Wednesday, April 1, 2020

TERZİ SÖKÜKLERİ



TERZİ SÖKÜKLERİ



Sedat Şanver




yazı kültürü






KUMAŞ




Kelimelerden başka günah sığmıyor senin yorgun bedenine






KELİMELERİN SURETİ

Kanatlanmış tanrı çörekleniyor bedenimizin üzerine, kötürüm zebaniler
Melekler, peygamberler, işgüzar havariler; münafık söz, nafile ibadet
Borçlarını ödemekte gecikmiş evliya ile ihanete uğramış mümin
Göğe iliştirilmiş suret, gizli emirlerin yazdığı sicil defteri, ürkek dokunuş
Mabetler, kutsal su ile gökten inen vahiy ve dağdan yükselen ışık kütlesi

Sırası gelen kabahat öylece duruyor eşikte, vakti gelen suç işleniyor
Cenneti pazarlayan müşrikler yok yere korkuyor veda törenlerinden
Başlangıçtaki boşluk kalıyor elimizde, karanlıktaki kargaşa
Hayat akıp gidiyor yanı başımızdan, bakmak düşüyor payımıza
Öylesine bakmak güneşin kumral tortusuna, ihanete ve aldanışa

Söyleyin; kim kırdı aşkın kolunu kanadını, aramızdaki hain kim
Bu kalabalıkta kimi öpeceğiz dudaklarından, kime sarılacağız

Ey şair; ey arayış ustası, ey kaybediş ehli
Bir sen misin anlamın altında kalan; bak, ayrılık çiseliyor her yana
Oltanı suya fırlat, fırlat ve yukarı çek dipteki şifalı çamuru
Hünerin nedir görsün cümle âlem, avcılar kıskansın bıçak tutuşunu
Bu kadar uzağa kaçma, kabullen; seninle de bitmeyecek şüphe
Doğduğu topraklara bir daha dönmeyecek İbrahim

Dişlerimizin arasından fırlamaya uğraşan uyduruk iltifat
Ağzımızda kokuşmuş hayal artığı, cebimizde işgüzar niyet
Bahçe duvarı yıkık, gülün ömrü kısa ve pazar tezgâhları telaşlı
Esnaf, aklındaki miktar kadar kandırmaya uğraşıyor müşterisini
Bulduğun cevaplar külliyen yalan, doğru olsa ne değişecek
Şehir, teslim olmanı bekliyor senden; başın boş yere dönüyor
Elini uzat ve düşmekte olanı yakala, çek çıkar ruhunu bataklıktan
Şehri kurtar, şehri kurtar; şehri ve kendini çürümekten kurtar
Yalan dolandan, vitrinlerin sahte büyüsünden; ölümden kurtar zamanı
Üstüne çöreklenmiş kim varsa savur at yokluğa, hiçliğe anlat derdini

Bunu herkes böylece bilsin
Kelimelerden başka günah sığmıyor senin yorgun bedenine









MEZURA




Toprağa ayak bastığımız bu yer vaat edilmiş yurt sayılsın yolda olana




CİNNET SAYIMI

Keskin sözcükleri senin için istiflemişler o dipsiz mağaraya
Kitabın arasında bunca zaman seni beklemiş o bıçkın yemin

Onları oldukları yerden al ve dudaklarına sür, ağzın kamaşsın
Dişle ve kır boşluktaki benzetmeyi, kargaşa fırlasın dışarı
Kapında duranlara yaralarını göster, çizikleri ve çatlakları
Anlamın bedeninde açtığı çukuru, yüzünü parçalayan taşı
Hayret etsin ahali, bile isteye yanlış tarafı göstersin tabelalar
Merak eden olursa anlat niçin telaşlısın sabahın bu kör vakti

Manzaraya birikmiş karları küremek sonraya kalsın
Sen önceye bak
Baktıkça hayranlık duy başlangıçtaki karanlığa
Senden önce işlenmiş o mükemmel cinayete
Katil olmak ne çok yakışırdı halbuki senin ellerine
Kan ne güzel damlardı avuçlarından toprağa

Etrafa saçılmış bahaneler, bağırışlar, coğrafya sancısı ve itiraf
Toparla ortalığı, evdeki laneti süpür, çığlıkların arasına çömel
Yaratılmış olana sığın ve bak ne yaptın bize, ne çok üzdün
Ne çok kırdın ne çok azarladın, elinde durmadan kırbaç
Bir türlü öğrenemedik, sebebi neydi vurup kırmaların
Niçin onca dayak yedik bu rezil yüzyıldan, giysiler neden yırtık

Suratında hiç bitmeyecek bir cümle bizi bekliyor, git
Alnında meydan savaşlarının haritası, dilini kıvırıp ıslık çal
Issızlıkta sesini duyan olur muhakkak; utanma, adını söyle








KAYIP GÜN

Gün
Ha doğdu ha doğacak, zil zurna sarhoşuz
Gözler kaygan, bakışlar çıldırmış, rüzgâr gülü kendine pervane
Aldırma karanlıkta olup bitene, sabırsız o ilk düğmeye
Şarkıların kendi arasındaki kavgaya hatta ateşten kırmızı gömleğe

İlikten kurtulur kurtulmaz elbet etrafa saçılacaktı memeler, boş ver
Hakkımızda uydurulmuş onca yalan, boylu poslu iftira, sayısız şikâyet
Sözcüklerin delice yumruklaşmasından komşulara ne, korkumuz kimden
Üst katta ev sahibi uyuyormuş, bize ne; geç de olsa ödedik kirayı, söyle
Bu saatte kim ceza kesebilir evin içinde işlenmiş şahsi günahlara

Yüzünü yıka ve gülümseyerek karşıla gelen günü, işte

Tüm coğrafi bölgelerde dudak izi, yükseklerde diş morartısı
Derinlerde ezilen halkların baş edilmez isyan planları
Lamba, cin, sihirli tekerleme, ıssızlığa hükümlü harami
İşte kırk kilitli kapı, uykusu kaçan köpek, cennet bahçesi

Çıkar elindeki kitaptan pişmanlık maddesini
İlla biri utanacaksa şişedeki şarap utansın olan bitenden
Duvardaki ayna yalancı şahit yazılsın bin yıl sonraki davaya

Buna da şükür, mahkeme kadıya mülk değil
Aklımız tastamam yerinde; bırak, eksik olsun ahlak

Usul, sevgilim
Benim bu hayattaki en büyük, en güzel yenilgim
İyiden iyiye başını gösterdi güneş, ortalık ağardı
Kuşları dinle, çağıldayan suları ve işe gidenlerin tıkırtısını
Bırak yüzünü benden saklamayı; masal bitti, gecenin sonu

Ben senin bin hâlini bilirim
Dünyaya olmadık küfürler savuran bu bin birinci hâlin de kabulüm



GICIRDAYAN TABİAT

İş çıkışı durakta bekleyen sabırsız hâllerine ne çok benziyorum senin

Zaten öyle gibiyim, biliyorsun; yorgun evlerde yüklüğe asılı pişmanlık
Bitmez tükenmez naftalin kokusu, dolabın arkasına pusmuş bavul
Demli çay, koyu ıhlamur tadı halbuki sen şekerli seversin kahveyi

Kazakları katlayıp kaldırdık nihayet, halıları da toplarız yakında

Ahşap döşemenin altında kaldı yıl dönümleri, balkonda solgun suret
İhanete uğramış gölge, önceki yüzyıla fırlatılmış sır, huysuz akraba
Ayrılık şarkıları yüksek perdeden söyleniyor; söylensin, mevsim limoni
Emanet bir göz bakıp duruyor sonradan önceye, senden bana doğru

Ben senin hayattan intikam almak isteyen saklı tarafınım
En büyük mağlubiyet, en acımasız söz, en çabuk unutuş

Mutfakta kanaviçe altlık, sehpada işlemeli örtü, vitrinde porselen fincan
Çekmeceye terk edilmiş fotoğraf ile sinema biletleri, eski nesil yara
Hatırası için kahrı çekilen gürültücü duvar saati, çekip gitme provası

Zamana teslim olmuş hâllerine ne çok benziyorum senin

Zaten öyleyim, biliyorsun; çaresiz ve kuşkucu
Kavgada ilk yumruğu yiyen; küskün, kırgın, hırçın ve esmer











TENHA VAKİT

Karşına çıkan tesadüfleri masaya bırak, dudağı parlatan sözleri
Dişi kamaştıran masal parçalarını, çıkar boynundaki gösterişi
Dönüp önceye bak, senden yana oldum ben her kavgada

Bak ve gör
Sevişmeyi ertelemek için ne çok sebebimiz var

Bir başına koş gecenin çıplak hâline
Orada eziyet edelim birbirimize, ayak ucundan başlayarak

Ayak ucundan başlayarak tanrıya ulaşan güzergâhta hanımeli kokusu
Kollarımıza dolanan ırmaklarda acemi şırıltılar, tende çatlak
Parmakta sabır düğümü, dilde acemi ıslık, topukta diken
Yürümeye kalksak hiç bitmeyecek mesafe

Yorgun ve umutsuzum, çek al üstümü örten ağrıyı
Sıkıca sarıl yalnızlıkla başlayan kelimelere, oraya iliştir kendini

Yeni bilgi değil öleceğimiz, ölüp kurtulacağımız bu cehennemden
Tok yatıp aç kalkacağımız, hiçlik hanesinden silineceğimiz
Unutulacağımız, başımızı kendi omzumuza yaslayıp ağlayacağımız

Kabul et
Oturduğun yerden bitirmek mümkün değil ömrün kalan kısmını
Sahici bahaneler bulmamız gerek demek ki hayata tahammül için





AYRILIK BİLANÇOSU

-Saat kaç

Koyu sessizlik kaplamış oturduğumuz sokağı, camda kirli perde
Dilsizler elleriyle konuşmaya başlıyor; bağırtı, çağırtı, itiraz
Sağırlar görerek duymaya ilk günden razı

-Saat geç

Baştan çıkacak zamanımız var mı yahut birkaç kadeh içecek kadar
Kimsenin tahmin edemediği o ülkede, diyelim son kez küsmek için
Belli ki iki kişiye yetmiyor sofradaki yalnızlık, cepte yepyeni anahtar
Meraklı komşunun ağzında durmadan aynı soru, yüzde benzer kuşku

-Erken olsa farklı olur muydu

Dur, dinle; bak, dile yapışık kalmış o inatçı kelime
Bekle, eksik olanı kendi başıma bulmaya çalışayım
Uğultu, feryat, ah ü zar; devam et, altını çiz sancıların
Tenimde açtığın yaralarla övünüyorum senden uzaktayken

Çok da mesele değil
İlk görüşte teslim olmuştum ben senin saçlarının uçarı gölgesine

Rüzgârın geride bıraktığı iz, küllerin arasına saklanmış köz
Pencere aralığından sokağa sarkan öfke, bitip tükenmez küfür
Kimse değişmiyor bu hayatta, büyüyor yahut ölüveriyor apansız

Büyük kavgalarla hatırlıyorum seni, de ki yazdığını silen kalem
Söylediğini unutan, unuttukça köpüren upuzun nehir yatağı

Gel sarılalım birbirimize, ısınsın aramızda kalan mesafe
Yeterince dinlendik; yorulma vakti, yorulup yere yığılma

Belki son kez bir şeyler içeriz, ayrılığın şanına yakışan
Biten aşkları yahut doğan günü güzelleştirecek kadar şarap



KALABALIK AKŞAM

Şehvetli sesleri takip ederek ulaştım ben senin şarkılar söylediğin ülkeye
Öyle vardım çatlak testiden sızan şarabın tadına, avucumda umut
Önümde son sürat ilerleyen süvariler, mecburi inanç ve heves

Çürümüş yalana saklandım, üstüm başım hiçlik kokusu

İmparatorluk muhafızları tozu dumana katmış
Tüfekler, nişan almalar, kılıç sallayışı, asil duruş
Haşhaşi cesaret, tanrıya ulaşan kule, dumanlı manzara
Hava tahminlerinde şiddetli rüzgâr yahut fırtına öncesi dinginlik
Bıraksam denizler kabaracak, yere çömelecek dağların gölgesi
Boş yere ıslanacak yürüdüğüm güzergâh ile ihtimaller
Seferden dönenlerin sırtında mağlubiyet izi

Dedikleri o ki çiçekli çarşaflar en çok o ilk bakışta kirleniyor

Ne vakit başımı kaldıracak olsam
Çayır çimenin niyetini sorguluyor gök
Su içmeye kalksam bahçedeki çeşmeden
Boyumdan yüksekte dolanıyor küfür ile azar
Kuraklık üzerine efsaneler boşanıyor bitkin tenden
Kadınlar silkinip çıkıyor sığındıkları oyuktan
Erkekler hazzın üzerine atıyor kabahati

Belli ki kimsenin hakikatten korkusu yok

Gözde kıvrılıp duran keder
Göğüste pişmanlık dizili kolye, geride çöllerin kavruk hikâyesi

Sevgilim
Ben senin saçlarına uzanan yokuşu
Her seferinde kalabalıklarla birlikte çıkmaktan yoruldum

İzin ver, bildiğimiz sevişme biçimlerini unutalım bu gece
Aramıza kimseyi almadan koşturalım bu işveli coğrafyada


SABAHIN ALEVİ

Balıkçılar gürültü patırtıyla açılıyor sabaha, balıklar temkinli
Ağlar uykusuz, patlamış mısır sesi kaplıyor denizin üstünü
Tahminler o ki taşlar dibe batmayı bugün de unutacak, yukarı bak

Kafa tut göktekine
Yerdekine, suda yüzene ve boşlukta gezinen kim varsa ona
Mahremi bu kadar zorlama, ikide bir sataşma yasak olana

Ekmek çıtır, süt kaymak, meyve sepetinde bal
Al götür beni bildiğin herhangi bir sonsuzluk ülkesine
Sükûnetin ortasına bağla tekneyi, sevinsin çarşı esnafı

Bak
Gün doğumunda usul ezgiler, yüzümüzde ayartılmış gülüş
Bulutlar yağmur yüklü, yerin altı alev fışkırmakta kararlı
Ben her türlü rezilliğe hazırım, sen her türlü uzlaşma biçimine
Çekip al; sök, sızlayan ne varsa yüreğin görünmez tarafında

Gel
Vakit varken artıklarımızı toplayalım asfalttan
Camlardan, vitrinden, duvardan, posta kutularından
Mezuniyet belgesinde yazan başarı notundan, silah talimlerinden

Tabağa bulaşmış kanı temizle; belli mi olur, kurtuluruz bir ihtimal
Hakkımızda verilmiş fermandan, sileriz tene basılmış damgayı

Yeterince uğraşırsak dağlardan da saklarız yaramızın kod adını





AİLE İÇİ KAVGA ALIŞTIRMALARI

Memelerini çıkarıp azılı mahkûmları emziriyor fahişeler, demek ki
Uzun sürecek bu seferki ayrılık, kafesin kapısı aralık
Kilidin ağzı bozuk; esnaf, tornada sivriltmiş dişini
Aynada dilini bileyliyor sevgili

İşyerine geç kalacağız, saatler yetmeyecek uyanmaya

Yumurtada ağır koku, zeytin erimiş, salçanın üstü pamuk
Bir gün de kahvaltı yapmadan çıksan evden ne olur sanki
İki poğaça lütfen, her yanağa bir öpücük ve taarruz emri
Tek başına ilk adım, ikinci adım sahipsiz, son adım ıssızlık

Hatırlamıyoruz yoksulken kurduğumuz düşlerde nereleri kurcalardık

Rüyada gördüklerimize inansak ihtilal olacak sabaha karşı
Kapı numaralarına el koyacaklar, semtlerin adı sık değişecek
Durmadan kırgınlık akacak meydandan; ekmek küflü, peynirde kurt
Kimsenin umurunda değil ayaklanan vahşet, bakışlar hep içeri dönük

Memurlar mesai yorgunu, patron ciddiyet abidesi, işler ağır aksak

Yağmur damlaları aynı yere düşüyor, bugün de farklı değil
Yaranın üstüne, yalnızlığa, utangaç çocukluğa, ergen sohbetlere
Hüzne ve kedere, hatırlamıyoruz içimizden kim erken girerdi yatağa

