor, oğlanların donu her daim inik
Kuyruğunu çöpe atıyor çocuk, adıyla birlikte lanetli dilini de unutuyor



SATILIK MEDENİYET

Sahipsiz ceylan yavrularını fuhuşa teşvik ediyor şehrin ileri gelenleri

Dünyanın gözü kara, mağazalar köşeyi hep daha çabuk dönecek
Şehirde vicdan imtihanı; bankalar, yağmur suyunda bayrak çitiliyor
Kumarbaz hırçın, yenilginin kazanma ihtimali sıfır, boşa zar sallıyor bilek
Haramiler vitrinleri yağmalamakla meşgul, barbutta hep yek
Tavlada sonsuz kere gele, her ne yapıyorsak vatan ve namus için

Bütün kayıpları tek seferde geri alacağız, rulette beş kırmızı
Çocuk ömrüyle besleniyor okullar, dostların hesapları karışık
Erken boşalmaya cömert teklifle yaklaşıyor kaldırımdaki fahişe
İnzibatlar bacaklarımızın arasında yakalıyor bıçkın kelimeleri

Ortalığa saçılıyor ilahi sır, altın ve gümüşle tazeleniyor abdest
İçinde adımızın geçtiği satılık ilanları, paranın temize çektiği suçlar
Cennet biletleri, kutsal kitaplar, sunak taşları; kulede davetkâr ses

Terk edin kaygıları, korkuyu bu kadar sık tavaf etmeyi bırakın
Kurtulun hevesten, kurtulun aşkı ve ahlakı kutsamaktan
Acımayın mağluplara ve mazlumlara, vurun yaralı ceylanı
Başka türlü rahat etmeyecek mahalledeki namus tüccarları




İPE SAPA GELMEZ MERAK

Tespihin başına cilveli imame oturmuş
Hakkında tevatür pek çok
Saklısında hem kız hem erkek
Alttayken cesur, üst katta ürkek
Gün ışığında suyun çatlağıyla ilgilenen yok

Bakışlar afet, öpüşler kıyamet, bacaklar umumi zayiat
Elden ne gelir, çarşafın altında âdetten kesilmiş geçkin afet
Gölgesi cennet ile cehennem arasına sıkışmış bir tür merhamet
Sular kılıfından fırlayıp menzile erişse netice taammüden cinayet
Bu yaşta önemi kalmamış hangi koza yakın hangi kovan ırak
Baş altında kaz tüyü yastık, kendini göklere vurmuş yaralı kanat
Tırtıl kelebek olup uçmuş, kimin umurunda ipek dokuma kalafat
Yatakta farklı esintiyi hatırlıyor saçın perçemi, rakip felaket
Belki tüm şehir durmadan bu sebepten çıplak, arka sokaklar ahiret
Fakat heyhat, nikâh masasında kalabalık bekliyor şehadet
O naz, o işve bitap edecek garip gurebayı; çare, ilahi seyahat
Dil, duaları doyurma faslında acemi; hafızın şarkısı hayli berbat

Tespihin başına çökmüş püsküllü imame hakkında tevatür pek çok
Gönül kime meyletti acep; oğlana mı kıza mı, bilen yok




KENDİNİ SEVEN EL

Kadınlar çıplak elleriyle sevebilir sulak toprakları ve tanrıyı
Zamanın boşluğa sarkmış hâlini; mağaraları, karanlığı, kuytuyu
Kim bilir hangi asırda fethedilmiş başkentleri, avlulu kervansarayları
Kadırgaların yanaştığı derin limanları, ağzı mucize ateşbazları

Biraz sessizlik lütfen, sarnıçta birikmiş suyla yıkanacak kapı önü

Gözler ha kapandı ha kapanacak, hatıralar koltuğa kurulmuş
Düşler sakin odalara taşınıyor, kucakta alevin en azgın hâli
Dünyaya sığmıyor tarihin dip uğultusu, kışkırtmayın ayvanın tüyünü
Elmanın ilk yarısında iddialı ısırık, ülkenin diğer ucunda çatallı hırıltı
Etek yırtmacında terbiyesiz hayalet, pazen kumaş hiçliğe uzanıyor
Rüzgâr tekneyi okşadıkça artıyor denizin yüreğindeki heyecan
Balıklar kaygan, ağlar buğulu, dalgalarda çıldırmış köpük

Dikkat, usulca anlatılan masalın sonunda yardım çığlıkları yükselecek
Bu hikâyeler öyle ya da böyle baştan çıkaracak acemi kahramanları

Dağlar yeniden ıssız, eriyen kar suları aceleci, yağmur hep hırslı
Kasıkta gök gürültüsü, tırnakta şeytan iniltisi, kâsede ergen meyve
Dil damağa yapışık; ha gayret, ön cephedeki dişler direnişe hazır
Dudaklar yapış yapış, parmak titrek, ağzın kenarında biçare soluk
Yolcu durmadan bardağın dibini yalıyor, yol ölesiye yorgun
Kuyular kovayı beslemekten pişman, çıkrık gıcırtısı kaplamış avluyu

Bir an önce öğrenin yeryüzünü ikiye bölen en uzun nehir hangisi
Atalarımız hangi savaşta kaybetti coğrafyanın en verimli bahçelerini
Ekmek ve tuz üzerine ant içmiş ordular nerede unuttu yiğit süvarileri

Kadınlar elbette sevecek bedenlerini yoksul vakitlerde, gece bitti bitecek
Sabah babanızın evi değil, toplayın ortalığı; bakın, gün yine erken uyanmış



JURNAL

Dip dalga sürükleyip götürüyor sahilin kumunu, taşın ahirete inancı zayıf
Tekneyi limandan koparmak zor olacak, vira bismillah, rotamız engebeli

Kadının etekleri düşman kuvvetlere teslim; dümen azgın, fırtına şaşkın
Acemi zampara sisli havalarda uzun uzadıya öttürüyor canavar düdüğünü
Ey halk, ey sefil yaratık; bilmediğin babaya emanet etme elindeki uçkuru

Kaptan, olacakları bin yıl önceden kaydetmiş seyir defterine
Mürettebat en bakir kıtayı keşfetme peşinde; gemi, karaya kulaç atıyor
Yelkenler okyanustaki en dik yokuşu sürünerek çıkmakta kararlı
Kürekler durmaksızın bir ileri bir geri, sancak soluk soluğa
Tekne, frengi deliklerinden boşaltıyor ambara sığmayan iksiri
Çürüyüp düşecek elbet ıssız adadaki ballı meyve, dallarda yalnızlık
Bunca yıl gelen ekmiş, giden hasat etmiş; ilk ısırık kuru dudağın hakkı

Gün boyu çilek ile didişiyoruz, vişne kiraz ikilisi gereksiz yere çekişiyor
Sağ salim dönenlerin çantasında ballı şeftali, kucakta kesmece karpuz
Sınır bölgeleri ateş altında, tapudaki kayıtlar değişip duruyor
Bağırtı çağırtı, bizde çıt yok; kan kustuk, kızılcık şerbeti içtik
Memleket ahalisi evin gölgesini siyaha boyayarak çağ atlayacak

Aniden aşağılara ilerliyor iniltiler; ah ile vah kol kola, seferberlik ilan edilmiş
Yedek ordular heyecanlı, parmaklar hızla dalıyor ballı çanağa
Oldukça tecrübeli tezahürat kaplıyor odayı; cesaret, cesaret, cesaret
Son bir cesaret, fırla ve sapla hançeri düşmanın böğrüne
Sen fethettin bu toprakları, sen toplayacaksın verimli otlakların vergisini
Senin kurak yerlerine değecek ıslak ağız, saklı hazine senin hakkın
Senin önünde eğilecek coğrafyanın inatçı halkları; dağlar, nehirler, rüzgâr

Mahallenin azılı dilberi mide kanamasından yatmış sedyeye
Göbek deliğinde üzümün sapı, kalça yarığında armudun çöpü
Sırtta dişlek havuç dövmesi, kendine kalıcı yuva arıyor mısır koçanı

Günahlarımın bedelini ödeyecek çeki yazıp usulca bırakıyorum masaya
Kurbanın boynunda dolanan bıçağı yolundan çevirmenin mümkünatı yok



RENKSİZ SU

Koyu duman çektik gece boyu, eşsiz cinayetler tasarladık
Başımızda bulanık ışık, avuçta edepsiz mesafe, akılda bakir manzara
Hayatımıza eksiksiz hükmetti bu kaygan su, bitmedi gitti tenin arızaları
Çaresiz, uykuda seveceğiz kadının gündüzden artan bölgelerini

Hamamdayız; vakit erken, ruh yakışıklı, suç ortak, çamaşırlar yırtık
Bakır tasla pişmanlık döküyoruz yalnızlığın üstüne, göz şeytani misket
Tam ortasından çatlıyor pörsümüş mermer, felaketin sebebi işgüzar hayalet
Kurnadaki suyla arınıyor yolu yokluğa düşen seyyah, kervan yine gecikmiş
Kahramanlar kızgın, atlar terli, heybede el değmemiş mücevher
Sarhoş tellak kafilenin yürüyüşünü keseliyor ilkin, ardından
Fedailerin cenge hazır duruşunu, yiğit kolları ve parmak boğumunu
Göbektaşı bir görüşte anlıyor kim ne mal, bıyıklar neyle hemhal

Düşmana yaklaştıkça yerinde duramıyor kuytuya sinmiş cengâver
Fırlayıp çıkıyor mağaradan azgın mızrak; ok, tam hedefe saplanıyor
Sisli ovalar her türden katliama tanık, çıkarın ölüm haritanızı açığa

Gecikmiş kızlar el âlemin ortasında kendi bedenlerini sıkıştırıyor
Cinler oğlanların koynunda çırılçıplak; piyade isyankâr, süvari uyanık
İlk seferde memeleri çiziyor çapkın bıçak, tende şatafatlı yara
Gök kubbe haklı, patronlar ipek peştamal giyince natırlar iktidarı kaybeder
Kapıda kuşku, sokakta gerginlik, çarşıda kötü niyet; piyasa toz duman

Kalabalıkta kimsenin dengine rastlama ihtimali yok, memleket karışık
Hanemizden uzak dursun böyle bir şehrin sevişme biçimleri



DERİN NEFES HAKKI

Çiçeklerle örtün dikenli telleri, çıplak kalsın ayıplar ve nöbetçi kulübesi

Hasat sonunda yakılan çayırlardan tanıdık iniltiler yükseliyor
Çalı çırpı toplayın, duman bulun uzaktan; dağdan püfür püfür yel
Çamları, gürgenleri, meşeleri; yetmez, onlardan yapılan topaçları
Topaç çeviren çocukları, o çocukları doğuran kadınları; her fırsatta
Şarkı ile uyuyan kızları, kavuşma ihtimali ile uyanan erkekleri
Ya sabır sevdalısı dudağı, kabına sığmayan yağız coğrafyayı
Denizleri alt üst eden fay hatlarını bir kenara dizin, söyleyin
Nedir bu herkesi esir almış korku, meydana çağırın kıyameti
Kader neymiş, kimin umurunda ahiret; ömrün son demi, ne gam
Sevişerek kurtulabiliriz bir ihtimal derimizi kaplayan çıbanlardan

Tarih izin verse herkes kadar anlayışlı olacak aramızdaki hudut kapısı

Gelin, yeryüzünün soylu katilleri ile hesaplaşalım
Diyetini ödediğimiz şehirlerde cesur adımlarla dolaşalım
Olan olmuş; göçmen kuş, avlunun ortasında tek başına yatıyor
Yemeğini bitiren her talebe farklı çukura uzanıyor mezuniyet töreninde
Ağlamayın, ağlanacak ne var; çıkarın üzerinizdeki buruşuk teni
Koparın yaranın kabuğunu, dünyaya boşalsın tüm cerahat
Çekin alın cenazeyi örten bayrağı, ölüye yüz sürmekten vazgeçin

Kenar mahalle kuralıdır, meyhanede olan meyhanede kalır
Şehit çıkmış genelevde ilk gece zina yapılmaz



DELİK RAHİM

Hazırım saklandığım mağaradan çıkmaya, her taraf kör ışık rengi

Tuzlu kayalara yaklaştıkça kılavuz gemiler eşlik ediyor ellerime
Oltanın ucunda sünnet parçaları, çok ayıp; bu nasıl edepsiz deniz
Balıkçılar süt dişlerinden yakalıyor avını; misina ürkek, kese patlak
Fincanın dibine pusu kurmuş kalabalık, sonramız yıldızlara emanet
Açın sokağın lambasını, perdenin arkasından bakacağım mucizelere
Benzerimle bu kadar oyalamayın; yorgunum, tülbentle örtün sesimi

Kırk günün ardı bahar; cephanelikte erken sayım, gökte gecikmiş şenlik
Namluda mermi kayıp; hatırlayın, kafamıza sıkmıştık yaşamak kaygısını

Emekleyen gülüş ayaklanıyor nihayet, kafesteki kuş uçuyor
Yeniden doğuyor sırası gelen, beşik sallandıkça mezarlık yıkılıyor
Yarına ait ne varsa usulca duruyor meçhulde, dilde dumanlı ıslık

Biliyorum; ölmek için gönderildik biz bu dünyaya, ölüme yakışmak için



TELAŞLI EL

Ustabaşı, pazartesinin girişinde merakla bekliyor ameleleri

Nakliyeciler terli, kamyonlar tedirgin, haftanın sonu boykot kararı
Genel müdürde gözler şehvet ve ihtiras; bilanço yorgun, hesap sakat

Savulun bre gafiller, vergi idaresinin işi yine kerhaneye düştü
Kubur taşına çökünce bağırmaya başladı maliye bakanı
Bütçe sıkıştı, ekonomik veriler kötü, cari açık yüksek

Harbiye dairesi vatan ve faiz üzerine yemin ediyor
Piyasa, kazanç ihtimalinin en altına oturtmuş işçi sınıfını
Tanrının seçkin vekilleri durmaksızın egzotik hülyalar kuruyor

Mahkûmlar sırıkla atlamaya çalışacak isyan ateşinden, cezaevi insafsız
Bu bayram da görüşe çıkartılmayacak firari keklik ile dağlı nehir
Yangından şöhretimiz kurtarılacak ilkin, asla eksilmeyen borç miktarı
Sırasıyla banknotlar, değerli metaller, madalyalar ve uygarlık

