KÂBUSNÂME
has bahçede ağda yapan güzel oğlanlar için
DİDAKTİK KÂBUS
KAYIP SÖZLER MAĞAZASI
Bir dostu yitirmek zordur
ve elbet
Kredi kartıyla ödenmez
ihanetin faturası
Yoldaşlar, kardeşlerim
Halkımın yiğit ve
onurlu çocukları
Müşteriniz bol,
kazancınız çok, pazarınız hayrolsun
Gelin, aramızdaki tüm
ayıpları silelim
Girip çıktığımız
tehlikeli adresleri unutun
Düşlerimiz birbirinden
ötede dolaşsın
Farklı yerde uyusun
rakip rüzgârlar
Borsaya dönün yönünüzü,
duvara çakılı teneşir tahtasına
Elde avuçta icralık
coğrafya, mezatta bekleyen hudut kapıları
Tanıdık kim varsa
hatıraları merhem olarak sürüyor yarasına
Yoksul topraklarda
koşturan ergenler kapanın elinde kâr
Umudun ardından kadere
geliyor sıra; satıyorum, sattım
Böyle başladın
yaşamaya; gazetelere baktın, iş ilanlarına
Araba kullandın, metroya
kaçak bindin, vapurda çay içtin
Yan koltuktaki cenazeye
çevirdin yüzünü
İşin kötüsü diğer
gözler sana bakmaya ürktü
Yardıma çağırdığın
sesler uzaklara yuvarlandı
Yumruğunu sıkarak gir
alanlara, havaya savur küfrünü
Tekmele ve yık sana vaat
edilmiş cenneti ve memuriyeti
Bugün, ‘Sahipsiz
Ölülere
Çiçek Gönderme Günü’
Yaşamak önemlidir elbet
günahtan ve sevaptan, mutlak akıbetten
Vergi memurları elbette
saygındır kaldırımdaki fahişelerden
İşini severek yapan
veznedar ucuz pezevenkten
Hisse senedi sahipleri,
bankada yüklü hesabı olanlar
Borcunu eksik ama
vaktinde ödeyenler
Tefeciler,
iletişim uzmanları, bilişim ahalisi
Metresine
kadro ayarlamış akademisyen
Evdeki
antikalar kadar arkadaşı bulunmayanlar
Ünlüler, çok ünlüler,
daha çok ünlüler ve dahi en ünlüler
Geciktirici krem kullanan
üstün teknoloji şirketleri
Memeleri müşteriler
tarafından emilen küçük esnaf ve zanaatkâr
Kıyamet gününe
inanmayan münafıklar
Kutsal kitaplarda adı
geçen müminler
Kıtlık başlayınca
komşularını kesip afiyetle yiyenler
Boşluğa akan zamanı
tefsir eden filozoflar
Dikkat edin; hızlı
trenler, cennet güzergâhındaki niyetleri ezebilir
İsteyen istediği gibi
süsleyebilir cenazeye gönderilecek çelengi
Kardeşlerini öldürenler
sigorta kapsamına alınmamıştır
Poliçenin tamamını
okuyun, abdest bozmayın nikâh töreninde
Yemeği yarım
bırakmayın, arkanızdan ağlar
Çöpe gider emekler,
aşçı kızar, kibar kedi-köpekler ayaklanır
Açlıktan kıvrılan
çocukların payına düşen artıklar masallara fırlatılır
Kraliçe striptiz yapar
kamu yararına
Ahlakın ve edebin
faizini kayıtlara yanlış geçirir muhasebeci
Garsonlar tükürüklü
kahve getirir gülümseyerek
Babalarınız mezardan
doğrulup abartılı hesaba bakar
Bahşiş kısmına aklı
yatmaz
Kızınız doğum kontrol
hapını almayı unutmuş topu topu bir kerelik
Kürtajı erteleyelim
doktor, bu ay bütçemizde açık var
Gül gönderdik
kendimize, hesapta yoktu bıçak parası
Meğer kimse dost olmamış
kendisiyle hiçbir vakit
Elini uzatmamış
uçurumdan sarkan kokuşmuş ruhuna
Bütün bunlar doğruysa,
bu kadar ıslaksa insanın derin yerleri
Katiller, kalpazanlar,
sübyancılarla birlikte kutlayalım bu lanet günü
Hayal kuralım; belki
çoğalırız, belki arınırız uzak bir evrende
Denk gelirse birlikte
toza bulanırız talan edilmiş Afrika çöllerinde
Asya piyasalarındaki
kâğıtlarla temizleriz vicdanımızı
Sırtüstü uzanın
‘Herkesin
Başkası Olma Günü’nde
Ağıtlara
başlayabiliriz; ölü ya da diri, elden gelen bu
Kaygılanmayın hemen
pasaporta basılmış tuhaf damgadan
Yırtın devlet
matbaasında çoğaltılmış kitabın sayfalarını
Bir tek
bu yangın adam edecek bizi, eziyet ıslah edecek sefil teni
Yaratılma sebebine ve
ahirete inanın; hayra ve şerre
Bu kadar rezilliğin
sebepsiz
olması mümkün değil
Fırlatıp sokağa atın
evcil kelimelerle tarif edilen cenneti
Cehennem, şehrin hayat
hikâyesinden farklı değil; kabul edin
Ortadoğu'da
doğan çocuklar er ya da geç Akdeniz'e gömülecek
TERBİYELİ
KÖFTE
Hayat,
ıslah ediyor insanı
Binicisini
sırtından atan küheylandan
Değirmende
un öğüten beygir çıkarıyor hayat
Tezgâhın
önündeyim
Çöp
şiş
ve tükürüklü
köfte
sipariş listesinin başında
Kuyruk
yağı ölüme tevekkülle hazırlanıyor
Soğan,
ızgarada geçirmiş ahir ömrünü
Kimyon
yeterlik sınavında derece yapmış
Akademiden
doktoralı zerdeçal ihtiraslı
Bu
kavgada kekiğe de şans tanımak gerek
Gelinlik yaşa gelmiş
karanfil arıza çıkarıyor
Görücüden tam not
alıyor ekşi mayalı ekmek
Patrona
sordum, sigortam üç aydır neden gösterilmiyor
Ulan,
seni kebaba katmamı engelleyecek ne var
Elimde
bıçak ve maşa, altımda pişik yapmış don
Sıkmayı
bıraksam tere karışacak ağır proleter sidik
Tuz
da sınıf atlayacak böylece
Hayat,
ıslah ediyor insanı
Dağı
taşı parçalayan deli ırmaktan
Şişelerde
satılan bir içimlik su çıkarıyor hayat
Sebze
müfrezesi sarımsak önderliğinde saldırıya kalktı
Çürümüş
yanlarımızı birbirimizden sakladık
Kimse
bilmesin, rezil rüsva olmakla başladık yaşamaya
Ortalık
boşken asıldık küreklere, şu gizli kameralar da neyin nesi
Ulan,
tuvalet bile kamusal alan ilan edilmiş
Malzemeyi
açık edemiyoruz gecenin vicdanına
Örtünün
altına da cetvelle girin isterseniz
Poz
verip duralım bundan sonra bomboş depoda
Malzeme
sayımında fazlayı söküp atın bedenden
Hayat,
ıslah edebilir insanı
Yürümeyi
öğrendiğinde dünyayı arşınlayacak haylaz evlattan
Oturduğu
koltuktan dostunu satan büyük adam çıkarıyor hayat
Komşumuz
kadehine bir miktar daha buz salladı
Anlaşılan
üst üste binecek birazdan
Coğrafyanın
ıslak çukurları ile kesik başlı dağları
Tarihin
trajedisini zaten bilirsiniz siz yüksek medeniyet çocukları
Ama
bağırtan kazanacak bu sefer
Meydanlardaki
göğüs göğse çarpışmaları
Hayat,
elbette ıslah edecek insanı
Efendiliği
elden bırakmayalım yine de biz
Buçuk
kaşarlı çek, bol acılı
YOKSUL ŞİFAHANE
Yanlış
iğnenin girdiği yerden göğe asılı kalıyor ayak bileği
Gizlemeye
çalışmayın, memleket Şanssız
Urfa
Surattaki
çıban izinden anlaşılıyor ne mal olduğunuz
Elden
ne gelir, toprağın mayası bozuk
Şehrin
ortasından geçen derelerde yüzmek yasak
Erken
ölüm oranı artmış eli silah tutan eşkıyalar arasında
Kırmızı
yakalı general kızgın, söyleyin vurulan kim
Küçük
esnaf, künefenin şerbetiyle temizleyecek kışlanın namusunu
Sağlık-sıhhat
olsun, bütçemiz bu kadar
Göğü
okşayan bayraklara harcadık paraları
Atlas
kumaşa ilmek ilmek dokuduk kirli haritaları
Düşman
yaklaşamaz artık hakikatin hududuna, emin olun
Eğilip
bakın, esmer kan damlıyor nizamiye çeşmesinden
Dikize
yattık, gördük; fizik tedavide taş gibi götler
Kadın
doğumcular ellerini soktuğu her delikten desteyle para çıkarıyor
Geç
de olsa ayağa kalkıyor kelimeler; masallar eksik, ağıtlar
kalabalık
Morgun
arkasından kimsesizler mezarlığına fırlatılıyor yasadışı
ölüler
Ana
rahmine sığmayan çocuklara yakalama emri çıkarıyor vilayet
Psikiyatrlar
rahat, hastalarından kaptılar deliliği
Sonuçta
iş kazası, ekonomi paketlerinde virüs var
Temiz
tutun yaşadığınız yüzyılı, tarih notlarını fırçalamayı
unutmayın
İlaçları
vaktinde almazsanız hüzün eklenecek reçetenize
Kerhane
şarkılarında ağlamaya başlayacak en şişman konsomatris
Kaderdir,
pek zorlamaya gelmez; bulun getirin sünnet derinizi
Kuru
otları bir araya toplayın, bu defa kesin yakacağız İbrahim'i
Akarsuları
uyarın, ikinci emre kadar dip akıntılarını kessinler
Cumhurun
altına bağlanacak bez kalmadı malzeme ofisinde
Yumuşak
koltukta sohbet ediyor belediye reisiyle vali yardımcısı
Encümen
üyesi etli makata
merhem sürüyor her birleşme öncesi
Konsey
üyeleri bildiri yayınlayacak az daha oyalanırsak hücrede
Uyuşturucu
kaçakçılığından yakalanıyor müsteşar, kimin umurunda
Yalama
yutma hakkını kötüye kullanmış gümrük personeli
Kaymakamın
cebinde güzel oğlanlar kitabı, gözlerde ecnebi ahlak
Mahfelden
borsa simsarının şehvetli sesi yükseliyor
Stadyum
girişinde erken vergi kesiyor hükümet
Sonunda
açılıyor hastanenin kilitli kapısı
Boynumuza
asılmış ağır rapor:
Şair, akıl oranı noksan
Öleceği
vakti şaşırıp erkenden teneşire kuruluyor devlet başkanı
Kürdistan'da
ayaklarını alıp elmalı şeker veriyorlar çocuklara
Ahali,
çılgınlar gibi alkışlıyor polis arabalarını
FAZLA
MESAİ
Kuvözdeki
kıçı yırtık bebek emekleyerek ulaşmaya uğraşıyor dünyaya
Doğduğu
andan itibaren pürtelaş, açgözlü süvariler koşturuyor peşi
sıra
Paso
içtik bütün gece; kadeh sürahiye küs, şişe toprağa düşman
Memleket
efradı pusuya yatmış, karanlığın dibinde kör umut
Okçular,
tımarlı sipahiler, zırhı parlak şövalyeler, kralın metresi
Tezgâhtar
önüne geleni kazıklıyor, kalıbına sığmıyor zevzek çavuş
Kadın bedeninden
fırlamış bir adam görünüyor aniden köşede
Yaldızlı giysiler,
ışıldayan takı, yayvan kelimeler, dudakta jilet izi
Pazar
esnafı milli duygular içinde satıyor yeşillikleri
Radika,
turp otu, kaya koruğu; maydanoz
hediyemiz olsun abla
Önümüzde
terbiyesiz bir okyanusun ters dönmüş atlas yelkenleri
Manzaralı
bölümden bilet almaya çalışıyor medeni ülke vatandaşları
Kimin
altta kaldığı meçhul, ısrarla aynı soruyu soruyor namlı
kabadayı
İstiridyedeki
incilerin benden olduğu ne malum
Spermler
ödünç, rahim ortak, midyeler içe kapanık; aile geniş
Üç
oda salon, yataklı vagon; kibrinizi
vestiyere asıp başlayın sevişmeye
Yolu
kol kola yürüyeceğiz; nişan al, ateş… Tüh, yine mi karavana
Doldur
boşalt, askeri marşları bağıra çağıra söylüyoruz işyerinde
Ağzımızın
içi kin ve kinin; nefretin kokusu sinmiş üstümüze, yorgunuz
İneceğimiz
durağı unutuyoruz; şoför
bey, müsait yerde lütfen
Mesai
çıkışı hamile kalıyoruz sarsılan otobüste
Patronun
sesi tanrının emirlerini bastırıyor
Bebek
büyüyüp koca adam oluyor, hayatı külliyen yalan dolan
Her
kabahatte yeni bahane, her cepte farklı anahtar
Kim
bakıyorsa ona göre değişiyor nüfus hanesinde fotoğraf