Kanlı ticaret yolu nereden geçiyor, unut; sil duvara yazdığın erkeksi sözü

Bırak kim nerede istiyorsa orada doyursun karnını, sen elindeki zarı savur
Boşluktaki rakamı oku, terk et kadınların tenini iffetli sözcüklerle sevmeyi






TEREDDÜT

Başka tür bir yürüyüşle de anlatabilirdin kazandığın zaferi

Herkes otururken sen ayağa kalkıp itiraz ederdin mesela
Çıkarıp masaya koyardın cebindekileri, bir muska
Bıçak, üzerinde adının yazdığı metal künye
Kaşıntısı dinmek bilmeyen yara izi

Saç örgülerinle bağla beni eve ve oradan uçuruma
Ruhun karanlığına sarkıt aklında kalan mucizeleri
Sıkıca sarıl gökten uzatılan ipe, kulakta tiz ıslık
Tende çürük koku; mayhoş tat, puslu fotoğraf

Kimseyle paylaşmak zorunda değilsin payına düşen ganimeti

Bu bekleyiş, bu gecikme, bu inilti; yeter, kim doğuracaksa
Bir an önce doğurmalı takvimlerin beklediği kurtarıcıyı, inat et
Külden başka renkle ateşi, buzdan büyük sözle soğuğu tarif et bize

Bakışlarını üstümüzden ayırsın avcı
Kuş havalansın ve kurtulsun faktan, ışıldasın göz
Çocuk sesleri, şen şakrak gülüşler savrulsun şehre
Zirvedeki karlar erirken acele etmeden sevelim ihtimalleri

Başıboş dolaşsın beden, ahali nereye isterse oraya kursun yurdunu
Biz seninle sonsuza uzanalım, sonsuzluk niyetine çayır çimene
Çöz göğsüme attığın düğümü, bırak yoluma gideyim

Neyim eksikse onunla öreyim hayal duvarını
Neyim fazlaysa onda yok olayım, yığılıp oraya düşeyim

Gel uzan yanıma, yeterince seviştik
Süt beyaz küheylanları okşar gibi dokunalım kalan ömürde birbirimize

Kabul et
İstesek de süslü kelimelerle tarif edemezdik yaşadığımız onca yenilgiyi


SİNİK SAVAŞÇI

Kavga başlayınca müşriklere fırlatacağım taş koynumda saklı

Başlangıçta yoktum, yoksundum, yorgundum
Gölgem dâhil tek dostum, gölgem dâhil tek düşmanım
Alacaklı değildim gökten, borcum olmadı toprağa düşmüş tohuma
Benim için dikilmedi putlar, adımı bir kez ağzına almadı imanlı komşu

Aklım, hayatın sırlarını bilecek kadar cahil
Kalbim, karşısına çıkan her kusura âşık olacak kadar âlim

Katlime sebep sayılıyor şimdi sarf ettiğim bu tuhaf lakırdılar
Duvara yazdığım, sulara çizdiğim, ateşten çaldığım ne varsa
Ne varsa heybemde taşıdığım, kırk kilitli sandıkta özenle korunan

Her seferinde farklı sebeple sıçrayıp uyanıyorum uykudan
Her tıkırtıda yönümü değiştiriyorum ürkerek

Fikrim yok, hangi kapıya kul köle olacağım
Yığılıp kalacağım yer neresi

Ne yapmışsam günah ne söylemişsem yasak
Kedi hırıltısından uyuyamıyor küçük hanım
Her fırsatta dişini gösteriyor kuduz köpek
Tanıdık kim varsa davada yalancı şahit

Bir tek

Önlerinden ben geçerken ayaklanıyor ahali
Bulduğu her çelikte bıçağını bileyliyor kasap
Veznedar son itirazı şahsi hesabına ekliyor

Mahalledekiler beni şair sanacak diye delice korkuyorum

Hangi meydan savaşında öleceğim; biliyorum, eksiğim ne
Vitrinde öylece parıldayıp duruyor kalbime saplanacak hançer


HIRSIZ VE OĞUL

Fırsat bulsak onmaz hastalıklarımızı süreceğiz duvara

Ahali bunun için yarışıyor birbiriyle, yangınlar bunun için
Her çocuğun kalbindeki acımasız onca katil, gözdeki nefret
Rastlantıya saplı kalmış buluşmalar, şaklayan kırbaç, sivri çekiç

Bin yıl önce öldürdüğümüz tanrıyı doğurma gayretinde şehir

Annelerin ninnileri, çarşıdan eksik dönen babalar
Sabaha karşı eve arka kapıdan giren akraba

Saklama, söyle; ne uğruna kovuldun yurdundan

Elinde meçhule yazılmış mektup
Koynunda el âlemden gizlenmiş niyet
Ayağın altında bitip tükenmez hiçlik duygusu

Yola çıkmadan az evvel ne içtin sen, ne sürdün tenine böyle eşsiz
Nasıl böyle güzel kokar nefes; söyle, öpüşürken dudağın niye kısık



DİLSİZ ÂŞIK

Kimseden korkmuyorum, gece dâhil hiçbir vakitten; sevgilim senden
O sivri bakıştan, çarptığı dağdan keskin dönüş yapan inatçı çığlıktan

Ahali birbirini kontrol ederek başlıyor akşama, yatağa birlikte giriyor

Nikotine bulanmış kelimeler fırlıyor sokağa veyahut öksürük nöbeti
Çarşının merkezinde uluorta küfür, ladese tutuşuyor iri yarı adamlar
Çekinmiyorum alkol kokan paytak gözlerden veyahut yere bastığında
Dünyayı sarsan o şanlı yürüyüşten, duvarları yıkan parmak sallayıştan

Bu normal, mahalle yeni taşınan komşuya ilk günler tahammülsüz
Bekçiler uzun uzadıya öttürüyor namus düdüğünü pencerenin altında

Bu telaş, bu keşmekeş, bu azametli yenilgi; bu törenler, bu el kol hareketi
Bu edepsiz teklif, gittikçe beni içine daha çok çeken bu ergen bataklık
Etime batırdığın çivi, yaramı dağladığın maşa, bu emanet yürek
Sonunda kafesten çekip aldığın uysal kedi, şaşkın köpek, cüce maymun

Elde avuçta kaç ayıbım varsa hepsini senin için harcadım ben
Senin uğruna onursuz oldum, düşkün oldum, ahlaksız oldum
Duvarın dibine yuvarlanmış meteliksiz taş parçası oldum

Kaçıp kurtulma umutları boşuna fink atıyor içimde, bir uçurumdan
Başka bir uçuruma düşüyor adımlar, gereksiz yere ayaklanıyor bellek
Beynimde isyan planları, durmadan çalan siren sesleri, patlayan silahlar
Arama belgelerinde silik fotoğraf, vukuatlı isim-soy isim, bozulmuş yemin

Sevgilim
Senden korkmuyorum, kendimden ürküyorum ben böyle yerli yersiz






YARIM ELMA

Gözlerin olmasaydı seni bu kadar çok sevmeyecekti ahali
Sokaktaki uyuz köpek, kedi kılığında dolaşan sırnaşık niyet

Her fırsatta seni bahane edip arıza çıkarıyor evlilik yaşı gelmiş kızlar
Arkandan bakıp bakıp iç geçiriyor delikanlılar, benden yana yanaş

Birbirimizin tenine nane yaprakları sürelim, lavanta kokusu
Gün ışığı, yerel şarkılar; ağaran saçlara en parlak tokayı tak
Papatya, kırlangıç, çamurdan evler; rüzgâr dolaşsın içimizde
Çıplak uzanalım kuma, bahar bulaşsın sırtımıza, ölesiye kaşınalım

Söyle
Kadrolu deliler bir ömür tekmeleyip durmasınlar kapıyı

Aşk için çöllere düşeni kınamak mülk sahibine yakışmaz
Yakışmaz fukara yolcudan üç beş kuruş sadaka esirgemek

Masada otlu peynir, kekre şarap, sararmış sıkıntı; şişede hayal artığı

Cepte istifa mektubu, daha evvel çekip gitmeliydik memuriyetten
Şehvetli yakarışlar, bağırtıları bastıran metalik ses, akışkan korku
Bak, kuş ötüyor; çınlıyor kesme kristal, ıpıslak günah yüzüyor kâsede
Kimsenin görmediği yerlere saklanıyoruz, dilimizde vakitsiz yardım çığlığı

Sevgilim, sevgilim
Sıkma kendini bütün bu olur olmazlara, yokluğunu uzat olduğum tarafa
Korkma bu kadar, dert etme mesafeyi; unut yol kesip haraç alan eşkıyayı

Ömrümde hiç görmemiş olsaydım da yine böyle sebepsiz severdim ben seni






BAKİR BAŞLANGIÇ

Rüzgâra de ki
Üşüttüğün benim ellerim halbuki mevsim bahar

Çocuktum
Meraktan çıldırmış cılız ses, titrek bakış, esmer sevda
Sudan çıktıktan sonra da yüzmeye uğraşan cahil balık
Her bayram yaralı gölgelerin ardında koşturan işgüzar heves

Mutluluk kaç kilo, aşk nereye saklanmış, sevincin rengi ne
Cennet neresi, bilmek niçin yavaş yavaş öldürüyor mahremi

Meğer ne insafsız kılıcı varmış yolumuzu gözleyen haramilerin

Karşımızda krallar, soytarılar; işbirlikçi memur, zulmeden mülk
Geride yokluk, kindar tarih kitapları, masumiyeti boğan urgan

Kayıtlara geçsin, ben Balkanlarda hiç devlet kurmadım
Kafkaslarda yüzümü gören olmadı, yine de biliyorum
Dünya harbinde ilk ben kaybettim yurdumu

Sevgilim, ateşe söyle
Bin yıldır yaktığı bu beden benden başkasının değil





SAHİPSİZ BEKLENTİ

Memelerin senin en ısrarlı cehennemin
Erkeklik gururu bende baş edilmez lanet muhakkak

Rahman ve rahim olan karanlığın lütfu gökten üstümüze inen ışık

Cüzdanda yakışıklı son gençlik fotoğrafı
Şehrin kırık dökük taraflarında adımızın yazdığı afiş
Harabelerde, antikacıda, fason üretim yapan atölyelerde

Mahalle esnafı arsız, sıkı pazarlık sıçrıyor karşı kaldırımdan
Kiralık ordular sırayla geçiyor kadınların ve coğrafyanın üzerinden

İşçilerin elinde piyango bileti, tek rakamla kaçırıyoruz ikramiyeyi
Sen balkondaki eşyaları fırlatıyorsun sokağa; saksıları, sandalyeyi
Tezgâhta çıldırmış telaş, çarşı pazarda bedenimizden çalınmış parçalar

Ne olur bir daha dönme geri, dönmek için bu kadar sık terk etme evi

Tanrıyla aramıza koyu çizgiler çiziyoruz, hudut bekçileri kıskanç
Gözetleme kulesi, dikenli tel, yatağından taşan ırmak; unut gitsin
Nöbetçi asker geceyi beklemekten usanmış, dilinde kerhane şarkıları
Firari mahkûm kılık değiştiriyor rayların üzerinde, erken dökülüyor yaprak

Bırak eksik kalsın imanlı güllerin birlikte kokma teklifi, yaklaş
Boşalıp kurtulalım birbirimizden, taşların söylediklerini dinle
Sil mahrem olanı; anla, yüzümüz bu çağın cesur tek küfrü

Sarıl
Sevişerek kutsayalım ruhu, gösteriş uzak dursun âciz tenden
Sen kabul edersen ben çoktan hazırım bir kere de senden doğmaya





BOŞLUĞUN GÖLGESİ

Adam
Bin yıllık tecrübeyle eşeliyor ateşin etrafını, ay yoksulluğa batıyor
Malı mülkü yok pahasına elden çıkarıyor müflis tüccar, kapıda kilit
Saçları örten simsiyah tül, her kelime bir öncekinin ağrısıyla ayakta

Sırtta, karında, memelerin ucunda gün eksiği; ustalar şaşkın
Kalfalar hayret içinde, gün boyu tezgâh temizleyen çırağın dili tutuk
Şeytanın tırnakları bu kadar uzayabiliyormuş demek
Tahminlerden de cazipmiş meğer günah kuyusu, ne tuhaf

Fukara bir beklentiyi karşılıyor alt dudak; bir sızıyı, bir kırgınlığı
Seyyar satıcılar pılısını pırtısını toplayıp ayrılıyor pazar yerinden
Meydan ucuzculara kalıyor; çürük toplayıcılara, beleşçilere, cimriye
Acemi seyyah çıkındaki ekmekle doyuruyor karnını, dilde berrak süt tadı

Mağaraya saldıran ejderhanın ağzı alev, başak taneleri kül; akıl
Arzın merkezine saklı defineyi çıkartmakta, elde uzun saplı kürek
Omuzlar terk edilmiş taşra istasyonu, göğüs çatalında uysal çizgi
Çadırın altında kesmece karpuz, sepet dolusu ballı incir, çatlamış nar

Derken

Tatlıya geliyor sıra; müşteriler mutlu, fişek tez canlı, namlu ıslak
Erken sönen ışık dikiş tutacak, böyle diyor baskın yemiş şifacı
Göğe yaslanıyor vadesi gelen kırlangıç, bunu da sular söylüyor
Tanrı, törenle söküp atacak insanın kalbine gömülü hazineyi
Bunu kim dedi bilmiyoruz, herkes birinin yalancısı bu âlemde
Suretler kalacak geride; gölgeler, başıboş hatıralar, korkular

Bir yalan uğruna ziyan olmuş ömür, bir hayal peşinde tarumar beden

Kiminse kimin bu kirli geceler
Kazıyıp çıkarın şu şahsiyetsiz bakışı manzaradan
Yas tutan kadınları avutmaya ruhumuzdaki karanlık yetiyor bize

GÖÇMEN KAVİM

Daha ilk günden çekip gitme bu kadar uzağa
Öyle apar topar ayrılma ateşe atıldığımız coğrafyadan

Bu çayırların asıl sahibi kim; söyle, kime emanet bu sessizlik
Derine gömülmüş saklı soru, bu koyu ten rengi hangi kavme ait

Bak
Tohum nasıl da emin adımlarla yürüyor ezberlediği çukura
Kuşlar, gülün yangına döndüğü bahçeleri vatan biliyor; öğren

Yosun tutmuş taşlar
Pürüzsüz kum tanecikleri kimden miras yeryüzüne

Gel
Aynı anda, aynı durakta duralım; aynı tanrıya inanalım
Güneşle, bulutla, aşkla sevelim birbirimizin düşük yüzünü

Yoruldum ben senin ardın sıra koşmaktan, azıcık dinlen
Külle ovalım yanıkları, yaraları tuzla sağaltalım; kal yanımda

Toprağa ayak bastığımız bu yer vaat edilmiş yurt sayılsın yolda olana








MAKAS



Tanrım, beni temizle veyahut
Yarattığın ilk karanlığa fırlat pörsümüş bu teni







GECİKMİŞ BULUŞMA

Bu kindar mevsim bitecek
Kayıtlardan silinecek üstümüze atılı suç
Çürümüş söz kalacak geride, imkânsız kavuşma ihtimali
Kokuşmuş et yığını, eğri büğrü kemik, sonsuz pişmanlık hâli
Kenarda durma; yaklaş, ağzımdan öp beni
Çıplak tene sarıl, saçlarını en olmadık yerlere dök; konuş
Giysilerden evvel kelimeler sıyrılıp düşsün ayağımızın dibine

Bekleyişi şımartmanın anlamı yok; ilk sevişme, ilk aşk, ilk ihanet

Son bir yalandan mahrum etme memleketi, bırak
Zaman, olanca gücüyle kışkırtsın mahalle kavgalarını
Sona ersin bu edepsiz gün, açığa çıksın bahanelerin örttüğü şehvet

Cumartesi sevişmelerinin eksiğini tamamlayan
Pazar sabahlarına benziyor ruhumuz, gel gir yatağa
Kaç kusuru varsa geride kalsın pazartesinin yahut sonranın







YAZ GÜNDÖNÜMÜ

Çocuklarla birlik olup dalgaları alkışlıyoruz her akşamüstü
Sabahları benzer sözlerle uğurluyoruz komşuları çarşıya