Çığlıklar göğün en şatafatlı koltuğuna yerleşmiş, teker dönüyor
Arka sokaklarda kavga gürültü, vurdu kırdı; meydana çıkarın cinayeti
Şehir dağınık, enternasyonal marşlar kilitli kutulara saklı, borsa karışık
Hatıralar kimin umurunda, terk edenler bir daha geri gelmeyecek
Susun ve kapatın cüzdanı, verilmiş sözleri unutun
Biliyoruz, cebinizde geleceği satın alacak miktarda nakit
Kesenizde altın, gümüş; kasalarda zümrüt, elmas
Rakamları üst üste koydukça içimizi acıtacak en babayiğit küfür
Nereye saklanarak kurtuluruz bu hengâmeden, kimse bilmiyor
Pusulalar hiçbir yeri gösteriyor, devlet başkanı kâinatı kaplamış
Hükümet ardı ardına sallıyor yumruğu, kan fışkırıyor okullardan

Polis, cumartesinin bahçesinde evire çevire dövüyor öğrencileri



AŞİKÂR SÖZ

Akrep riyakâr, yelkovanın hayatı bekleyişe adanmış
Belli ki bu yarışta da birinciliği pişmanlık alacak

Köylüler, edep yoksunu toprakları okşamaktan bıkmıyor
Çoban arsız, dünya umurunda değil sürünün
Körpe kuzu şan şöhret peşinde, fazla işveli bakıyor kocamış kurt
Gösterişi sevmiyor keçi, içinde ne varsa dışarıda o
Bulutlar sahtekâr, annemiz değil bu gökyüzü

Dürüst olalım, hiçbir katil şehirdeki kalabalıktan zalim değil

Alt kattakiler göğün tavanından aralıksız şikâyetçi
Kemiklerde inilti, her fırsatta yağlı hamur kullanıyor kırık çıkıkçılar
Arife sabahı derlenip toparlanıyor gündelik perde, ev nihayet ayakta
Meydanları kaplayan gri akşamlardan çekip alıyoruz ellerimizi

Akrep hile yapıyor, yelkovan yalan söylüyor; kime ne
Kelimelerden damıttığımız bu zehir bize bir ömür yeter


DAĞINIK MÜFREDAT

Dersin en zor sorusunu bize soruyor öğretmen

Kalbinize gizlediğiniz yenilmez kahraman kim
Karanlıkta yolunuzu kesen cengâverin niyeti ne
Nerede bu topraklarda adı küfürle anılan sadık millet

Aritmetikte yanılmışız, hayat bilgisi zayıf
Gurbete çıkan coğrafya karışık, cam küre paramparça
Dilimiz dönmüyor tezgâhta yanlış dokunmuş cümleye
Alfabedeki harflerin dizilişi doğuştan ters

Tesadüfün böylesi, hürriyetle ödeyeceğiz bu defa da borcu
Anlayışlı olun, gırtlağın gücü şimdilik yetmiyor isyana

Silkinip uyanıyoruz dibine yuvarlandığımız zorlu rüyadan
Öğretmen, tükürüklü kelimelerle bağırıyor esas duruştaki öğrencilere

Efendiler, üst sınıfa geçmeniz mümkün değil bu karneyle



HIRÇIN TABİAT

Bir tek en eski karanlık kalacak sonraya, kitap böyle diyor
En yakışıklı kargaşa, en kalabalık çatışma, en vahşi av partisi
Gece kaynıyor, buna şahidiz; kimse geçmiyor camın ardına
Bilen yok; nedir felaketin sebebi, kim kurtaracak bizi bu yıkıntılardan
Kim sonsuza gidecek kim boşlukta duracak, kayıpları kim geri alacak

Oturduğumuz binaya ters bakıyor mezarlık, hiçlik ülkesi kimin umurunda
Yakında öğreniriz; hangi ölü zengin hangi iş kârlı, dönecek olan kim

Kuleler birbirine saldırıyor; tutun, üstümüze serpiliyor göğün teferruatı

Fay hattında çatırtılar; aralıksız çalıyor çalışkan çan, herkes bir başına
Müminler sadaka taşının altına gizlemiş sahipsiz sevapları
Yanımızda çıplak çocuk sesi, sıkı bağlamak gerek torbanın ağzını
Fizik kuralları, ilahi inançlar; nizami biçimde dalgalanıyor dağlar
Kucağıma düşüyor komşunun günahı; hudutlar kapalı, zebaniler tetikte
İşte hücum borusu, kurmay heyeti, tören kıtası; işte uygun adım marş
Serviler bitişik kol hizası, manzaralı evler ‘hazır ol’da; aidat ödendi mi
Asansörler uysal katlara saplanmış, üflemeli çalgılar art arda ötüyor
Tehlike anında bas bas bağırıyor camekân, kapıya asılı tuhaf muska
Antik çağlarla birlikte çöküyoruz, hep birlikte alkışlıyoruz patlayan kolonu

Masada yarısı içilmiş bir kadeh kırmızı şarap, kanepede çaresiz bakış
Tabakta sert beyaz peynir, yerin dibinde sahte parıltı; kim çağırıyor bizi

Ezberlediğimiz en pahalı duayı okuyarak kurtulacağız moloz yığınından
Tanrıyı ve imar planını sorguya çekecek tabiat, coğrafyada yatay çizgiler



MESLEK ERBABI

Toprağı sıkıştırıp kerpiç yaptık, içimizde göğün şavkı; ha gayret

Kerpiçten duvar, duvardan hudut; cebimizde dağları arşınlama aşkı
Anlamak gerek, bizden çok önce başlamış meydandaki kavga
Bak, silahlar çekilmiş; kaçıp gitmeye izin vermiyor şehir ahalisi
Aynaların ıssızlıkta bir başına kalmaya tahammülü yok

Uhrevi bir şakaydı elbet tarif edilen ilahi ateş, dilin acı çeken yanı
Bütün o dünyalı eziyet ve mükâfat, parmaklarınızı hakikate uzatın
Alın size yeryüzünü talan fırsatı; fırtına ve yangın, elem ve keder
Vardık nihayet son istasyona; melekleri okşamak ayıp, kıl köprü terli

Efendiler, kıymayın el kadar sabilere; bırakın, yatakta dirilsin memeler
Kuruyacak kadar yaşasın bu ırmak, bulutlar sıkıp çıkarsın özsuyu

Huduttan ülke, ülkeden uçsuz bucaksız hapishane inşa ettik
Demiri ısıtıp çelik, çeliği büküp hançer, hançeri saplayıp yara yaptık
Alı al, yeşili yeşil boyadık; unumuzu eleyip eleği meydana astık

Cesaret edip kalbimizden kalabalığa uzanan kuleleri yıkmaya geldi sıra



ŞAN RENGİ

Durup bakma geriye, orada ne olduğunu görmüştün; bataklık ve leş
Kırıcılar, dökücüler, çöp toplayıcılar; cinayet biriktirenler ve sefalet
Katilin orada bekliyor seni, törenler ve mükâfatlar oraya yığılmış

Galeri kapısına sığmıyor soylu renk, kırda bayırda ebemkuşağı
Şahsiyetli sesleri duymuyor ahali, koltuğu kaplamış uyuz bir kedi
Güneşin yaş dönümünü bilse rahat edecek vitrindeki çay takımı
Eşyaların yönünü değiştirerek avutacak kendini porselen fincan

Ay doğmuş hanenize, üç vakte hatırlayan kalmaz fotoğraftaki ayıbı

Alkış tutanlara inansak sonsuzluk yağacak hükümdarın yürüyüşüne
Üzerinde böyle afili manzara olmasa asla ışımayacak bu anlamsız küre
Mazlumlar, sihirli tekerlemelerle aşacak dünyanın dipsiz uçurumlarını
Çekip vuracaklar alnının ortasından ıssızlığa saklanan uysal köpeği

Mikrofon yanlış elde, şarkıda tuhaf mırıltı, kalemin ucunda pespaye söz
Şairleri tasarlayarak öldürmenin makul indirimi olmalı ceza yasalarında




SON TAKSİT

Ölüm vaktinden evvel gelirse haber versin
Göğe en yakın daireye astık pahalı giysileri
Vicdanı satıp süs eşyası alacağız
Unutmanın karşılığı para yatacak hesabımıza

Toplantıda heybetli kıyamet ikram ediyorlar misafirlere
Sahnede uyduruk şarkı, masada çapkın bakış
Tezgâhta uysal dokunuş, ışıkta dalgalanan kumaş
Mezatta sıkı alışveriş, borsada yükselen hisse
Çarşı pazar ahlakı yokuş aşağı, rahata yatıyor beden

Göğsündeki rozeti çıkarınca çıplak kalıyor müdür
Tacı olmayan kraliçeyi tanıyan yok
Cehennem kazanına balıklama dalıyor akademisyen
Söyleyin, kimin ne işine yarar apoletsiz kumandan

Zil çalıyor, kapıda ateşten süvariler
Ocakta demli çay, kadehte kanlı su

Evi yüksek katlı muhite taşıyoruz
Her fırsatta ziyaretimize geliyor merhamet bekçisi





BEYAZ FELAKET

Sizin her daim kötü bir adama ihtiyacınız var, gözler şehla
Giysilerini çıkarmadan sevmeye uğraşıyorsunuz bakireleri
İnsafsız patronun hayalarını aralıksız okşamanız bundan
Kafanız çalışsın, sevaba girmek için ilk taşı atmak şart

Sizin her daim kazanacak birine ihtiyacınız var, eller kirli
Bu yüzden oy veriyorsunuz durmadan daha zalim olana
Bu yüzden saygıyla eğilip selamlıyorsunuz kraliçeyi
Tanrının önünde diz çöküp unutmak için yalvarıyorsunuz

Sizin her daim utanacak birine ihtiyacınız var, kulaklar sağır
Bilen yok, iskeledeki hangi baba kayığın uçkurunu çözecek
Bu dehşetli fırtınada gemiyi ilkin kim terk edecek, suyun kusuru ne
Kalkın ve suretinizi işleyin geceyi aydınlatan dalgaların ışıltısına

Bir tek kendinize ihtiyacınız var sizin bu şahsiyetsiz kalabalıkta
Fırlatın zarı kanaviçe işlemeli çarşafın üstüne, beyaz kirlensin
Gücünüz yetiyor elbet sizin bütün bu rezilliğe, bundan olmalı
Yaşarken başkasına ihtiyacı yok insanın, gidenler rüzgâra emanet




YANLIŞ SİHİRBAZ

Kuyunun dibinden yeryüzüne sıçrıyor göğü utandıran söz
Komşusunu öldüren cennete gidecek

Şark cephesinde itişip kakışma, manzara göz alabildiğine kanlı
Bir türlü bitmiyor harp talimi, genç erkekleri derine sarkıtın
Çiçek ekleyin şirketin hesap defterine, bilançoya renkli koku

İnsanlık yarı aç yarı tok, kurtlar sofrasında bir var bir yok
Müsteşarın cüzdanında dişlek tavşan, şapkada güvercin
Yağlayıp fırçalayın silahları; fincanlar dertli, yollar üst üste yığılmış
Hançer kırık, kılıç paslı, tüfek gergin; tanrının temsilcisi riyakâr
Cehennem büyük mükâfat; kazanç tatlı, tefeci şişman

Mendilinde tayyare saklıyor fabrikalar; çok şaşıracaksınız, insan kirli
Ağzından kuş çıkacak evliyaların, azgın kadınların kasıklarından ölüm
Kabul edin, en ufak bilgi yok; dünya niçin sabırsız, ahali neden ürkek
Anlayın, yenilmedikçe dost olmayacak kimse bir diğerine

Söyleyin, kediler kaçıncı kattan atladığında dört ayağı üzerine düşer
Nasıl oluyor da şehrin yükseğinde oturanlar her daim temiz görünüyor

Nüfus dairesinden yükseliyor hayatın kayıt dışı gerçeği
Yetimler coğrafyanın, öksüzler devletin hakkı





YORGUN DİYALOG

Ortalıkta dolanan en anlamsız soru düşüyor payıma
-Niçin durmadan öldürüyorsun kendini

Küfrün içinde kayboluyor bin yıldır aradığım cevap
-Dünyayı kurtarıyorum hep kendimden



gece karılmış kadınlar için


EPİK NÂME






KAYIP TEZKİRE

Babamı öldürdüm öğretmenim, bu yüzden geç kaldım yaşadığım yüzyıla

Gün biter bitmez fukara ayak izleri silinecek şehrin sokaklarından
Kadınlar ağıt yakacak karanlığa, kuytuya saklanacak ürkek köpek
Kavgayı kazanmaya yetmeyecek hafızaya kazınmış ses ve görüntü

Bunca emekle bizden saklanan sır ne; ayıbı, kusuru kulağımıza fısıldayın

Işık silip götürüyor gölgeyi; zor kabul ediyoruz, işe yaramıyor hakikat
Bizi yarına bağlayan birkaç çocuksu heves, yorgun sınır boyları
Estikçe coşan hastalıklı rüzgâr, mucize tohum ve eksilmeyen haz
Tükenmeye yakın bahar kokusu ve intikam hırsı ve siz haklı olabilirsiniz

Tanrı tanıdık biri olmalıydı, soyağacında ciddi boşluklar var

Efendiler
Unutun sonrayla buluşmayı, yasak medeniyete döneceğiz ilk fırsatta
Tanığı olmayan her kırgınlık bir başına büyüyecek öncenin rahminde

Duvara asılı tarih şeridinde uçurum, mevsimler arasında kanlı hesaplaşma
Avuçta harlı ateş; ay ışığı, yıldız parıltısı, yanık susam tarlası, çaresiz duruş

Ey cinayet ahalisi, ey soysuzluk ülkesi, ey edepsizlik abidesi
Umurumda değil adımın kıyısına yazdığınız şüpheli hüküm
Savurduğunuz küfür, taktığınız lakap, uydurduğunuz yalan
Öyle ya da böyle bulunur herkesin saklısında tarifsiz bir katliam anı
Sahipsizler mezarlığına terk edilmiş akraba veyahut yırtık gömlek
Çöplüğe atılmış oyuncak, kötü tesadüf, arsız bahane; insanlık hâli
Herkes utanabilir kalabalıklar karşısında heyecanlanan yerel sözcüklerden

Antik çağların arka sırasına geç otur çocuğum
Çabucak öğren, bu sınıfın mağlupları yetimler olacaktır her daim