EVİN
KIŞ HALİ
Evimiz
kenar mahalle çocuğudur, çatısında yağmur şırıltısı
Kırçıl
kiremitler durmadan dayak yer çıplak rüzgârdan
Kötü
ruhlara karşı sirke, iyi niyetler için üzerlik
Domates
parçaları ve kuytu odalara saklanmış nar
Sokak
fedaileri salçalı ekmek ve hedik uğruna çatışıyor
Uykuya
yatırılmış kavun-karpuz mangasında rutubet nöbeti
Bardak
ayvası talaş artıklarından imparatorluk kurmuş
Soğukları
azıcık yoklayacak olsanız misket limonu uykudan uyanacak
Soğan
sepeti kuru kalabalığa sığınmış, çam fıstığı kat kat
giyinik
Sarımsak
gün ışır ışımaz kaderine baş kaldıracak
Tavuğun
kemikleri kırık, tilki kümesi talan ediyor; etraf tehlikeli
Can
havliyle civcive saldıran kasabın hesabı hayli karışık
Körpe
piliç pilavın üstüne yerleşmiş, bacaklar havaya kalkık
Tarhana
kızılı zıvanadan çıkmış, malzeme ortalık yere yayık
Bombanın
saati derin geceye kurulmuş; bakla gergin, nohut inatçı
Alttan
alta mideyi patlatmayı planlıyor yağlı bulgur aşı
Patlıcan
dolması komitacılarla işbirliğine doğuştan hazır
Görüntüyü
araziye uydurma telaşında mısır koçanı
Ateş
harlı, mangal acemi; direnecek ve kurtulacak buğdayın püskülü
Mercimek
köftesi her eylemde bozguncu, yumruklar sıkılı
Susam
kırıntısı kimlik mücadelesi veriyor, diş etlerinde huzursuzluk
Keçi
boynuzu ilk gençlikte kuşanmış silahı, pekmez yedek kuvvet
Toprak
ve bağımsızlık talep ediyor ekşimiş maya
Dip
tarafa saldırıp cesaret limonatası
içiyoruz
Şekerle
cevizi bol tutuyoruz helvanın
içinde
Hoş
bulduk şerbeti
ile ferahlayacak illegal
su eleği
Akşam
olur olmaz çavuşun sünnet yerine çeyrek altın takacağız
Geçip
gitti kış, gelen mevsim epey davetkâr; çilekler serin, erikler
taze
Adamda
istek, kadında şehvet; evin her hücresinde ahaliyi çıldırtan
merak
TADİLATTAKİ AŞEVİ
Yaşadığımız
hayat polis kayıtlarında kendine çarçabuk yer buluyor
Kanlı
çatışmalardan bir an olsun gözünü ayırmıyor emniyet personeli
Şef,
yemeğe katılan malzemelerin tadına tek tek bakacak
Ağız,
küfürle ezelden tanışık; işkembe şişkin, paçadan sefalet
akıyor
Masayı
hazırlıyoruz; yaldızlı tabak, çatal bıçak, boşlukta tuzluk
Pilavdan
dönenin kaşığı kırılsın; kimyon, zerdeçal, karanfil, kekik
Şarabın
imanlı hâli kepkeskin sirke, çorbada turunç dallarının tortusu
Turfanda
sebzenin beklentisi yüksek, kuzu suskun, çoban tanrıyla akraba
Pazar
esnafının kalbi kırık, celep nezaket timsali, kepenekte asalet
sağlam
Dereotu
kıyılacak baklanın üstüne, süzme yoğurt ayranla köpürecek
Ete
sosu geç koydun, salça ağır kaçtı, soğan kısık ateşte
kavruldu
Sıtmadan
titreyen çocukların bedenlerine kinin serpme vakti geldi
Banka
binalarına boş yere çizik atmaya uğraşıyor proleter hançer
Mahallenin kadrolu delisi
hükümetin camlarını patlatmaya yeminli
Suyun
bakışları ters, kerevite ulaşmak hayal, dipten yükselen dalga
sert
Sermaye
yırtık dondan çıktı çıkacak; kadın kikirdek, garson terbiyeli
Tavada
zifiri karanlık, tencerede gecenin gölgesi, mangalda koyu duman
Fesleğen, kuşkonmaz,
reyhan; balıkları iyottan kurtaran defne yaprağı
Sarımsağın
ayıbını kapatan ne varsa cacık ülkesinde
Sürahide
buz, yaz sıcağında yürek yangınını sindiren meyan balı
Mahzende
yıllanmaktan hayli yorgun şıra, gazetelerde yasal ilan
Vatanını seven
aşçılar aranıyor,
memeler
dolgundur
Çorbada
devletin tuzu, ızgarada istihbarat teşkilatının biberi
Nüfus
cüzdanında soğuk damga, ense kökünde resmi nefes
Çatısına
neft sürülmüş dairede iniltiler, şehir arkamızdan iş çeviriyor
Yaşadığı
kabahat bir an olsun peşini bırakmıyor insanın
SERBEST
PİYASA
Karargâhın
duvarına önemli kararlar asıyor başçavuş, esnaf tedirgin
Devlet
ağır hasta, saltanat makamı kan ter içinde, bayraklar solgun
Tanrı
farklı renge boyuyor yarattığı her kavmi, gözler çekik
Hükümet,
kıyametten önceki maaşı dağıtıyor memurlara; boy kısa
Üniformalar
kızgın, cennetten şehvet fışkırıyor, bacaklar ayrık
Dağların
içinden gelincik şerbeti geliyor şefin ağzına, eller titiz
Lokantanın
aşçısı tuhaf,
kuşlara acıyıp tabaktaki bıldırcına bayılıyor
Yanaklar
kat kat kırmızı, şarap mahzeni salkım salkım beyaz
Şehir
nefretle tükürüyor evlerin üstüne, bomba patladı patlayacak
Binalar
mide fesadı geçiriyor ölçüyü kaçırınca
Caddeler
düşük yapmış, telaşlı; mabetlerde sevişmek ayıp
Akademide
bin yıllık
merak, hakikat hangi taşın ardına gizleniyor
Suikasttan
sağ kurtulan evliyalara ne olacak
Mahkemenin
hâkimi zabıtlara tokmakla kaydediyor hükmü
Hürriyete
mani teşkil etmektedir yüksek asgari ücret
Generalin
sırma apoletleri geliyor dile, vatan
sana canım feda
KIZ
İSTEME MERASİMİ
Anketin ilk sorusu,
sevgilinizin
en sıkı korunan
hudut kapısı
Yeryüzünü
sıkı sıkıya kavrıyor ipli çamaşırlar
Ergen kızlar kurutulmuş
hayaller saklıyor sözcüklerin arasına
Aşk ve dudak, yatak
ve ahlak, gelinlik ve bebek
Zürafalar
en dip hükümdarlığa uzatmış boynunu
Darağacındaki
keklik sus pus, manzara pürdikkat
Avın
avcıdan korkusu yok, namlu en uzak ülkeye dönük
Kurbağalar
başlarını kaygan taşlara yaslayarak ağlıyor
İsyankâr
mızrak duvara saplanmış, kız evi naz evi
Kayışı
bir delik geri alsak yumurtalar tören esnasında patlayacak
Akar
sular buharlaşıyor, kuşku köpürmüş; sabır, cezveden taştı
taşacak
Zurna
olacak kamış efkârlı, avuçlar dünyanın en uzun nehir yatağı
Her
fırsatta terleyen kasık cumhuriyetinde kaşıntı pudrası
Krem
sürün coğrafi derinliklere, kırdan bayırdan düş toplayın
Mutlu olun, şenlik
başlıyor; prenses toprağa uzandı uzanacak
Eksik sevinçler geliyor
akla, yarım yamalak aşklar, gözler hayli pişman
İmparatorlukta havai
fişekler; işveli kahkaha, ateşli öpüşme, falan filan
Patlamaya hazır son
soru,
halkı isyana teşvik eden pozisyon
Verdik
gitti vatanın tehlikeli bölgelerini erkek tarafına
Hayrını
görün kurşun geçirmez dağların
DÜĞÜN
TARİFESİ
Elinizin
tersiyle süpürün kasabanın namusunu, kan çıkmazsa para yok
Dekolte
gelinlikler gülümsüyor vitrinde, şehir kulübünde perdeler
fiyonk
İlk
buluşmada tüm yataklar kar beyaz, kudret macunu esmer mi esmer
Çarşafın
ahlakı sağlam, mahallenin edep dairesinde efil efil halk esintisi
Konvoy
uygun adım ilerliyor; mendiller hazır kıta, bahşiş yedek kuvvet
Köprüden
son geçiş şen şakrak, çeyiz sandığı her ayıbı hızlıca
örtecek
Anne
hüzünlü, babada gurur; asri zaman şarkıları yol boyu çalar
durur
Kızın
etli dudaklarından öpmeye kim istekli, sıraya girelim lütfen
Kırmızı
kurdele sarılmış evin beline, halay başı telli duvak
Saç
baş dağınık, hesaplar karışık, gelin hanımın gönlü az
buçuk kırık
Kayınpeder
piçhane bahçesinde nöbette, fişekler ha fırladı ha fırlayacak
Eniştenin
kuyruğu yağlı, kuyumcunun terazisi hassas, aşkın boyu cüce
Yükte
hafif vicdanda paha biçilmez bilezikler süslüyor görümcenin
kollarını
Kahvenin
üstünde mandabatmaz köpük, damat bey sulak yerde büyümüş
Genç, deli dolu, ırk
ayrımına karşı; bulduğu her delikten sızacak kıvamda
Şişenin
dibine dibine vurup ağlıyoruz, el sallıyoruz kafilenin arkasından
Saz
caz, düğün dernek, takı töreni; derken gerilerden yükselen ince
ses
Şenlikte
oyna, cenazede ağla; ağıtlarda karalar bağla
Allah’ın
adını verdik
İpliği
helal, yüksüğü celal terzi bulun ciltteki yırtığa
İki
yakayı bir araya getirecek mahir iğne, acemi düğme geçecek alt
ilikten
Herkes
yüzünü kendi kıblesine dönüyor ilk gecenin ardından
Devletin
ve tanrının bekaretini savunuyor düğündeki davulcuyla zurnacı
PASAKLI
DAMAT HALAYI
Başımızın
üstünde döneniyor kör talih, ayağımızın altında ihtimaller
şişesi
Gözünüz
aydın, sizin kız kurusuna kısmet çıktı nihayet
Darısı,
bakışları karşı pencereye saplanmış teklifsiz
yengeye
Lokma
döküp şeffaf yufka açtık, hicap örtüsünün altına sakladık
anahtarı
Zurnacının
üflediği çubuk çok çabuk sarhoş oldu, damat bey vakitsiz şarkı
Gelin
hanımın hedefi yüksek; baldız, âlemi baştan çıkaran vurmalı
çalgı
Mahalle
çiftetelli, sokak şen şakrak; komşuyu uyandıran hoş çığlık
Fındık
fıstık, lokum kaymak; evin kulakları kalkık, kadınların
etekleri kıvrık
Aşağı
bölgeleri aç açık bırakan iddialı kıtlık, adresini kaybetmiş
yolluk
Aşk
olsun, kim bilmez böyle samimi hikâyeleri; haktan aldık, halka
verdik
Ey
ahali, bunca zaman aralıksız gidip geldik içerilere kıvrılan
mesafeyi
Hazırlan,
ateş kuyusuna boşaltacağız yoklukla büyümüş bu kaygan yükü
Falda üç çocuk, peçiçte beş kapalı; şeş hanesinin burnu halkalı
Kumarbazlar
deniz kabuklarının yalancısı, fukaralar bir tek kendine akraba
Çat
kapı iki çay kaşığı; telve dünyanın dibine yapışık,
ortalık şıngır mıngır
Kış
geceleri uzun, sohbeti ısıtan tek renk pembe; evler, kokulu gül
reçeli
Saç
enseye mahkûm, ses kısık, yüzün feri sönük, nefes borusu ezik
Sandıktaki
meyveler çürük çarık, kan çekilmiş epeydir damardan
Üç
vakte yatakta yeller esecek; eh, nasip kısmet; göbek, kasığa
yüklenecek
Her
konuşma başladığı yerde bitiyor, orası neresi, düşler yorgun
argın
Çalı
süpürgesi taşların façasını bozmaya ant içmiş, yürek
yangın mahalli
Yeterince
günah işledik, kapatın ocağın altını;
bu yaşta iniltiler
suç unsuru
Yeryüzü mutsuz,
dinleyin; radyoda okunan iflas kararı sadakat yemini için
EVLİLİK MUHAREBESİ
Temsili
kurtuluş töreninde çocuğu ön sıraya oturtmuşlar, kuş meraklı
Ilık bir rüzgâr
okşuyor yüzümüzü düğünün erken saatlerinde
Resmi daireler güleç,
kayınvalide hünerli; süslü koltuklar kurala uygun
Sofrada kıymalı mantı,
kenarda otlu börek, zulada votkalı şerbet
Salona
gönderilen en gösterişli hediye hayat,
kapıda çift başlı fırsat
Şehre giren süvari
birliği telaşlı, bayrağı küçük baldız dikecek kaleye
Eniştenin