Gün dönüyor, vakit başıboş, vazoda gül demeti; yazık
Bir başınayız; deniz uykuya yatmış, yengeç sürüsü paytak
Güneşten artakalan balkonlar ateş parçası, az biraz soluklan
Kahvedekilerin cebinde sonu sıfırla biten çeyrek piyango bileti

Son düzlükte yere yığılıyor at, uzatmalarda geliyor galibiyet golü
Evden çağıran olmasa babaların kumarı yarım bırakmaya niyeti yok

Meydandaki gösterinin en gereksiz parçası bu bitkin beden

Parktaki salıncaklar sokak köpeklerinin oyuncağı, keyifler yerinde
Sükûnet usulca okşuyor bekleyişi, ortalıkta öylece dolanan bir kedi
Sahile dolaşmaya çıkmış aileler ağır ve mağrur, kısmetimiz bu kadar

Karanlığa perde çekiliyor, çıldırasıya kıskanıyorum uzaktan dönenleri
Karşılıksız bir bakışla bekliyorum tanıdık birinin köşeden görünmesini

Sevgilim, boşuna durma kenarda; ayağa kalk, gece yüzünü aydınlatsın
Alkışla sen de kendini ve seninle birlik olup sonsuza yürüyen bu yalnızlığı






UZUN BOYLU BEKLEYİŞ

Gönlünü serin tut, aylardan ağustos, epey vakit var
Öyle ya da böyle yetişiriz son otobüse, gecikirsek kumsalın konuğuyuz
Uzanır gölgeleri seyrederiz, kayıp suret ararız bulutların arasına saklı

Dünyanın en çıplak rengine sığınır sahil şeridi, taşlarda köpük
Camda kızarmış heyecan, çıkar üstündeki kıskanç giysileri
Kaygı ve telaşı, geri dönme ihtimalini; sıcaklarsak suya dalarız

Yanı başımızda rakı şişesi, kuyuda serinlemiş kavun, beyaz peynir
İplerde kışlık patlıcan, mutluluktan çıldırmaya uğraşıyor çocuklar
Belli ki bizden başka da hatırlayan yok evinin adresini

Gel

Gidip kekik toplayalım geçmişten, dağlardan söz ederiz birbirimize








PENCERE ARKASI

Halatlara sağlam düğüm atmış mıdır bizim şu şaşkın tayfa

Ağaçlar vaktinden evvel soyunup dökünmüş
Damdaki karga meraklı, kapı önünde miskin köpek
Esmer bir kadın kederle bakıyor yokuşun başladığı yere

Savaştan dönecek takatı yok halbuki oğlan çocuklarının

Bazen üşeniyorum evden çıkmaya, hava poyraz
Deniz huysuz, hırçın dalgalar ses veriyor taşlıktan
Gönül elverse bir başına bırakacağım fukara tekneyi
Umurumda olmayacak barınaktaki ayyaş onca tanıdık

Sisli renkler soluğunu tutmuş, cevizin içi belli ki küf
Üç kuruşluk istavrite mahkûm iskeleyi yurt tutan millet

Dün bir şehit daha geçti boylu boyunca caddeden, binalar bayrak

Kalk
Bunca şehvetle çağıran davete gidelim
Dünden kalan şarapla ıslatırız dudağı, sıkı giyinmek gerek
Yürek kabarmış, ağlar perişan, yavru balıklar kaç zamandır aç

Bayat ekmek bul toparla esnaftan
Termosa sıcak su koy acemi misafirler için

Kumlar, kayalıklar ve martı ve utangaç ıslıkla söylenen şarkı
Kaygıları saklamaktan vazgeçtim ben, hüzün de epeydir yabani
Çantada sabır ile tahammül; yün atkı, kırçıl bere, yalnızlık kokusu

Neyse ki şamandıranın keyfi yerinde, gün boyu horon tepip durdu suda
Üstelik pek acelesi de yok kasabalı bakışların, sebze fiyatları artmış bir tek

Az biraz beklesin öte taraftaki sevgili, buluşmak için vakit var daha



BİLDİK SALDIRI

Bölük pörçük askerler yürüyor dağın yükseklerinde

Olan bitenden haberdarım, kuyuda kanlı ay
Sandıkta üç kırmızı elma, erken hasat şarap ve mahrem

Beynin eksik tarafı olmalı, diyor aşktan anlamayan cahil söz
Hayata hükmeden benzetmeler beynin eksik tarafı büyük ihtimal

İzin versek sükûnet fırlayacak büzülüp kaldığı köşeden
Üstümüze saldıracak kafesteki aslan; dişler sivri, bakışlar keskin
Bağlandığı direkten kurtulacak kuduz köpek, sonunda olacağı buydu

Yiğit olan, diyor radyodaki o tuhaf ses
Yiğit olan yiğit, sevdiğine sadıktır

Üflemeli çalgıların iniltisi geliyor arkadan

İlk yalanı kendimize söylüyoruz, korkusuz ve fedakâr
Kendimize, sabırsız müşteriye, mesai arkadaşına, annelere
En çok tanrı dayak yiyor baba ile oğul arasındaki ilk kavgada

Top mermileri son bir gayret saldırıyor sabahçı kahvelerine
Kapıya yükleniyor ahali, oracıkta anlıyor sarhoş bardak
Sabaha ulaşamayacak şişeye hapsedilmiş tahammül

Bir adım geri çekiliyorum süngü tak emrini duyunca
Tecrübeli yenilgiler acemi ordulara yol veriyor




FİRAR PLANI

Yaşarken ölümü taklit ettim bir yandan, uyurken uyanıklığı
Sevişme esnasında gözler sımsıkı siyah, iniltiler uydurma

Elde sihirli değnek, suratta keder artığı
Önümüzde yürüyen upuzun boylu inkâr kafilesi
Ardımızda evladının cenazesine gitmeye üşenen ahali

Bütün bu çekişmelerden bize ne
Kimin umurunda dilimize saplanmış hançer

Kalabalıklarla aynı yatağa girip aynı anda boşalıyoruz uçuruma
Taşlara iman ediyoruz, eğilip saygıyla selamlıyoruz giysileri

Ben dâhil herkes yalan söylüyor
Ben dâhil kimse inanmıyor kadere yahut sonraya
Tanrıya güvenmiyoruz, deli gibi korkuyoruz ihtimallerden
Dilenciye verdiği sadakayı vergiden düşüyor kurnaz cemaat

Sevap hanesine yazılmadıkça dua eden yok

Birbirimizin ahlaksız yerlerini emiyoruz bin yıllık açlıkla
Zevkle yarışıyoruz, kim daha ağır sözcüğü bulacak en çabuk

Bırak

Evliyalar hangi kılıkta isterse öyle gözüksün imanlı olanlara
Hangi ses kudretliyse o avutsun acz içinde kıvranan kurbanı

Tahammül edilmesi imkânsız tesadüflerle baş ettim ben
Büyük aşklardan kaçıp kurtuldum, başım omzumda
Yumruk sıkılı, dudak küfür, bakışlar ateş topu
İnsandan uzak durmayı öğrendim, söyleyin

Kim yere yıkabilir bunca kalın kabuk tutmuş yenilgiyi

KÖR ŞEHİR

Eprimiş yerinden yırtılıyor coğrafya

Meraklanma, her yenilgiye bahane buluruz
Dikip birleştiririz fay hattının açtığı yarıkları
Sen bir cesaret çık sığındığın kovuktan, işte iğne
İplik, teyelle ve üst üste oturt sınır çizgilerini
Çıkar koynundaki mektubu; yırt, havaya savur
Payına düşeni çerden çöpten toplasın ahali

Arkanı dön ve yürü; mademki eksiksin, öyle kal
Doğduğu topraklarda esmeye devam etsin poyraz
Senden sonra da aynı fiyata satılsın gözü yaşlı merhamet
Yemeklik malzeme, ceketlik kumaş, kışlık soğuk, evlad ü iyal

Bak
Hiç cinayet işlememiş gibi durgun akıyor nehir
Meydan kimseleri yere yıkmamış kadar sakin
Soysuz bir el dokunmamış var say bebeğin tenine
Kadınlar, erkekler, hayal artığı mal mülk
Yarasından utanıp dilinden ağlıyor bu ülke

İnsaf et
Kanayan yerlerine bu kadar sık bakma aynada





YURTTAN MANZARALAR

Akvaryumdaki balıklar sırtüstü seyre dalmış dünyanın ahlakını
Biz seninle birbirimize bakıyoruz öylece; mesafelere, ayrılığa

Kırgınlığa

Ansızın bir sabırsızlık fırlıyor karanlığın içinden, çatırdıyor ahşap kiriş
Hatırlamaya çalış günlerden ne; söyle, hangi ayıbı örtüyor bu koyu sis

Sokakta hiç bitmeyecek kaygı, defterde kargacık burgacık onca yazı

Daha haklı sebep var mı yalnızlığa gömülmek için

Çatıda tarifi imkânsız uğultu, komşuda inilti
Şikâyet, kuruntu, şüphe; şölen saatinden evvel çalan kampana

Söyleyin, kim dönüyor fethettiği cehennemden

Fırsat bulup muslukları tamir etmeli, çerçeveler boya istiyor
Mutfak dolabı bozuk, kepenkler gece boyu çarpıp durdu

Belli mi olur, belki hâlâ dağlara açılıyordur pencereler

Manzara sonsuz kere karla kaplı, patikalar durmadan eğri büğrü
Kim bilir bugün hangi bahaneyle atacaklar cenazeleri en yüksekten
Israr etsek birilerinin umurunda olur mu gayri ihtiyari korkularımız

Dışarıya bakan gözleri sımsıkı yumuyoruz, polis sirenleri yaklaşıyor

Kış bitti bitecek, erzak tükenmiş; birazdan evin kapısı tekmeyle kırılır
Senin göğsündeki kuşlar vurulup yere düşmeye başlar tek tek





SİYASETNAME

Ayağa kalk ve sor: Kimdi sizin ilk ilahınız

Yaratıcınız, kahredeniniz
Önüne çömelip şefaat dilendiğiniz
Sadakat yemini etmemize engel olan kim

Ey ölümcül anlam
Eğilip sudaki surete herkesten evvel sen bak

Orada senin için saklanan yenilgiye
Şarkılara, kavgada söylenmemiş sözlere
Merak et, kim böyle iştahla sesleniyor adını
Hangi uzaktan yükseliyor çığlık, ağrı nerende
Durma açık et, bunca kuvvetli titremelerin sebebi ne

Dillerini bilsen koyu sohbete başlayacaksın yok yere taşlarla
Bir çırpıda okuyacaksın cenazenin üstüne kazınmış ismi

Kabul et
Yüzünü çevirdiğin tarafta kimse yok

Dön ve onlara sor

İçinizden kime indi ilk emir, ilk kim öldürdü kardeşini
Neydi yurdunuzdan kovulmaya sebep o ilk büyük günah

Ben yolunuza çıkmasaydım
Kimi katledip kimin yasını tutacaktınız bu uçsuz bucaksız genelevde




SARHOŞ GÜN

Orada geçmiş yok ve gelecek eksik, şişenin dibinde narin jilet sesi

Yataktan kalkıp dosdoğru üzerimize yürüyor sabahın şirreti, boş ver
Bir kere olsun duymazdan gel şu berduşun dediklerini
Nihayet herkesin bir arızası var

Efendiler
Öyle aklınıza her estiğinde yeni bir ihtilal başlatamazsınız
Biraz sükûnet, biraz uysallık; hayata saygı, ölüme cesaret lütfen

Düz çizgi üzerinde bir süre daha ilerlemeniz gerekiyor

Polis bizden şüpheleniyor ve şahitler aleyhte
Bu kimlik kartı, bu okuldaki üstün başarı belgesi
İşte boyna takılan madalya, yakada altın kaplama rozet
Yıllık izin günleri, banka dekontu, kira kontratı, yetersiz bakiye

Bizimle başlıyor yüzyıl ve bizimle birlikte kapanıyor en yakın çağ
Ayılabilsek mesaiye vaktinde giderdik elbet, gözler uykuya emanet

İş başvurusunda aile unvanını yazmayı unutmuşsunuz

Oyuncaklarını da alıp uzaklaşıyor herkes bu sefil dünyadan
Karanlığa gömülüyor önceye ait borç, sonradan alacağı yok kimsenin
Bir soyumuz var mıydı, pek de emin değiliz doğduğumuz rahimden
Adımızdaki komik harfleri nereden buldu acaba nüfus memuru

Dün gece seviştiğiniz kişinin kendiniz olduğunu kanıtlayabilir misiniz

İlk öpüşmeyi daha dün gibi hatırlıyorum; esmer, pasaklı bir kızdı
Boşaldığım tarihleri kırmızıyla işaretledim bu yüzden takvime

Bugün kendimi terbiye etmek için hiçbir şey yapmadım
Kanımda çıkan alkol miktarını döktüm bir tek ağızdan içeri



ZOR MEVSİMİ

Birbirimizin hiç olmadık yerlerini alıyoruz ağzımıza
Ayağın altında cam parçaları, kelimeler; dudakta kan

Yürürken

Ayrılık geçiyor aramızdan ve hemencecik küsüyoruz ötekine
Uzun boylu ırmaklar boş yere koşturuyor denize doğru
Gölgeler boş yere

Tarihin başlangıcı olarak rahme ulaşan dölü gösteriyor tabelalar

Kendimizi daha az sevsek daha az ağrıyacak muhakkak hayat
Uzaktayken de hayalet gibi gezinmeyeceğiz o zaman iltifatın içinde

Hayasız bir aşk uğruna üstelik bu olanların hepsi
Bütün o kavgalar, ağız dalaşı, özür mektubu
Diz çökmeler, yakarış ile gözyaşı
Bitip tükenmez adak töreni

Halbuki biri tutup gül uzatıverse yeryüzündeki herhangi bir ülkeye
Çıkıp kürsüye karşısındaki kalabalığa gülümsese bir başkası
Kimse kapıyı çarpıp çıkmayacak belki de mahalleden
Yatak odalarından bunca vakitsiz kan sızmayacak

Neyse ki kimsesizken pek sık bakmıyoruz saate, tespih çekiyoruz
Çay içiyoruz, kahvenin dibinde adımızın gizli anlamını arıyoruz
En yakışıksız yerlerimizi ikram ediyoruz birbirimize
Tuhaf sesler yükseliyor sevişmenin orta yerinde

Sıkıldıkça takvimden yaprak koparıyor içimizden biri

Gün bitiyor



KIŞ

Pencere önünde koltuk, gün ağarmış
Hayatla aramızda bitmeyen kavga

Öğrenciler mahmur gözlerle çıkıyor evden
Beslenme çantasında yarım sandviç, kaşarlı
Solan çiçekleri gözetliyoruz sahiplerinden habersiz

Kime ne yalancı öğle uykusundan
Yağmurdan yahut kıskanç gökkuşağından

Günler epeydir kısa

Ağaçlar çıplak, yaprak dökülmüş; yırt gitsin bulutları
Ortalığı toparla; mevsim körkütük sarhoş, dalın boynu bükük
Kuytuya sığınmış yorgun sonbahar ve bakışlar uysal, gönül kırgın

Çekip gideceğiz buradan
Karıncalar telaşlı, sular çoktan alıp götürmüş ayak izlerini

Bilen yok

Nedir görmekten bu kadar çekindiğimiz manzara
Duymamak için her yolu denediğimiz haber hangi dilde
Söylemekten bunca korktuğumuz söz ve bir kıyıda öylece biz
Diğerinde sabırsız nehir, aradan akıp gidiyor bir insanlık trajedisi

Şimdilik buradayız

Ne hoş, bahçede limonlar sarı
Saksıda sardunya, ocakta çaydanlık
Yüzde kimsenin işine yaramayan tebessüm

Akşam oluyor


OYUN HAMURU

Herhangi bir iz bırakmıyoruz sevişirken

Akılda uzadıkça uzayan karşı kıyılar, mesela sonsuzluk ihtimali
Dönüş yolunda yorgun argın medeniyet kalıntısı, aslan başı
Dünyalı ağırlıklar, nikâh dairesi, çiçek demeti, kolsuz tanrı

Hemen ardımızda bekliyor aile mahkemesi ile tuhafiyeci çırağı

Dudakları öpmek, kalçaya dokunmak
Kapıyı kırıp ev sahibinden habersiz sofraya oturmak
İkide bir okşamak derin karanlığı, sevişmekten zevk almak
Art arda boşalmak cehennem ateşinin üstüne, çocuk yapmak