YENİK HARF

Kelimelerden başka bizi mutlu edecek ne kaldı elimizde

Kavgada yumruk zenginiyiz, ilk patırtıda kuzeye saklanıyor kutup yıldızı
Olan bitenden hayat sorumlu; içli şarkılar, güzel manzara ve umut
Şiirlerin ayrık mısrası, filmdeki beklenmedik sahne, sevgiliye acemi bakış
Yol perişan, yolcu zararda; zar, şanssızlığa çarpıp yere düşüyor
Patlıyor silah, sıfırdan büyük hayaller kurmak gerekiyor bu kumarda

Tüh, yine mi yeşil çuha kazandı; anladık, bahtımız doğuştan kara
Bu zavallı beden, inanıp duruyor önüne çıkan uydurma her efsaneye

Mahalle korku içinde, durmadan sevinç öğütüyor talim terbiye dairesi
Muhtar serkeşin teki, ikametgâh belgesine yanlış yazılmış adresimiz
Şehrin atıklarına karışıyor hülyalı göz; içtiğimiz su, soluklandığımız hava

Efendiler; korkmayın, sözden başka silah yok kimsenin cebinde
İşiniz bitince ışığı kapatın, yüzdeki çizgilerden öğrenin sonraya ait olanı




AÇIK GERÇEK

Bu yer, bu gök; bu karanlık bizden önce de vardı
Bu ayrılık, bu küskünlük; elbet bu mazlum duruş ve bu loş ışık
Şu delikanlı bakış, şu yiğit el kol hareketi, şu benzersiz itiraz

Durmadan düzeltmeye çalıştığımız tabak çanak
Buğusunu keten peçetelere sildiğimiz şaşkın kadeh
Bir başına seyredecek bizi dünyanın yön değiştiren kaygısı
Bunca bulut, bunca hüzün, bunca felaket; yokluğa açılan bunca kapı
Gittiğimiz her şehre bizimle gelecek muhakkak bu ağır hatıra
Çöktüğümüz banklarda öylece bekleyecek elde kalan ömür

Avluda kavrulmuş keskin kahve kokusu, biberlerin dokunaklı acısı
Can eriğinin ekşi tadı, şekere kesmiş incir; akıl uçuyor arada bir
Neredeydik; kurumuş badem, dolapta unuttuğumuz kekre tat
İçimizin kuraklığını bitiren dertli kayısı çiçeği
Ceviz ağacının rüzgârdan uzağa dönmüş yüzü

Bu sözler bizden sonra da olacak, elbet bu yalnızlık
Mutlaka bu çekip gitmeler, her hâlükârda bu sahipsizlik

Öyleyse kim eksik aramızda, boşlukta salınan sesin derdi ne
Sokaktakilerin umurunda olmayan bu cenaze kimin hanesine kayıtlı



SABIRLI KIŞ

Kelimelerle süslüyoruz cenazeleri, taziye çadırında ağır koku

En yeni elbisemiz, en parlak iskarpinler merasim için
Koyu camlar örtüyor gözlerdeki kuşku ve merakı
Bulanık anlam düşüyor yere; kirli ses, aşınmış iltifat, çürük ihtiras
Hakikati bırakıp vaatkâr taşlara yüz sürmemiz bundan

Kaybettiğimizi arıyoruz her ne ise o ve her nerede saklı ise
Bulmak istediğimize sarılıyoruz ilk fırsatta, herkes küskün; ağıtlar
Geçmiş için yakılıyor, tanrının memurları maaş alarak çıkıyor minareye
Şerefelerde devletin ve bankaların gölgesi, avluda rengarenk seramik
Cennet ile cehennem arasına gerilmiş gösterişli afiş
Hükümet başkanının doğum günü kutlanıyor mahyada

Buraya bakın Asyalılar, şamanlar, şifacılar; yenik imparatorlar
Bu kötürüm medeniyet bitti, sorulara verdiğiniz her cevap yanlış
Unutmayın tarihte sayısız kere yağmalanan mezar odalarını, öğrenin
Hangi kasada korunuyor mücevher, kimdir hazinenin bekçisi; kabul edin

Ölüleri üst üste koyarak kimse ulaşamaz rahman ve rahim olana



SOĞUK DUMAN

Bunca yıl sakladığınız hevesi içinizde tutun ve evdeki yangına üfleyin
Aldanış ve hırsı, boyu posu devrilesi fesat edepsizce salınsın avluda

Çer çöp toparlandı, dip bucak temizlikte sıra
Çocuklar yaşlı manzarayı kenara istifledi, odalar tenha
Duvar boyalı, tavan arası ak pak, yeryüzü ferah
Yaprak ağaç dibine sığınmış, rüzgâr boşlukta uçuşuyor

Dünyanın merkezi daha da soğuyacakmış bizden sonra

Bir ihtimal herkes gergin, meydana yürüyüş asabi
Mağaza kapılarında uzadıkça uzayan kuyruk
Ağlamak kâr etmiyor vitrindeki cenazeyi ayağa kaldırmaya
Şehirde merak, mahallede heyecan, dışarıda telaş

Otobüsten inerken birbirine omuz atıyor bakışlar
Sesler iş çıkışı birbirini tekmeliyor tren garında, nedir bu acele
Çömelip durmayın ilk bulduğunuz gölgenin dibine
Ahali birbirinden öcünü alacak elbet, çarşı karışık

Kiminle sevişmişsek onun adını yazıyoruz ölüm kayıtlarına

Şehri temizledik, içimiz rahat; kıyameti kalabalıklar başlatacak
Salgın hastalıklardan artan kireci var gücümüzle sürüyoruz yaramıza



DAMITILMIŞ ACI

Her çıktığım seyahatte çırılçıplak yakalanıyorum kalabalığa
Hiç suçu yokmuş gibi usulca yürüyor hemen yanımda sonbahar

Cebimde sokakta tanıştığım her türlü zevk kırıntısı
Kadınlar ve alkol, günahkâr olma hevesi, perdesiz evler
Yarım kalmış öpüşmeler ve ilk bakışta saklısı görünen göz rengi
Derin nefes çekmeye hazırım ben çift kâğıda sarılmış gökyüzünden

Efendiler
Can yeleklerini boşuna fırlatıyorsunuz geriden gelen takvime
Hiçbir parçamız tam değil; akıl eksik, üst baş çıplak, yara açık

Ah, beni durmadan baştan çıkartan bu sonsuzluk fikri
Ah, bana yaşamayı unutturan bu arkası yarınlar
Güne dair bitmeyen arzu, sularda vurdumduymaz inilti
Şimdiyi durmadan erteleten ölümsüzlük ihtimali
Başımdan yüksekte kaldıracağımdan ağır yük
Avuçta yırtık umut, parmakta sökük hatıra

Biliyorum, ne bu vazgeçişler kurtaracak beni kendimden
Ne bu sıkıntılar izin verecek rahatça çekip gitmeme

Alın kalan ömrümü, oğul giysileri giydirin ve gömün hazan bahçesine



ÖNCENİN ŞİFASI

Sonrayı tamir ederek iyileştirmeye çalışıyoruz ruhumuzu, kemikler kırık

Dokunduğumuz beden çürük, çektiğimiz nefes ağır, içtiğimiz su gölgeli
Her defasında farklı yerinden çatırdıyor gök, bu sefer alkol yetmeyecek
Tren garlarında kulakları patlatan uğultu, koltuklarınıza gömülün
İşte namludan fırladı çekirdek; kafayı çevirip bakın, toprağa ilk düşen kim

Son uykusunu en uzak ülkede uyuyup kapımızın önünde uyanıyor merak
Manzaraya yakışan dil bulsak dayanamayıp ayaklanacak beşikteki inat
Nankör benzetmelerle anlatmaya çalışmayacağız geçmişe dair sıkıntıları

Sevgilim, sıra sende; at gitsin elindeki sözlüğü, alfabenin üstünü karala
Genzini ateşle temizle, meydana çıkar karnındaki en eski sırrı
Unut adımızın içine saklanmış sahte anlamı; vakti geldi, öğren
Bildiğimiz efsaneler yetmeyecek inançlarımızı inkâr etmeye, kabul et

Tarih iyileşmeden yatalak hiçbir hasta ayağa kalkmayacak



BOŞ KÜFE

Kalmadı üstümde o yiğitlik ateşi ve iştahlı o asi duruş
Elbet ağzın kıyısında uyuyan o şehvetli küfür
Zaman külle örttü mangaldaki közü, yağmur terbiye etti cahil alevi

Kan çanağı gözleri yuvasından söküp
Ortalığa fırlatacak kuvvet yok parmaklarımda
Yumruktan silinmiş zafer izi, yüzde solgun cesaret artığı
Terk edip gitmiş bedeni efsanelerden ödünç alınmış deli hüner

Bin yıldır kınında paslanan hançeri adımın yanına yazmayın artık
Kavgaları ve göğüs göğüse çarpışmaları çıkarın yürek hanesinden

Ne kadar översem o kadar hırpalanıyor o eski güzellik
Ne kadar okşarsam o kadar hüzün sızıyor o yaşlı yaradan, dur

Bu kadar sık hatırlama, unut dışarıda seni sabırla bekleyen destanı

Sevgilim, sen de süpür gitsin kuruntularını şehrin bakımsız tarafına
İnsana ait kırgınlıkları hesaptan düş, sancıyı ve acıları
Utançları ve eksiği, ay ışığını ve ayıpları olduğu yere bırak
Ezber edilmiş sözleri sil dilinden, giydiğin çaputları ortalıkta yak
Yıkandığın suyu ve çıplaklığı kapının önüne dök; kalk, gidelim

Evin bacasını yuva bilen boşboğaz leylekler gelsin bir tek peşimizden



DÖVÜŞ ADABI

Sırrını derine göm, örtük tut perdeyi, gözünü karartan renkleri kaldır

Cehaletin de bilmediği sorular olacaktı elbette, tetik ha düştü
Ha düşecek, karargâhta sonu gelmeyen savaş hazırlığı
Topçu bataryası sütre gerisini dövüyor, cepte birikmiş onca borç

Sana ne etrafı kaplayan sıkıntılardan, kuvvetini topla ve
Sokaktan geçeni ilk sen tokatla, kavgayı sen başlat
Yerdeki taşı al ve komşunun camına fırlat, kuşu düşür daldan
Gücün kime yetiyorsa ona saldır, onun yurdunu talan et

Kaybettiğin meziyeti bulamayacaksın bir daha yaşadığın bu ülkede
Eşyalar pahalı, insanlar ucuz; ev kiraları yüksek bu kokuşmuş şehirde
Mülteciler bayat ekmekle doyuruyor karnını, işçi maaşları icralık
Eller kazığa bağlı, tozlu yolda sürüklüyorlar kesik başı; şeytan şaşkın
Ölü artıkları saçılmış toprağa, gereksiz ümitleri göğsüne saplıyor çocuk

Işık parlayınca öğreniyoruz cevabı, nişangâhın niyeti alnımızın ortası
Hayalle uyuyup hakikatle uyandığımız mevsim bizi bekliyor karşıda

Onlara yaralarını gösterme, tuzaklarını oraya kuracaklar muhakkak




ASİL AĞRI

Babaların tarih öncesi her yenilgisi oğulların zaferi olacak yeni çağda

Hiçbir harf diğerine benzemiyor, hiçbir laf derdimize ayna değil
Ağızdan fırlayan küfrün eş anlamlısı yok eklemeli dillerde
Gülün taklidinin, karganın bet sesinin hayrı ne gül bahçesine

Yangın kulesi dayak yediğimiz tarafa bakıyor, taş kapı huysuz
Kalenin burçlarında tehlikeli bayrak, leş yiyiciler eşiniyor üstümüzde
Tuhaf kılıklı üç beş adam koşturuyor gecede, kavimler göçü başlamış

Sorduğumuz her sorunun cevabı geçmiş bin yılda saklı
Sonraya ait şarkılar boş umutlarla kandırıyor önüne geleni
Belli ki yanıldık; hükmetmeyi düşündük kadere, çekip gitmeyi

İşte tüm heybetiyle karşınızda duruyor etnik ağrılar
Yerel sancılar; kendine dolanmış iplik yumağı, sökük çorap
Ruhu işgal eden kaygı, işte sabıka kaydı ve acıklı halk hikâyesi

Söyleyin, her evlat sokak kavgasında ölecek diye kural mı var
Çocukların payına düşen eziyeti
Babalar hayatıyla ödemiştir belki de tarihin karanlık devrinde




ZORLU İNZİVA

Yalnızlıktan başka şahidimiz yok, birbirimize ne desek yalan
Çok sık uğruyoruz karanlığın evine, ne tarafa baksak orası en siyah

Karışmayın gündüzün uyanmak istediği saate, kuşun ötüşüne
Bırakın, kapalı kalsın dışarıyı bizden saklayan tahta perde
Uzanıp içinde uyuduğumuz kitap; sayfa kıvrık, düşler köşeye istiflenmiş
Yıkanın ve çıkın sudan, balıklar çoktan öğrenmiş tuzun tadını
Ağızda yuvarladığınız çatlak sesler boş yere kürek çekiyor kıyıya

Kayığın altındaki dalga yorgun; rüzgâr bitkin, yelken kayıp
Güneş sırtını tarlaya dönmüş, zahire çuvalı öylece çürüyor ambarda
Borçların vakti geçmiş, alacaklılar kapının önünde nöbette; ilkin
Vergi memuru çalıyor zili, ardından mahalle bekçisi; ev sahibi, tefeci

Biliyorum, kimsesizim; kimi arasam bin yıl önce taşınmış adresinden
Her fırsatta ıssızlığa saklanmak gözlerimi hâlâ çok yoruyor



ISSIZ MANZARA

Temizlenirken kirleniyoruz, kötü kokup irin bağlıyor beden
Bedeli gecikmiş her günah en zayıf anda sıkıştıyor göğüs kafesini

Bunu kim bilir kaç kere söylemiştim size, aklınız neredeydi allah aşkına

Durmayın, sıyırın kurbanın derisini; kimin gücü yeter gökten inen emre
Alıp götürün bu coğrafyayı evimizden; bu laneti, bu ağrıyı, bu yalanı
Takvimin karanlık odasında uyusun besleme ifritler, şeytan ve insan
Davut yıldızının mektubu ahirete ulaşmış olmalı, tuzlayın cenazeyi