bakışları sakat, teyze oğlunun paçaları okkalı tokat
Etek
üstünde ceket, kravatta ecnebi etiket,
ayak
bağcıkları pürdikkat
Nüfus
kütüğü olan
biteni geç anlıyor, soyadı hanesinde meşhur imtihan
Her
evlilik başka aşkın günahı; ilk alfabe yaralı, son cümle kan
revan
Göbek
atanların parmak
ucundan göğe uzanıyor o koyu mazeret
Tarihçiler özenle kayıt
altına alıyor halay meydanındaki vuruşmaları
Cüppeli adamlar
ustalıkla okşuyor masumiyetin çıplak ölüsünü
Anlıyoruz,
nikâh
masasında başlayan çatışmadan sağ çıkan kavim yok
Evin
ortasından sonsuza ilerliyor kimsenin anlam veremediği küfür
Aile
mahkemesinde çocukları
dövüyorlar
evvelemir, kuşların kanadı kırık
AÇIK
İSTİHBARAT
Kıyamet
saatini bekliyor mahalle, çarşı
esnafı
kesici
aletler kuşanmış
Taşınacağımız
tabutta inancımız yazılı, mezarlıkta yatacağımız taraf belli
Adliye
girişinde şüpheli çanta, künyemiz mübaşirin ağzında vukuatlı
çığlık
Hakkımızda
en tehlikeli iddia baba adı; doğum yeri, tahmini ölüm tarihi
İlk sevgilinin açık
bıraktığı yara, biri şu zavallı sonbaharı
ayağa kaldırsın
El
değmemiş yöreleri keşfe çıkıyoruz, öncü birlikler yiğit ve
cüretkâr
Sürtündükçe
ateş alıyor çakıl taşları, bu hünsa coğrafya yanıp yıkılıyor
Bulutlar
hem dişi hem erkek, sular ne soğuk ne sıcak, aşk ha var ha yok
Rakamların
ülkesinde sayımız bir eksik, toprağın hanesinde bir fazla
Şahitler
cinayetin parçası, tuz ekiyoruz Kartaca'nın mağlup ovalarına
Dağın
zirvesine tırmanıp oradan dipsiz uçurumlara atlayacak soysuz ahali
Tanrı
keyifle seyrediyor son yemekteki kavgayı, ilahi hançer duvara saplı
Fukara
gözler sofradaki boş tabakları talan ediyor, mutfak gergin
Alevlerin
eli kulağında, yangın tez canlı, eşler delice meraklı
Piyasada
çılgın yarış, yakışıklı adam güzel kadını ha öptü ha
öpecek
Akşamın
karanlığında temas, bankada tahsilat, arka odada bağırış
çığırış
Yırt
gitsin aile mahkemesinden gönderilmiş tebligatı, çıkart yüzüğü
Parmak
izlerini sil tecavüzün üstünden, iniltilerin adresini değiştir
Seni uzak yapan sesleri
ortalığa tükür ve başla konuşmaya, bak
Yoksul halkların
maliyesinde nasıl da keyifle dans ediyor azgın kalabalık
YENİK
TARAF
Yaşlandıkça
kelimelerin arkasına daha sık saklanıyoruz
Köşeli harflere,
ortalama sözlere, derin sessizliğe
Soluk soluğa koşturuyor
geride bıraktığımız her şarkı
Masalların boynu bükük,
manzaranın ışığı sönük
Üstümüze dökülen
sular gecikerek öğreniyor üşümeyi
Sokağın işine gelmiyor
yumruğunu çekip almak kavgadan
Sopalar telaşlı,
bıçaklar atak, soruya itiraz eden parmak titrek
Adını duvara yazmaya
kimsenin cesareti yok
Hay allah yine mi biz
yenildik, yine mi bizim payımıza düştü sefalet
İlk darbeyi indirmenin
peşinde ahali
Kayınpeder, alkışlarla
kırıyor damat beyin kemiklerini
Komşular güle oynaya
yırtıyor telli duvağı
İnsanlığa bir
iyilik yap,
diyor resmi nikâhlı şehir tabelası
Bir iyilik yap, sil
kendini dünyanın küsuratından
Taşlar çelme atıp yere
yuvarlanmasak
Kurtulurduk belki hayatı
kâbusa çeviren yalancı şahitlerden
Sevgilim, elbette çokça
yanıldık; ihtimal o ki daha da yanılacağız
Düşürme gözlerini
boşluğa, çekidüzen ver pencerendeki görüntüne
Bu kadar uğraşıp durma
sofradaki aksi bakışlarla, kaygılanma bu kadar
Gel, aklımızdan geçen
cinayetlere kılıf hazırlayalım biz her sevişme öncesi
MEDENİ HÂL
Her
sabah ajansta aynı anons, şehrin girişine asılı aynı pankart
Dikkat,
dikkat; zorba sözcükler imla kurallarına uymak zorunda değil
Suratta kamçı izi,
sırtta morluk; iç organlarda kılıç kalkan darbesi
Çocuklar anasının
tarafında cephe nöbetinde, dağın tepesinde duman
Kayıt dışı ekonomi
yükselişte, yaşamak biraz da kâr zarar dengesi
Başımızdan geçen
aşklar bedendeki çürüklerden anlaşılıyor
Masanın tam ortasında
patlıyor bomba, akşamın savunması zayıf
Konudan konuya atlıyor
vahşi bakışlar; dişler korkusuz, sesler keskin
Buna da şükür, kutsal
kâseyi kırmadan oturabildik sofraya
Gösteriş bitti, mevcut
malzemeyle boş yere sürülecek ipotekli tarla
Buralarda bir yerde sulak
ülkeler olmalıydı, kapısı aralık bahaneler
Kolonya damlatıyoruz
suya, sigarayı geniş sarıp bardağı dişliyoruz
Evrim teorisi omuzlara
tırmanıyor, derleyip toparlayın coğrafyayı
Sabıkalı rahim hangi
suçu doğuracak, gelecek asır karar verecek buna
Tarlalar
sararmış, mevsim hicran, şarkılarda hüzün hasadı
Gözünüzü
açıp bakın; sorular
dokuz canlı, sebepler dimdik ayakta
Bilelim;
nedir bizi kendimizden geçiren, boşlukta ah çekip duran kim
Nasıl
ödenecek bunca yüksek kahramanlık aidatı, zanlı nerede saklı
Yakalanırsak
kimin adını verecektik; unuttuk, neresiydi
aradığımız adres
Nereye gidecekse gitsin
işin sonu, ağzın içi kanlı hesaplaşma bölgesi
Rüzgârın peşinde
koşmaya devam, nikâh cüzdanı davadaki tek tanık
SON
CELSE
Bitkinim;
avuçlarımda dolambaçlı çizgiler, alyansta ağır zehir
Mahkeme
kayıtlarında ne kadar öpüşeceğim yazılı
Hangi
renge saklansam eninde sonunda buluyorlar beni
Hangi kokuya sığınsam
öyle ya da böyle yakalanıyorum
Çekip
alıyorlar ellerimi sımsıkı tutunduğum kelimelerden
İnsan sevgisi dedikleri
afili yalan dolaşıyor damarlarımda
Hayalarımda seviştiğim
kadınların tekme izleri
Ön
araştırma ele veriyor, nafaka vaktinde ödenmemiş
Dava
dilekçesinde tahrip gücü yüksek damga vergisi
Kış
günü ortalık yerde aç açık yakalanıyor savunma makamı
Çamaşırın
iç kesim yerlerinde suç unsuru, emniyet amiri gergin
Gömlekte
bıçkın ütü izi,
çelenkte yaldızlı şerit; takvimler mecburi şahit
Üst
baş janjanlı ambalaj,
cehaleti
zırh olarak kuşanmış komşu kasabalar
Gündelik
kabahatler eşikte bekliyor, soruşturma dosyası hayli kabarık
Adli
tıpta bir süre daha inceleyecekler elbet ballı dudağın tadını
Efendiler,
kızmayın akla yurt kurmuş edepsiz hayallere
Çıplak
manzaraya şaşı bakmaktan başka çaremiz yoktu
Bu
yüzden istediğimiz kadar konuşma hakkımız var bizim
Okulda,
evde, işyerinde ırzımıza geçen insanlara dair
Ömrün
sonunda bildiğimiz duaları birbirine düğümledik
Sırtımızı
ölüme yaslayıp hayattan kurtulmaya geldi sıra
ÇALAR
SAAT
Büyük
zaferler çağırıyor bizi ve fazla mesai ücreti ve şef olma
ihtimali
Karanlığın
elçisi, gölgenin veziri, puslu sabahların ayyaş bekçisi
Bayram
harçlığı, yıllık izin, işyerinden betona çakılma ikramiyesi
Ahali,
ucuzluktan aldığı zevklerle nikâh kıyıyor; çağdaş
tekliflerle
Aradığımız
adres manzaranın dibine gömülü, kalkın
Yeryüzüne
dönüyoruz, yakalama kararı çıkarmışlar hiçlik hakkında
Hâkimler
çıplak, katilin kafasında bere çelik, hükmün gözleri çekik
Koridorda
ağır sesler yankılanıyor, tahliye ediliyor müebbet çığlık
Törende
baş köşeye kuruluyor bankalar, reklamcılar, teşkilat mensupları
Din
adamları kıyamet için gerekli belgeleri dosyalamakla meşgul
Zebaniler
taşıdıkları yükten pişman, işler kötüye gidiyor ahirette
Sağlam
savunma hazırlamış araftaki fahişeler
Memur
maaşları sevişme katsayısına göre hesaplanacak
Ev
viran, çocuklar parası olan babaları seviyor
Saksıdaki
renkleri değiştirmeyi yine unuttuk, yaz tahminlerden uzun
Ayrılığı
ölçüyoruz, aramızda kimin en uzağa gittiğini bilen yok
Yol
bitecek elbet, zaman usanacak yattığı derin uykudan
Kalabalıklar,
suçlarını inkâr ederek kurtulacak medeniyetin elinden
MÜLKİYET
RAPORU
Çıkarın hançerleri,
herkes birbirine saplayacak yaşama kaygısını
Kafam
bozuk, ellerim kurak, dil damağa yapışık
Kırk
gün kırk gece aralıksız dövüştüm kendimle
Küfrettim
anama avradıma; çok içmişim, belin alt kısmı sulak
Mülteciler,
tezgâhtarlar ve komşular uzlaşmadan yana
Faili
meçhul sözcükler haber uçurmuş semt karakoluna
Uzaktan
kumandalı sesler çığlık çığlığa, demir ranza soğuk
Ağır
tahrik var o son bakışta, kelepçeden iniltiler yükseliyor
Başkomiserim,
bu seferlik affedin yasadışı halkları
İzin
verin, nasıl isterlerse öyle boğulsunlar ıssızlıkta
Akşamın
ve yolcuların renkleri nasılsa karanlık
Evin
dört köşesinde el yapımı dört dinamit, ihtilalin eli kulağında
Gözün
görüp nefsin uzandığı düşlere el koyacak kolluk güçleri
Benim değişmez kıblem
kadının boynu; dudaklar, ardından meme ucu
Ayağım
taşa takılmasa da yuvarlanıp düşeceğim elbet daha aşağılara
Getirin
hatıra defterinizi, gül kokulu ilk sayfayı açın lütfen
Sıkmayın
bacakları; katil eski eş, çevirin sayfayı, işte yeni sevgili
İdam
kararında yakışıklı imza; akraba, tanıdık, eş dost
Karşılıksız
senet, bir türlü bitip tükenmeyen alışveriş listesi
Gecikmiş
taksitler, ödenmemiş aidat, reklam kuşakları
Bu
rezil şehveti acemiliğe saplayın,
tırnaklarda suç
kırıntısı
Birbirimizi
unutarak kurtulabiliriz bir tek içimizi kaplayan günahtan
EDEPSİZ HAFTA
Pazartesi sabahı önemli
olmayan deniz ve iyot dalgası
Mesai çıkışı tüyden
beyaz dokunuşlarla okşar martıları
Haftanın ertesine sarkan
kabahatler çok çabuk anlaşılır
Çaresiz, alkolle
avutulacak yine bu bitkin beden
Mağazalar insanların
yalnızlıkla kesişme kümesi
Çekmecenin zulasında
tehlikeli duman kütleleri
Kenevir kokusu saldırıyor
şehvetli otel odalarına
Şehrin çarşılarında
hep daha çok kazanma fikri
Kumsalda kaygısızca
uyuyor şemsiyeler salı günleri
İnançlı
biri olarak dua edin istasyon şefine, bakın
Oğlan oğlana yatağa
girmenize kimse karışmıyor
Kız kıza dans etmeniz
mesele değil arka bahçelerde
Baba parasıyla pahalı
arabalarda intihar ediyorsunuz
Anneniz nafakasını
sizin için saçıyor ortalığa, piyasa tedirgin
Ağır abiler tespih
çekerek izliyor kalça hareketlerini
Kafese hapsedilmiş
kuşların cinsel tercihlerini özgür bırakın
Bildiğiniz küfürleri
çekinmeden savurun ortalığa, boşalırken kural yok
Çarşamba, çakıl
taşının suçuna ortak; ahalide terk edilme korkusu