Ne tuhaf

Ağzına geleni yüzümüze apaçık söylüyor mahalleli
Ergenlerin elinde teneke, yaşlılar deli öfkeli, terzi şaşkın
Bakkal kafasını ters tarafa çeviriyor yanından biri geçerken
Çocuğun elinde kuru kalem, sakal bıyık çiziyor gökteki surete

Kalk

Çaput saralım yaraya, tuzla köreltelim dildeki hevesi
Yeniden doğacak olsak kimin umurunda o ilk bakış
Belli ki hâlâ sahipsiz ardımızdan gelen çığlık

Farkımız yok üstelik bin yıl uyuyanlardan, kadın hayli mutlu
Erkek kuşkucu, sahibinin gülüşünü taklit ediyor köpek
Ahali her seferinde farklı yerini okşuyor aynada
Tüylerini tersine yalıyor kedi

Sevgilim
Sana, saçlarına, özlediğim her yanına

Sevgiler, selamlar



HASAR TESPİTİ

Kırılgan şarkılar söylüyor kız çocukları, bahçede
Hiç yere dolanıyor bıçkın rüzgâr, bakışlar tüyden hafif

Karanfiller birbirine bakarak çoğaltacak yerel hüzünleri

Dil uysal, sohbet sakin; pamuk balyası minicik kozaya sığmış
Tutmasak yaprağın üstünden kayıp düşecek o son damla su

Kime ne gazaba uğramış kavimlerin sonrası yahut paslanmış demir

Sen bize kabaran denizleri anlat; yakılan çayırları, boşaltılmış köyleri
Etnik kavgaları, tarla artıklarını, günden güne küçülen bedeni
Şehvetini yitirmiş aşklardan söz et utangaç âşığa

Yüreğin içindekinden ve bilinmez olandan, en bayat ayrılıktan
En yeni aldanıştan, taşlara gömülü sevda ile yüksek katlı ahlaktan

Söyle
Ne işe yarayacak durmadan yenildiğimiz coğrafyanın bekçiliği

Dinle, atların gezindiği dağlarda telaşlı nal tıkırtıları
Bak, ölümün ardından koşturan delikanlı nefes nefese




RAHİM

Tanrım, beni içine al

Yahut

Yeniden doğur eksik olanı

Bir an evvel o ıslak mağaraya istifle ayıpları
Oradaki yasaklı söze karışsın şahsi ahlak

Herkes korktuğuna benzesin, herkes başka dağ rüzgârına
Ağacın çürümesine, yaprağın dökülmesine, daldaki kırgınlığa
Şehrin bir başınalığına, göğün tenha vakitlerine, kutsanmış anlama

Daha da yukarı çık, bir başına secde et o zifir taşa
Üstünde yürüdüğün toprağa, gölgedeki börtü böceğe
Nehrin sahibine sor, çayırları kaplayan bu koku da ne

İçine girdiğimiz bedende saklı şehvet, çekildiğimiz fotoğrafta hile
Nüfusa kazınmış sabıka kaydı, haneye yapışık o ilk büyük günah

Elmayı en derin ben dişledim; söyle, ne olacak şimdi

Çıkar dolaptaki küflü malzemeyi, tabağı yıka, tamah et az olana
Senden önce ile sonra arasında fark olmalı, çekip gidene rıza göster

Elde avuçta sefalet

Aradığını bul, bulduğuna iman et
Bırak, ardımızdan durmadan uğuldasın hayat

Tanrım, beni temizle veyahut
Yarattığın ilk karanlığa fırlat pörsümüş bu teni




İĞNE



Ne kadar soyunursak soyunalım üstümüzde hep bir üniforma



ÇIPLAK FİNCANDA ÇIKAN KISMET

Bir bildiği var elbet mevsimlerin; komşu evde telaş, dağlarda
Silah sesi, bulutların korkak gölgesi, nazlı bahar sevinci

Kabul et, karşısına çıkan ilk rastlantıya sapacak bu cahil cesaret

Ruh yağmalanmış ve beden bitkin; dudakta çizgi, gözde kan
Bilekleri ov, kolları okşa, alacağın neyse tahsil et; kelimeler nazik
Hatıraların gömüldüğü kanepeye uzat ayaklarını, aklı tevekkülle avut

Çevirme İbrahim'i yolundan, bırak yürüsün ve yuvarlansın uçuruma

Bin yıl daha sürecek bu göç hazırlığı, bin yıl daha sabır dilenecek dil
Düşler bin yıl daha aynı yastığa baş koyacak bir yabancıyla
Senin elinde yüreği kabarmış fincan, benim ayağımda aşınmış mesafe

Hâlâ aynı sokaklarda dolaşıyorsan mutlaka karşılaşacağız seninle

Ben biliyorum, sen de bil; ücrada konaklayan şu utanç da bilsin
Terk etmek zorunda olduğum tek edepsizliğim sen değilsin
Söylediğin şarkılar kulağı kanatıyor, baktığım taraf kör

Unut yaşadığımız aşkları
Kovulduğumuz coğrafyanın haritasını yırt
Kır elindeki şişeyi, kır ve hangi yüzümü istiyorsan onu parçala





USTA İŞİ UNUTUŞ

Ölümü bunca erken tanımış olmak, biraz sessizlik lütfen
Bir lanet yahut şans; biraz teslimiyet, biraz inanç, biraz aşk
Ruhumuzda cüssemizden iri yaralar, akılda niyeti bozuk fikir

Komşular samimi gülüşleri boğazlamaya ilk günden hazır
Kurbanlık kuzu uysal, sözün üstünde kilit, ağızda mühür
Dilde vadesi geçmiş yemin; tanrı kitabı, kul hakkı

Boşuna değil tabi ki tüm bunlar
Bir sebebi var ikide bir ayağa fırlayan itirazın

Gündelik işlerle avutuyoruz boşlukları, karnımızı doyuruyoruz
Kutsal gecelerde cemaatle birlikte secdeye duruyoruz
Kalabalık içinde, hemencecik tanıyoruz rahman olanı

Avuçta saklı not, suratta inatçı bakış
Kimi seviyorsak ona daha çok inanıyoruz

Ve rahim olan durmadan uzağa kaçıyor bizden
Avcılar bizim kokumuzu sürüyor köpeklerin burnuna
Elbet bizi arıyor elinde sopayla dolanan gözü dönmüş ahali

Çıkar üstündekileri sevgilim, memelerini uzat ağzıma
Gönlünden geçenleri gizlemeyi öğren dilin ucundan, bırak

Bizden başka herkes vakitlice yetişsin madalya merasimine




YERKÜRE

Tutup kaldırın düştüğü yerden
Mor ipek kundağa sarın şu rezil rüsva ömrü

Yağacak kuvveti yok nasılsa yağmurun
Sırça kayıklara koyup azgın sulara salın biten günü

Kısmetimize düğün dernek düşmüş, ne tuhaf
Şölen, kutlama, mükâfat, alkış, açılış töreni

Ahali işi abartmış, köprüde karşılama heyeti
Yürüyüş yolunda parıltılı halı, havada gül kokusu
Değerli taşlarla süslenmiş uzanıp yatacağımız sedir

Dünyanın tüm dillerinde bakışlar temiz
Kadınların suratında usta işi tahammül

Biz tersini bekliyorduk oysa
Kilit taşı çıkacaktı yerinden ve
Kalanların üstüne çökecekti kavisli tavan
Lanetli kavimler kan çekecekti kuyudan su niyetine
Kimi katletmişsek onun karısını alacaktık koynumuza

Vitrinde duran ne varsa, parlak ve diri
Devrik biblo, kollu şamdan, bakır cezve
Bir yalanla geçip gitmiş üstümüze tapulu zaman

Pencereyi kapat
Dışarıda kalsın çatışma sesleri ile kalabalık

Kabul et
Hayatın tadı tuzu kalmıyor ölümle kavga etmezsek




SABAHÇI KAHVESİ

Gecikmiş trenleri gözlüyoruz istasyonda, son ışığın sönmesini
Bekçiler iş olsun diye kontrol ediyor önceki yüzyılı
Kuşlar günün ucuna oturmuş, ayakta halhal
Boyunda çıngırak

Akşamdan kalma sohbet şakıyor kulakta
Köpekler hiç durmadan sokağa hevesli

Gecenin çürük bedenleri yüksek kaldırımlardan eve dönüyor

Çay demlenecek ve köşedeki büfeden simit alacağız
İki dilim peynir, birkaç zeytin, yeşil biber; gözümüz susamlı çörekte
Çamdan sızan reçine kokusu ve deli cesareti ve polis kulübesi

Sabahın bunca yükü taşıması zor, vaktidir çekip gitmelerin

Etiketlere çok sert bakıyor irikıyım adamlar, hayli sert
Alışveriş torbaları sarkıyor koltuk altlarından ve
Öğrencilerin sırtından boşluğa yuvarlanıyor okul çantası

İri memeli kızlar işe yetişme telaşında
Kalçasını dünyanın yörüngesinde son kez döndürüyor kadın
Bir omuz daha atarsak kalabalığın içindeyiz, otobüsler tez canlı
Üç durak sonra metrodan inip çelik raylara yuvarlanacağız

Aklımıza aceleci vakitler geliyor; çok kazanma, hep kazanma fikri
Şunu al, öbürünü ver; küçüğün yerine büyüğünü koy
Limonlar sararmakta niçin gecikti bu yıl, elma çok mu kırmızı
Üzümün ve kayısının kızgın güneşte kuruyanı makbuldür elbet

Kafayı çevirip geriye bakıyoruz; bahçeler un ufak, ağaçlar dalgın
Az biraz beklersek tek katlı binaların boyu da uzayacak, anlıyoruz

Güzel günlerdi hatta çok güzel
Şükür, hayattayız; ihtimal o ki bu daha güzel


EHLİKEYİF

Sabah kahvesi kokuyor mahalle, şehir az biraz beklesin

Mesai saatleri, vadesi geçmiş senetler, aranacak onca adres
İş görüşmesi, derse geç kalma korkusu, sınav kaygısı; beklesin telaş
Birazdan çıkıp gelir bir yerlerden kızarmış ekmeğin kavruk hikâyesi
Ayaklanır binbir gece masalıyla uyutulmuş sevgili, merhaba gün ışığı

Az daha sıkarsak dişler morartacak dudaktaki telveyi, açıl susam açıl

Yastıkta dünyanın en şehvetli çağrısı, dilde antik öpüşlerden artan tat
Ağzın ortasında her türlü sevişme biçimi, yüzüme yaklaş sevgilim
Bacaklara yürüyeceği yolu göster; geçeceği sarp patikaları, azgın suları
Yardıma çağır tarihe nam salmış o civanmert bakışı, saçlarını savur
Ört göğsümü, boynumu ve gözleri ve ayıpları; saklı kalsın kusur
Kaldır başını bak, böyle bir duygu olmalı hayatın mucizevi vedası

Sevgilim, tut elimden; uyanacağımız ülkeye varalım bir an evvel



BORÇLU SEYYAH

Bütün gece sen dışarılarda bir yerlerdeyken
Belki sohbet ederken bir barda yahut bir parkta yürüyüşte
De ki film izlerken yan yana, pek de hazzetmediğimiz bir tanıdıkla

Hayatın mecburiyeti elbet mesai saatlerinde içilen onca bayat çay

Ben senin gizli memelerini öpüp kokladım kanepede
En ufak tıkırtıda kapıyı yokladım, her yanım su
Koşarak indim merdivenlerden, elde telefon
Akılda cinnet planları, eşyalar tedirgin

Karıncalar yürüdü yanım sıra uysal adımlarla
Kuş sürüleri geçip gitti usulca göğün kalbinden
Mutluluk; o yitik ülke, o vaat edilmiş cehennem
Bizden hayli uzak, söylenen yahut duyulan ezgiler

Aşk, bir imkânsızlık biçimi elbette
Sana doğru geri geri gelmem
Kemiklerin sızlaması

Bu yüzden

Pazar günleri
Kahvaltıdan hemen sonra yahut güneş batmadan az evvel
Tekrar tekrar bakıp duruyorum senden taraftaki boşluğa

Sen uzakta, ben evde; ne oluyorsa yokluktan oluyor bu aralar



BİR GÜNÜN SONUNDA ŞÜPHE

Akşam
Sarhoş akşam, ayyaş akşam, berduş akşam

Üstünü karanlıkla örttüğün sırrı açık et bize, söyle
Sonsuza dek olduğu yerde durabilir mi teslimiyet

Komşular kavga ederken biz bıkıp usanmadan sevişiyoruz
Boşalmamız için elinden geleni yapıyor yerel hayal dairesi
Karşı pencerede meraklı onca bakış, balkonda samimi alkış
Çamaşır ipine iliştirilmiş sayısız uyarı işareti

Göğsümüze yuva kuran güvercinlerin gözü kara, ilkin
Onlar havalanıyor su kıyısından, avcı anlıyor kim nereye pusmuş
Dilini geç çözdüğümüz serçeler her çatışmada cesaret timsali
Vurulan yere düşüyor, vurulan yere düşüyor; vurulan
Ayağa kalkıyor ve dikleniyor insafsız kabadayıya

Ey ilahi kudret, utanma söyle
Bizden daha cahil kurbana rastladın mı bu avlakta

Zaman hoyratça buruşturup atıyor teni örten esvabı
Yüzümüze boş yere gülümsüyor şarap, testi çatlak
El ele tutuşup şarkı dinliyoruz, uzanmak geliyor içimizden
Kırlara, çayırlara; kilim serip nehrin kıyısına, göğün altına

Kirpiğin gölgesine

Bir kapı aralığında, belki perde arkasında
Gelecek olanı bekliyoruz seninle bir başımıza

Sabah öylece geçip gidiyor; öğleyi unut, ikindi kötürüm, gece zifir

Akşam
Cahil akşam, küskün akşam, korkak akşam
Baş köşeye kurulmuş kimi kimsesi olmayan perişan akşam



ARALIKSIZ ÇARŞAMBA

Seni sevmeye çok alıştım ben, içime sinmiyor evde tek başıma oturmak

Mesai saatinde çarşıya gidiyorum, iş çıkışı uzağa, geceleri hep geçmişe
Başka gezegene, genç kızlar farklı renkte gülümsüyor çarşamba günleri
Canım istemese de çıkarıp masaya bırakıyorum cebimdeki fotoğrafı
İşin aslını sorarsan daha kötü huylarım da var hem de çok ayıp

Gel de tek nefeste tırman şimdi gökyüzüne uzanan şu dik yokuşu

Uygunsuz vakitlerde aklıma geliyor kalçanın şehvetli kıvrımları
Yanaklarında asil çukurlar, kelimelerin altına gizlenmiş meçhul anlam
Her fırsatta uzanıp öpmeye çalışıyorum dudağındaki o bildik soruyu
Rahat ol, senden daha kolay avutuyorum artık ellerimi; biliyorum

Merhametten maraz çıkacak, isyan başlayacak yüzyılın sonunda

Ayakların gücü yetmiyor çekip gitmeye, giysiler hep yorgun
Koltuğa çöküp kalmak için bahaneler uyduruyor sessizlik
Aynı yatakta uyumayı nasıl da sabırsız bekliyor o uysal bakış
İç cepte her daim sarılma ve koklama sevdası, yerde bozuk para

Asırlık ağaçları topraktan koparmak ne mümkün

Akşamüstleri incecik bir ipin üstünde yürüyoruz seninle ikimiz
İzmir'den başlayıp İstanbul'da biten upuzun bir caddenin ortasında
Önümüzde sinema afişleri, sokak şarkıları, ödenmemiş onca senet
Ekmek arası rüzgâr, sahanda fırtına, ızgarada kar boran
Sebepli sebepsiz içimizi kemiriyor dünya sıkıntısı
Ağzın içinde paslı şarap, dilimizde hükmü geçmiş aşk sözleri
İlkin çatıda başlıyor yağmur, kiremitlerde ritmik tıkırtılar
Köprünün ayağını boş yere sökmeye uğraşıyor acemi amele

Karşı tarafta gün batıyor, burası da kararır birazdan; gitme, gel
Birlikte yuvarlanalım yeni güne; belli mi olur, dağlara yürürüz sabaha karşı