Herkes öncenin topuğuna yapışsın, gün büyük gürültüyle dönüyor

Kibar bahaneler uydurun bin yıllık bu sancıya, kıvrımlı yolları ütüleyin
Cepte zulümle yazılmış kitap, saklıda kutsanmış şarap, elde kör bıçak
Tüm sahrayı ateşe verip kızıl sulara boğun toprağı, işte yangın vakti
İşte yaratılmışların en şereflisi, işte cennetten artakalan merhamet
Kenan ilindeki sevapları atın gemiden; gözümüz sır, gönlümüz hakikat
Kalanlara yanık tenli çocukları öldürtün şabatta, yorulanlar dinlensin
Unutun vaat edilmiş sükûneti, kumların kıblesi nasılsa yanlış taraf
Yusuf’u kuyudan çıkarmaya yetmeyecek ezberlediğimiz onca dua

İbrahim’in ayak izlerini takip ederek yurdunu bulmaya çalışıyor karınca

Yeter bu kadar uysallık ve inkâr, gizlendiği köşeden bulup çıkarın tanrıyı
Aynalara yaslanmak kâr etmiyor aramızdaki soylu nehirleri ikiye bölmeye
Soyunup kendi içimize atlayacağız en yüksekten, dikkatle bakın buraya


İLAHİ KARAR

İmparatorun duruşu heybetli, zafer büyük, coğrafya karalar bağlamış
Atlar çılgın, hiçliğe saldırıyor süvariler; bilen yok
Yerdeki kahramanı kim götürecek isyankâr dağlara

Sihir ve şifa koyduk hurufatın altına, istikameti tersine çevirin
Cennetin dolambaçlı yoluna sevap, yaradılmış olana halis niyet
Çayın taşına uygun mekân, dağın inancına yakışan kar
Kendini fanusa hapseden ışık huzmesine is ve duman
Toprağın rahmine parçalanmış cenin, sulara çiğ ses
Cahil ve âlim için aralıksız ikiye ayrılan kamer
Yumurtaya mucize, yolcuya tesadüf, yalnızlığa temaşa

Son duyduklarımızı kim dedi, önemi yok
Kim yürüyecek kafilenin önünde, belli değil
Adımızı silin kayıtlardan, duvara asılı bu fotoğraf bize ait değil

Kırbaç şakladı, başladı stadyumda taç giyme töreni, tanrı tahta çıktı
Alkışladığımız kelimeler ayakta, terli atlar bize doğru getiriyor o yiğit ölüyü




GÖSTERİŞLİ ELİF

Oturduğum banklara sustalıyla kazıyorum adımın baş harflerini
Aşkın suretini, yasaklı sloganları ve hayatımdaki kısaltmaları
Bir türlü peşimden ayrılmıyor sokağın bıçkın hüneri; Usul, kalk
Gidip başka mahalleye sığınalım, orada arayalım kaybettiklerimizi

Çocukların ağzında tumturaklı küfür; dağın taşı ayakta, sularda köpük
Telaş, arsızca voltalıyor geceyi; belli ki ters giden bir şeyler var ortalıkta
Ayrılık hakkını kullanacağız yılın bu en tehlikeli gününde, mümkün olsa
Kapıyı aralık bırakacak tuhafiyeciler, maliyetine satılacak beyaz patiska
Buğulu kelimelerle anlatılacak hakkımızdaki hikâye, yalan dolanla; izin ver

Herkes işine gücüne dönsün, dülger tornada terbiye etsin inatçı ağacı
Aktar, arayıp bulsun yaralara merhem olacak şifalı otu
Dellal istediği kadar bağırsın o lanetli emri meydanda
Biliyorum, kuyunun dibinde bizi bekliyor en derin masal; biliyorum
İbrahim’in bıçağından kurtulanlar er ya da geç kaçacak evden
İşsiz güçsüz melekler boş yere öpüp okşayacak yüzümüzü

Bir vakit daha sevineceğiz, bir vakit daha sırıtıp duracağız
Dünyadan ahirete geçen en kestirme yolu keşfettik diye

Şehrin girişe alfabenin ilk harfi kazınmış, geri kalanlar ateş içinde yanıyor
Ne biriktirmişsek orada; zaman ve mekân, gölgemiz ve bütün yüzyıl




DALDAN DÜŞEN KUŞ

Şehrin boşluğundan betona çakılıyor sesim, geri kalan her hikâye eksik
Peşinden koşturduğum hayal öylece bekliyor beni ücra bir köşede

Sokakta şaşkın duruş, duvarda şatafatlı yazı, törenlerde takım elbise
Keskin gömlek yakaları, ceketin jilet cebi; parlak plaket, kuşe kartvizit

Hatırladıkça başım dönüyor, hatırladıkça sarsılıyor göğün katları
Oracığa yığılıyorum; saksıda sardunya, çatıda alkış tufanı
Soyağacında evliyalar ve katiller; kalpazanlar, hırsızlar, müminler
Meğer neler yaşamışım kendimden habersiz, sayısız imla kuralı
Gereğinden fazla özür mektubu, geç kalma belgesi, kayıp ilanı

Düştüğüm kaldırımda benimle uyuyor adımın yazdığı borç senedi
Pencere pervazında akşam serinliği, sabırsız bahçe ve nazlı tohum
Balkondan mahalleye, geceden gündüze yayılan menekşeler

Anlıyorum
Bir kadını sevmekle bir coğrafyayı sevmek arasında fark yok
Ölmek, doğmaktan daha gerekli ülkeler ve kadınlar için





TANIDIK HENGÂME

Anlayın, coğrafya kader değil; kader coğrafyanın en çürük yeri

Kanat takıp yükseğe çıkalım, burada hükmümüz geçmiyor
Bu defa da hakkımıza en uzak mesafe düşmüş, cepte insaf artığı

Kim örttü gecenin üstünü; öğrenin, gün nereye götürdü yıldızları
Ortadan kaldırın yoksulluk işaretlerini, tencereyi ocağa sürün
Saat nasılsa bozuk, kimse bilmeyecek neler yaşandı zifiri karanlıkta
Eksiği olan kim varsa bizden tarafa sığınmış, rahat olun
Eşyalar unutkan, bittikçe başa dönüyor şarkı, hayat keşmekeş

Kadınlar mağdur, erkekler yenik, çocuklar ürkek; sofra dağılmış
Kuşlar kırıntı kovalıyor gökte; kursakta boşluk, gözde mesafe
Börtü böcek sırtını güneşe verip hiçlik diyarına yürüyor
Camda buğu, odada korku, dışarıda itişip kakışma; mahalle bağırış

Keşke vurup toprağa yıkmasaydık kardeşimizi ve mirastan ona kalanı
Talan etmeseydik; komşu bahçeyi, ağaçları, gülleri ve sözün anlamını
Tek atışta indirmeseydik daldaki serçeyi ayakucuna; kalkın, gidiyoruz

Coğrafya yağmalanıyor, payımıza düşeni alacağız



VAKİTSİZ ÖĞÜT

Yarayı sarmakta acele etme, korkma dövüşe dövüşe yenilmekten

Takati kalmamış bacakların; yine de kalk ayağa, silkin ve ayağa kalk
Kalk ve savur yumruğu, çırılçıplak küfrü bağır şu rezil meydana
Kim isterse onun olsun yarım yamalak aşklar ve bu azgın ibadet şekli

Ardımızdan yürüyen efsanenin hikmetini kimse anlamıyor; oh, ne hoş
Umurumuzda değil tarihteki ilk antlaşma ve ilk zafer
Bize ne kahvelerde anlatılan kahramanlık hikâyelerinin sonu
Hangi alfabeyle yazılmış bilsek ne işe yarayacak veda mektubu
Boşluğu kaplayan sefaletin sahibi bizden başkası değil, sen buna bak
Eziyet senin sofrana misafir, günün er vakitleri senin eline mahkûm
Ahalinin bıçağından kan damlıyor, suyu çekiliyor kırgın nehirlerin

İlk darbeyi sen indirseydin onlar yığılacaktı yere, seninle övünecekti dağ

Dünya yanlış dilde çağırıyor seni, öğren; hiçbir ülkeye sığmayacak bu ruh
Adımız tehlikeli, masallar yalan, ölülerin yanımızda olmaması büyük eksik

Yoldaki esmer taşı al ve rüzgâra fırlat, durdur gideni; kim olursa olsun
Gelenden umudu kes, kaçma; siperi kazmaya devam et, orada sar yaranı




MARAZİ AŞK

Uysal bir ırmaktım, sularımda kadınlar yıkanmadan önce; çocuktum
Aşkla karşılaştığım yüzyıla kadar, şimdi bana bir yaşama sebebi bulun
Tehlikeli meydanlara çıktım, yumruğum tüm kavgalarda muhalif
Gözümü kan bürümüş, elimden kurtulamayacak kenar mahalle şarkıları
Ahlak üzerine söylenmiş ucuz laflar, kutsal bölgeler, gençlik maceraları
Yokuştan aşağı yuvarlanan boş şarap şişesi, ispirto kokusu, sarma tütün

Birdenbire büyüdüm, dudaklarım çakıl taşına değdi, acıktım
Bayat ekmek kemirdim, ağzımı parçaladı küflü sesler ve paslı jilet
Taşrada otel tabelalarının önünde bekleşti amele sınıfı
İdrar kokan lavabolar, açlık çeken tabak; ne iş olsa yaparız abi
Küçük odalardan büyük adamlar geçti, taş olsa eritiriz birader
Aşçılar, bakkal çırakları, şirket çaycısı; efendiler, ezele ve ebede inanın
Sosyal gelişim teorisinde işsiz güçsüz aşiretler, ölüm Allah’ın emri
İhtilal şartlarını anlatan miyop sosyologistatistik ciddi iş

Bankta yalnız uyuyor coğrafyanın tiner çeken çocukları ve
Kendinden emin sokak kedisi, kükredikçe geçmişe dönen köpek; birden
Herkesin midesini bulandıran bir lağım faresi sıçrıyor masanın üstüne
Ahali, kardeşini katledecek kadar kibar; hırsız olacak kadar soylu
İkinciliğe tahammülü yok insanın; yemek takımları parlak, koltuk yumuşak

Uzak durdum kalabalıktan, iman için şart koşulan yemini bir başıma ettim
Lanetli harflerin peşine düştüm, saklı anlamın ardına; arkamda kurt sürüsü
Rastlantıya adımı sordum; adres, boy, kilo... Bakışlar zengin muhitle nişanlı
Caddenin ortasına fazladan çizilmiş trafik işaretleri, sonsuz bir dur kalk

Ayrıldım sıradan, şafak sökerken aşkın karanlık yüzünü gördüm kadınlarda
İçimde bitmeyen cinayet planları, işlediğim her günahı sevaptan çok sevdim





ÇÜRÜK KOKUSU

Yanlış durakta duruyor otobüs, ihtimaller sonsuzdan az ötede bekliyor

Şehir telaşlı, asfalt çukur, caddenin kıyısında herhangi bir elektrik direği
Tabelada birkaç eksik harf, cepte ne var ne yok masada; zaman emanet
Efsanelerden payımıza bir miktar kahramanlık düşmüş, bağıran biziz
İtiraz eden biz; arabalar kaldırıma ters park edilmiş, kimin umurunda
Trafodan kıvılcımlar sıçrıyor, aydınlanıyor meydana bırakılmış kuş ölüsü
Herkesle birlikte biz de gizleniyoruz; ev tutuşuyor, geç kalıyoruz mesaiye

Etrafa ahlaksız sözler serpmişler, yatağa döl; anlaşmanın şartı buymuş
Beden tükenmiş, hikâyenin sonu meçhul, heybede çıplak sorular
Unuttuk, geri dönersek kimin üstüne çıkacağız şu büyük genelevde
İçine boşalacağımız kuyuları nereden bulacağız, çıkarın kovayı ve ipi
Dipte yanan kutsal ateşi yukarı çekelim; yangın ihtimalini, iman ve küfrü
Çocukları ibadetten uzak tutun; devir insafsız, bakışlar karanlık
Cevap acımasız; tanrı çıksın odadan, tek başına uyuyacak inkâr

Şair, bilmiyor muydun ilkin seni alıp götüreceklerini; biliyordun
Öncede ne oldu, ne olacak sonrada; evvela kimi kırbaçlayacaklar
Dayanamayıp kim ah, diyecek ve kim boyun eğecek zalim olana
Bile isteye görmezden geldin yaklaşan fırtınayı, cehalete saklandın
Bir an olsun önemsemedin sana gönderilmiş onca işaret ve belayı

Siyahın içinde aramaktan vazgeç hakikati, nihayet bitiyor gece
Yaşama dair biriktirdiklerin yitip gitmiş, ellerin bunu öğrenecek yaşta
Gölgen kıpırdamadan bekliyor parçalanmış aynada, söyle
Oynaşmasın bulut, en uzak gök dahi duydu delirten o çığlığı
Kapılar kapandı, ardına bakmadan çekip gitti yanlış duraktaki otobüs

Yazık, insanları ürkütecek bir hurafe bile olamadık bu ömürde





UMUT TEDARİKÇİSİ

Azgın nehirleri yalın ayak geçtim, hırçın denizleri çıplak kolla aştım
Biraz beklesin fırtınalı sular; kıyıda fener, pencerede anneyle oğul
Hudut çizgisindeki yırtığı bulmam gerek, duvardaki pörsümüş deliği

Buralarda bir yerde gençlik hayalleri olacaktı, mutlu olma ihtimali

Sabıka kaydı kötü, kredi şansı bulunmuyor, parmak izi şüpheli
Ülkenin ıssız taraflarında hiç ücrete çalışıyor göçebe halklar
Zoru görünce şeytanın boyu kısalıyor, bulduğu kuytuya sığınıyor tanrı
Deli kuvveti sinmiş bileklerime, ilkin ben fırlıyorum kalabalığın içinden
İlk yumruğu ben savuruyorum, ilk taşı atmak benim payıma düşüyor
Göğsümde zümrütten zırh, başımda mermer miğfer; dilde inatçı yemin

Söyleyin, geçmişi temize çekmeden kim tamir edebilir sonrayı
Kim bilir bu defa hangi ahlaksız suçu yazacaklar adımın üzerine

Hazırım tüm felaketlere, kuma gömün çürümüş umutları ve cesareti
Ne olacaksa bir an evvel olsun, mazlumlar eziyetten memnun
Türbedeki sanduka ters dönmüş, ilahi ayıpları loş odalara istifleyin

Kutsal vakitlerde daha sık okşanıyor kasıklar, göbekte gereksiz delik
Çöpteki meziyetleri ayıklıyor hurdacılar; kâğıt, karton, ikinci el hayat
Sahibinin hayalarını ağzına alıyor azgın ahali, metal çerçeveli fotoğraf
Herkes birbirinin edep bölgesine uzatıyor elini, patron gülümsüyor