Güzergâhın tünellerden
geçmesine müsaade etmiyor kutsal kitap
Ahlak yasaları, din
kuralları, devletin emirleri; dur, kralın keskin bakışları
El
âlem de farkında; perşembe, imanlı hâline imreniyor cumanın
İsyan çığlıkları
ile sarsılıyor cumartesinin ilk saatleri
Sokak lambasını
istihbarattan habersiz kullanıyor ayyaşın teki
Pazarın
girişinde herkes biraz mahmur, güneşin üstüne siyah örtü
serilmiş
Efendiler,
bu elimizde kalan son pazartesi; izin verin
Ayıplarından
utanan çocuklar ceplerindeki takvimle dönsünler evlerine
BİTKİN
YURTTAŞ
Gençken
çaldığımız
her kapı batıya açıldı, tezgâhta
bin bir çeşit korku
Okul sıralarında uykuya
dalardı çıraklık günleri, başımızda hayat bekçisi
Daha ilk derste
öğrenmiştik, acemiliğin zorunlu mezarıdır sınıf kavgaları
El yazısıyla sayısız
kere yazdık aşkı ve yenilgileri yatakhane duvarına
Acıyı
azaltacak atlaslar bulmalıyız sırtımıza aldığımız yurtsuzlar
için
Küskünlüğe
parıltılı sebep, ayrılığa bahane, göçmen çocuğa harçlık
Cami mahyaları
çıldırmış, müezzinler ibadete çağırıyor resmi cinayetleri
Havra
sokağında yorgun cumartesiler uyukluyor, uçsuz bucaksız katliam
Avluda
yaşlı bebek ölüleri, tanrının temsilcisi, uzun nehirlerin
laneti
Nedendir
bilinmez, kiliseler ücra köşelerde sevap işliyor bir tek
Adalete
dair söylentiler boş, mecburi hizmete yine fukaralar gidecek
Merak
buyurmayın devletlim, vergiler geceleri de toplanıyor
Bankaların
taşra şubesi çalışkan, öksüz
kuşlar
kafeste, asalet sağlam
Eylülde
yalnızlık üflüyor rüzgâr, çekip gidiyor yılın son üç ayı
Ödevini
yapmayan veznedar tek ayak üstünde bekliyor koridorun ucunda
Kırgınlık
sonsuz; utanç, bu sonbahar göç etmeyecek sıcak iklimlere
Kesime
götürüldü coğrafyanın en eski parçası, tarih yalanla avutuldu
Biz itiraf etmeseydik kim
bilecekti zaten soykırıma uğramış ayın rengini
Vaktidir,
yatak odasının payına düşen faizi bir miktar arttırabiliriz
Cepte nasılsa hep yanlış
adres; toplu konut, zemin kat, kuzey cephe
TEMİZLİK
KURALLARI
İçimizdeki düşmanın
ne vakit döneceğini bilen var mı
Bakışlar kirlenmiş,
sulara girin; bu iyi haber, üniformalar parlak
Ruhu temizleyecek
çağıltılar eksilmedi nehirlerden
Gözler renkleri tanıyor,
kulak olan bitenin farkında
Şarkılar
hâlâ direniyor saldırgan kuvvetlere, bu daha da güzel
Utancı silecek şişeler
tek tek sıralanmış market raflarına
Çıkarın üstünüzdeki
resmi günahları, vatan için yaptınız
Ne yaptıysanız, toprak
ve namus için; madalyaları yıkayın
Acıkmış olmalısınız,
çorba hazır; mangalda orta pişkin harita
Bu bayrak size emanet,
duayla başlayıp duayla bitirin günü
Çok gençtiniz giderken,
epey yaşlanarak geri geldiniz
Yorgundunuz yola çıkmadan
önce, yine öyle görünüyorsunuz
Durgun, sinik, ölgün;
rüzgârın yüzüne tutkun, karanlığa mahkûm
Söyleyin, öldürürken
hanginiz insaflıydı ötekinden
Kim
daha derin uçuruma yuvarlanıyor uykusunda
Söyleyin, aranızda
savaştan tastamam dönen var mı
SONSUZLUK
NÖBETİ
Cephanelik
tedirgin, gözetleme kulesi huzursuz
Girilmesi
yasak bölgeler tir tir titriyor, ıssızlıkta kötü haber
Sırtlayıp
sokağa taşıyın karargâhta saklanan şehitleri
Harbin
ortasında kaldık kumandanım, üniformalar ıslak
Arz
ederim, orada burada aklı karıştıran yıldız kümesi
Yenilmek
olmamalı kaderi göğsümüzde açan ilk çiçeğin
Kendinize gelin, ne ara
oynaştınız bu kadar düş ve umutla
İşiniz ne dünün
görmediği sonranın güldüğü zorlu işlerde
İki
siyahın arasına oturun, kim isterse o söylesin şarkının
tekrarını
Ay
ışığı nasılsa ayakta,
susun ve örtün çaresizliğin üstünü
Pervaneleri
takip ederek bulacağız en şefkatli ateşi
Çıkarın
ekmek karnesine sığınmış coğrafyanın yetimlerini dışarı
Çıkarın
en zalim silahı; devleti ve bayrağı, hudut çizgilerini
Gün
doğdu, geldi
çattı herkesin kendine taarruz vakti
VİLAYET
BEKÇİSİ
Vergiden
pay düşüyor aşure günlerine, etiketler çok sık değişiyor
İlkin devlet hissesi
toplanıyor tarladan; süt, hükümet için sağılıyor
Sebze
fiyatları artışta, silah alım dosyasında ekonominin sırları
saklı
Kolluk
güçleri okul harçlığına göz dikmiş, veliler müfredata
yabancı
Emniyet
yüklü bahşiş alıyor çarşı esnafından, fitre-zekât diyanetin
hakkı
Filistin
askısı uğruna devreye girecek örtülü ödenek, kolları sıkı
bağlayın
Sınavda
yararı görülür elbet sustalı bıçağın, farklı sesler ince
kıyılacak
Hem
nerede yazıyor hücredeki tazyikli suyun faturasını peşin ödemek
Kim
bu, karakolda durmadan bağıran azılı haydut; aradığı cennet
neresi
Kaldırımları
söküp evleri yıkan bu gece düdüğünü üfleyen cahil de kim
Kapatın
radyodaki cızırtılı şarkıları, yurttaşlık haklarınız uysal
uykuda
Resmi
tatillerde çamaşır ipine asılıyor kahramanlık marşları
Şişeler
ve elektrik telleri yanlış yüzyıla saplanmış, kaçıp kurtulun
Tutukluk
yapan harbiye nezareti tehlike yaratabilir milli duygularda
Pazar
sabahını kullanma kılavuzunda yazılı tüm bunlar, ilerleyin
Özel
kesim pantolon diktirdik mali şubenin terzisine, ağ yerinde astar
Sırılsıklam
yasalar cuk diye oturdu nihayet sermayenin yağlı kucağına
UCUZ
SEYAHAT PAHALI SON
Cildi
gerdirip saçı boyatma devri, madalya takacaklar meme uçlarına
Kokonaların
aşüftelik hakları askıda, parfüm hisseleri yine dip yapmış
Kıran
kırana sürüyor güzellik yarışması; jüri birinci, seçmen
kararsız
Geçkin
sermaye ruju abartmış, işgal haberlerine sinirleniyor hünsa
kuaför
Saçlar
dökük, cilt pörsümüş, mihrap yıkık, minare solgun, surat mor
Kırkından
sonra spor araba azgın teke işi; gömlek pembe, yürek kötürüm
Saçaklardan
merak döküyorlar sokağa, her pencerede başka bağırış
Mahalli
örgütler ilk defa şaşkın, halk köşeye pusmuş; şaklıyor
kırbaç
Vurmalı
çalgılar bu sefer haklı: Korkak renkler kendi içine saklansın
Kızıla
kesmiş nehirler meydana yürüyor, her gözde ayrı zafer şifresi
Elde
avuçta ne varsa onunla savaşacağız, dilde küfür ve lanet
Başmuallim,
devletin faziletlerini tane tane anlatıyor yetim oğlanlara
Memurlar
kanlı ayaklanmadan çekiniyor, isyancılar yeni alfabe peşinde
Eşkıyalar
mevzi kazıyor şehrin girişine, hudut kapısı ardına dek açık
Mayınlar
haritaya özenle işlenmiş,
avluda
geç kalmış hakikat
Arkamızdan
koşturuyor yaşlı utanç; tanrı ve müminler şaşkın, katil
tanıdık
Patlama
sesleri bölüyor uykuları, toprağın hesabı hayli karışık
Ay
sonunda muhasebeden fatura gelince öğreniyor sömürge valisi
El
âlemin coğrafyasında babasının evi gibi dolaşmanın bedelini
KESKİN VİRAJ
Evde
huzur kalmadı; tencere tavaya düşman, sürahi testiden alacaklı
Biraz
sükûnet, biraz anlayış lütfen; Asya'dan Avrupa'ya geçiyor
halklar
Ustabaşı
kremalı kahve içiyor salonda, vinçler son sürat fırlıyor odadan
Acılar koridorda
paketleniyor; balkonda fener alayı, pencerede ayrılık
Yükseldikçe yükseliyor
binalar, tanrının tahtına göz dikiyor müteahhit
Epey
sürer bu
temaşa, her taraf çalgı çengi; zenne kimsesiz, köçek yetim
Paranın
yörüngesinde oynayıp duruyor imanlı dansöz, zurna pek hevesli
Aydınlatma
ışıkları, havai fişekler, hercai menekşe, işgal haberi
Namlunun yönü zevke
çevrilmiş, midede
çıplak uğultu, piyasada ucuzluk
Harekât başlıyor,
siperlere girin, iş bitti bitecek; ahali uçurum kıyısında
Avuçlar yağmur duasına
çıkmış; geceler kurak, eller çalışkan
Rahat
durmuyor parmaklar, perdeler direnmeden teslim oluyor sabaha
Hükümet
yol yorgunu olmasa müdahale edecek alandaki gösterilere
Çaresizlikten yeryüzü
şekilleri serpiştiriyoruz sınav kâğıdının üstüne
Çatışmalı
dağlar, teslim olmuş ovalar; parlak güneş, mavi kanatlı kuş
Kasaba esnafı telkâri
ustasını boğazlıyor, ırzına geçiyor mahremin
Göç
artığı şarkılar resmi dilde söyleniyor, köy adları pek sık
değişiyor
Herkes
şeffaf fanusta, herkes bir tek kendine komşu, herkes mutsuz
Altı
numara ile dokuz numaranın yatak odasında güvenlik kamerası
Karton
tabak baş köşeye kurulmuş, plastik tepsiler kalaycı çarşısına
küs
Kurnaz patron mutfak
tezgâhına gizleniyor, fabrika duvarları azametli
Söyle ey serkeş
Başın nasıl döndü
ilk yudumda ve yine ne kaybettin meyhanede
Bu kavga, bu gürültü,
bu açlık; ne bu tüm yarışlarda birinci olma gayreti
Biraz
nezaket lütfen, hicri takvimler emekleyerek ilerliyor miladi zamana
TEKİNSİZ
TEKLİF
Efendiler
Dilbazlara
söyleyin çıplak
kelimelerden ellerini çeksinler
Çarşıda
başıboş dolanan adımları kaldırıp boşluğa at, bak
Kusur
öylesine geziniyor ortalıkta, avluda duran ayıplar arsız
Ne
yapsak ne etsek hanemizden
ayrılmayacak bu şatafatlı felaket
Yol, içli sözlerle
anlatıyor göç hikâyesini; kırgınlık yaşımızla akran
Mahalle
sahipsiz, caddeler ıssız, evler karanlık; porselen demlik çatlak
Evde
nefes olsa bu kadar sık soluklanmayacağız sokağın avlusunda
Dinleyecek
birini bulsak utanmayacağız yanlış dilde konuşmaktan
Umurumuzda
olmayacak mutfaktaki uçuruma düşüp düşüp durmak
Hiçbir
işin ustası olmayıp acemilikte ısrar edecek pörsümüş bu ten
Adımız dâhil aynadaki
manzara ve insandan korkmamız bundan
Hazır değiliz rüzgârla
karşılaşmaya, mevsim yürümesin üzerimize
Kim
bilir kim bekliyor çıkışta, yüzü çevirdiğimiz her taraf kör
Yılın en kısa
günlerinden bu sefer de eziyet düşmüş unutuşun payına
Efendiler
Yazın artıklarına
şarkı söyleyecek ağustos böceği her yerde bulunur
Nadasa
bırakılmış tarlaya ağıt yakacak karıncayı çağırın bizden
yana
BEKÂRET
BOYU ÖLÇEN CETVEL
Azgın
delikanlıların kasık kılları evlendikten sonra da uzar
Cennetin
kapısında işveli bakışlarla bekleşir hafif meşrep kızlar
Hep
birlikte hamamda toplandık; kesede natır, köşede satır
Zırnık
kokusu kaplamış ortalığı; hakkımızda karar, kırk katır
Karşılıklı
kurnalarda taslar bakır; kalpte ani çarpıntı, tıkır tıkır