SEYİR TERASI

Kendisiyle birlikte çürürsek canı daha az yanıyor iskelenin

Sabahın köründe başladı bu seferki yağmur
Önceki gün içimiz dışımız rüzgâr, akşamüstleri fırtına

Bu sefer de bunun için mi hırpalayacağız birbirimizi; gel, çay içelim
Uykuya dalmazsak gölgelerin kaybolmaya niyeti yok, tek şeker lütfen

Süzgeci tabağa bırak, oraya süzülsün yürekte birikmiş tortu

Yüzde derin çizgi bulmazsa ters tarafı gösteriyor pusula
Biz rezil olmadıkça göğsüne kurşun işlemeyecek seyir defterinin

Keşke aramak için değil de bulmak için çıkmış olsaydık yola

Bileğimiz burkulsa kendi ağrısını unutacak gibi bakıyor fakat sandal
Bir tek yelkenliler kendini onaracak gibi süzülüyor uzaktan daha uzağa

Belli ki aldanıştan tasarruf ederek kendine varamayacak insan

Kışın uzun geceleri başladı, peksimetler kuru
Olan biten denizin umurunda değil, balıklar nazlı mı nazlı
Ne varsa hayatla birlikte eskiyor, boşluğa yuvarlanıyor anılar

Demliğin üstüne su çek, kimsenin eve dönesi yok bu koyu karanlıkta



RANDEVU SAATİ

Eylülden doğmuş olmalı yılın geri kalan ayları, kısa boylu şubat dâhil

Birkaç güne okullar açılır, işbaşı yapar ameleler; üstümüzde
Kapıyı kapatınca tüm kötülüklerin dışarıda kaldığı saflık hâli
Ne güzel, hemen karşı tarafta sonsuza uzanan istasyon binası
Biz seninle yolun tam ortasında bir yerlere çömelip su içiyoruz
Ardından tuz ve ekmek yiyoruz, bu son söylediğime pek gerek yoktu

Hemen yanı başımızda rutubetli renkler, boğaza dizilmiş sofra artığı
Arkamızda süvariler, piyadeler, ayak takımı; zırh kuşanmış ahali
Az beklersek gırnatanın dikey sesi duyulur, kuşlar şakımaya başlar
Bütün dünya birlik olup yakalar tarihe gizlenmiş firari mahkûmları

Elindeki taşı suya at, dolaştığımız çarşıda gördüklerimiz bize yeter
Takvimden çıkarırız istersen mesaiden artan tenha vakitleri, bak
Yaz bitti bitecek; kalan günlerin kendine hayrı yok, bize mi olacak
Hepimiz yerde yatan ölünün eksik parçasıyız nasılsa, sonbahar dâhil

Kabul et, hüzünlü bir annenin evladı olmalı bu dalgın gün batımları
Anla, söylemese de bir derdi var ağustosa gömülen gurup vaktinin



SOLUK GÜN RENGİ

Yeraltında biriken sesler arka arkaya patlıyor, duymazdan gel
Sebepsiz yere ayaklanıyor dünya işleri, aldırma
Bugün tatil, ayakları kayıtsızlığa uzatma günü, sen biraz daha uyu
Elimden geldiğince avuturum ben evin içindeki telaşlı koşturmaları

Kahvaltı tamam; ikindiye doğru şarap içeriz, mutlaka kırmızı
Unutma; elma ve yeşillik alacaksın pazardan, biraz da zeytin
Belki birkaç limon, bakıp bakıp hüzünleneceğimiz kadar sarı

Sonbaharın saklısında yaza dair kırık dökük hatıralar
Benim aklımda sancılı ömür, arka tarafta bekleyen aksi iki ihtiyar
Uçsuz bucaksız pamuk tarlasına gömülüyor son birkaç dokunuş
Güneş batarken gözyaşı ile ıslanıyor ufuk çizgisi
Mendilin bahanesi hazır, çekilecek gibi değil bu kahır

Zarfın üstüne pulu yapıştırıp köşeye bırak, merak etme
Yazılmış her mektup kendi adresini nasıl olsa bulur

Kalk, sokağa çıkalım; bugün pazar, meyhaneler gün boyu açık




ÇENTİK İZLERİ

Zaman dedikleri şu arsız vampir ne vakit içti kanımızı, göz ıslak

Kafa iyi, keskin kokular yükseliyor meyhaneden, ahali huzursuz
Üzüm salkımları kekre şarap dolu, az daha yaklaş bu esrik yüze

Yaklaş ve iyice bak insanlık tarihinin az gelişmiş girinti çıkıntılarına
Dehşetin özenle kazındığı duvara, av resimlerine, tahammülsüzlüğe

Çekip gitmek gelmiyor içimden, şehri ve faturaları terk etmek
Şehvetli öğle tatillerini, mesai saatlerini olduğu yere bırakmak
Kolları kıvırıp kravatı gevşetmek, uluorta çimlere sermek bedeni

Hatırladıklarım arasında bedeli ödenmemiş kabahatim yok üstelik

Bilsem söylerdim muhakkak
Neyin çaresi olacak yaşamaktaki bunca ısrar
Elimden gelse dalıp kurtarırdım kuyudaki Yusuf'u

Otur karşıma, bohçana tıkıştırdığın merhameti dışarı çıkar
Aç koynundaki şişeyi, içinde ne kaldıysa dök berduş kadehe

Sabrın varsa sırayla anlat

Ne ara kapladı üstümüzü bunca kir pas
Bu sefil mutsuzluk kimden miras kavmimize; bak, çölümüz hâlâ kurak



SİHİRLİ KOSTÜM

Giysilerimi çıkarıp seninkileri giydim
Ahali sen sanıp selamlıyor beni

Mahalle girişinde koşarak karşılıyor çocuklar
Emekliler ölesiye alkışlıyor parlak pabuçları
Dedikoducu komşu konuşurken iki büklüm

Ellerim dolu; horoz şekeri, topaç, fırdöndü, çıngırak sesleri
Kutuda şambali; ölü uyandıran, kuş kaldıran, mutluluk iksiri
Genç kızlara sihirli ayna, oğlanlara nazar boncuklu çakı
Ardım sıra yalanıp duruyor sokağın işbilir kedileri

Bakkala olan borç, terzide prova günü senin adına
Benden olana rızası yok pazar esnafının

Kiminle sohbete girişsem
Senin adını söylenerek cevap veriyor, bıraksam
Oracıkta terbiye edecekler ayar tutmayan huylarımı

Giysilerimi çıkarıp seninkileri giydim
Sırtımda sana ait örtü, bunları söylemiştim sanırım
Senin can çekişen şapkanı taktım yağmurlu havalarda

Bu yeni karar
Bir daha yıkanacak kuvvetim yok senin öfkende



HÜNER

Gözlerin, kirpikler, yanaktaki gamze, dolgun dudak ve iri meme
Mahalledekileri çıldırtan gülüş, el kol hareketi, belde o uysal kıvrım
Yürüdükçe yeri göğü sarsan adımlar, camları patlatan kalça sallayışı

Sevgilim
İnsanları yaşamaya ikna edecek kadar güzel oldun sen daima

Herkes farklı bir sözcüğü yakıyor meydanda senin uğruna
Evler, arabalar ayak altında; yeryüzü parmaklara dolanmış
Denize uzanıyor masalar, manzara kırbaçla terbiye edilmiş
Cüzdanda uzun yaşam iksiri, zarfın içinde fitre-zekat
Yastığa saklı çeyrek altın, valideden kalma pırlanta kolye

Günahların kefaretini ödemeye yetmiyor tapudaki mal mülk

Hesap kabarık, ateşten kılıçlar çarpışıyor bulutlarda
Kuş sürüleri, gök gürültüsü; atlılar boşluğa yuvarlanıyor
Dağlarda pençe izi, buzlu pencerede titreşen buhar
Ovada pus ve ahalinin elinde iri yarı odun parçası

Korkun olmasın, seni dünyanın ortasında sevecek kadar cesurum ben

Sözlerin
Kabına sığmayan bakış, saçlara hapsolmuş rüzgâr
Küsüp gitmeler; bağırış, çağırış, surat asma
Gün yüzü görmemiş küfür kervanı

Sevgilim
Bildiğin kelimeleri bende terbiye edecek kadar insafsız oldun hep

Zıplayıp durma böyle sonsuz hevesle yer kabuğunun üstünde
Çek al göğsümden şu soğuk ağrıyı, söküp kopar kanlı et parçasını
Senin avuçlarında son bir kez atsın bunca yıllık mağlubiyet

Kabul et, beni kavminden kovacak kadar zalim oldun sen her daim


CAHİL HAZ

Ey yabancı, iyi ki bilmiyorduk adını
Bilseydik mutlaka seslenirdik ardından

Bunca iyi tanımasaydık kendimizi
Peşine düşerdik senin ve söylediğin sözün
Kedilerle birlikte yalanırdık geldiğin tarafa bakıp bakıp
Sevişmenin şehvetine aldanıp ıssızlığı yurt tutardık

Sana kanıp
Senin güzelliğine kapılıp, senden ilham alıp
Bağırıp çağırırdık çarşı pazarda
Mahrem yerlerimizi gösterirdik birbirimize uluorta
Senden evvel uyanıp gideceğin mesafeyi süpürürdük
Tamir ederdik su içeceğin çeşmeyi, gecenin bir vakti
Derin çukurlar kazardık kapı girişine
Biz de senin gibi eğilip şifa doldururduk avuçlara
Tıpkı senin gibi, geride bırakırdık ödenmemiş taksitleri
Çocukları, korkuları, kırgınlığı; öldükçe çoğalan anneleri

Gördük
Ayağa kalktın, çarığını giydin, ilk adımı attın

Dön ve sırrını söyle bize fazla uzağa gitmeden
Söyle, adımız ne
Ne diye seslenecek senden sonra bize rüzgâr ve ölüm



KIŞ HATIRASI

Birden karışıyor ortalık; deniz dalgalı, kuzeyde kar soğuğu
Oltanı suya sal ve bekle, kısmetin neyse çekersin gün dönerken

Çaresizlik midir bize bunca sözü söyleten
Onsuz yapamadığımız, ellerimizin titrediği, huzursuzluk
Yorgunluk, bitkinlik, yoksunluk yahut göz kararması, ağız kuruluğu

Susuz çekebilir miyiz yüzümüze uluorta edilmiş onca küfrü
İki kadeh içsek güzel görünür mü bu ahlaksız kara parçası

Boyumuz daha uzun olsaydı çocukken, gençken kaşlar hilal
Cepte dolu para yahut yakışıklı okullarda mezuniyet töreni
Baştan çıkartan bakış, her kapıyı açan iltifat, renkli gülüş

Bakar mıydık yine de bu kadar büyük aşkla
Karşımıza dikilmiş şu edepsiz hayale

Öksür
Fırlayıp dışarı çıksın boğaza saplanan kılçık, toparla etrafı
Bu çizik teni bir yerden tanıyor olman gerek, bu hıçkırık nöbetini

Uzaklarda hayranlık uyandıran kar boran
Ağların arasına yerleştirilmiş kusursuz hile
Her kavuşma öncesi başlayan mükemmel fırtına

Balıklar belli ki anlıyor suyun içine birikmiş sızıyı
Zargananın ağzı bu sefer de cahil, aceleyle ısırıyor çıplak iğnenin ucunu



ZORLU VAKİTLER MÜSABAKASI

Erkek, alt dudağından tutarak boşluğa sarkıtıyor kadını
Kadının suratı mutsuz; bakışlar çatlak, yanak içe çökmüş

Bağbozumu, hasat sonu; mevsimlik işçilerde deli kuvveti
Tenini güneşte kuruluyor yazlıkçılar, ayaklarda terlik

Köylüler güzel avrat otu peşinde, ha babam de babam
Üsttekini tanımıyoruz fakat anne diyeceğiz en alttakine

Dönüş yolunda yükünü açığa boşaltıyor heyecanlı kamyon
Ahlak dairesi izin verse herkes oracıkta soyunacak
Tohum tohumu dölleyecek, böcekler çiçeği
İnsan, karşısına çıkan her ihtimali

Yalancı lavanta kokacak çarşaflar
Dolaba istiflenmiş havlu takımı kar beyaz, masallar tenha
Bastırılmış bir sancının üzerinde savaşacak soylu halk kahramanları

Sen de ki onlara

Yokluk günlerinde bir başıma çoğalttım ben bu duruş ve bu hüznü
Elde avuçta eskimiş birkaç öpüş tadı, koyu kahverengi meme ucu

Halbuki kasıklarda sürüyor hâlâ o cinnet töreni
Kayalıktan suya atlıyor zevk düşkünü kelimeler

Kadın
Aşağı çekiyor erkeği; kör kuyulara, dipsiz uçuruma, kendine
Adamın gözleri kaygan, elleri mutlu, çeşmeden akan su berrak






KIRMIZI VAKİT

Gece şehvetle öpüyor meçhul karanlığın dudağını, bu çok ayıp
Sonra kuytu yerleri, ardından esmer coğrafyaları

Dağlar, tepeler, nehirler hep ıslak

Efendiler
Açık görüş esnasında böyle sert ve dik konuşma hakkınız yok
Cümle âlem biliyor, bu sonraların ardı arkası kesilmeyecek

Yağlı asfaltta kayıp duruyor araba, kuledeki gözcü kudurmuş
Az daha ısrarcı olursak tezgâhtaki çürük mallara el koyacak zabıta
Dikkat etmezsek iş kötüye gidecek; trafik hızlı, sirenler nefes nefese

Gölgede pinekleyenler serinlik dolduruyor matarasına
Kahveci çırağı elindeki havluyu uzatıyor terli boynumuza

İniltiler edepsiz, bunu biliyoruz
Ruh her fırsatta şımarık, ten alev almış
Kuyuları ters yüz ediyor uzak parmağın ucu
Kol titrek, kasıkta iştah, göz kapakları sıkı örtük
Kelimeler ahlak faciası, kafile menzilden çıkmış; heyt, ulan

Kadın erkeğe mecburiyetten yurt, erkek kadına en eski gurbet

İhtimal hiç yoktan kavga başlar birazdan, beklenen arıza çıkar
Gürültülü bahaneler kaplar ortalığı; çatışma, kıskançlık krizi
Tazminat davası ve aleyhe sonuçlanır uzlaşma dilekçesi
Ömrümüz yetmez takvimdeki son yaprağı koparmaya
Hayat ters taraftan sorgular meraklı bakışları

Efendiler
Bizim ne işimiz var bu tuhaf evde, çaldığımız kapı niçin kilitli
Sevgilinin yaşadığı mahalle yoksa yine mi çıplak girdi yatağa


ŞAHSİ BİLGİ

Sırtına geçirdiği çıplaklıktan utanıyor cenaze sahibi

Tanrı tahammüle saklanıyor, cemaat sabırsız
Sokağı kontrol ediyor bekçi, kaldırımları üst üste koyuyor
Jandarma azıcık öne çıkmış evleri hemen yanındakine hizalıyor

Bir tek sen kalıyorsun yıkılan göğün altında
Bir tek sen itiraz ediyorsun olan bitene, sesinde öfke
Kimsenin işitmediği sözcüklerle konuşuyorsun ölülerle

Tanımadığımız birileri yığılıyor toprağa ve
Şehrin en doğusundaki evden yükseliyor feryat

Bilsen hangi dilde ağrıyor, o dilde merhem sürersin yaraya

Kadınların bakışlarında yas
Senden tarafta bir dolu kabulleniş

Bilmek nedense mutlu edemiyor hakikati

Anadan üryan bir çocuk atlıyor balkondan
Bir yerlerden tanıyoruz onu, sınavda sorulsa
Cevabımız yok fakat önceki yüzyılda neler olup bitti

Dağlarda vurulup kalanları kim hatırlıyor ki zaten annelerden başka

Cephe savaşında mağlubiyet haberleri
Gözlerde uykudan az evvelki mahmurluk

Ne kadar soyunursak soyunalım üstümüzde hep bir üniforma







İPLİK




Kadınlar bedenleriyle cevaplıyor ilkel dillerde sorulan tüm soruları






VARLIK YOKLUK KAPIŞMASI

Senin dışında kimse böyle büyük bir yangın başlatamazdı şehirde

Diye yazıyor tarih kitapları; tezkireler, şehrengizler, salnameler
Kavgada senin gözlerinden sivri bıçak çekmemiş namlı kabadayı