Meleklerin yüzü utanç içinde, bakir mucize kendi içine gizlenmiş
Parklar karanlığı avutuyor, salıncakta ahirete gidip gelen acemi sesler
Gecede karılmış kadınlar son vizite ücretini cennete bağışlıyor

Kendim dâhil kimseden korkum yok, kendim dâhil kimse kesemez yolumu
Kaçıp kurtulacağım hapsolduğum mağaradan, önüme en uzun rüyayı serin



HAFTANIN YANLIŞ TARAFI

Yere bırakın silahları; söyleyin, yetmeyen nedir hayata
Devlet, anneleri niçin tekmeliyor sokak ortasında her cumartesi

Onca yıl sonra dahi kabul etmeyeceğim kimi soruların cevabını
Zurnanın son deliği neden açık, nefes niçin hiçliğe yuvarlanıyor
Mümkün olsa çamurla sıvayacağım sesimdeki çatlakları
Yüzümden kopan parçaları tükürükle yapıştıracağım

Katilin adı adliye girişine yaldızlı harflerle yazılmış
Hırsız en kolay hükümet binasına saklanıyor

Çığlık çığlığa koşturuyorum başıboş kalmış köylerde
Geride tekmeyle kırılan kapılar, çatışma uzadıkça uzuyor
Kalabalığa sığınanlar bir bir vurulup toprağa düşüyor
Mazlumların ayağa kalkmaya takati yok

Annelerin niçin dövüldüğünü herkes benden iyi biliyor
Durmadan aynı sebeple dayak yiyorum ben de resmi tatillerde



ÇEKİŞME

Harbiye dairesinde ölümcül marşlar çalınıyor oğullar için, babalar ürkek
Annelerin bakışı ıslak, serçe delice korkuyor yaklaşan kanatlı fırtınadan

Sırasını değiştirmeden ikna etmeye uğraşıyoruz havarileri
Tanrı makamında öğrendiğimiz sır zafer tahtına oturmaya yetmiyor, söyle

Kime güzel görüneceksin bu halinle, kimin içini gıcıklayacak çıplak tenin

Taşlar bir başına inliyor; yağmurun keyfi kaçık, bulut kümesi dağınık
Gök üzerimize yıkıldı yıkılacak, toprak her daim biraz daha kavruk

Öğren, kendimizden sonra kimi öldürmemiz gerekiyor bu savaşta

Sular köpürmüş, hatıralar pılını pırtısını toplayıp peşimize düşmüş
Yaşadığımız yüzyıl kokuşmuş, akvaryumu balıkların anayurdu sanıyor ahali
Anlayın, tarihteki kardeş çatışmalarından sağ kurtulan yok
Coğrafyanın en kanlı savunması bu sefer de bizim payımıza düşmüş

Dağlı kuşlar sürüler hâlinde düze iniyor, oğullar bir daha geri dönmeyecek
Söyleyin, kapıyı böyle sert çalmasın rüzgâr; yaklaşan kışı avcı düşünsün



GÜNLÜK İBADET

Vitrine boy sırasıyla yerleştirmişler fahişeleri, giysiler gösterişli
İnsanlığa dair her yanlış farklı yarayı deşiyor, ses keskin

Sabah; kalk ayağa, renklerin uyuduğu manzaraya yaklaş
Buğday ek, ekmek mayala, az daha odun at ateşe
Çalı çırpıyla derdini yaz buz tutmuş nehirlere
Yarın ne olacağı kimsenin umurunda değil
Tohum çekinmiyor gökten, tarla teslim olmayacak yağmura

Öğle; eskiciler kapıya dayanmış, ahali şehvetle çöplüğü eşeliyor
Cepte şehri arşınlayan ikinci el ahlak, kaliteli iftira, hünerli kredi kartı
Çarşıdaki her tezgâhta benzer felaket; bilelim, raftaki kitapta
Niçin farklı lisanla anlatılıyor görkemli kıyamet, oynaşan kim sahnede

Akşam; ismim neydi, hatırlamıyorum. Bakışlarım neden koyu
Kime ne tenimin renginden, yüzümün aslı astarı yok
Öğrenmeliyim, bıyıklarıma kim astı bunca şüpheci cümleyi

Benden sonra kim oturursa otursun o parlak ışığın altına, ben büyüdüm
Koca adam oldum, içine sığacak mağaram var, nihayet kendime döndüm



RASTLANTININ SONU

Ölüler kılık değiştirerek dolaşıyor aramızda, hayattakiler maske takıyor

Tende sevişmeyi engelleyen yığınla arıza, yatağın kenarında boş sürahi
Kirli bardak; vestiyerde güne geç kalma kaygısı, trafikte sabırsızlık
Etin içinde işe yaramaz çığlık, kaybetme ihtimalimiz gittikçe artıyor
Apartmandakilerin tanımadığı yalnızlık pinekliyor pencere pervazında

Etrafa bu kadar ürkek bakmasaydık geçip gidebilirdik belki de köprüden

Sen yine de görmezden gel mahallede toplanan kalabalığı
Var gücünle koş, ara sokaklarda dönüp durma geriye
Eve varır varmaz çıkar üstünden korku ve vesveseyi, bak
Çocuğun ağzında yabani ıslık, patlak ses; gölge, karanlık, ecinni
Unutulmuş ihanet, intikam hırsı veyahut ortalığa saçılmış cam kırığı

Ne diye yaldızlı ambalajla kapladık şimdi biz bu çıplak vücudu
Kime yar olacak bu şehvetli dudak, kimin kısmeti bu süslü çarşaf

Avluda başıboş dolanıyor efsaneler, inançsız masal ve uyduruk hikâye
Gönlümüzün yarısı bu sefer de yenildiğimiz tarafta kalmış, bulutlar
Gök gürlemese de kendine kıyacak kadar iştahlı, toprak yine kararsız
Oğlan, babasının ayaklarıyla yürüyor; kız, ana karnında öğrenmiş yalanı

Sen yüzünü açarak gir meydana, kim olduğunu bir görüşte anlasın tanrı



NEMLİ ATEŞ

Al, kır elimdeki başıboş sarkacı; yere vur zamanı, parçalansın bekleyiş
Herkesin hayranlık duyacağı mucizeyi çıkar hapsolduğu fanustan

Hasta bir güneş geziniyor suyun üzerinde, arızalı hatıralar ve pişmanlık
Üst baş yırtık, iç organlarda sızı, kulakta gaipten gelen ses
Hayatımız umutsuz bir günah çıkartma biçimi, elde sarhoş kandil
Suçumuz bağışlansın diye çırpınıyoruz kutsal nehirlerin ortasında

Vakit tamam, diz çöküp iman edin başucunuzdaki meleğe; işte
Uçuruma fırlatılan kadeh sapasağlam duruyor orada, son damla şarap
Öylece sızıyor toprağa, hakkettiği dudağı bekliyor söz
Kuyunun dibinde içi içine sığmayan hayaller ve tereddüt

Ölüm korkusuna abanıyoruz ilk fırsatta, rüzgâra küfrediyoruz
Gece kötü kokuyor, günü kaplayan iniltiler komşuyu çıldırtacak
Hoyratça kullanıyoruz ahireti, şifa bulmak için taşları ısıtıyoruz
Evi terk etmiyor kırgınlık; ve mağlubiyet, ayrılmıyor başucumuzdan

Duvarda yine mi bizim fotoğrafımız asılı, saç kökleri niçin her eziyete hazır

Kalk, bak; insan soyu sefil yaratık, ne yerse yesin aç kalkıyor sofradan
Gurebanın payına çer çöp düşüyor, karanlığın payına cinnet
Hararet sırılsıklam kucaklıyor teni, vaktin gelmeye niyeti yok
Biçare yolcu sonsuzluk iksirini sunacağı nefesi boşuna arıyor

Tanrım, bırak ağır sular sürüklesin beni gitmem gereken tarafa
Al, at boşluğa fazladan verdiğin bu ömrü; kimsenin malı değil dünya
Söyle, adımı büyük harflerle göç yollarına yazan sen değilsen kim; söyle

Daha ne kadar yenileceğim, daha ne kadar ağrıyacak bu azgın et ve kemik




EN KOYU RENK

Yerin altında kim daha rahat soluk alır, sınıftakiler de bilmiyor bunu

Okul çantasında ne saklı, ilk cengâver kim; zulüm, hangi ülkenin vatandaşı
Bizden evvel kim yürümüş suda, ışığın yüzü neden durmadan geri dönük
Kitaplarda yazmıyor mazlumlar nereye gömülür, atlasların ortası hep yırtık
Müfredatta beklemekten usanmış cinayetin yan anlamını ezberliyoruz önce
Ardından masadaki silahı nefretle doldurup kendinize çeviriyoruz namluyu

Kerameti nedir, söyleyin; her fırsatta suratımızı tokatlayan rüzgârın, gelin
Acı çeken bölgeleri tarif edelim birbirimize; üzgün kokuları, kekre renkleri

Beyazdan başlayalım, tarihte oynanan oyunların sonu kötü bitecek
Sahneye deniz köpüğü çıkacak ilkin; arkada kar yanığı, süt kesiği
Komşuların dediğine göre kelimelerden ibaret değil eldeki ömür

Çözün öyleyse bütün gün boynumuzu kanatan ilmeği, kelepçeyi sökün
İşte tüm inancımız, işte eldeki tek itiraf, işte bütün yiğitliğimiz; işte bu
İndirin darağacından sevgiliyi, mahkûmların korkusu yok kürsüdeki sesten
Bu tüfekten, bu bakıştan, bütün bu bırakıp gitmelerden ve bu ısrardan
Ortalığa salın edepsiz lafları, aşk ve ahlak eksik olsun hanemizden

Bunu eziyet ve yenilgiyle öğrendik biz, yaşayarak ve görerek
Toprağın altında kahraman olmaya niyeti yok kimsenin



TEHLİKELİ ŞAHİT

Su akıyor, ateş yanık; eşkıya sabırla bekliyor son kez vurulacağı anı
Karargâhtaki saat nazlı, piyade taburu ağır adımlarla ilerliyor köprüde

Baştan belliydi teşkilatın taraf tuttuğu, sırası gelen şahit tedirgin
Kan grubu ve parmak izi elbet ele verecek suçları
Maktulün iniltileri bu sefer de açık unutulacak cinayet mahallinde

Namlular alev püskürüyor, bin yıllık yangın evin mutfağında başlamış
Füze rampaları kahraman, izli mermiler cengâver, savaşta insaf yok
Üstümüze çöken bulutlar ıslak, yüzü örten tül eprimiş eski
Süngüler şahlanmış, etnik çatışmalar erken yaşta silah talimi yapıyor
Biraz daha yatıp kalırsak şu keşmekeşte çatlayacak kılcal damar
Kalpteki odalar boşalacak; söyleyin, aklınızın bir türlü almadığı sır ne
Söyleyin; bu daracık göğe onca melek nasıl sığar, onca günahkâr niyet

Sudan çıkıp dağlara yürüyoruz, eşkıyalar ele ele tutuşmuş
Kış yatağına uzanıyor mevsim; gece yorgun, gün ağır, bahçe hantal
Etraf, pürdikkat seyrediyor kıyameti; toprağa düşen her yaprak sarı

Çekip gitmeli buradan, belli ki bu defa da kim vurduya gidecek coğrafya




YENİ GÜN

Biz bu sokaktaki en gösterişli günahız, bağışlanması mümkün tek ayıp

Gün kara, aynadaki görüntü pus, sihir bitti; vardır elbet her yokun çaresi
İskelenin üstünde yağmur gölgesi, rüzgâr esmese yetim kalacak tekneler
Arabalar geçmeyecek olsa caddeyi toparlayıp götürecekler, şehir aksi
Mahallenin tüyleri yolunup kenara istiflenecek; dal kuru, kök öksüz
Mevsimlerin serinliğe ihtiyacı olmasa yere yığılacak bin yıllık çınar
İpi boynuna takıp bekleyişin ardında sürükleyecekler taze cenazeyi

Biz bu yüzyıldaki en meşhur yanılgıyız; en savruk kabahat, en parlak suç

İstenen tarafa gitmeyi engelliyor kolu kopuk oyuncak ve ergen öğüt
Beşiğe sığmıyor beden, avuçta alev; parmaklar çelimsiz, dudak kıvrık
Giysi salya sümük, ağızda küfür sağanağı, ayaklar miskin ve hantal
İlkin hatıralar terk ediyor takvimi; ilk aldanış, ilk ihanet, ilk teslimiyet

Biz bu manzaradaki en karanlık rengiz, gecenin güne sızdığı koyu çizgi

Dinle soysuz serkeş, dinle düşkün ahali, dinle harap ve yorgun eşik
Tabakta leş artığı, rezillik kapı komşu; utanç tanıdık, azap akraba
Dinle arsız ruh, şikâyet edip durma; silkinip kalk esir düştüğün çukurdan
Ey tarla sıçanı, sıkıştığın delikten çık ve ambarın kapağını kemir
Zor da olsa öğren, bu korkak sefaletin hakkından kavga gelecek bir tek
Rastlantılar ters yüz edecek tarihin tersine akışını, inat ve ısrar elbet

Değil mi, sözcükleri yağmalanmış bu dilin en görkemli yanlışıyız biz

Ey taşları kırgın Kürdistan; ey mazlum dağ, ey gönlü geniş cesaret
Bize büyük aşklardan söz et, bir kerede anlaşılacak sırdan
Yürüdüğün sarp yolları tarif et, yangınları ve su yataklarını; hünerini söyle
Kavimlerin bata çıka ilerlediği geçitleri anlat ve nehirlerin verdiği öğüdü
Ektiğin tohumu, suladığın tarlayı, daldaki meyvenin tadını, içtiğin şarabı
Söyle, çocuklarını tuzakta nasıl unutur bir halk; sırasıdır, açık et derdini

Biz bu coğrafyadaki son mağlubiyetiz; öncemiz yara, sonramız kabuk



BAŞLANGICIN İNKÂRI

Yolun bu kadar zor olacağını bilseydik, bilseydik eğilmeyip kırılacağımızı
Çocukken, 1925'te, sokak aralarında başıboş koşturduğumuz o yaşta
Gül dikip diken derlediğimiz mevsimde, cepte inatçı aşiret adresleri
Belki vazgeçerdik biz de herkes gibi efsanelere bel bağlamaktan
Mucizelere inanmaktan ve iman etmekten dağın ardındaki soruya