Nehirler
çağlıyor, su israfı yasak; yalayarak temizlenecek beden
Ateşte
boy sırasına göre yanacak azınlıkta kalan halklar
Merak
buyurmayın kraliçem, yataktaki her sözünüz keskin emir
Yıkanıp
kurulanın; hanımlar, uygun yaprak bulun müstehcen düşlere
Teftiş
heyeti sicil notu veriyor; dikkat, kırışıklıklar açık edecek
saklı suçu
İnanmamıştınız
kitapta yazanlara, işte karşınızda kanlı bilançonun özeti
Zebanilerin
kucağında uslu uslu oturuyor insafsız banka memureleri
Delikanlılar
kendilerine en uygun işi buldular sanayide
Kocalarının
yanında rüzgâr kovalıyor sonradan namuslu kızlar
LOP
YUMURTA
Hesapta
yanlışlık olmalı, herkesin böyle özenli giyinmesi ürkütüyor
beni
Gelin
hep birlikte inanalım fincanda anlatılan bu tuhaf hikâyeye
Bağırsakları
sıkıştığında ben
yapmadım,
der patron
Ordu
komutanı resmi teminat peşinde, icra dairesinde gergin tartışma
Çocuğun
senden olduğu ne malum, kışladaki cinayete kim şahit
Vergi
memuru uzayıp giden küsurattan şikâyetçi, alacaklılar insaflı
Mahkemeler
beklenmedik hüküm pazarlıyor, borcun vadesi geçmiş
Şirket
muhasebesi cicili bicili deli gömleği giydiriyor ekonomi
haberlerine
Mesainin
ceketi ilikli, asansörde aynayla selamlaşıyor güvenlik görevlisi
Döner
koltuğa ciddi adamlar kurulmuş, bakışları istatistiklere çevirin
Şefin
göbeği makam odasına sığmıyor, buğulu bir ses yağmalıyor
kâinatı
Devletin
elinde rütbeli istihbarat, kuşkuyu çoğaltan nüfus hareketleri
Yazıklar
olsun, bir türlü vurulduğu ülkeye düşmüyor şu acemi muhacir
Yüzde
şüpheli çizik, ne mal olduğunuz gözünüzden belli, midede
uçurum
Masada
vatan sevgisi ölçer alet, sabıka kaydı boşuna çırpınıyor
ekranda
Piyasa
faizleri fazla istikrardan şikâyetçi, simsarlar elden ayaktan
düşmüş
Akşam
trafiği sıkışık, kendine
benzeyene küfrediyor siren sesleri
Düdüklü
tencereye saklanmış kalabalıklar havaların ısınmasını
bekliyor
Köprü
korkulukları haram, suya atlamak kabahat, derinde boğulmak yasak
Hesabı
ortak bütçeden ödemeyi teklif ediyor hükümetin kurnaz sözcüsü
Ey
Asyalı yiğitler, hazırlanın; bu çağdaş kıyamet sizin eve
yaklaşıyor
Tanrıyı
ve kendinizi aşağılama hakkının sonu, yürüyün kavgaya
Silahsa
silah, yumruksa yumruk; kalkın, yaralar yarışacak yokuşta
Diz
çökün, mazlum halklar imkânsızlığı kullanarak ulaşacak
mümküne
Sormayı
unuttum, ilaçları almadan evvel ne yemek istersiniz
Sarısı
kayısı yumurta kalmış sabahtan, aç olanlar sofraya buyursun
ANAOKULU
GEZİSİ
İnsana bir ömür
yetecek umutla doğmak sağlığa zararlıdır
Çocuklar, sıra sizde;
yüksek sesle söylüyoruz şarkımızı
Bankalar
regl olduğunda
Sigorta
şirketleri iş başındadır
Seferberlikte
ikramiye dağıtır darphaneler
Doğum
belgesine gül kokulu damga basar hemşire
Bayrak töreninde
coğrafyayı çatlatacak aynalar çıkacak karşınıza
Suretinize
dikkat; saçlar usturuplu, eller havada, yürek pır pır
Ülkemizin
her yanı cennet
Hürriyet,
müsavat, uhuvvet
Elbet
hayaları şişkin hayat
Bin
yıllık reklamdan
ibaret
Dikenli
teller oyuncakları kanatabilir, katrana bulayın topaçları
Koklayın,
yanık insan bedeni tütüyor hâlâ yıkıntılar arasından
Efendiler,
teftişteyiz
Kapatın
hücrenin ışıklarını
Erkekler
papyon takacak sünnet yerine
Kadınlar
paylarına düşen ayıbı temizleyecek
Babalar
bu ayın da ücretini ödedi; çok şükür, çark dönüyor
Annelerin
kelimeleri özgürlüğe uzatması ne büyük gaflet
Zürafalar
gökyüzüne tünel kazıp kaçmış
Maymunların
götü doğuştan açıkmış
Karıncalar
ön sevişme hakkını kumarda kaybetmiş
Kaplumbağalardan
bu ay da kira alınmamış
Gülen
elma bölümündeyiz, ağlayan narı gören var mı içdonunda
Her
yanı ateşle çevrili vatan toprağı; utanmayın, anlatın o rezil
rüyanızı
Fış
fış kayıkçı, kayıkçının kayışı
Elde
Zeynel Abidin cümbüşü
Şak
şak şak, belde kızıl kuşak
İnsan
denen varlık gölgesiyle düzüşen yavşak
Ulusal
marş zamanı, arka taraftaki melekler göğe yükselsin
Kaygılanmayın,
her derdin çaresi bulunur bu eğlenceli yolculukta
Erken
yatarım, erken kalkarım
Kendi
kıçımı kendim yıkarım
Durmak
yorulmak bilmem çalışırım
Çalışmak
özgürleştirir uysal çocukları
Yetimhane
mevcudu eksiksiz terk edildi tel örgünün ardına
İkinci
emre kadar mahalli bakışlara fındık fıstık atmak yasaktır
HALK
GAZİNOSU
Kimse ölmez cephede;
rakamlar şen şakrak, tören salonları çiftetelli
Oyuncağın parçaları
eksiksiz, kutular fason imalat, ambalaj gıcır
Panik
yok, terziler cenazelerin yırtık yerlerini dikecek
Ağız
kilitli, solgun suratlar atölyelerde cilalanıyor
Tezgâhları
süsleyen meyveler her daim temiz ve ütülü
Hasta
ziyareti için alınmış buruşuk çiçekleri hesaba katmadık
Börtü
böcekler her daim düşman nasıl olsa, karafatmalar dâhil
Coğrafya
yanarken kedilerin korkusu olmazmış kuduz köpekten
Fareler,
şimdi hangi ülkenin ambarında keyif çatıyor kim bilir
Genç kızların
saçlarına taze papatyalar takılmış
Kömüre kesmiş
çayırlarda otluyor anasının kuzusu
Bombalar tanrıdan hep
daha uzağa düşüyor
Peygamber dünya
işleriyle fazla ilgili
İnançlı ahali zamanın
dışına kurmuş sahra çadırını
Füzeler kurnaz, zarar
vermiyor cinsiyet fukarası meleklere
Yıkılacak
kentlerden uzak tutun hatıraları, çocukları ve vicdanı
Kediler
uykuda; çıkın yarattığınız cehennemden, bakın
Kimse
ölmüyor kalbimizdeki savaşta, şehit sayısı artıyor bir tek
ZORLU
GANİMET
Kâinatın
başkentinde bir memur her akşam eve taze ekmek götürüyor
Dişlerin
arasında unutulmuş bir deniz faciası, mümkün müdür bu
Cici
kızın önünde tabak dolusu ihale, paketlenmiş çift sarılı
omlet
Oğlan
çocuğu caddede kırmızı patinaj, son model silindir hacmi
İri
yarı egzoz, meşin koltuk, metalik şikâyetler, babayiğit dikiz
aynası
Genç
metresin kuytuluk memeleri çağla gıcırtısı, sürat felaket
Ha
babam de babam, ha babam de babam, ha babam de babam
Sonsuz
kere gidip geldik dünyayla ahiret arasındaki boşluğu, sayısız
kere
Girip
çıktık yasak bölgelere; müstehcen cennete, vefakâr cehenneme
Yumurtalar
döl yatağında çatırdıyor, kalabalıkta tehlikeli patronaj
Vın, vın, vın;
savulun, bu defa muhakkak fethedeceğiz edepsizliği
Mümkündür
elbet uzun nutuklarla namusu temizlemek kapı aralığında
Sabahlar
yakışıklı, ikindi güzel, yatsının hâli vakti yerinde
Sağlam
giyinince kimse anlamaz gecenin ahlakını
Duşta
arınmak ilk iş; sıkı kahvaltı, ardından misk ü amber
Fıs,
fıs, fıs; açılın, tas tas vatan hizmeti bekliyor bakanlıkta
Uyandık;
günaydın ey sefil ahali, sarışın pavyonun kraliçesi hâlâ
akılda
Kendinize
gelin, burası aile yuvası; yol üstünde karanlık tüneller
silsilesi
Çıkışta
uğultu,
budur hayatın değişmez hakikati, yanardağ ağzında horultu
Resmi
nikâhlı günah uyuyor yanı başımızda; kabul edin, gün dönüyor
Saatler ıssızlığın
içinden sonraya gidiyor, herkeste geç kalma hâli
Çırpınıp duruyoruz
trafiğin ortasında, evrak
dairesinde hayli zor karar
Korkunun
başkentinde pahalı rüyaları temize çekmek imkânsız ihtimal
HARAPHANE
Bir
şeyler ters gidiyor bu ülkede halbuki bunu anlamış olmalıydı
ahali
Bizim
kız üst kattaki oğlana âşık, her karşılaşmada gözler şehla
Oğlan,
emek vermeden düzmeye uğraşıyor milletin ağzını
Apartman
boşluğunda ayaküstü iş pişiriyor kancık köpek
Patron
başka dilde biriktiriyor sermayeyi, vergiyi ufak tefekler ödüyor
Çıktığı
kapıdan evine dönen yok; dağda isyan ateşi, çarşıda eziyet
Yanlış
tarafı tutuyor peygamber, din adamları süslü nehirleri ikiye
ayırıyor
Kuşlar
en yukarıdaki buluta tırmanmaya çalışıyor, eşkıyalar romantik
Tanrı
devlete zimmetli, biz
esmer kadınları seviyoruz
Havariler
kutsal emirlerin fışkırdığı çatlaklara kurşun döküyor
Sınır
karakollarını savunma peşinde en acemi harbiye nazırı
Duvar
ustaları günü vaktinden evvel uyandırıp ön mevziye koşuyor
Toparlanın,
gidiyoruz; kimsenin kendine tahammülü yok bu mahallede
GEÇ KALMIŞ YÜZYIL
Çocuklar, katlı
mendillere saklıyor komşudan toplanan duaları
Büyükler, mülkü
savunuyor; bayram oyuncakları perperişan
Seans sonunda dünyanın
tüm sevişme biçimleri tutuklanacak
Borsa düşecek, eyvah;
enflasyon çift hanelerde, trenlerde rötar
Panik yok, avuçta
diri memelerin gölgesi,
yenilginin fiyatı ehven
Sigorta şirketleri ile
reklamcıları kırbaçlıyorum rüyamda
Dağın ardında isyan;
aman allahım, silah yine mi erken patlayacak
Çatışma sesleri; yerde
yuvarlanan bitkin umut, utanç ve mağlubiyet
Bilelim; bacaklarda
koşturan bu edepsiz kim, yakalayın firari sevgiliyi
Yetişin, bu sefer de
alnının ortasından vurmuşlar üreme organlarını
Geç oldu, olsun; berbere
ulaştık, çekidüzen verin kasık tüylerine
Yumuşak koltuğa
yerleşsin mabat; saçlar geriye taranacak, kaşlar hilal
Altın
makas gümüş tarak, patlıcan
moru göz;
azıcık
arkaya kaykılın
Erkekler kuytuya
sığınarak kurtulmaya uğraşıyor aşk korkusundan
Ahali işin aslını bir
görüşte anlıyor; ahlak, üçgenin uzak kenarı
Çekin elinizi yaranın
üstünden, açık edin meçhul niyeti
Kesip durmayın cennete
giden yolu; Usul, sen de yaklaş yanıma
Meraklanma, kalabalığa
doğru yürürsek mutlaka cehenneme varırız
COĞRAFİ
TEMAS
Dağlık bölgelerde
kuyruklu doğuyor bebekler, nüfus idaresi tedirgin
İsimler yasak alfabeden
fırlamış, sesler farklı dilin evladı, surat esmer
Açlık son sürat
yaklaşıyor mutfağa, gelir dağılımı hiç sana hep bana
Üstümde
dönüp duran bu hicranlı şarkı hangi fukaranın kederi
Gözdeki
imkânsız bekleyiş kimin hayat hikâyesi, kim bilir
Nereye
gidiyor
şu
yorgun argın yol, nerede mola verecek kurmay heyeti
Sevgilim,
sen de ikide bir öyle buğulu bakma bana
Herkes
anlayacak aklımızdan geçenleri
Coğrafya
gergin, bu normal; tapu dairesinde gürültü patırtı
Kazancın
saklısında tecavüz, cinayet, örtbas
Resmi