Yüzünü nehirlere dön ve suyun dibinde ara kaybettiklerini
Senden daha derin yara yok bu hayatta, cüssesi senden iri günah

Kâğıdın üzerinde titreşen mürekkep lekesi, yolun kıyısında nişan taşı
Kesede üç beş kuruş, heybede çocuklar için dalgalı akide şekeri

Avucuna sakladığın kuş yuvalarını dağıt, yumurtayı kır
Güvercin kanadı yolmaktan bitkin düş, uçan uçsun
Kaçıp kurtulanlar yay ile okun kısmeti, sonrada bekle kendini

Bu sefer de eksikleri tam etmeye yetmeyecek söylediğimiz şarkılar
Bu sefer de yere yığılan kurbana ağıt yakmak bizim payımıza düşmüş
Anla, kendimizden kaçış yok; imkânsızın avcısıyız, mümkün olanın avı

Sevgilim ben alıştım, sen de alış mahalledeki ufak tefek cinayetlere
Yık üstünde oturduğun saltanatı, saçlarına takılmış çelengi çıkar

Yaklaş ve söyle, ne bekliyoruz uçsuz bucaksız aşkları katletmek için





KIZGIN TARAF

Kimdir bize böyle ısrarla halimizi vaktimizi soran
Bunca uzaktan çocukluk adımızla seslenen kim

Aranızdan biri söylesin, kimin işi bu mutsuzluk tarifi
Bu nasıl şaşkın bakış, bu nasıl sevişme daveti

Suyun içinde şüpheli yardım çağrıları
Karşı tarafta kalabalıkların çırpındığı okyanus
Mültecilerin koynunda alkışsız can yeleği, ağızda ıslık
Bedenimize açık saçık sözler fısıldayan tek direkli tekne

Bu kadar ayrıntı yeter, sonrası gereksiz tekrar olacak

Gel
Tendeki o sefil kırıntıyı ateşe katalım
Yangınlardan artan kokuyu sürelim çenemizin altına
Elimizin ulaştığı her derinliğe; parmak arasına, göğüs çatalına

Neyle karşılaşacağız çaldığımız kapı açılınca
Bilmek imkânsız, geride durup bizi kollayan kim
Nasıl silinecek dudaktan sızan bu aldanış, çekinme söyle

Vasiyetteki kelimelerin farkı ne intihar notundaki itiraftan

Bak
Nehir kabarmış
Çağıltılar acemi, köprü şımarık
İlk gençlik günahları dip köşeye saklı
Kuledeki nöbetçi boş yere gözetliyor sonrayı

Üstelik evlerin boyu saat kulesinden azıcık yüksek
Duvarda kapkara yazı ve koridorda birkaç damla kan

Ben bu aralar pek iyi değilim sevgilim, sen nasılsın



SİCİL BELGESİ

Erkek, kelimelere inanacak kadar cahil
Kadın, şarkıları baştan çıkaracak denli mahir

Usul, sevgilim
Bana doğru yürü, bana ve
Bildiğin en ilkel pişmanlık biçimine

Sesler ruhunu okşarken sıçrayıp uyanma geceden habersiz
İzin versen öpmekten bıkmayacağım ben senin uysal sırtını

Unutmak ne mümkün
Ansızın kalkıp gidişini yataktan ve durmadan meşgul bakışları
Horozların ötüşünü, fabrika düdüklerini, hırsız polis koşturmasını

Yanlış numaraları
Kör vakitte ısrarla çalan kapı zilini, özür törenlerini

Yüzüne su çarp ve uyan; söyle, bu kadar sık terlemesin pişmanlık
Bak, sabahın en yorgun yerinde nasıl da rahat dolanıyor utanış
Terk et bunca yıl herkesten habersiz yaşadığın evin adresini
Uyutarak avut sürpriz buluşmaları ve aşkı hesaptan düş

Seni ikna etmek uğruna bildiğim bütün rezillikleri kullandım ben

Kabul et

Kadınlar sonradan önceye dönecek kadar acemi
Erkekler kendilerine rüzgârdan yurt kuracak kadar kurnaz



MUKAVEMET

Mesafeleri terbiye edecek inatla bakıyorsun yola
Uzakta olanlar durup sana bakıyor, hayranlık ve korkuyla
Sende zafere ve yenilgiye, sende ölüme ve dirime, sende kendine

Yeryüzü son kez ısrarcı oluyor senden kuvvet alıp
Sırtını sana yaslayıp devlete baş kaldırıyor öksüz dil
Ağıtların tekrar yerinden aşağılara yuvarlanıyor cılız ses

Postun ne edeceği listeye eksik yazılmış
Elindeki kurbanın kıymetini bilmiyor cahil kasap

Ahali cesur
Sorgusuz sualsiz meydanlara yürüyor, bakışlar asi

En önde sen
Elde bağımsızlık haritası
Arkanda tuhaf benzetmeler
Seyyar piyade taburu ve mermi izi muhakkak

Halının üstünde çamurlu adımlarla koşturuyor sünnetli çocuk
Berber usturayla okşuyor müşterinin boynunu, seyircide merak yüksek

Bırak hanemizi yurt bilsin kırgınlık, tarihe felaket olarak geçsin hikâyemiz

Aldığın yere götür bizden habersiz eve getirdiğin yıkımları
Hayır işlerinden payımıza düşen insafı konu komşuya dağıt
Tarladan topladığımız, gökte avladığımız, suda yakaladığımız

Seni mutsuz eden ne varsa; eşyaları, huyları, inanç ve anlaşmayı
Yönünü hiçliğe çevirip yüzüme bak, kör bıçakla çizdiğin özensiz resme

Unutma
Bin yıl sonra da insanı ayakta tutacak kadar diri olacak küfür ve söz


BEDESTEN

Kadın kararlı
Önündeki tüm barikatları memeleriyle deviriyor, mülk sahibi kurnaz
Gelen mevsimden umudu kesmiş, sisin örttüğü toprakları çapalıyor

Birileri alıp gündelik evlere götürüyor şehvetli bakışları
Orada ırzımıza geçiyorlar, okşayarak ıslah ediyorlar kalçayı; dili
Ağzın içini, dayanamayıp öpsek dudağı kömüre çevirecek omuzları

Derken çekip gidiyor herkes suç mahallinden; terziler, demirci çırakları
Silah satıcısı, kumaş pazarlayanlar, mücevheri işleyen incecik parmak
Yün eğirenler, kilim dokuyanlar, türkü söyleyenler; mahalle ahlakı
Tabak çanak, korku ve cesaret, söz ve başkaldırı; ortalık toz duman

Ne duvarda fotoğraf ne akılda yeryüzünü avutacak bahane
Her kapı ardında farklı süpürge, her avluda benzer çöp yığını
Bahçede çiçek, bohçada çaput, suda yaralı aksimiz
Mazeretler yanlışın en gerekli parçası

Hep birlikte çelik halatlar sarıyoruz dünyanın aşüfte yanlarına
Birbirimize dokunmanın ücretini yüksek tarifeden ödüyoruz

Zaman açıkgöz
İlk cemrenin avluya düşmesini bekliyor
Ahali, çatal bıçakla hendek kazıyor kulenin etrafına
Gecenin bir yarısı herkes birbirinin camını taşlıyor yok yere
Erkek sabırsız, tekmeleyerek yıkıyor yoluna çıkan engelleri

Neyse ki mutlu sonla bitiyor film
Yataktakilerin elinde sigara, boşlukta duman

Herkes memnun

Herkes yeterince kârlı; ev sahibi ile kiracı, vazodaki çiçek
Hesap pusulası, ödenecek faturalar, esnaf ve zanaatkâr
Kediler, köpekler; elbet sahnede sahipsiz bir masumiyet


GÜZERGÂH

İlkin dudaklarımdan öp beni, ardından sapla bıçağı boşluğa

Az biraz bekle, yere yığılsın coğrafya

Oturduğun yerden kalk
Yaklaş ve hayranlıkla kucakla
El âlemden sakladığım kabahatim her ne ise
Dişle, kopar; dehşet fışkırsın damardan, sokaklar kan

Bu kadar çok sevmesen öldürmek için bunca uğraşmazdın

Daha az istesen daha insaflı olurdun; biliyorum, yapmasan
Eksik kalırdın, elin boş dönerdin eve; merdiven çıkarken tıkanırdın
At yarışlarına yatırırdın maaşı; piyango biletine, kaybetme ihtimaline

Kuşku neredeyse o tarafa yürü şimdi, sözün asılacağı sehpaya
İki dağ arasında kalan yerçekimsiz mesafeye, yurt tut uçurumu

Ağlamak yok, gözün kuyusu hiç boşalmadı ki dolsun
Bırak son nefesini yolda versin bunca yıllık sefalet
Ayak ucumdan başla boyumu ölçmeye

Kal olduğun yerde
Kazanan kim olursa ona sarılırsın gün sonunda





ARBEDE

Henüz ilk oku fırlattın

Yere düşmedi ancak masumiyetin gölgesi
Evin önünde toplananlar sıkıldıkça sahipsiz köpeği tekmeliyor

Bağırtı, çağırtı, itiraz; ağza alınmayacak onca söz
İçlerinde pek tanıdık bir ses, ilk bakışta bildik işaret

Hayatı kullanma kılavuzunda yazanları umursayan yok

Ocakta hiç sönmeyecek ateş
Kazanda kaynayan su
Elde ferman

Sehpaya çıkan mahkûm pirüpak mintan giyinmiş

Elbet senden başkası olamaz sevgilim
Pencerenin dibinde küfürler savurup
Bildiği dillerde beni rezilliğe davet eden

Belli ki asla bitmeyecek
Dünyayla aramızdaki çekişme, gel sokul yanıma

Öyle çok utanalım ki birbirimizden
Oldukları yerde donakalsın şehrin gündelik ayıpları




VATAN YAHUT KOMŞU

Askerliği Trakya’da yaptım, hayli uzun bir dönem
Hiç bitmeyecek bir on iki ay
Tersinden saysan şafak üç yüz altmış beş gün, altı saat

Her omuzda başka şerit

Solda mecburi gidiş, sağda kısmetse dönüş
Hudut tellerine pembe iç çamaşırı asılmış

Toprak huysuz

Aradan süzülen birkaç çıplak nehir, yaşlı başlı onca minare
Köprüler, kesme kaldırım taşları, aynalı çarşı
Bahçeleri ortak üç beş fukara bakış

Ahaliyi kendi hâline bıraksan sabah akşam çıngar çıkacak

Dokuz sekizlik çatışmalar kaplamış gecenin etrafını
Tiz sesler edepsiz, tam ortasından bölüyor coğrafyayı

Dikkat, mesai başlıyor
Silah omuza, bacaklar esas duruş

Askerin elinde hayli kızışmış tüfek
Bütün çiçekler eninde sonunda günebakan

Büyük harfli kahramanlar dolanıyor sokaklarda
Duvarın ardında acemi bir tanrı, oyukta üzgün fahişe
Çocuk gülüşü, ürkek gölge; bitmek bilmeyen zafer provası
Ne desek boş; karşıdakini bize, bizi karşıdakine sürgün etmişler

Hangi suya taş atsak başka komşunun ahı sıçrıyor üniformaya



İLK GÜNAH

İlk kuleyi kim inşa etti sınıra, bilsem söylerdim
Elde tüfek kim dolaştı dağlarda böyle hoyrat ve kaygısız

Aldırma
Ortalıkta başıboş dolanan iltifatlara
Bu sefer de toprağa ilk düşen biz olacağız

İçimizde deli heves, yürekte tarifsiz umut

Öğren
Kimin kollarıyla sarıp sarmalayacağız şu mazlum teni

Parmağı uzatsam dokunacağım yurt; bak, ilk yalanı ne rahat söyledim
Durduk yere öldü babalar, bu da böylece geçsin resmi kayıtlara
Kadınlar kendi hayatlarını kırbaçladı gecenin ortasında
Ne kötü, çocuklar bir daha çıkmadı mezarlıktan

Pişmanlığın sonunu gören olmamış, bunu elbirliğiyle öğrendik belli ki

Bu kadar ısrarla sormasaydın söylemezdim neyim eksik
Kalsaydın fısıldardım peşine düştüğün bunca önemli sırrı

İlk zırhı ben diktim
İlk ok benim yayımdan çıkıp saplandı en uzağa




BAYRAM HAZIRLIKLARI

Aşktan başka hatırlanacak ne kaldı geride; dur, mesai bitmedi henüz

Fabrika düdükleri çalmadı; mavi önlüklüler, beyaz yakalılar ve patron
Kan kırmızı entari giyenler, göğsünde maşallah yazan şımarık oğlan
Üstüne uyduruk gelinlik geçirmiş kız çocuğu yahut çıplak fotoğraf
Piste fırlayıp göbek atmadı çengiler, bekleyiş nasır tutmadı

Tezgâhta kalan malları satma derdine düşmüş esnaf
Pazarda bağırış çağırış, eksikler bir türlü bitmiyor

Batan gemiden bir tek kendimizi kurtarabildik abla

Kasadaki sahte banknotları çıkarıp ortalığa saçıyor veznedar
Dönüyor sahnedeki zenne, sırtını ateş veriyor tecrübeli dansöz
Uluorta altını ıslatıyor akıl eksiği kahveci, annelerin yüzünde nur
Gölgeler ıssızlığa sığınmış, yazdığını tekrar yazıyor veresiye kalemi

Bırak herkes cüssesi kadar hatırlasın seni ve mağlubiyeti
Yüzünü gören kimse yok, karşıya ilk geçen sen değilsin

Ayağa kalksan bulduğun her cevap oracıkta sıkacak boynunu

Aşk da kalmıyor nasılsa geride, ne ayrılık sancısı ne buluşma sevinci
Karanlıkta soluklanıyor mesafeler, kuleden aceleyle yuvarlanıyor beden



AYAK İZLERİ

Yazın artıklarını kavuruyor kadınlar, tenleri esmer
Bulgur, tel şehriye, ay çekirdeği, susam; önümüz kış
Yağmur, kar fırtınası; zemherinin sağı solu belli olmaz

Kuşlar bulduğu her gökte uçmaya hazır

Sis ve çamur, yaklaşan felaketlere dair bin türlü tahmin
Karıncanın koynunda haziranı çağrıştıran titrek umut

Senin vatanın neresiyse oraya kurmak istiyorum evimi

Gezindiğin dağları atlasta arayıp bulmak
Dolaştığın düzlüklere bedenimden parçalar gömmek
İlk fırsatta teslim olmak elbet nisan rüzgârının uğultusuna

Sevgilim
Bunca zaman boşuna mı övündük kabuk tutmayan yaralarla

Ayağa kalk
El âleme dağıt hakkımıza düşen kömür karası gözleri
Kötücül anlamı, yeryüzüne duyulan hayranlığı
Durduğu yerde yaşlanan şarabı
Bakışların anlamını

Sefaleti manzaraya paylaştır; unutuşu ve tahammülü, sil önceyi
Haksızlık etme sessizliğe; uzan, okşayarak avut bekleyişin tenini
Gecenin rengi sofradakilere yeter; bırak, puslu hava kurtlara kalsın

Sen böyle dünyayı ayakta tutacak kadar şehvetli bakmaya devam et
Bahar yüzünü gösterir göstermez ben yurdumu tarumar ederim senin uğruna





TECRÜBELİ BAKIŞ

Koş gel
Konu komşudan sakladığımız yerlerimizi gösterelim birbirimize
Sevişmeye başlayalım, öpüp koklamaya giysinin örttüğü teni

Nasılsa
Biz yanacağız ateşte, indir sırtından yükü
Bizim boynumuza asılacak bin yıllık ferman
Biz sürüleceğiz kutsal topraklardan, yumruğu savur
Uzakta yolumuzu gözleyen göç masalları, heybede bahane

Bak
Sonsuza yürüyor duvardaki leke
Bakışlar dünyanın bakımsız taraflarına dönmüş
Bizden epey evvel başlamış yangın, bırak sürsün
İlk adımı sen at, can havliyle saldır hatıralara, ruh yaralı

Dudaklarımdan sevmeye başla beni, ardından
Sebepsiz yere bağır çağır adımı, akılda kalan kaç ayıbım varsa
Önüne çıkan boşluğa yuvarlansın acemi şehvet, çöz dildeki düğümü