Meçhulün ve öncenin işine yaradı cahiliye devri kuralları

Büyüdük; rakamlarla tanıtıyoruz kendimizi, çoklu sayılarla
Ondalık hanesinde özel anlamı var adımızın
Soyadımız küsurat olarak işleniyor şirket hesabına
Doğum yeri ve nikâh tarihi ekleniyor faiz oranlarına
Bırakıp gitmeye izin vermiyor banka hesabı ile şahsi takvim
Vuruşa vuruşa, öle öldüre çekileceğiz şehirdeki mevziden
Üzerimizde terli beden, boynumuzda kabarıp duran damar

Yanlış yazılmış günlerin cenazesini el üstünde çıkarıyorlar hayattan
Başta güneşi alt etmiş bulut, cepte tomarla kâğıt; ilk önde Şeyh Sait




YANLIŞ YÖN

Ergen kızların memelerini gül kokusu kaplamış, oğlanlar bakış fukarası
Bulutlar kadın kılığına girip bereket doğuracak tarlalara, işte bu mucize

Hava soğuk, manzara karlı, eşkıyanın cesaretini yokluyor fırtına
Söyleyin pabuçlara, soğukta üşümesin toprak; sabredin
Keçi yünlerini eğirip şayak çorap öreceğiz dağın karlı cephesine

Beden çaresiz, ruh coğrafyanın ağrısıyla uyumak zorunda
Dizlerin titremesi, gözün kendi yörüngesinde dönmesi bundan
İnadı bırakıp kendimizle barışalım, elleri bizden çelimsiz kimse yok
Görüyorsunuz, bu bahar da yenileceğiz düzenli ordulara
Yaklaş, hiç olmazsa bir kere yüzümüzü asmadan yürüyelim sulara

Mahalle mahşer, her köşe başına başka pazar kurulmuş
Kenar semtleri kaplayan sükûnet sağanağı, cüzdan fukara
Cepte haftalık alışveriş listesi, eteğin altında ucuz iç çamaşır
Gel, birilerine görünmeden derin koyaklara sığınalım; yorgunuz

Bir sevgili değil, bir vatan kaybettiğimiz için kırgınız doğduğumuz şehre




ÜMİTSİZ DEVİR

Dudaklarımı şehvetli öpüşmelere hazırlıyorum ben sona yaklaştıkça
Anlatılan masalın her satırı ezberimde; öğrendim, kayıpla bitecek gün
Yorgunum, gücüm yetmeyecek öncenin arızalarını tamir etmeye

Kelimeleri olmayanın ağrısı duyulmaz, diye bağırıyor seyyar satıcı
Ardından kesmece, diyor karpuzcu; kan, diye bitiriyor domates fidesi

Ey iflah olmaz çocuk sıra sende; sen söyle, bu kaçıncı yenilgin
Söyle, başımızın üstünde boşuna oynaşıp durmasın gökkuşağı
Çık her nerede saklanıyorsan, birlikte sevelim şu arsız sıkıntıları
Bak, benzerini görünce nasıl da heyecanlanıyor gurbet şarkıları
Adımızı nasıl da derin kazımışlar nüfus belgesine, incitme bekleyişi
Unutuşu hor görme, hırpalama ecza kutusundaki barut ve kavı
Yaran hâlâ açık, kendinden olanı tekmeleyip durma bu kadar sık

Bilen yok, sen de bilmezden gel; mutluluk, kabulün içinde saklı

Ey acının damıttığı sükûnet, ey kalbin sahibi kibir ve telaş, haz ve kefaret
Ey yalnızlığını kimsesizlikle büyüten saf aşk, basamakları çürük merdiven
Doğduğum sokaktan her seferinde korkarak geçtim ben
Öğrendim; insanın dili insanın kaderi, sözcükler değişmiyor zamanda
Sevgilim zifte bulanmış saçlarıyla durup dinlenmeden bedenimi süpürüyor
Kasıklarımda üstünkörü seviştiğim kadınların kederli hayat hikâyeleri
Ağzımda kokuşmuş tekrar; anlıyorum, benden başka yanlışı yok bu çağın

Toparlanmalıyım, göç başlıyor; bildiklerim yaşadıklarımdan ibaret
Farkındayım, bu aralar çok çabuk yoruluyorum kendime küfrederken




MAZLUM BEDEN

Sahipsiz kedilere tarif edin oturduğum evin adresini, köpekler ve ölüme

Sevişmeler nasıl da hızla kayıp gitti kucaktan
Boşluğa kanat vurup şehri terk etti tanrının muhafızları
Acemi bahanelerin izi de yok ortalıkta epeyidir
Hayatın gölgesi kaldı geride bir tek, kalenin yıkıntıları
Yaşananların tortusu, anıların artığı, kırık avlu kapısı
İşlemeli çuvallara saklanan buğday taneleri, başıboş tarla

Zamanı olduğu yerde tutabilmek ne mümkün
Kim zincirleyebilir gece ile gündüzü başlangıçtaki yere

Serserice dolanıyorum mezatta, satılacak malım kalmamış
Heybemde yiyeceğim kadar ekmek, elimde can çekişen mum
Unutulup gidiyor ilk aşka ipotekli bakış, matarada üç beş damla su
Acı çekmeli, utanmalı, yanmalı; başka hiçbir dil insan yapmayacak beni

Çıkardım adımı üzerimden, soyundum herkesin gözünün önünde
Yoklukta arayacağım artık bulmam gereken cevapları, biliyorum

Sokakta öylece durup bekliyor beni kimsesiz bir kedi, bir köpek ve bir katil



ARZ-I HÂL

Bırakın hanemizden çıkıp gitsin ağıt; utanç ve unutuş, kıskançlık ve fesat
Varlık sebebi, uçsuz bucaksız hesap pusulası, dünyaya gecikme ihtimali
Zor zamanda tanrıya ve gurbete yaslanan fukara şarkılar, şiir ve duman

Herkes kendi yurdunu kuracak nasılsa bu hengâmede, sabırlı ol
Sen de kendi ülkeni ateşe vereceksin vakti gelince, kendi evini yıkacak
Kendi adını sileceksin tahtadan, arkandan dua edecek boş alkol şişeleri

Sükûnete saklan; karşılıksız çeklere, dualara ve inkâra
Yarına ve düşkırımına, gözün manzarasını fazlalıktan ayıkla
Uysal kokular bu yana, keskin sesler diğer tarafa; elekte kalsın tortu
Süzgeçte posa; ekmek ufala balıklara, kırıntılar börtü böceğin hakkı
Toprağın ve göğün rızası yok israfa, nehirlerin vergisini öde

Bu kadar ürkme her cenazenin ardından bir başına ağlamaktan
Namludaki son mermiyi de sık meydandaki kalabalığa doğru
Üstündeki fazlayı atsan kendine ulaşacaksın, bunu herkes biliyor
Herkes bu yüzden korkuyor senden, senden uzak durmaları bundan

Ne yapsak ne etsek boş; bu deli, bu bıçkın ağları yükleyin artık tekneye
Çırpınmak gereksiz, surattan silinmeyecek yanlış işaretlenmiş takvim
Akraba olduğumuz ağrılar kopmayacak dikildiği bedenden
Kovulmadıkça kimse çekip gitmeyecek sığındığı oyuktan
Tanıdık bütün renkler siyahta misafir; gün ne vakit ağarır, bilen yok

İlk andan bu yana yaşamak harammış acemi sulara
Teknenin gerisinde koşarak yaşlanacakmış bu deniz ve bu dalga




ANKA

Evini terk eden her çocuk kendine gurbet arıyor, cepte tek ömürlük bilet

Geride kalan bir çift üveyik sırayla ötüp duruyor ağaçların arasında
Saatten emin olmak için aynanın arkasına bakıyor istasyon şefi

Ayrılığa yürüyen üç kardeş olduğumuz yazıyor oysa bozkırdaki kitabede
Küçüğümüz düşman kavmin kısmeti, ortancayı komşular mülk edinmiş
Sonuncu ana kuzusu çığlık, herkes gibi o da kendi cennetinde kahraman

Tozu dumana katıyor kehanete giden dört atlı, durmadan kaybediyoruz
Bacaklar ikiye ayırıyor yolu; çoğaldıkça çoğalıyor gök, sürüde otuz kuş
Kursakta tüy ve kemik, kolay ve imkânsız, az ve çok, tek başına mümkün
Ağızda ayrılık ve sürgün, suya serpilecek bekleyiş, avuç dolusu ıssızlık

Durup dinlenmeden sayılara iman ediyoruz; seslere, isimlere, eşyalara
Gün doğup batıyor, gün doğup batıyor, bir kere daha gün doğup batıyor
Hiç durmadan sürüyor ihanet ve yalan, epey önde sahipsiz bir cesaret

Yokluğun sarayında bu kadar dolaşmak yeter, gelin ışığa çıkalım
El ele verip kurtaralım gölgeyi ıssızlık ve kimsesizlikten, kuşkucu hazdan

Evi korkuya emanet ettik; bildik, yaşadığı toprak insanın tek gerçek tarifi


VARDİYA

Nefesini kesen kasveti çek at üzerinden, unutuşu yurt tut kendine
Hayat zahmetli iş, bırak öyle olsun; en çok komşular dövecek bizi
Yazık, elde avuçta uysallıktan başka hüner yok; iyi ki buradayız

Yeryüzünde; ekip biçiyoruz bu kıraç ömrü, yağmur yağınca ıslanıyoruz
Güneşe serince kuruyor kurtlu ceviz, kışı sabırla bekliyor en uzun gece
Altımız toprak, üstümüz ayrık; hayli yukarılarda ortakçı merak
Bizden sonra kim öpecek ballı dudağı, kim yaklaşacak o kırgın omuza
Kim sarıp sarmalayacak sevgilinin çıplak tarafını, bunu hiç düşünmedik

Açtığı mevsimde solacak karanfil; herkes öğrenecek, kime tapulu sevda
Ölümün küçük kardeşi olacak uyku, biçare sözler doğuştan yasaklı
Nehir kıyısında yarpuz, dağ içinde kekik, mağarada ibadet
Sırası değişecek elbet anıların, dallar kurudu kuruyacak; telaş etme

Yakında budanır zeytin ağaçları, yüzünü ışığa döner papatya ile yaprak
Aramızda uçsuz bucaksız mesafe; kıskanç bahçe, bencil fidan, arsız kök
Cebimizde ihanet eden harf, ağzın içinde yenilmiş şarkı nakaratları

Usulca üflüyor zaman, tene yapışıyor en eski sır, kimse anlamıyor bu dili
Başlangıç karanlık, bitiş şüpheli; yaşayanlar için yer ve gök hayli dar



BİTİŞ ÇİZGİSİ

Tesadüfen geçiyoruz köprüden ve çaldığımız her kapı hiçliğe açılıyor

İmar planı değişmiş, evin girişinde gişe; insanlar yoksul, nezaket pahalı
Kimse başlangıçtaki kadar yiğit değil; zaman, bir tek kendine kahraman

Kenara istiflenmiş bu sancılar kimin, hangi yalanla avunacak çocuk

Önde katil, arkada teşkilat; cinnet, şehirde koşturup durdu bir ömür
Oldu bitti, her ne ise aklı karıştıran; unutun yaşananları, silin avuçtaki izi
Taciz tecavüz, vurdu kırdı, herkes suretiyle oyalansın; söyleyin, ilkin
Hanginiz saygı duruşunda bulunacak savunma dosyasının önünde
Hanginiz pişmanlık bildirecek, kim itiraf edecek kod adını karakolda

Suçları kelimelerle işlemiştik, siz bunu zaten biliyorsunuz; günahları
Kabahatleri, tarihe geçmiş cinayetleri; masumiyete atılan iftirayı
Ayıpları, üstümüze yazın kimsenin sahiplenmediği o meşhur kıyameti

Çarşı pazarda harcadık hayatın küsuratını, günler ve hikâye hayli eksik
Çocuklar yaşlı ve eskimiş yakışıklı, fotoğraflar yanlış güzelliğe bakıyor
Şişeler tedirgin, şarabın tortusu koyu, geride kalan söz hükümsüz
Ahalinin cebinde gösterişli bıçak ve siyanür, ilk baskı imla kılavuzu



BULUŞMA ADRESİ

Evdeki cambazın kanaması bir türlü kesilmiyor, sarkaç salınmıyor

Efendiler, oynaştığınız çamur artıklarını nehre dökün
Fırlatıp sınırın ötesine atın gaipten gelen fukara sesleri
Unutun sonraya dönme ihtimalini, herkes başkasının iyisi

Hakikat mezarlıktan boy veriyor; buradayım, tam suyun kıyısında
Serpilip yayılmış zakkum, boy atmış selvi; soluğu kesiliyor münkirin
Cambaz memnun, tel gergin; gece, kendinden emin adımlarla yürüyor

İpek örtü yırtık, kristal kadeh kayıp; usturayla doğruyoruz sevinçleri
Bir şikâyet bir ızdırap, kendi sızısıyla yığılıp kalıyor sarhoş mutrip

İnceldikçe incelecek nezaket, vitrinlerden çalınmış dudak büzüşleri
Nefes alan kimsesiz ağız, alışveriş çantasına sıkışmış beden
Kaybolacak her daim yanımızda olan, bütün o gösterişli duruş ve unvan

Toprakta başlayan hikâye toprakta bitecek, söz kalacak bir tek geride
İçine doğduğumuz, içinde büyüyüp içinden uğurlanacağımız mucize söz


RENK KARTELASI

Kızların teni sarıya dönmüş, oğlanlarda vişne çürüğü surat
Annelerin kaygıları durup dinlenmeden kök salıyor kan grubuna

Çiftçiler tarlaya tohum atınca göğün altına branda geriyor komşular
Patron kızgın, ustabaşı kurşun akıtıyor mesai saatlerine, kulakta çınlama
Şehrin sakini her fırsatta sinirli; söz sinsi, küfür şehvetle fırlıyor ağızdan
Kasaba ahalisi düşmanıyla tanıtıyor kendini, memnun oldum efendim
Köylüler ilk ayıplarıyla başlatıyor soylu tarihlerini, o şeref bize ait
Koltukların hatırına kedinin tırnaklarını söküyor evin genç hanımı

Yüzümüze okunuyor hüküm, saçı kazıtarak bekliyoruz infaz vaktini
Boynumuzda coğrafi yafta, hakikat ortada, neysek o; biraz fazla esmer
Adımızı iğne oyasıyla işlemiştik oysa göğsümüzdeki nazik gergefe