kayıtlarda asayiş berkemal, gelen ağam giden paşam
Katiller,
bayram sabahı yüzlerini külle sıvazlayıp çıkıyor çarşıya
Bak, başladığı gibi
bitiyor her iş
Yola çıkarken yanımda
kimse yoktu, vardığımda bir başımayım
Zil
erken çalınca anlıyorum, tedavülden kalkmış cebimdeki hüviyet
Kediler
sahipsiz, köpekler zavallı; kuşlar ürkek, avcı zalim
Memuriyetten
başka hüneri yok mahalleye dadanan hırsızın
Günün sonunda kızlar
eteğini kaldırıyor, oğlanların donu her daim inik
Kuyruğunu çöpe atıyor
çocuk, adıyla birlikte lanetli dilini de unutuyor
SATILIK
MEDENİYET
Sahipsiz
ceylan yavrularını fuhuşa teşvik ediyor şehrin ileri gelenleri
Dünyanın
gözü kara, mağazalar köşeyi hep daha çabuk dönecek
Şehirde
vicdan imtihanı; bankalar, yağmur suyunda bayrak çitiliyor
Kumarbaz
hırçın, yenilginin kazanma ihtimali sıfır, boşa zar sallıyor
bilek
Haramiler
vitrinleri yağmalamakla meşgul, barbutta hep yek
Tavlada
sonsuz kere gele, her ne yapıyorsak vatan ve namus için
Bütün
kayıpları tek seferde geri alacağız, rulette beş kırmızı
Çocuk
ömrüyle besleniyor okullar, dostların hesapları karışık
Erken
boşalmaya cömert teklifle yaklaşıyor kaldırımdaki fahişe
İnzibatlar
bacaklarımızın arasında yakalıyor bıçkın kelimeleri
Ortalığa
saçılıyor ilahi sır, altın ve gümüşle tazeleniyor abdest
İçinde
adımızın geçtiği satılık ilanları, paranın temize çektiği
suçlar
Cennet
biletleri, kutsal kitaplar, sunak taşları; kulede davetkâr ses
Terk
edin kaygıları, korkuyu bu kadar sık tavaf etmeyi bırakın
Kurtulun
hevesten, kurtulun aşkı ve ahlakı kutsamaktan
Acımayın
mağluplara ve mazlumlara,
vurun yaralı ceylanı
Başka türlü rahat
etmeyecek mahalledeki namus tüccarları
İPE
SAPA GELMEZ MERAK
Tespihin başına
cilveli imame oturmuş
Hakkında tevatür pek
çok
Saklısında hem kız
hem erkek
Alttayken cesur, üst
katta ürkek
Gün ışığında
suyun çatlağıyla ilgilenen yok
Bakışlar
afet, öpüşler kıyamet, bacaklar umumi zayiat
Elden ne gelir, çarşafın
altında âdetten kesilmiş geçkin afet
Gölgesi cennet ile
cehennem arasına sıkışmış bir tür merhamet
Sular kılıfından
fırlayıp menzile erişse netice taammüden cinayet
Bu yaşta önemi kalmamış
hangi koza yakın hangi kovan ırak
Baş altında kaz tüyü
yastık, kendini göklere vurmuş yaralı kanat
Tırtıl kelebek olup
uçmuş, kimin umurunda ipek dokuma kalafat
Yatakta farklı esintiyi
hatırlıyor saçın perçemi, rakip felaket
Belki tüm şehir
durmadan bu sebepten çıplak, arka sokaklar ahiret
Fakat
heyhat,
nikâh masasında kalabalık bekliyor şehadet
O naz, o işve bitap
edecek garip gurebayı; çare, ilahi seyahat
Dil, duaları doyurma
faslında acemi; hafızın şarkısı hayli berbat
Tespihin başına çökmüş
püsküllü imame hakkında tevatür pek çok
Gönül kime meyletti
acep; oğlana mı kıza mı, bilen yok
KENDİNİ
SEVEN EL
Kadınlar
çıplak elleriyle sevebilir sulak toprakları ve tanrıyı
Zamanın
boşluğa sarkmış hâlini; mağaraları, karanlığı, kuytuyu
Kim
bilir hangi asırda fethedilmiş başkentleri, avlulu kervansarayları
Kadırgaların
yanaştığı derin limanları, ağzı mucize ateşbazları
Biraz
sessizlik lütfen, sarnıçta birikmiş suyla yıkanacak kapı önü
Gözler
ha kapandı ha kapanacak, hatıralar koltuğa kurulmuş
Düşler
sakin odalara taşınıyor, kucakta alevin en azgın hâli
Dünyaya
sığmıyor tarihin dip uğultusu, kışkırtmayın ayvanın tüyünü
Elmanın
ilk yarısında iddialı ısırık, ülkenin diğer ucunda çatallı
hırıltı
Etek
yırtmacında terbiyesiz hayalet, pazen kumaş hiçliğe uzanıyor
Rüzgâr
tekneyi okşadıkça artıyor denizin yüreğindeki heyecan
Balıklar
kaygan, ağlar buğulu, dalgalarda çıldırmış köpük
Dikkat,
usulca anlatılan masalın sonunda yardım çığlıkları yükselecek
Bu
hikâyeler öyle ya da böyle baştan çıkaracak acemi kahramanları
Dağlar
yeniden ıssız, eriyen kar suları aceleci, yağmur hep hırslı
Kasıkta
gök gürültüsü, tırnakta şeytan iniltisi, kâsede ergen meyve
Dil
damağa yapışık; ha gayret, ön cephedeki dişler direnişe hazır
Dudaklar
yapış yapış, parmak titrek, ağzın kenarında biçare soluk
Yolcu
durmadan bardağın dibini yalıyor, yol ölesiye yorgun
Kuyular
kovayı beslemekten pişman, çıkrık gıcırtısı kaplamış
avluyu
Bir
an önce öğrenin yeryüzünü ikiye bölen en uzun nehir hangisi
Atalarımız
hangi savaşta kaybetti coğrafyanın en verimli bahçelerini
Ekmek
ve tuz üzerine ant içmiş ordular nerede unuttu yiğit süvarileri
Kadınlar elbette sevecek
bedenlerini yoksul vakitlerde, gece bitti bitecek
Sabah babanızın evi
değil, toplayın ortalığı; bakın, gün yine erken uyanmış
JURNAL
Dip
dalga sürükleyip götürüyor sahilin kumunu, taşın ahirete
inancı zayıf
Tekneyi
limandan koparmak zor olacak, vira bismillah, rotamız engebeli
Kadının
etekleri düşman kuvvetlere teslim; dümen azgın, fırtına şaşkın
Acemi
zampara sisli havalarda uzun uzadıya öttürüyor canavar düdüğünü
Ey
halk, ey sefil yaratık; bilmediğin babaya emanet etme elindeki
uçkuru
Kaptan,
olacakları bin yıl önceden kaydetmiş seyir defterine
Mürettebat
en bakir kıtayı keşfetme peşinde; gemi, karaya kulaç atıyor
Yelkenler
okyanustaki en dik yokuşu sürünerek çıkmakta kararlı
Kürekler
durmaksızın bir ileri bir geri, sancak soluk soluğa
Tekne,
frengi deliklerinden boşaltıyor ambara sığmayan iksiri
Çürüyüp
düşecek elbet ıssız adadaki ballı meyve, dallarda yalnızlık
Bunca
yıl gelen ekmiş, giden hasat etmiş; ilk ısırık kuru dudağın
hakkı
Gün
boyu çilek ile didişiyoruz, vişne kiraz ikilisi gereksiz yere
çekişiyor
Sağ
salim dönenlerin çantasında ballı şeftali, kucakta kesmece
karpuz
Sınır
bölgeleri ateş altında, tapudaki kayıtlar değişip duruyor
Bağırtı
çağırtı, bizde çıt yok; kan kustuk, kızılcık şerbeti içtik
Memleket
ahalisi evin gölgesini siyaha boyayarak çağ atlayacak
Aniden
aşağılara ilerliyor iniltiler; ah
ile vah
kol kola, seferberlik ilan edilmiş
Yedek
ordular heyecanlı, parmaklar hızla dalıyor ballı çanağa
Oldukça
tecrübeli tezahürat kaplıyor odayı; cesaret, cesaret, cesaret
Son
bir cesaret, fırla ve sapla hançeri düşmanın böğrüne
Sen
fethettin bu toprakları, sen toplayacaksın verimli otlakların
vergisini
Senin
kurak yerlerine değecek ıslak ağız, saklı hazine senin hakkın
Senin
önünde eğilecek coğrafyanın inatçı halkları; dağlar,
nehirler, rüzgâr
Mahallenin
azılı dilberi mide kanamasından yatmış sedyeye
Göbek
deliğinde üzümün sapı, kalça yarığında armudun çöpü
Sırtta
dişlek havuç dövmesi, kendine kalıcı yuva arıyor mısır koçanı
Günahlarımın
bedelini ödeyecek çeki yazıp usulca bırakıyorum masaya
Kurbanın boynunda
dolanan bıçağı yolundan çevirmenin mümkünatı yok
RENKSİZ SU
Koyu
duman çektik gece boyu, eşsiz cinayetler tasarladık
Başımızda
bulanık ışık, avuçta
edepsiz mesafe, akılda bakir manzara
Hayatımıza
eksiksiz hükmetti bu kaygan su, bitmedi gitti tenin arızaları
Çaresiz,
uykuda
seveceğiz kadının gündüzden artan bölgelerini
Hamamdayız; vakit erken,
ruh yakışıklı, suç ortak, çamaşırlar yırtık
Bakır tasla pişmanlık
döküyoruz yalnızlığın üstüne, göz şeytani
misket
Tam ortasından çatlıyor
pörsümüş mermer,
felaketin sebebi işgüzar hayalet
Kurnadaki suyla arınıyor
yolu yokluğa düşen seyyah, kervan yine gecikmiş
Kahramanlar kızgın,
atlar terli, heybede el değmemiş mücevher
Sarhoş tellak kafilenin
yürüyüşünü keseliyor ilkin, ardından
Fedailerin cenge hazır
duruşunu, yiğit kolları ve parmak boğumunu
Göbektaşı bir görüşte
anlıyor kim ne mal, bıyıklar neyle hemhal
Düşmana yaklaştıkça
yerinde duramıyor kuytuya sinmiş cengâver
Fırlayıp çıkıyor
mağaradan azgın mızrak; ok, tam hedefe saplanıyor
Sisli ovalar her türden
katliama tanık, çıkarın ölüm haritanızı açığa
Gecikmiş kızlar el
âlemin ortasında kendi bedenlerini sıkıştırıyor
Cinler oğlanların
koynunda çırılçıplak; piyade isyankâr, süvari uyanık
İlk
seferde memeleri çiziyor çapkın bıçak,
tende şatafatlı
yara
Gök kubbe haklı,
patronlar ipek peştamal giyince natırlar iktidarı kaybeder
Kapıda
kuşku, sokakta gerginlik, çarşıda kötü niyet; piyasa toz duman
Kalabalıkta kimsenin
dengine rastlama ihtimali yok, memleket karışık
Hanemizden uzak dursun
böyle bir şehrin sevişme biçimleri
DERİN
NEFES HAKKI
Çiçeklerle
örtün dikenli telleri, çıplak kalsın ayıplar ve nöbetçi
kulübesi
Hasat
sonunda yakılan çayırlardan tanıdık iniltiler yükseliyor
Çalı
çırpı toplayın, duman bulun uzaktan; dağdan püfür püfür yel
Çamları,
gürgenleri, meşeleri; yetmez, onlardan yapılan topaçları
Topaç
çeviren çocukları, o çocukları doğuran kadınları; her
fırsatta
Şarkı
ile uyuyan kızları, kavuşma ihtimali ile uyanan erkekleri
Ya
sabır sevdalısı dudağı, kabına sığmayan yağız coğrafyayı
Denizleri
alt üst eden fay hatlarını bir kenara dizin, söyleyin
Nedir
bu herkesi esir almış korku, meydana çağırın kıyameti
Kader
neymiş, kimin umurunda ahiret; ömrün son demi, ne gam
Sevişerek kurtulabiliriz
bir ihtimal derimizi kaplayan çıbanlardan
Tarih izin verse herkes
kadar anlayışlı olacak aramızdaki hudut kapısı
Gelin,
yeryüzünün soylu katilleri ile hesaplaşalım
Diyetini
ödediğimiz şehirlerde cesur adımlarla dolaşalım
Olan
olmuş; göçmen kuş, avlunun ortasında tek başına yatıyor
Yemeğini bitiren her
talebe farklı çukura uzanıyor mezuniyet töreninde
Ağlamayın, ağlanacak
ne var; çıkarın üzerinizdeki buruşuk teni
Koparın yaranın
kabuğunu, dünyaya boşalsın tüm cerahat
Çekin alın cenazeyi
örten bayrağı, ölüye yüz sürmekten vazgeçin
Kenar mahalle kuralıdır,
meyhanede olan meyhanede kalır
Şehit
çıkmış genelevde ilk gece zina yapılmaz
DELİK
RAHİM
Hazırım
saklandığım mağaradan çıkmaya, her taraf kör ışık rengi
Tuzlu
kayalara yaklaştıkça kılavuz gemiler eşlik ediyor ellerime