Açılsın paslı kilit
Bu seferki kıyamet senin saklı coğrafyandan yayılsın yeryüzüne





İĞNE OYASI AŞK

Erkekler bakışlarıyla avutuyor kalabalıktaki şehvetli kelimeleri

Cenazenin başında sedir ağacı, buhurdan, dem çeken güvercin
Güneşten başka şahidi yok sözün; söyle, neler dönüyor ıssızlıkta

Öğren
İçimizde bunca güzel kokan kim

Çatal dilli yılan hangi pınarın gözesinden su içecek
Çıkar yaraya sürülecek merhemi ve utanma, kabullen
Yırtık giysiler kurtaracak bizi bir ihtimal o harlı alevden

Gül dalına sor
Nedir toprağa zamansız düşen yaprağın hikmeti
Kuyunun dibinde bizden ne saklıyor Süleyman, karıncalar neden dişi

Hakikat ile yalan her devirde kardeş; karanlık, gökkuşağıyla akraba
Onca yıllık kanaviçe kasnağa mahkûm; öpülecek dudak kuru, diş çürük

Bak, orada
Kendi içinde boğuluyor insan, derleyip toparla yükün her ne ise

Sonsuza uçması gereken ebabil avluya düşüyor, aralanıyor sır
Züleyha'dan başka kimse göremiyor Yusuf’un içine hapsolmuş tanrıyı

Hikâyeler bırakıyoruz geride, boşluktan sarkan göz, başıboş niyet
Kadınlar bedenleriyle cevaplıyor ilkel dillerde sorulan tüm soruları





ESVAP




Belli ki insan değil bu sefer kapını böyle ısrarla çalan



ZORLU TATİL

Kasaya yaklaşıp abartılı hesabı ödüyorum, seyircilerde alkış tufanı

Ekrandan el sallıyor şehvetli hayat, açlık ve tokluk
Kira dekontu, maaştan artakalan üç beş kuruş
Pahalı gülüşler, bahis siteleri, hazır yemek listesi
Bahşişi beğenmeyen garson pek ters bakıyor müşteriye
Tereddütsüz imzalıyorum uzatılan antlaşmayı

Orada beni bekliyor kadınlar, o parlak ışık altında
Hayaller, sevinçler; kullanım süresi geçmiş hüzün
Piyangoda ikramiye ihtimali, bul karayı al parayı
Adımın içindeki korkak harfler, önce ile sonra
Halkların sık bozulan parçaları, çalıntı mallar
Coğrafyanın nadide tarafı, yeraltı zenginliği

Fırsat buldukça sevişiyoruz seninle telefonda
El ele tutuşmakta ısrar ediyor edepli kelimeler
Parmaklar kasıkta ve tüyler ürküyor ıslaklıktan

Birden telaşlanıyor faturalar, cüzdanda yetersiz bakiye
Ben dudaklarından yanaşıyorum sana, senin ağzın nar tanesi

Aklıma çığlıklar takılıyor öğle tatilinde, iş çıkışı durakta
Araç beklerken sırf oyalanmak için bir adım sağa, diğeri sola
Oturacak yer bulmuşsam metroda yahut istasyonun duldasında
İçki içilen bütün tahta yükseltilerin önünde, son kadehten az evvel
Vakit kalırsa bir daha dokunuyoruz birbirimizin mahrumiyet bölgelerine

Şimdi göğsüme eğil ve boynumdan öp, hayalarımda karar kılsın dilin
Öyle uzun uzun değil elbet; kaçak göçek, oldukça erken ve hep aceleci

Belli ki yürüyüşüm kimsenin umurunda değil, el kol sallayışı yahut bakışlar

Bu aralar evden dışarı çıkasım yok, öylece geçip gidiyor günler
Kredi kartıyla temizliyorum mahalle bakkalında birikmiş kusurları


İHTİMALLER MEZARLIĞI

Ömrü kuşatan bu oyunları kimden öğrendin sen çocuk

Bir olmazı olmalı yahut aksayan yanı
Bir yanlışı elbet bütün o küçük hesapların
Bekleyişin kavuşma anı yahut provası sevişmelerin

Vardır muhakkak eldeki her günahın bir sevabı

Gittikçe daha çok canımı sıkıyor ilikli gömlek yakası
Dirsekten bileğe uzanan kesik ağrı
Düğmesi kopuk ceket

Toparlan gidelim, ardımızda epey korku
Dilin altında yığınla saklı söz, o meşhur karmaşa
Dönüp bak; kesik baş, eksik dil, boşa savrulmuş küfür

Çocuk
Söyle, ustan kimdi senin
Nasıl böyle çabuk geçtin acemilik tezgâhından
Pusup durma öyle köşede, dök hünerin neyse ortaya

Belli mi olur
Belki işe yarar bıçak tutma biçimin yahut kurduğun onca tuzak





MERASİM

Tanrının çürümüş ölüsünü koyacaklar az sonra tezgâha

Onun yanına inançlı ticaret yollarını, kârlı mucizeleri
Yeni hasat elma küfesini ve dalıyla gürleyen ağacı
Kurak iklimleri, yağmur dilenen seyyahı, kervansarayları

Cemaat yüklenip kaldıracak mevtayı musalla taşından

Sürgün telkâri ustasını ve saf ipek kumaşı, yurt vergisini
İkiye bölünmüş denizi, gökte saklı olanı, öldükten sonra dirileni
Seni ve ağzından düşmeyen şarkıları, senin bakma biçimini

El kol hareketini, yürüyüşünü, dudaktan sızan iniltileri
Bittikten sonra başlayanı, eksikken tam olanı
Zayıfken kazananı, kazandıkça kaybedeni

Durma
Dermanın varsa kalk bak bıçağın İsmail'in boynunda açtığı yaraya

Aldırma bunca fuzuli söze
Üşenme, sokağa döl bırak giderayak
Senden sonra da seninle övünsün pişmanlık

Biliyorsun, ilkin etimiz kokacak
Ardından dilin kemiği karışacak toprağa

Arkamızdan hiç de iyi konuşmayacak bu soysuz âlem



ŞİFA

Ağrımazsa nasıl iyileşecek bu yara

Omuzda doğum lekesi, yüzde lanetlenmiş gülüş
Durmadan zafere koşuyor atlar, durmadan en uzağa
Memleket yangın yeri, dağlar başını alıp gitmekte kararlı

Ellerimizi niçin bu kadar sıkı bağladık kim bilir kelimelere

Eksik yaşanan ne varsa
Ne varsa soğukta üstümüze örttüğümüz
Yaprak, ağaç, dal, çalı çırpı; yırtık yahut yamalı

Biliyoruz
Yalnızlığın gücü bir tek kendine yetiyor

Acımıyor ve doğru yerden kaynamıyor kırık kemik




AFİŞ

Aynadaki görüntüye ne çok benziyor yüzüm

Kalabalıklar içine çağırıyor beni, cinayet haberleri
Zincir ve tasma, çit ve çivi, sıkı örülmüş urgan
Evlerin dış kapısına bağlanmış ucuz ahlak
Üst raflarda müşteri bekleyen sabırsız kumaş

Göğsüne yumruk yiyen kabadayı yere yığılıyor

Elini onların yüzüne sür ve uykudakiler uyansın
İzin ver ağır ateşte pişsin çamur, tuz ve toprak
Her nefes alışında yer değiştirsin bulut, bırak
Şakaklardaki tüyler aralıksız oynaşsın rüzgârda

Ters ya da düz aynı tarafa açılıyor nasılsa sokağın kapısı

Ölümden azadeyiz; acemiyiz, ürkeğiz, sinsiyiz
Toplantıda gür sesle tekrarlıyoruz diploma notunu
Kayıt memuruna parlak yerlerimizi gösteriyoruz
Medeniyet oracıkta anlıyor neremiz kanıyor
Neremiz çürük, kaburgada hangi kemik eksik
Kimden yaratıldık, kime sattık bunca aciz ruhu

Ahali geç de olsa duvara asılı fotoğraftan teşhis ediyor kendini

Ne yapsak ne etsek kapanmıyor ecza dolabının kapağı
Alıp bir başkasına götürüyor herkes içindeki yarayı
Hastalar şifa bulmuş gibi dolaşıyor şehrin meydanlarında
Alfabedeki sırayla üzülüyoruz geride bıraktığımız sancılara

Hiç kimselere benzemiyor yüzüm, sudaki yenilgiden başka




YENİDEN DİRİLİŞ

Göğün korkusu boşuna değil, kuş vurulup daldan düşecek

Sen yine de sebepsiz bak gelip geçenin yüzüne
Eve dönerken bir tek seni alkışlasın dövüşen taraflar
Senin uğruna canını feda etsin av ile avcı, ağaca bağlı tazı
Onun boşlukta yarışan narin bacakları ve şahlanan boynumuz

Yeri göğü donduran kar yağıyor şehre, ateş yak
Çözülsün toprak, iz kalmasın geride; ses yahut tohum
Akraba, tanıdık, fotoğraf albümü, mektup; elbet küskünlük

Geçmişe saklı ne varsa çek al hurdaların arasından
Kasımpatı, iğne yapraklı ağaç, kozalak, ilk gülüş

Öylece durup anlamaya çalış ortalıkta salınan kalabalığı
Tarif et kim ne giymiş üstüne, kimin elinde ne renk bayrak var
Seninle son bir kez övünsün şu zavallı ömür, kapıyı ört
Yola çık, inananlara seni örnek göstersin yürüdüğün mesafe

Ne bekliyordun takvim yapraklarında yazan özlü sözlerden
Kuş havalandı ve onun kanatlarıyla uçtu gök, elinde ıssızlık
Hayranlık duyduğun kim varsa senden evvel vardı uzağa




SETTÂR VE MESİH

Tahtayı bu kadar pürüzsüz işleme çocuk
Eninde sonunda ellerini oraya çivileyecekler

Kime hesap vereceğim, kimden özür dileyeceğim orada

Orada, herkesin bir tek kendi gölgesini kırbaçladığı mağarada
İncecik sicimleri birbirine dolayıp urgan yaptığımız dipsiz kuyuda

Beni bağla, beni saçlarınla bağla uçurumdaki boşluğa
Sarkıt kendinden aşağı, ahali keyifle seyretsin temaşayı

Her fırsatta önüne çıkan fahişeden uzak tut sırrı
Kurtar acemiliğin elinden yerde sürüklenen masumiyeti

Bırak ayıplarını böyle telaşla örtmeyi
Bırak, herkes kendini görsün kandan yansıyan surette

Tahtayı kır çocuk, demiri körelt; yolunu babana çevir, sor

Beni niçin terk ettin



UYKUSUZ SORU

Evin girişine ölüm kaygısını yapıştırmış kadınlar, avuçlarında kına
Eşikte kan, tatil günü özenle yıkanıp paklanıyor kapı numaraları
Ağzın içi kir pas, surat hasta, takvimler yaralı ve ibadet sahte

Yeryüzünün ilk alfabesiyle adımızı ekliyoruz yenilginin üstüne

Hakikat nereye gömülmüş; bilen yok, güneşi kim saklıyor şehirden
Uyanıyoruz apansız; başucumuzda saatli bomba, kâğıt, kalem
Okunmaktan yıpranmış veda mektubu, bildik kâbuslar
Eziyet ile tahammül

Bedenimiz çıplak, binaların boyu kedileri ürkütüyor
Asansörde aynayı yalıyor köpek, cevapsız sorular düşüyor akla

Tarlaya şifa serpen ardıç nerede, gül ağacını kim erken budadı
Mahalle aralarındaki evliya mezarlarını kim bilir nereye taşıdılar
Sen bu ipek örtüyü ne vakit aldın sırtına, cenazede başın niye eğik

Söyle

Nasıl bilirdik kendimizi



VADE

Ölümle aramıza barikat kuran kim varsa

Tanıdıklar, hayta zaman, göğün rengi
Başıboş yürüyüş yahut göz göze gelme çabası
Teni başka tene kavuşturma hevesi, kusursuz gülüş

Bir gece sabaha karşı çekip gitti doğduğumuz rahim
Tek başına söylendi ezber şarkılar, sırtta tedirgin kaput

Saçlar mı erken ağardı yoksa toprağın rengi mi daha esmer

Durur mu öyle olduğu yerde
Dağlar kayacaktı tabi ki ayakların altından
Serviliklere doğru, gürültü patırtıyla; aşağıya
En alta düşecekti kuşkucu ses ve adımızın ilk harfi

Sırasıdır, sen de sök göğsünü kaplayan zırhı

Surata taktığın maske
Parmağa geçirdiğin yüzük
Ayağa giydiğin, başa sardığın

Ne varsa

Ne kalmışsa dünyadan sana miras
Çıkar at dili kaplamış nezaketi

Çıplak kalana kadar sev beni
Annemden çabuk iyileştir yarayı






ONLAR ORADA

Bana kadınlığın bereketini göster ve ahlakın yamalı bohçasını

Ağrı ve bekleyişle ıslah et beynimi kemiren erkeksi şüpheyi
Dehşeti terbiye et, senin gücün yeter bana ve olacak olana
Evdeki kediye, sokaktan sonsuzluğa bağırıp çağıran köpeğe
Geceden artan zamana ve bizden yana yürüyen karmaşaya

Haziranın sonu ve sen hâlâ delice ürküyorsun suya girmekten
Balıklardan, dalga sesinden; indiğimiz her derinlikte üşümekten
Denizin içindekinden, lodosun savurduğu ne varsa
Çerçöp, plastik çiçek, sahili kaplayan kokuşmuş döl artığı

Onlardan

Dalından kopardığımız eriklerle gönendik halbuki daha bu sabah
Şehvetli domatesler soyulup doğrandı, sebze suyu bahçeye serpildi
Karıncalar gölgeye sığınmış, cır cır böcekleri mahmur, iskele yorgun

Gemiler coğrafyanın en yumuşak yerine pamuk ipliğiyle bağlı

Bana korkularını anlat, ardından içine al beni
Bizden tarafa göz kırpan kaygılardan uzak tut bedeni
Açığa çıkmış kökü ört ve sırrı sakla yaprak ile buluttan

Oradan

Bana yeryüzünü ateşe veren dişi sözcükleri öğret
Talan et sonrayı, seni hatırlatan ne varsa kaldır at evden
Sevişme biçimlerini buruştur, yırt elindeki sahipsiz mektubu
Durma, sadaktaki oku fırlat; göğsüme, dünyanın tam ortasına





YORGUN BEDEN

İbadet vakitlerinde sana daha çok inanıyorum
Kutsal günlerde, peygamberin rahme düştüğü gecede
Güneş erken battığında yahut hiç bitmeyecek karanlıkta

Ölülerin kabuklarını soyuyorsun benim için
Rengi atmış halıları fırçalıyorsun; oh, ne güzel
Şarkılar evin dört köşesini kaplamış, giysiler ütülü
Kelimeler lavanta kokuyor, yüzde hanımeli gölgesi
Tanrı insanı hayatla imtihan ediyor, sende tuhaf gülümseme

Ben kendimle uğraşıp durdum halbuki bütün gün

Kilitli dolapları açmaya çalıştım, muslukları tamir ettim
Çorapları kurala uygun çıkardım, gömlek askıda
Seyyar satıcılar bağırıp çağırdı bina önünde
Kim bilir kaç kere sildim kapı kollarını

Sen yokken sahipsiz kalmaktan korktum en çok

Anladım
Yağmurlu havalarda daha çok seviyorum seni ve şiiri

Sevgilim, kendine dikkat et
Yeryüzünü baştan çıkaracak kadar güzel bakıyorsun durduğum tarafa





GÜNDELİK İŞLER

El âlem birbirinden habersiz aynı renk giysiler giymiş

Birazdan karşı lokantaya geçip birkaç bira içeriz
Dünün son saatleri rakıydı; sert, beyaz peynir
Bu sefer de kavun almayı unutmuş patron

Kalkarken naneli likör ikram ederler boy fukarası kadehte
Bakarsın bu sefer daha iyi zar atarız rakamların üstüne

Etraf tuhaf, akşam ezanını gözlüyor taşralı komşu
Oğlan banka güvenlik görevlisi, esas kız tekstilde işçi
Trenin geçip gitmesini bekliyor bulmacadaki çetrefil soru