Güneş gitmiş, etraf kara; küskün ülkeleri terk et, fırtınalı sulara at gölgeni
Körler için beyaz tarifinde bulun, duymayanlar için sesler icat et
Sıçra ve geç uçurumdan; bak, toprağa saklanmış mazlum bakış
Yukarıda yağmur yüklü bulut, çeşmedeki suyun kendine hayrı yok

Yol kırgın mı kırgın, manzaradaki siyaha anlatacağız derdimizi, ruh kurak
Gecenin renklerini ayıkladık, tohum ve yaprak, gün ağarana dek buralıyız



EKSİK BEDEL

İşlenecek suç bin yıllık yenilginin intikamını almalı, yoksa
Kınından ne diye çıkacak o küskün bıçak; korkma, söyle

Ahaliyi meleklerin iffetinden şüpheye düşüren havadis ne
Bilelim, şehrin neresinde çekinmeden uyur ucuz şarap şişeleri
İnsanlık katında sahici olan kim, hangi suyla yıkanır mevcut günah

Senden daha kimsesizim tanrım, yüzleşmem gerek hangi kavme aitsem
Söyle bana, başımızda çoban olmadan nasıl geçeceğiz bu kıl köprüden

Ettiğimiz bunca dua, dağıttığımız onca sadaka; fitre, zekât
O kadar ruh çağırma seansı, tövbe kapısında dilenip durma; boş işler
Kafesteki kanaryanın ötüş saati belli; biliyoruz, bülbülün sesi niçin kısık
Vitrindeki kristal bardak neden kırık ve kediler ne diye
Sürtünüp duruyorlar tarihin tedirgin paçalarına, köpeğin derdi ne

Sevgilim
Sil şu duvara kazınmış tahammülsüz sureti, sabrı çıkar odadan
Yarını beklemek haksızlık, şimdi tam vakti; al sök yüreği, anla

Ağızdan çıkan söz dünyayı değiştirmeli, susturmalı tüm çığlıkları
Bunca yıl boşa haykırmış olacağız yoksa meydanlarda bu lanetli adı




ESKİ HESAP

Şehir, üstümüze kanlı tükürüğünü püskürtüyor; kıyıda durmayın
Kavgaya yürüyeceğiz olanca gücümüzle; sınıra, koşar adım kıyamete
Karmaşaya ve katliama, yaratılışa ve sonranın tarif edilmiş meydanına

Sahibimiz çıksın karşımıza, bu canı kime borçluysak onu bilelim; bakın

Taşrada günü selamlıyor sabah ezanı, minarelerde tuhaf kalabalık
Resmi üniformalı memurlar ve kendinden olmayanı taşlayan müezzin
Çağdaş peygamber, bankaların işine yarayan tanrı ve kutsal kitap
Göğe aşağıdan bakanlara el sallıyor ulu önderin silueti, herkes korkak
Herkes cenazenin başında, herkes katil, herkes kirli; sular haklı

Boşuna akıp duruyorum soysuzluğun hüküm sürdüğü bu memlekette

Sevgilim, onları gittiği yoldan çevir ve sıkıca tut kollarından; onlara söyle
Yanlış taraftasınız, ölümden uzağa kaçarak kendine varamaz insan



UZAK AKIBET

Çok sık tavaf ediyoruz mağazaları, afişteki isimlere tapınmak pahalı
Şöhretin yörüngesinden kurtarmak gerek ağızdaki kelimeleri

Tuhaf iniltiler yükseliyor geceden, uzun kış mevsimi başlamış
Ortalıkta dolanan sabaha ulaşma kaygısı ve uzadıkça uzayan uğultu
Komşu çetelere esir düşüyor ergen merak, çatıda acemi tıkırtı
Ansızın kayboluyor kapının önündeki köpek, çıngırak pusuya yatmış
Genzimize çektiğimiz acı kahve kokusu, demliğin buğusu; çıldırabiliriz
Üstümüzde uçsuz bucaksız şaşkınlık, duvarda büyüdükçe büyüyen leke

Ölmedikçe bilen yok kıymetimizi, yaşadığımız zaman öncenin kopyası
El kadar ses bölüyor uykuları; anlıyoruz, şenlik bitmiş

Farklı dillerde konuşanlar kovulup gitmiş aramızdan, çiçekler solgun
Elimizden gelse üç beş dua okuyacağız sokağın ağırbaşlı taşlarına
İşimiz bu; mum yakıp hatıraları aydınlatmak, kederi gömmek en derine
Öylesine geçirmek günü, mümkünse unutmak hayırsız takvimleri

Ol, deniyor ve oluyoruz; ruhumuz el vermiyor daha yükseğe tırmanmaya
Bebeklerin ürkek gözleri kaldırıp çukura fırlatıyor yaşlı bakışları

Giysilerimi çıkarıp fırlıyorum dışarı; herkes mutlu, herkesin evi var
Anlıyorum tüm bu uğultular, bütün bu itirazlar bir tek benden yükseliyor
Bir tek benim ağzım küf pas, benim fotoğraflarım yırtık; kabul ediyorum

Ben yüzümü döndüğüm bu kıbleyi yolu yürürken buldum, yolda öğrendim
Aramam gerekeni; sahibimi, sözün anlamını, niçin hiç olduğumu ve sancıyı


MECBURİ YANGIN

Nüfus hanesine yuvarlanıyor çocuk, kimin neye inanacağı doğuştan belli

Neye iman edeceği ve hangi tarafta duracağı, kimin kapısına kul olacağı
Hangi camı taşlayacağı; ibadet saatleri, cenazede okunacak dua
Peygamberin rüzgârda dağılmış saçları ve ucuz fahişeler ve ilahi itiraf

Kahramanlık marşları söylüyor öğrenciler, ilk tokatı öğretmen atıyor

Gel, sınıra yaklaş; inkâra yakın dur, hapsolduğun zamanın kilidini aç
Uyanıp kurtul rüyası olmayan uykudan; gözler, sabahın insafına muhtaç

Dilin dönmediği her söz farklı cehennem eşiği, kapat radyoyu
Kitabın yalancısıyız; yolun gerisi cennet, yangın başlıyor damarda
Etinden usulca sıyrılıyor yılanın derisi; durma, tuzla uzatılan eli
Külle ov akşamdan kalma kanlı suratı, amonyakla temizlenecek ağız
Köprüler intihar için çok uzun, şarkıların ayaklarını yerden kes
Yükseğe sakla ilaç kutularını, zehri geç dişlesin paytak yürüyüş; kabul et

Bizim yurdumuz değil burası, bizi koruyup kollamıyor bu sinsi gök

Sevgilim, kiminle gülebilirim yeniden seninle güldüğümüz kadar
Kimin nefesi yeter içimdeki hüzünlü sesleri taklit etmeye; bak

Herkes bayram çadırında; kızlar dans ediyor, oğlanlar sonraya saklanmış
Kadınlar kocalar için ağlıyor, ateşbazın ağzındaki alevin kendine hayrı yok


İLK SEYYAH

Bu kadar çok kırgınlık katmamalı kimse aşkın hamuruna

Yitirdiklerimi boşuna arıyorum bu sahtekâr meydanda
Doğduğum ev yaralı, sokaktaki ses küskün
Mahallede bayraklar yarıya inmiş, bilen yok
Hangi hüküm insaflı hangi ülke şanslı
İnanmak zor; günah delice zevkli, hayat sıkıcı

Çıkarın kâğıt kalemleri, örtün mağaranın ağzını
Çok şaşıracaksınız, soruyu bu sefer biz soracağız

Söyleyin
Kelimeler olmasaydı çocuklar neyle öldürürdü babalarını, söyleyin
Burası değilse neresi yurdumuz, sevgili değilse kim tarif edecek bize yolu

Çıkın mutfaktan, kapatın ocağın altını
Bu kadar çok kavga koymamalı insan coğrafyanın ekmeğine




GÖÇEBE HÜZÜN

Kadınlar uğurluyor erkekleri, anneler oğulları
Kızlar, yiğit ve onurlu kardeşleri; yeni açmış gül
Var gücüyle koşuyor sonsuza yürüyen delikanlının ardından
Hatıralar bir başına, yağmur ve bahar kokusu yolculuyor kafileyi

Elden ele dalgalanıyor cesur bayrak ve bin yıllık intikam yemini
Marşlar, sloganlar, kol kola girmeler; öğrenin, nereye gidiyor cenaze
Bilelim, katilin adı ne ve neler oluyor tarihteki bu en lanetli günde
Kim sıkacak bizden sonra tahta çıkacak şehzadenin boğazını
Ahali niye bu kadar çok korkuyor kapıyı çarpıp giden hükümdardan
Boşluğa bakan yetimler neden paylarına düşen her eziyete razı

İçimde delice tepişen merak, aranızdan kim uğurlayacak beni




BOŞ MERAK

Babamız nerede, anneler bu heybetli kapışmaya neden yabancı
Korku azgın olacaktı elbet fakat bilmiyoruz herkes niçin köşeye birikmiş

Sığınacak bir kucak bulmalıyız kendimize, sırrı saklayacak kilitli sandık
Tarihin gölgesine çömelmiş asil kavim, övünmek için gösterişli soyağacı
Herkesin inanacağı rengarenk masal kuşları; güzel kadın, yakışıklı erkek
Maharetleri alkışlanacak evlat, örnek cinayet planı, temiz kapı önü

Söyleyin, niçin hiç durmadan yüzümüzü tokatlıyor komşu sesler
Bulutlar neden kuşku duyuyor gömüldüğümüz medeniyetten
Eksiklerimizi kim tam edecek, gördüklerini kim unutacak; hay allah
Annelerin boynu yine mi bükük, peki babamız bu sefer niye ürkek

Kelimelerle yazılması gereken isimleri rakamla yazıyoruz, kavga bitiyor



GECİKMİŞ VADE

Gün ışığı görmemiş bahaneler bulmam gerek yüzümü yıkamak için
Kelimelerin akıl edemeyeceği mazeret, gözden kaçmış af dilemeler
Belli mi olur, cesaret edip uçarım belki kendi kanatlarımla o düş ülkesine

Zamanı gelince kanayacak elbet kabuğu kalkmış yara
Sızlayacak muhakkak çatlak kemik; öğren, acısıyla övünen bu cahil kim
Kimin adını sesleniyor bu fırtına ve bu su, bu dağ ve bu kuytu
Unutmak hususunda niçin yarışıyor kenar mahalle hafızası
Biri yetişip tutsun ipin ucundan, yukarı çekelim dipteki utancı
Herkes öğrensin hangi allıkla boyadık bunca yıl yanakları

Babalar, oğullarını inkâr edince daha rahat dolaşıyorlar çarşıda
Oğullar, babaların ilk laneti olarak kuruluyor tezgâhın ortasına

Bir türlü anlamıyorum, herkes niçin vitrinde duran cesedi alkışlıyor
Niçin şaşırmıyor kimse olan bitene, kaybettiklerimizi nereye gömeceğiz
Mağlubiyet karşısında terbiyesini bozmadan oturan bu işgüzar da kim
Ahaliye uydurma masallar anlatan aceminin bizle derdi ne
Coğrafyadan üstümüze düşen borç ne kadar, yeni efendimiz kim
Hangi suçumuzu itiraf edersek gözüne gireriz devletin ve tanrının

Benim bu boşboğaz sebeplerimi senin kabul etmen imkânsız sevgilim
Senin eklem ağrılarını benim iyileştirebilmem mümkün değil
El sürmemiz yasak birbirimizin hiç durmadan talan edilen yurduna

Gel, çıkalım insanlıktan; kuş olup hayalini kurduğumuz kafese uçalım




ACEMİ AV

Taşların üstü başı neden ıslak; bilen var mı, toprak ne vakit kuruyacak

Kalbimizi yarıp tam ortasına bin yıllık hasret koymuşlar; gel, biz de
Acemi ağrılar serpelim coğrafyanın yükseklerine, göğü ikiye ayırıp
Ağıtlar yerleştirelim; kan ve küsurat, çocuk bedenleri, utangaç cesetler
Kamyon kasalarına istiflenmiş kıyamet alameti, hüzün ekleyelim zamana

Dağların ardında çığlık; dikkat kesilin, ön cephede parçalanmış dil

İşte kafiyeli bir masumiyet çağrısı; darağacı, baba-oğul-hancı
Kimyasal tatlar, eğri boyunlu karanfil; elma kokusu ve cenaze
Arka tarafta katliam, tehcir; en önde ütülü üniforma ile pamuk şeker

Hangi tarihte olmuştu ilk ihtilal, mahkûmları nereye yığmıştı hükümet

Gül suyuyla yıkayın ağzınızı, rastık çekin işgal edilmiş gözlere
Yağmur ortalığı dağıtmış; manzara hep kötü, yeryüzü hâlâ çirkin
İnsan pis kokuyor, yalanda yarışıyor evliyalar; su, zehirden ağır

Sabahleyin ilk biz uyanacağız, asla temizlenmeyecek ruhun örtüsü

Ey cesur kişi, ey rüzgâra tohum eken rençper; söyle
Hangi ağaçtan çıktı kendinden olanı yakıp tutuşturan çıra, bir ömür
Boşuna mı umut bağladık ateşe, hakkımızı söküp al yangından

Ey ayın dolgun yüzü, kurtar geceyi karanlıktan; ey idare lambası
Sıranı bekle, kelebekler senin şavkında büzülüp kalacak; ey bilge kişi
Söyle; hangi sözle anlatılır eksik olan, neyle kıyaslanır içerideki boşluk

Kendimizden başka hangi günah doldurur kalbimizdeki uçurumları





ARSIZ MEVSİM

Elde avuçta bitimsiz bir sonbahar; baharın gölgesi kısa, yaz huysuz

Seyredin, nasıl büyük bir ustalıkla koparacağız tek vuruşta
Önümüzde secde etmiş boynu, upuzun nehirlerde yıkanmış saçları
Ağız nasıl açık kalacak, gözden ne kadar kan sızacak

Kuyudaki suyu tülbentle süzüp içiyoruz, içimizde kumun ağır tortusu
Bekliyoruz öylece olduğumuz yerde, başımızda yaşlı ağaç ve
Konuşmayı zor öğrenmiş kırlangıç, bize doğru koşuyor kalabalık
İçerideki kiri sonraya süpürüyor yağmacılar, dudaklar sebepsiz kurak
Dilin altında tedirgin sözcük; korku felç, nefret parlak, yara kokmuş
Elimizde dindar fener, kentin ışıkları ha eridi ha eriyecek

Kabul etmeli, toprağın soğuk tarafında geçecek kalan günler
Bu hasret öyle ya da böyle çürütecek yatalak organları