Oltanın
ucunda sünnet parçaları, çok ayıp; bu nasıl edepsiz deniz
Balıkçılar
süt dişlerinden yakalıyor avını; misina ürkek, kese patlak
Fincanın
dibine pusu kurmuş kalabalık, sonramız yıldızlara emanet
Açın
sokağın lambasını, perdenin arkasından bakacağım mucizelere
Benzerimle
bu kadar oyalamayın; yorgunum, tülbentle
örtün
sesimi
Kırk
günün ardı bahar; cephanelikte erken sayım, gökte gecikmiş
şenlik
Namluda
mermi kayıp; hatırlayın, kafamıza sıkmıştık yaşamak
kaygısını
Emekleyen
gülüş ayaklanıyor nihayet, kafesteki kuş uçuyor
Yeniden
doğuyor sırası gelen, beşik sallandıkça mezarlık yıkılıyor
Yarına
ait ne varsa usulca duruyor meçhulde,
dilde dumanlı ıslık
Biliyorum;
ölmek için gönderildik biz bu dünyaya, ölüme yakışmak için
TELAŞLI
EL
Ustabaşı, pazartesinin
girişinde merakla bekliyor ameleleri
Nakliyeciler terli,
kamyonlar tedirgin, haftanın sonu boykot kararı
Genel müdürde gözler
şehvet ve ihtiras; bilanço yorgun, hesap sakat
Savulun bre gafiller,
vergi idaresinin işi yine kerhaneye düştü
Kubur taşına çökünce
bağırmaya başladı maliye bakanı
Bütçe sıkıştı,
ekonomik veriler kötü, cari açık yüksek
Harbiye dairesi vatan ve
faiz üzerine yemin ediyor
Piyasa, kazanç
ihtimalinin en altına oturtmuş işçi sınıfını
Tanrının seçkin
vekilleri durmaksızın egzotik hülyalar kuruyor
Mahkûmlar sırıkla
atlamaya çalışacak isyan ateşinden, cezaevi
insafsız
Bu bayram da görüşe
çıkartılmayacak firari keklik ile dağlı nehir
Yangından şöhretimiz
kurtarılacak ilkin, asla eksilmeyen borç miktarı
Sırasıyla banknotlar,
değerli metaller, madalyalar ve uygarlık
Çığlıklar göğün en
şatafatlı koltuğuna yerleşmiş, teker dönüyor
Arka sokaklarda kavga
gürültü, vurdu kırdı; meydana çıkarın cinayeti
Şehir dağınık,
enternasyonal marşlar kilitli kutulara saklı, borsa karışık
Hatıralar kimin
umurunda, terk edenler bir daha geri gelmeyecek
Susun ve kapatın
cüzdanı, verilmiş sözleri unutun
Biliyoruz, cebinizde
geleceği satın alacak miktarda nakit
Kesenizde altın, gümüş;
kasalarda zümrüt, elmas
Rakamları üst üste
koydukça içimizi acıtacak en babayiğit küfür
Nereye saklanarak
kurtuluruz bu hengâmeden, kimse bilmiyor
Pusulalar hiçbir yeri
gösteriyor, devlet başkanı kâinatı kaplamış
Hükümet ardı ardına
sallıyor yumruğu, kan fışkırıyor okullardan
Polis, cumartesinin
bahçesinde evire çevire dövüyor öğrencileri
AŞİKÂR
SÖZ
Akrep
riyakâr, yelkovanın hayatı bekleyişe adanmış
Belli
ki bu yarışta da birinciliği pişmanlık alacak
Köylüler, edep yoksunu
toprakları okşamaktan bıkmıyor
Çoban arsız, dünya
umurunda değil sürünün
Körpe kuzu şan şöhret
peşinde, fazla işveli bakıyor kocamış kurt
Gösterişi
sevmiyor keçi, içinde ne varsa dışarıda o
Bulutlar sahtekâr,
annemiz değil bu gökyüzü
Dürüst olalım, hiçbir
katil şehirdeki kalabalıktan zalim değil
Alt
kattakiler göğün tavanından aralıksız şikâyetçi
Kemiklerde
inilti, her fırsatta yağlı hamur kullanıyor kırık çıkıkçılar
Arife sabahı derlenip
toparlanıyor gündelik perde, ev nihayet ayakta
Meydanları kaplayan gri
akşamlardan çekip alıyoruz ellerimizi
Akrep hile yapıyor,
yelkovan yalan söylüyor; kime ne
Kelimelerden damıttığımız
bu zehir bize bir ömür yeter
DAĞINIK
MÜFREDAT
Dersin
en zor sorusunu bize soruyor öğretmen
Kalbinize
gizlediğiniz yenilmez kahraman kim
Karanlıkta yolunuzu
kesen cengâverin niyeti ne
Nerede bu topraklarda adı
küfürle anılan sadık millet
Aritmetikte
yanılmışız, hayat bilgisi zayıf
Gurbete çıkan coğrafya
karışık, cam küre paramparça
Dilimiz dönmüyor
tezgâhta yanlış dokunmuş
cümleye
Alfabedeki
harflerin dizilişi doğuştan ters
Tesadüfün böylesi,
hürriyetle
ödeyeceğiz bu defa da borcu
Anlayışlı
olun, gırtlağın gücü şimdilik yetmiyor isyana
Silkinip uyanıyoruz
dibine yuvarlandığımız zorlu rüyadan
Öğretmen, tükürüklü
kelimelerle bağırıyor esas duruştaki öğrencilere
Efendiler, üst sınıfa
geçmeniz mümkün değil bu karneyle
HIRÇIN
TABİAT
Bir
tek en eski karanlık kalacak sonraya, kitap böyle diyor
En
yakışıklı kargaşa, en kalabalık çatışma, en vahşi av
partisi
Gece
kaynıyor, buna şahidiz; kimse geçmiyor camın ardına
Bilen
yok; nedir felaketin sebebi, kim kurtaracak bizi bu yıkıntılardan
Kim
sonsuza gidecek kim boşlukta duracak, kayıpları
kim geri alacak
Oturduğumuz
binaya ters bakıyor mezarlık, hiçlik ülkesi kimin umurunda
Yakında
öğreniriz; hangi ölü zengin hangi iş kârlı, dönecek olan kim
Kuleler
birbirine saldırıyor; tutun, üstümüze serpiliyor göğün
teferruatı
Fay
hattında çatırtılar; aralıksız çalıyor çalışkan çan,
herkes bir başına
Müminler
sadaka taşının altına gizlemiş sahipsiz sevapları
Yanımızda
çıplak çocuk sesi, sıkı bağlamak gerek torbanın ağzını
Fizik
kuralları, ilahi inançlar; nizami biçimde dalgalanıyor dağlar
Kucağıma
düşüyor komşunun günahı; hudutlar kapalı, zebaniler tetikte
İşte
hücum borusu, kurmay heyeti, tören kıtası; işte uygun adım marş
Serviler
bitişik kol hizası, manzaralı evler ‘hazır ol’da; aidat
ödendi mi
Asansörler
uysal katlara saplanmış, üflemeli çalgılar art arda ötüyor
Tehlike
anında bas bas bağırıyor camekân, kapıya asılı tuhaf muska
Antik
çağlarla birlikte çöküyoruz, hep birlikte alkışlıyoruz
patlayan kolonu
Masada
yarısı içilmiş bir kadeh kırmızı şarap, kanepede çaresiz
bakış
Tabakta
sert beyaz peynir, yerin dibinde sahte parıltı; kim çağırıyor
bizi
Ezberlediğimiz
en pahalı duayı okuyarak kurtulacağız moloz yığınından
Tanrıyı
ve imar planını sorguya çekecek tabiat, coğrafyada yatay çizgiler
MESLEK
ERBABI
Toprağı
sıkıştırıp kerpiç yaptık, içimizde
göğün şavkı; ha gayret
Kerpiçten
duvar, duvardan hudut;
cebimizde dağları arşınlama aşkı
Anlamak
gerek, bizden çok önce başlamış meydandaki kavga
Bak,
silahlar çekilmiş; kaçıp gitmeye izin vermiyor şehir ahalisi
Aynaların
ıssızlıkta bir başına kalmaya tahammülü yok
Uhrevi bir şakaydı
elbet tarif edilen ilahi ateş, dilin acı çeken yanı
Bütün o dünyalı
eziyet ve mükâfat, parmaklarınızı hakikate uzatın
Alın size yeryüzünü
talan fırsatı; fırtına ve yangın, elem ve keder
Vardık nihayet son
istasyona; melekleri okşamak ayıp, kıl köprü terli
Efendiler,
kıymayın el kadar sabilere; bırakın, yatakta dirilsin memeler
Kuruyacak
kadar yaşasın bu ırmak, bulutlar sıkıp çıkarsın özsuyu
Huduttan
ülke, ülkeden uçsuz bucaksız hapishane inşa ettik
Demiri
ısıtıp çelik, çeliği büküp hançer, hançeri saplayıp yara
yaptık
Alı
al, yeşili yeşil boyadık; unumuzu eleyip eleği meydana astık
Cesaret
edip kalbimizden kalabalığa uzanan kuleleri yıkmaya geldi sıra
ŞAN RENGİ
Durup
bakma geriye, orada ne olduğunu görmüştün; bataklık ve leş
Kırıcılar,
dökücüler, çöp toplayıcılar; cinayet biriktirenler ve sefalet
Katilin
orada bekliyor seni, törenler ve mükâfatlar oraya yığılmış
Galeri kapısına
sığmıyor soylu renk, kırda bayırda ebemkuşağı
Şahsiyetli sesleri
duymuyor ahali, koltuğu kaplamış uyuz bir kedi
Güneşin yaş dönümünü
bilse rahat edecek vitrindeki çay takımı
Eşyaların
yönünü değiştirerek avutacak kendini porselen fincan
Ay
doğmuş hanenize, üç vakte hatırlayan kalmaz fotoğraftaki ayıbı
Alkış
tutanlara inansak sonsuzluk yağacak hükümdarın yürüyüşüne
Üzerinde
böyle afili manzara olmasa asla ışımayacak bu anlamsız küre
Mazlumlar, sihirli
tekerlemelerle aşacak dünyanın dipsiz uçurumlarını
Çekip
vuracaklar alnının ortasından ıssızlığa saklanan uysal köpeği
Mikrofon yanlış elde,
şarkıda tuhaf mırıltı, kalemin ucunda pespaye söz
Şairleri
tasarlayarak öldürmenin makul indirimi olmalı ceza yasalarında
SON TAKSİT
Ölüm vaktinden evvel
gelirse haber versin
Göğe en yakın daireye
astık pahalı giysileri
Vicdanı satıp süs
eşyası alacağız
Unutmanın karşılığı
para yatacak hesabımıza
Toplantıda heybetli
kıyamet ikram ediyorlar misafirlere
Sahnede uyduruk şarkı,
masada çapkın bakış
Tezgâhta uysal dokunuş,
ışıkta dalgalanan kumaş
Mezatta sıkı alışveriş,
borsada yükselen hisse
Çarşı pazar ahlakı
yokuş aşağı, rahata yatıyor beden
Göğsündeki
rozeti çıkarınca çıplak kalıyor müdür
Tacı
olmayan kraliçeyi tanıyan yok
Cehennem
kazanına balıklama dalıyor akademisyen
Söyleyin,
kimin ne işine yarar apoletsiz kumandan
Zil çalıyor, kapıda
ateşten süvariler
Ocakta demli çay,
kadehte kanlı su
Evi yüksek katlı muhite
taşıyoruz
Her fırsatta
ziyaretimize geliyor merhamet bekçisi
BEYAZ
FELAKET
Sizin
her daim kötü bir adama ihtiyacınız var, gözler şehla
Giysilerini
çıkarmadan sevmeye uğraşıyorsunuz bakireleri
İnsafsız
patronun hayalarını aralıksız okşamanız bundan
Kafanız
çalışsın, sevaba girmek için ilk taşı atmak şart
Sizin
her daim kazanacak birine ihtiyacınız var, eller kirli
Bu
yüzden oy veriyorsunuz durmadan daha zalim olana
Bu
yüzden saygıyla eğilip selamlıyorsunuz kraliçeyi
Tanrının
önünde diz çöküp unutmak için yalvarıyorsunuz
Sizin
her daim utanacak birine ihtiyacınız var, kulaklar sağır
Bilen yok, iskeledeki
hangi baba kayığın uçkurunu çözecek
Bu dehşetli fırtınada
gemiyi ilkin kim terk edecek, suyun
kusuru ne
Kalkın
ve suretinizi işleyin geceyi aydınlatan dalgaların ışıltısına
Bir
tek kendinize ihtiyacınız var sizin bu şahsiyetsiz kalabalıkta
Fırlatın
zarı kanaviçe işlemeli çarşafın
üstüne,
beyaz kirlensin
Gücünüz
yetiyor elbet sizin bütün bu rezilliğe, bundan olmalı
Yaşarken
başkasına ihtiyacı yok insanın, gidenler rüzgâra emanet
YANLIŞ
SİHİRBAZ
Kuyunun
dibinden yeryüzüne sıçrıyor göğü utandıran söz
Komşusunu
öldüren cennete gidecek
Şark
cephesinde itişip kakışma, manzara göz alabildiğine kanlı
Bir
türlü bitmiyor harp talimi, genç erkekleri derine sarkıtın
Çiçek