Esnaf bulduğu her fırsatta kahraman
Kediler işsizlikten dövüşüyor büyük ihtimal
Market sahibi bayat ekmekle doyuruyor ameleleri

Sen ikide bir boşuna kışkırtıyorsun güvercinleri

Senin dışında herkes misafir bu sokakta
Senden başka herkesin çalışma vakitleri belli
Mesai bitiminde döneceği adres, kucaklayacağı beden
Sperm sayısı, rahim ağzı genişliği, dantelli beyaz gecelik

Yeter, geride bırak artık telaşı
Ahlakı, fedakârlıkları, masumiyeti
Evin önünde katledilme korkusunu

Köşeyi dönerken ışıklara bakıp heveslenme
Gün batımında köpeklerden başka yas tutan yok
Ortalık kömür dumanı, kaşlar seyrek, yıldızlar kayıp

Üstümüze geçirdiğimiz ne varsa emanet, cepteki mektuplar esmer


TAHLİYE KARARI

Herkes senin yanında ararken ben kendime saklandım bütün gün

Daha da yukarı tırmanmak istedi elimdeki benzin bidonu
Cepte kibrit, torbada çul çaput, gökyüzü çıralı bulut

Tarih şeridinde kışkırtıcı onca sebep

Durma, bin yıldır beklenen o yangını sen başlat
Eşyaları ilk sen fırlat sokağa, kafesin kapısını sen arala
Herkesten evvel sen yırt ağları, çek kilit taşını olduğu yerden
Yıkılsın duvar, firar etsin azılı haydut, komşular sokağa dökülsün

Uykusu kaçanlar sana sorsun saatin kaç olduğunu
Sen her seferinde hatırlamaktan vazgeç doğduğum yüzyılı
Gizli saklı neyi biliyorsan onu açık et meraktan kudurmuş kediye

Söyle
Kimi sağ kurtarabiliriz evin içindeki çatışmalardan
Nasıl engelleriz ahaliyi kıyamet günü marş söylemekten

Bak
Yaşadığımız yüzyıl üstümüze kapatmış ihtimal penceresini

Kabul et, seni sevdiğimi benden başka herkes biliyor




ZAVALLI AŞK

Gösterişli törenlerle söküp at rahminde benden kalan parçaları
Gölgemi parçala ve adını yanlış söyle, öyle gir sınırdan içeri
Mumlara üfle; iyi ki doğdun unutuş, iyi ki doğdun, iyi ki
İyileşmek için bunca uğraştın; başucunda gül, kokla kendini

Birbirimize sevişmeyi öğretiyoruz, sevişirken acemiliklere gülmeyi
Boşalırken tiz sesler çıkarmayı, tendeki çizikleri yaraya çevirmeyi
Yataktan ansızın kalkıp gitmeyi ve dönüp yerde yatana küfretmeyi

Çocukluktan kalma acıların üzerinde bu kadar şehvetle tepişme
Bu kadar hoyrat kaşıma kesik yerleri, bırak kabuk bağlasın jilet izi

Çıkar kafanı delikten; bak, kim gidiyor ilk önde ve çatışmalarda
Hangi marşı söylüyor kalabalık, jandarma neyin peşinde dolanıyor

Gel unutalım birbirimizi ve gebe kaldığımız insanların gerçek adlarını
Sokağa tükür ne kalmışsa içinde bana dair, süpür gitsin evin önünü





TERS RÜZGÂR

Kimse yeterince beğenmiyor yaşadığı yeri, çekip gitmiyor da fakat
Akşamdan kalmalığı avutmanın peşinde meyhane radyosu

Yeşillikleri tuzla ovarsanız acınız biraz azalır
Kendini temize çeker bir ihtimal yasadışı anason kokusu

Zamanıdır rastlantı sofrasını kurmanın
Yanı başımıza yırtık harfler, yaşlı sözcükler, sarhoş tahammül

Kadeh kaldıralım güzel hatırladığımız ne varsa ona
Bir türlü gönderecek adres bulamadığımız karanfillere
Unutalım hesapta birikmiş aksiliği, günü gelince öderiz
Yan bakmaları, kucaklama gayretini, kırgınlığı
Yolun sapa tarafını, eksik hatıraları, çoğalmayıp azalanı

Ne çok üzülüp ne çok mutlu oldu bizden öteye gidenler
Ne çok ağrıdı sırtımıza geçirdiğimiz koyu renk ceket
Ne çok çağrıldık farklı isimle aynı kavgaya

Bu ülkeyi birlikte kurtardık düşman işgalinden
Birlikte kurduk bu şehri, durmadan yükseldi binalar
Işıklar yeterince yanıp söndü, taşları yerinden sökme vakti

Kabul et

Korkutamıyoruz artık birbirimizi ilk günlerdeki kadar
Mutlu da değiliz fakat seviştiğimiz gecelerdeki gibi




MUHAREBE HİLELERİ

Kasabalı bir fahişenin uçsuz bucaksız topraklarını fethetmiştin ilk seferinde
Karanlık basar basmaz ucuz şarapla kutladın yeryüzünün o büyük zaferini
Başka bir mağarada, farklı bir gölgenin üstünde tepinerek
Ağızda gösterişli duman, duvarda iri yarı çentik izi

Tecrübeli tarihçilere soracak olsak
Süvariler mevziden fırlamaya doğuştan hazır
Piyadelerin süngüsü olağanüstü çıplak, kılıçlar keskin
Kurmay heyetinin aklında akşamdan kalma taarruz emri

Medeniyetin atık suları dökülüyor güzergâha
Yol üstünde bataklık; leş artığı, sivrisinek ordusu
Az daha oyalansan boğulacaktın ahlak dersinde, bak
Onca yıl geçti ancak hâlâ kanıyor bedendeki o ilk yara izi

Kadınlar
Gidip dönebildiğin en uzak mesafe, kendinden sonra elbet

Çıldırmış, kuşkucu, ıslak ve senin bir sözün olmalı
Şeytanın bile aklına gelmeyecek o güzel bahaneye

Toparla ölü askerleri ve uzaklaş meydandan
Unut seni evine davet eden şu edepsiz ergen bakışı
Ezber ettiğin duayı tekrarla gece boyu; söyle, herkes duysun

Afrika çöllerinin tam ortasından vakitlice geçirdim ben azgın gemileri
Kışkırtmayın, sığındığı son ülkede gönlünce uyusun şu yorgun savaşçı





ÖTEKİ İHTİMAL

İçimizi yiyip bitiriyor bu kıskanç heves, ay ışığı şirret

Bulutlar aksi, yolcunun bavulunda ilk çağ tarihi
Ne yapsak ne etsek değişmeyecek günün doğum vakti

Gel, bu sefer başka tarafa bakalım

Jandarmanın umursamadığı coğrafyalara kuralım rakı sofrasını
Utanma, şehvetli tanrıların ülkesine ser yatağı; dilsiz sohbete
Uzun dokunuşlara, bekledikçe azgınlaşan parmak izine
Sırayla çıkalım dünyanın sırtına, sen hep en üstte kal

Herkesin hayranlık duyduğu çiçekleri derle toparla bahçeden
Göğsünde kışkırtıcı koku, dudakta buluşmaya hazır yol ayrımı
Boynunda unutulmuş diş izi, fırsat bulsa parlayacak lavanta moru

Manzara değişsin

Yüzümüz, esvabımız, eldeki çizgi, kaşların yönü
Terk etsin dünyayı gülüş; masumiyet, iyi olma ihtimali, bekleyiş

Çıkar hançeri kınından ve umursamadan çiz dünyanın şeffaf yerlerini

Gece uzun

Yaklaş, dilimizdeki zehri sürelim birbirimizin tenine



SAVAŞ SÖZLEŞMESİ

Yolunu kaybettiğinde kim tuttu elinden, söylesen
Eksilir misin, dudağın kurakken hangi çeşmeye dayadın ağzını

Mırıldan, öğrenelim
Senin ardından tekrarlayalım
Koynunda sakladığın şarkının son satırını

Büyüdün

Edebini örtüyle saklamayı öğren
Kabahatlerle aynı yerde yaşamak belli ki meziyet
Yüzünde bilindik mağlubiyet antlaşması, yanakta çukur

Sen yine de uğraş, çıkar ters gömülmüş ölüyü mezardan

İşte utanç, kusur yahut eksik onca dert
Bırak diz çöküp ağlamayı sahibinin önünde
Birleştiği yerden kopar kelimeleri, ne kalırsa geriye

Kabul

Kimse yürümüyor arkanda, nehirler kuru
Herkesin kendinden daha iriyarı hesabı var

İlerle sen de, düşe kalka

Gideceğin yer her nere ise
Bir başına koş o büyük boşlukta, kalabalığa sırtını dön
Kendi kurduğun köprüden geç karşıya, kendi ülkeni ara tenha dağlarda

Haritaya işaretlenmiş en imkânsız mesafe insan ve sulh
Bırak başlasın yangın, insafa gelip su dökme kimsenin eline



ADRES DEFTERİ

Tanrının dışında sevgili üzebiliyor insanı böyle derin

Böyle hoyrat, böyle hesapsız; hırçın ve yılışık
Bir tek sevgili el kaldırıyor kendinden yaratılmış çaresizliğe

Böyle içli ve acımasız ve patavatsız, kadehte bayat alkol tortusu
Boşluğa savursan zerre yere düşmeyecek keder kırıntıları
Göğe iliştirsen yerinde durması imkânsız yürek yarası

Vazoya kızıl bir gül koysan
Masadakiler derlenip toparlanacak halbuki dağınıklıktan
Etinden parça koparıp uzatsan yanında yürüyen her kim ise ona
Yeryüzü farklı ışıyacak, çiçekler filizlenip gün daha erken ağaracak
Hemen herkes karşısındakine uzatacak elmanın diğer yarısını
Farklı dillerde dikilmiş giysi geçirecekler telaşlı bedene
İnanmasak da seveceğiz yoksul halkların evliyalarını

Aldırma, ört karanlığın üstünü
Kimse görmesin gecenin boynundaki tırnak izini
Kabul et, kimse kendinden fazla zulmedemiyor insana




ZAMANLAMA HATASI

Senin hemen ardından girmiş olmalıyım eve
Demlikteki çay sıcak, camda buğu
Sofrada taze ekmek

Azıcık okşasak mevsimin başını akşamlar daha da gecikecek
Fahişelerin gözlerinde derin uyku, köpeğin ağzında azgın kemik

Unutmanın bir tür mükâfat olduğunu senden öğrenmiştim zaten

Ardından

Pır, diye havalanıyor avludan korku sürüsü
Bahçede kendi gölgesini beğenmeyen birkaç ağaç
Taşlıkta bir vakit daha yankılanıyor fakat kanat vuruşları

Zamanla kök çürüyor; dal kırık, gövde kuru
Yaprak, herkesten habersiz uçuvermiş bildiği en uzağa
Ufuk çizgisinde bekleyen güvercinin boyu kısa, bakışlar gri

Güç yetmeyecek belli ki gelen güne
Uzanıp bir çiçeği koklamaya benzemiyor kalan ömür

Ne kötü şans
Sen döndüğünde ben kapıyı çekip gitmişim




TANIDIK MİSAFİR

Pencereden eğil bak, kim çağırıyor adını
Kapıyı yumruklayan kim bunca saygısız

Karşı kaldırımda koyu karaltı, fısıltılar
Belli ki birini bekliyor kalabalık, böyle sabırsız

Bahaneler tükenince rakamlar kesmiş yolu
Benzer oyuncaklarla oyalanıyor merhamet

Akla estikçe aynı sözü tekrarlıyoruz, yalnızız

Yaklaş ve kopar saksıdaki solgun çiçeği
Koşar adım anlat başından geçenleri

Söyle
Bunca hasretle gözlediğin kim
Hangi mesafedir seni böyle elden ayaktan düşüren

Bulutlara kazılmış tünelden tanrıya ilerliyor kafile, bak
Sonsuzluk duruyor girişte, bizden yana gülümsüyor zaman
Sarnıçtaki su çekilmiş, ahali iki büklüm, kuşlar göğe gömülü
Sevgilinin gözünde parlak ışık, göğsünde meraklı takvim
Herkes kendi hikâyesini süslüyor bir kenarda

Senin dudakların gereksiz yere ıslak yahut ayakta meşin çarık

Bu kadar korkup saklanma kelimelerin arkasına
Belli ki insan değil bu sefer kapını böyle ısrarla çalan







İÇİNDEKİLER


KUMAŞ
KELİMELERİN SURETİ 07

MEZURA
CİNNET SAYIMI 11
KAYIP GÜN 12
GICIRDAYAN TABİAT 13
TENHA VAKİT 14
AYRILIK BİLANÇOSU 15
KALABALIK GECE 16
SABAHIN ALEVİ 17
AİLE İÇİ KAVGA ALIŞTIRMALARI 18
TEREDDÜT 19
SİNİK SAVAŞÇI 20
HIRSIZ VE OĞUL 21
DİLSİZ ÂŞIK 22
YARIM ELMA 23
BAKİR BAŞLANGIÇ 24
SAHİPSİZ BEKLENTİ 25
BOŞLUĞUN GÖLGESİ 26
GÖÇMEN KAVİM 27

MAKAS
GECİKMİŞ BULUŞMA 31
YAZ GÜNDÖNÜMÜ 32
UZUN BOYLU BEKLEYİŞ 33
PENCERE ARKASI 34
BİLDİK SALDIRI 35
FİRAR PLANI 36
KÖR ŞEHİR 37
YURTTAN MANZARALAR 38
SİYASETNAME 39
SARHOŞ GÜN 40
ZOR MEVSİMİ 41
KIŞ 42
OYUN HAMURU 43
HASAR TESPİTİ 44
RAHİM 45


İĞNE
ÇIPLAK FİNCANDA ÇIKAN KISMET 49
USTA İŞİ UNUTUŞ 50
YERKÜRE 51
SABAHÇI KAHVESİ 52
EHLİKEYİF 53
BORÇLU SEYYAH 54
BİR GÜNÜN SONUNDA ŞÜPHE 55
ARALIKSIZ ÇARŞAMBA 56
SEYİR TERASI 57
RANDEVU SAATİ 58
SOLUK GÜN RENGİ 59
ÇENTİK İZLERİ 60
SİHİRLİ KOSTÜM 61
HÜNER 62
CAHİL HAZ 63
KIŞ HATIRASI 64
ZORLU VAKİTLER MÜSABAKASI 65
KIRMIZI VAKİT 66
ŞAHSİ BİLGİ 67

İPLİK
VARLIK YOKLUK KAPIŞMASI 71
KIZGIN TARAF 72
SİCİL BELGESİ 73
MUKAVEMET 74
BEDESTEN 75
GÜZERGÂH 76
ARBEDE 77
VATAN YAHUT KOMŞU 78
İLK GÜNAH 79
BAYRAM HAZIRLIKLARI 80
AYAK İZLERİ 81
TECRÜBELİ BAKIŞ 82
İĞNE OYASI AŞK 83


ESVAP
ZORLU TATİL 087
İHTİMALLER MEZARLIĞI 088
MERASİM 089
ŞİFA 090
AFİŞ 091
YENİDEN DİRİLİŞ 092
SETTÂR VE MESİH 093
UYKUSUZ SORU 094
VADE 095
ONLAR ORADA 096
YORGUN BEDEN 097
GÜNDELİK İŞLER 098
TAHLİYE KARARI 099
ZAVALLI AŞK 100
TERS RÜZGÂR 101
MUHAREBE HİLELERİ 102
ÖTEKİ İHTİMAL 103
SAVAŞ SÖZLEŞMESİ 104
ADRES DEFTERİ 105
ZAMANLAMA HATASI 106
TANIDIK MİSAFİR 107


SEDAT ŞANVER (ÖĞE)

07.12.1963, Urfa…

Yayınlanmış Şiir Kitapları

Dilin İsyanı (1985)
Aşiret ve Otomobil (1990)
Haremdeki Kadınlar (1994)
Gezgin ve Katil (2004)
Kendine Akan Su (2009)
Devletin Piç Yatakhanesi (2011)
Cümle Kapısı (2014)
İskelet Anahtarı (2016)
Muhacir Kelimeler Haritası (2016)
Kelimeler, Kibir ve Telaş (Toplu Şiirler, 2017)
Kâbusnâme (2018)
Terzi Sökükleri (2020)