Derde çare olur mu bilinmez; ortalık kış, etraf yalan, insan soysuz



İYİ Kİ DOĞDUN SEVGİLİ

Çocuklarından korkan babaları gönderiyorlar savaşa, anneler ürkek

Camlardan masaya yansıyan kırık suretlere iman ediyoruz, iyi bakın
Sağdaki yaratıcı, soldaki onun temsilcisi; aynadaki kim, tanımıyoruz
Evine vaktinde dönen cesarete cazip isim bulmak gerek, çare yok
Hayra yoracağız kan ter içinde uyandığımız rüyayı
İçimizde dolanan it uğursuz rüzgâr, resmi mühür, umutsuz imza

Tuhaf bir ses hükmediyor çarşıya, örtünün altına gizleniyoruz
Önümüzde kesik kesik soluyan nefes, ardımızda sahipsiz heves
Unutulmuş olanı arıyoruz tezgâhta; kaybolmuş olanı, olmayan olanı
İnancın üç, insanlığın dört, tahammül etmenin her şartını arıyoruz
Bu mahşerde, bu deli kalabalıkta, ortasından irin akan bu ülkede
Köpeklerin umursamadığı yakışıklı kediler yürüyor mezarlığa
Yorgun adımlarla çıkıp geliyor mahkeme kararı, hayatın reddine

Kimse annesinden yeterince uzağa gitmiyor
Sadece geç anlıyor babaların neyi aradığını bu kör karanlıkta
Hemşire, sonsuz bir özenle kesip çıkarıyor fotoğraftan ruhu
Sedyede kalan parçalar kendi başlarına da kırmızı akıyor bizden tarafa



ÇATIŞMA AHLAKI

Kendimizle bu kadar övünmeseydik yumrukla sınamazlardı yiğitliğimizi

Üstümüzde önüne gelene sürtünmekten iyice incelmiş ten rengi
Kılcal damarlarda nefti tortu, vicdanda dağınık leke, kolda ustura izi
Dilde bayat şarkı tekrarları, aşk sonradan eklenmiş bu kavgaya; inan

Şarabı böyle kana kana içmeseydik anlayan olmazdı uzaktan geldiğimizi

Mahallenin muhtarı gecenin ortasına polis çağırıyor, sesler meraklı
Film bitmeden patlıyor silah; herkes çıplak yatakta, bekçi tedirgin
Edepsiz hayaletler geziniyor evde, yalnızlığın soyunmaya cesareti yok
Gözler üzerimize çevrili, ağız tadıyla sevişmek ne mümkün; haklısın

Gömlekten kan sızmasaydı cepheden döndüğümüzü fark etmezdi ahali

Yemeğe oturduğunda dikkatli ol; bak, seyreden var mı ceylanı
Bırak, gölgen ıslak taşlara düşsün; sen resmin kirli tarafını temizle
Bedene bulaşmış ihanet çizgisini sil, avuçtaki felaket haberini yıka
Söyle, hiç olmazsa uyurken ellerini çeksinler bu mahrem coğrafyadan

Söyle, ayın örtüsünü açmasaydık kim görebilirdi suratımızdaki yarayı

Cenazeyi uyandırmakla uğraşma bu kadar; öğren, ölüler dirilmeyecek
Kimsenin alacağı kalmamış hayattan, eksiği de fazlası da yok kalabalığın
Zor da olsa kabul et, hikâyenin başında bizi terk edip gitmiş kurtarıcı




AVLAK

Herkes kendi ahlakına sahip çıksın bu keşmekeşte, kendi edebine
Eksik hesaplanmış olmalı şüphenin darası, terazinin bir kefesi boş
Bu temaşa bir vakit daha sürecek, kulaktan eksilmeyecek o çürük ses

Ne olacaksa bir an evvel olsun; hiçliğe razıyız, tek sığınağımız inkâr

Âşık olmaya uygun adres arıyoruz civarda, delice korkuyoruz
Yükseğe çıkınca; merdivenlerde başımız dönüyor, midemiz bulanıyor
Issızlık kokuyor etraf; her taraf avcı, her taraf namlu, her taraf fak
Nafile bağdaş kurup oturuyoruz suyun üstüne, sırtta devasa kambur
Yönü tanıdık kâbelere çevirip adları seccadelere dokuma vakti

Hakikatin gölgesiyle idare edilecek tüm gece, dibe çökecek onca iltifat

Ardımızda af dilememizi bekleyen melekler, karşımızda cellat taifesi
Boyun eğip secde ettiğimizi unutmuş görünüyor kıblemiz olan kâşane
Örtünün altına saklanıyoruz; ağızda riya, dilde küfür, gözde fesat

Durup geride kalan yalnızlığa bakıyoruz; renklere, en çok siyaha
İnsan bu kadar çok bulaşıcı inat saklamamalı sonranın koynuna

Yorulduk, usandık, yokluğa yüklendik; boşuna çöreklendik
Kelimelere, mucizelere ve ihtimallere; sevgiliye ve zamana
Rakamlarla daha rahat anlatırdık belki kim olduğumuzu
Pazarda kaç para, terazide kaç dirhem, şişede kaç kadeh

Tırnakta suç, avuçta kabahat, elde ayıp; sözler külliyen yalan

Herkes işine gelen tanrıya sarılsın, tapındığından medet umsun ahirette
Ben kendi fistanımı üzerime geçirip öylece oturacağım buradaki düğünde




ALDANIŞ

Yağmurun niyeti şüpheli, eziyet günün sonuna tuzak kurmuş; toplayın
Çayıra serdiğiniz sisli örtüyü, sabahın laneti bizden yana yürüyor

Kim bilir bu sefer hangi taşa takılıp yuvarlanacağım toprağa

Ey sesin koyu perdesi, ey cinayet mahalline gizlenmiş çığlık
Aklımızı çelen çağdaş zaferler ve parmak ucuna bulanmış sihir
Ey siyahın gölgesi; aldırma gördüklerine, bildiklerini unut
Ortalığa saçılmış cesetleri didiklemekten vazgeç

Cinnet tek başınayken de kafa tutuyor nasılsa ev eşyalarına
Çarşıda emin adımlarla dolanıyor varlık vergisi, gözler deniz manzaralı
Hile nasıl da yakışmış koynumuzda özenle sakladığımız anahtara

Açın veresiye defterini, borcumuz neyse ödemeye hazırız
Bu kadar kızıp gücenmeyin nezaket kurallarına, yasalara ve jandarmaya
İnsan göğsündeki düğmeyi söker sökmez dünya rezilliğe doyacak nasılsa
Söyleyin, mazeretiniz ne; söyleyin, bu defa hangi masala kanacak sevgili
Hangi yalana aldanacak gönül, sokağın savuracağı en ağır küfür ne

Benden yenilgiyi tarif etmemi istiyorsunuz, iyi bakın durduğum tarafa
Söyleyin, ne anlatabilirim size bu coğrafyanın hikâyelerinden başka




ÇARESİZ YOLCU

Ardımız sıra koşturuyor kum saati, bombanın fitili erken ateşlenmiş
Ahali sonsuz kere arıyor mağazalarda cennet bahçesini ve ilahi işareti

Sen evin içine çevir bakışlarını, şüphenin sorduğu soruya dikkat kesil
Bir tek sen bileceksin cevabı, temizlen kıyamete ilk adımı atmadan
Kendini sev, kendinde kâinatın tüm kaybetme biçimlerini

Nasılsa geciktin gün doğumuna, alevlere savur kadehteki şarabı
Silahın neyse çıkar ortaya, göster cam kırıklarıyla deşilmiş yaranı
Yüze fazladan atılmış dikiş, ağızda peltek dil, bilekte derin çizik
Perdeyi aç, sokağın rengini eksik etme çatıştığın manzaradan
Öğrenme yaşın geldi; bil, üstüne çöken medeniyetin nefesi kokuyor

İzin ver, yaşadığımız mevsimleri ezip geçsin ah ile vah
Zor da olsa intikamını alsın hep ile hiç; yangın mı, diyordu birileri
Bir şehir, bir ülke veyahut bir coğrafya yangını
İşte çıra ve orman, barut ve kibrit, fitil ve dinamit; bırak
Yıkık duvarlara nakış gibi işlensin bu sahipsiz çığlık

Mabetlerde mucize arıyordun, ayağa kalk ve aynaya bak
Cüssesi senden iri mucize yok, toprak altında kalan her parçan çürük
Kendinden başka dostun, kendinden başka düşmanın
Kendinden başka ayıbın kalmamış; aldırma, insanlar bayağı
Dil puslu, vaatler yalan, yurdun cehennem, suratın kanlı
Artıkları sıyır kemiğin üstünden, kılıfına sok bıçağı, elini yıka
Cüzdanında sakladığın senetleri yırt, küflü hayalleri kaldır at çöpe
İşlediğin günahları uçuruma fırlat; sonbahar göründü, renk hazan
Selamlaştığın herkes üçüncü mevkide gidiyor gündelik işlere
Sabah, akşam ve öğle ve imsak ve yatsıda tersine çalışıyor trenler
Tanıdık tek yanlış olmak yakışıyor surattaki inatçı gülüşe, kuşluk vakti
Dışarıya saçılmış ölüleri süpürmeye devam et, senin işin bu

Bildiğin en iyi iş kendine inanmak, bir an olsun vazgeçme kendinden



MİRAT-I MÜCELLA

Tavsiye edilen mutluluk reçetelerini denedim, soğukta yandım
Ateşte dondum; sabırsızım, buluşma vaktini beklemekten bıktım
Bir kez olsun yüz vermedim azgın kalabalığa

Payıma kelimelerin yanlış anlaşılmış tarafları düştü

Kalbimde kusursuz intikam planları
Ayaklarımın altında bitip tükenmez boşluk
Avuçta bin yıllık kuraklık; çaresizim, suratta aceleci merak

Ağzımda âlimlere yakışacak saflıkta soru, dilde zırcahil cevap

Bak, bu yaprak; diye bağırdı mevsimler ardımdan
Bu da yaprağın damarı, etraf sırılsıklam; bu çığlık
Bu, saçlarını yıkayan kan ve irin
Bu, tenini lime lime eden asit ve ustura

Etrafa dikkat, cesaret önde korku arkada
Soyağacın koşturuyor meydanda, en geride sen
Çocuklar, babalarını öfkeli itirazlardan tanıyor
Anneler hakikatle araya samimi siperler kazmış, korkak koruganlar
Gece lambaları, deliliğe düşkün şiirler, oyuncaklar ve sınama şekilleri
Bütün suç zamanın ruhuna yüklenmiş, oh ne büyük rahatlık

Ben her zaferin, her bekleyişin, her gösterinin bedelini sükûnetle ödedim
Sırtımda kendimden gayrı yük kalmadı, sığınaklarım çöktü
Kahramanların adını öğrenmeye niyetim yok, merak etmiyorum sonrayı
İstesem cinayet işlenmiş tüm sokakları tek başıma arşınlayabilirim

Cilalanmış bir ayna bulsam saçlarımı geçmişe doğru tararım bir tek



GEREKSİZ HINÇ

Elinizi çekin şüphenin içinden, kim sağ kalırsa son arkadaşım odur

Bana yeni bir ülke gerek, hâlden anlayan dağ kuytusu ve isyan planı
Uzaktan bakınca gönlü yakan coğrafya, efil efil esen yalan dolan
Dert dinleyip öğüt veren kamış; üfleyen ney, üflenen neyzen
Tiz seslerin acımasızca katledildiği ut ve udî
Dokunduğum anda sıkıntıları unutacağım sazlık
Kıyıya ulaşacağım kayık, ıssız mağara gölgesi gerek bana

Sırrımız toprağa saklı, kanlı gömlek ipte asılı; yüzde keder, kolda inat
İçi yanık ruh, dışı parlak beden; hiçlikte kıvranıp duran hayat provası

Bana yurtsuz sevgili gerek; bilekte jilet izi, terk edip gitmeye ucuz bahane
Adının her harfinde farklı yara, dilinde inkâr, çarpıntıya sebep mülksüzlük
Bana aşk ve ayrılık, ölüm ve dirim, önce ve sonra, doğru ve yanlış; bana
Büyük kavgalar, büyük hayaller, büyük yanılgılar gerek; bana çelik ve barut

Elimi çektim dünyadan, bel bağlayacak kimsem kalmadı, indim kuyuya
İç organlarıma iliştirilmiş takvimin sayfalarını tek tek kopartmaya başladım

Yıl 1979, ay haziran, gün cuma; ilk yoldaşımı avuçlarıma gömdüm bugün



HERKES KENDİNİN BAHANESİ

Kabahat nedir bilen yol arkadaşı bulmalıyım, ayıpları affeden sevgili

Cahiliz, öğrenmeye çalışıyoruz; hangi tapınaktaki söz diğerinden kutsal
Gök neden bu kadar hoyrat, ahali niye ısrar ediyor yüksek faiz oranında
Kapılar niçin günahtan geniş; söyleyin, kaç kusur saklı şu yıkık duvarda

İnsaflı cemaat arıyoruz çarşıda, çeşmeden akan şifalı sudan içiyoruz
Havariler kurnaz; esnaf, her müşteriye farklı cehennem pazarlıyor
Tende tarihin açtığı yara, dilde hasret şarkıları, yürekte intikam
Sırtımızda kendi cenazemiz; ellerimiz, kollarımız, ruhumuz

Hepimiz böyle ezber ettik mektepte; tanrı, insan soyunun ilk ayıbı

Ey serkeş, ey meczup, ey mecnun; ey inkârdan beslenen akıl
Bilmek için can attığın sır dipsiz uçurumda seni bekliyor, sabret
Birlikte gömeceğiz kutsal işaretleri çölün kuraklığına, hazırlan

Fırtına başlıyor, sükûnetin ardına saklanmış o meşhur bela
Develerin üçüncü gözleri durmadan açık, rüzgârın kaşları çatık
Kum tepeleri yönü yanlış tarif ediyor bedeviye, hurma ağacı dertli
Anladık, hanemizi asla terk etmeyecek cehaletin gölgesi
Kimsenin korkusu yok kıyametten ve amirlerden, ötesi sonsuz
Giysiden daha çok yakışan sevap bulmalıyız pörsümüş bu tene
Ak pak cesaret, sabıkası olmayan bahane; çocuk aklı işte

Adını jiletle kazıyor damara, kan fışkırıyor kalabalığın yüzüne

Ben dâhil herkes elindeki taşı en yakınındakinin suratına vuruyor