ekleyin şirketin hesap defterine, bilançoya renkli koku
İnsanlık
yarı aç yarı tok, kurtlar sofrasında bir var bir yok
Müsteşarın
cüzdanında dişlek tavşan, şapkada güvercin
Yağlayıp
fırçalayın silahları; fincanlar dertli, yollar üst üste
yığılmış
Hançer
kırık, kılıç paslı, tüfek gergin; tanrının temsilcisi
riyakâr
Cehennem
büyük mükâfat; kazanç tatlı, tefeci şişman
Mendilinde
tayyare saklıyor fabrikalar; çok şaşıracaksınız, insan kirli
Ağzından
kuş çıkacak evliyaların, azgın kadınların kasıklarından ölüm
Kabul
edin, en ufak bilgi yok; dünya niçin sabırsız, ahali neden ürkek
Anlayın,
yenilmedikçe dost olmayacak kimse bir diğerine
Söyleyin,
kediler
kaçıncı kattan atladığında dört ayağı üzerine düşer
Nasıl
oluyor da şehrin yükseğinde oturanlar her daim temiz görünüyor
Nüfus
dairesinden yükseliyor hayatın kayıt dışı gerçeği
Yetimler
coğrafyanın, öksüzler devletin hakkı
YORGUN DİYALOG
Ortalıkta dolanan en
anlamsız soru düşüyor payıma
-Niçin durmadan
öldürüyorsun kendini
Küfrün içinde
kayboluyor bin yıldır aradığım cevap
-Dünyayı
kurtarıyorum hep kendimden
gece karılmış kadınlar için
EPİK NÂME
KAYIP TEZKİRE
Babamı öldürdüm öğretmenim, bu yüzden geç kaldım yaşadığım yüzyıla
Gün biter bitmez fukara ayak izleri silinecek şehrin sokaklarından
Kadınlar ağıt yakacak karanlığa, kuytuya saklanacak ürkek köpek
Kavgayı kazanmaya yetmeyecek hafızaya kazınmış ses ve görüntü
Bunca emekle bizden saklanan sır ne; ayıbı, kusuru kulağımıza fısıldayın
Işık silip götürüyor gölgeyi; zor kabul ediyoruz, işe yaramıyor hakikat
Bizi yarına bağlayan birkaç çocuksu heves, yorgun sınır boyları
Estikçe coşan hastalıklı rüzgâr, mucize tohum ve eksilmeyen haz
Tükenmeye yakın bahar kokusu ve intikam hırsı ve siz haklı olabilirsiniz
Tanrı tanıdık biri olmalıydı, soyağacında ciddi boşluklar var
Efendiler
Unutun sonrayla buluşmayı, yasak medeniyete döneceğiz ilk fırsatta
Tanığı olmayan her kırgınlık bir başına büyüyecek öncenin rahminde
Duvara asılı tarih şeridinde uçurum, mevsimler arasında kanlı hesaplaşma
Avuçta harlı ateş; ay ışığı, yıldız parıltısı, yanık susam tarlası, çaresiz duruş
Ey cinayet ahalisi, ey soysuzluk ülkesi, ey edepsizlik abidesi
Umurumda değil adımın kıyısına yazdığınız şüpheli hüküm
Savurduğunuz küfür, taktığınız lakap, uydurduğunuz yalan
Öyle ya da böyle bulunur herkesin saklısında tarifsiz bir katliam anı
Sahipsizler mezarlığına terk edilmiş akraba veyahut yırtık gömlek
Çöplüğe atılmış oyuncak, kötü tesadüf, arsız bahane; insanlık hâli
Herkes utanabilir kalabalıklar karşısında heyecanlanan yerel sözcüklerden
Antik çağların arka sırasına geç otur çocuğum
Çabucak öğren, bu sınıfın mağlupları yetimler olacaktır her daim
YENİK HARF
Kelimelerden başka bizi mutlu edecek ne kaldı elimizde
Kavgada yumruk zenginiyiz, ilk patırtıda kuzeye saklanıyor kutup yıldızı
Olan bitenden hayat sorumlu; içli şarkılar, güzel manzara ve umut
Şiirlerin ayrık mısrası, filmdeki beklenmedik sahne, sevgiliye acemi bakış
Yol perişan, yolcu zararda; zar, şanssızlığa çarpıp yere düşüyor
Patlıyor silah, sıfırdan büyük hayaller kurmak gerekiyor bu kumarda
Tüh, yine mi yeşil çuha kazandı; anladık, bahtımız doğuştan kara
Bu zavallı beden, inanıp duruyor önüne çıkan uydurma her efsaneye
Mahalle korku içinde, durmadan sevinç öğütüyor talim terbiye dairesi
Muhtar serkeşin teki, ikametgâh belgesine yanlış yazılmış adresimiz
Şehrin atıklarına karışıyor hülyalı göz; içtiğimiz su, soluklandığımız hava
Efendiler; korkmayın, sözden başka silah yok kimsenin cebinde
İşiniz bitince ışığı kapatın, yüzdeki çizgilerden öğrenin sonraya ait olanı
AÇIK GERÇEK
Bu yer, bu gök; bu karanlık bizden önce de vardı
Bu ayrılık, bu küskünlük; elbet bu mazlum duruş ve bu loş ışık
Şu delikanlı bakış, şu yiğit el kol hareketi, şu benzersiz itiraz
Durmadan düzeltmeye çalıştığımız tabak çanak
Buğusunu keten peçetelere sildiğimiz şaşkın kadeh
Bir başına seyredecek bizi dünyanın yön değiştiren kaygısı
Bunca bulut, bunca hüzün, bunca felaket; yokluğa açılan bunca kapı
Gittiğimiz her şehre bizimle gelecek muhakkak bu ağır hatıra
Çöktüğümüz banklarda öylece bekleyecek elde kalan ömür
Avluda kavrulmuş keskin kahve kokusu, biberlerin dokunaklı acısı
Can eriğinin ekşi tadı, şekere kesmiş incir; akıl uçuyor arada bir
Neredeydik; kurumuş badem, dolapta unuttuğumuz kekre tat
İçimizin kuraklığını bitiren dertli kayısı çiçeği
Ceviz ağacının rüzgârdan uzağa dönmüş yüzü
Bu sözler bizden sonra da olacak, elbet bu yalnızlık
Mutlaka bu çekip gitmeler, her hâlükârda bu sahipsizlik
Öyleyse kim eksik aramızda, boşlukta salınan sesin derdi ne
Sokaktakilerin umurunda olmayan bu cenaze kimin hanesine kayıtlı
SABIRLI KIŞ
Kelimelerle süslüyoruz cenazeleri, taziye çadırında ağır koku
En yeni elbisemiz, en parlak iskarpinler merasim için
Koyu camlar örtüyor gözlerdeki kuşku ve merakı
Bulanık anlam düşüyor yere; kirli ses, aşınmış iltifat, çürük ihtiras
Hakikati bırakıp vaatkâr taşlara yüz sürmemiz bundan
Kaybettiğimizi arıyoruz her ne ise o ve her nerede saklı ise
Bulmak istediğimize sarılıyoruz ilk fırsatta, herkes küskün; ağıtlar
Geçmiş için yakılıyor, tanrının memurları maaş alarak çıkıyor minareye
Şerefelerde devletin ve bankaların gölgesi, avluda rengarenk seramik
Cennet ile cehennem arasına gerilmiş gösterişli afiş
Hükümet başkanının doğum günü kutlanıyor mahyada
Buraya bakın Asyalılar, şamanlar, şifacılar; yenik imparatorlar
Bu kötürüm medeniyet bitti, sorulara verdiğiniz her cevap yanlış
Unutmayın tarihte sayısız kere yağmalanan mezar odalarını, öğrenin
Hangi kasada korunuyor mücevher, kimdir hazinenin bekçisi; kabul edin
Ölüleri üst üste koyarak kimse ulaşamaz rahman ve rahim olana
SOĞUK DUMAN
Bunca yıl sakladığınız hevesi içinizde tutun ve evdeki yangına üfleyin
Aldanış ve hırsı, boyu posu devrilesi fesat edepsizce salınsın avluda
Çer çöp toparlandı, dip bucak temizlikte sıra
Çocuklar yaşlı manzarayı kenara istifledi, odalar tenha
Duvar boyalı, tavan arası ak pak, yeryüzü ferah
Yaprak ağaç dibine sığınmış, rüzgâr boşlukta uçuşuyor
Dünyanın merkezi daha da soğuyacakmış bizden sonra
Bir ihtimal herkes gergin, meydana yürüyüş asabi
Mağaza kapılarında uzadıkça uzayan kuyruk
Ağlamak kâr etmiyor vitrindeki cenazeyi ayağa kaldırmaya
Şehirde merak, mahallede heyecan, dışarıda telaş
Otobüsten inerken birbirine omuz atıyor bakışlar
Sesler iş çıkışı birbirini tekmeliyor tren garında, nedir bu acele
Çömelip durmayın ilk bulduğunuz gölgenin dibine
Ahali birbirinden öcünü alacak elbet, çarşı karışık
Kiminle sevişmişsek onun adını yazıyoruz ölüm kayıtlarına
Şehri temizledik, içimiz rahat; kıyameti kalabalıklar başlatacak
Salgın hastalıklardan artan kireci var gücümüzle sürüyoruz yaramıza
DAMITILMIŞ ACI
Her çıktığım seyahatte çırılçıplak yakalanıyorum kalabalığa
Hiç suçu yokmuş gibi usulca yürüyor hemen yanımda sonbahar
Cebimde sokakta tanıştığım her türlü zevk kırıntısı
Kadınlar ve alkol, günahkâr olma hevesi, perdesiz evler
Yarım kalmış öpüşmeler ve ilk bakışta saklısı görünen göz rengi
Derin nefes çekmeye hazırım ben çift kâğıda sarılmış gökyüzünden
Efendiler
Can yeleklerini boşuna fırlatıyorsunuz geriden gelen takvime
Hiçbir parçamız tam değil; akıl eksik, üst baş çıplak, yara açık
Ah, beni durmadan baştan çıkartan bu sonsuzluk fikri
Ah, bana yaşamayı unutturan bu arkası yarınlar
Güne dair bitmeyen arzu, sularda vurdumduymaz inilti
Şimdiyi durmadan erteleten ölümsüzlük ihtimali
Başımdan yüksekte kaldıracağımdan ağır yük
Avuçta yırtık umut, parmakta sökük hatıra
Biliyorum, ne bu vazgeçişler kurtaracak beni kendimden
Ne bu sıkıntılar izin verecek rahatça çekip gitmeme
Alın kalan ömrümü, oğul giysileri giydirin ve gömün hazan bahçesine
ÖNCENİN ŞİFASI
Sonrayı tamir ederek iyileştirmeye çalışıyoruz ruhumuzu, kemikler kırık
Dokunduğumuz beden çürük, çektiğimiz nefes ağır, içtiğimiz su gölgeli
Her defasında farklı yerinden çatırdıyor gök, bu sefer alkol yetmeyecek
Tren garlarında kulakları patlatan uğultu, koltuklarınıza gömülün
İşte namludan fırladı çekirdek; kafayı çevirip bakın, toprağa ilk düşen kim
Son uykusunu en uzak ülkede uyuyup kapımızın önünde uyanıyor merak
Manzaraya yakışan dil bulsak dayanamayıp ayaklanacak beşikteki inat
Nankör benzetmelerle anlatmaya çalışmayacağız geçmişe dair sıkıntıları
Sevgilim, sıra sende; at gitsin elindeki sözlüğü, alfabenin üstünü karala
Genzini ateşle temizle, meydana çıkar karnındaki en eski sırrı
Unut adımızın içine saklanmış sahte anlamı; vakti geldi, öğren
Bildiğimiz efsaneler yetmeyecek inançlarımızı inkâr etmeye, kabul et
Tarih iyileşmeden yatalak hiçbir hasta ayağa kalkmayacak
BOŞ KÜFE
Kalmadı üstümde o yiğitlik ateşi ve iştahlı o asi duruş
Elbet ağzın kıyısında uyuyan o şehvetli küfür
Zaman külle örttü mangaldaki közü, yağmur terbiye etti cahil alevi
Kan çanağı gözleri yuvasından söküp
Ortalığa fırlatacak kuvvet yok parmaklarımda
Yumruktan silinmiş zafer izi, yüzde solgun cesaret artığı
Terk edip gitmiş bedeni efsanelerden ödünç alınmış deli hüner
Bin yıldır kınında paslanan hançeri adımın yanına yazmayın artık
Kavgaları ve göğüs göğüse çarpışmaları çıkarın yürek hanesinden
Ne kadar översem o kadar hırpalanıyor o eski güzellik
Ne kadar okşarsam o kadar hüzün sızıyor o yaşlı yaradan, dur
Bu kadar sık hatırlama, unut dışarıda seni sabırla bekleyen destanı
Sevgilim, sen de süpür gitsin kuruntularını şehrin bakımsız tarafına
İnsana ait kırgınlıkları hesaptan düş, sancıyı ve acıları
Utançları ve eksiği, ay ışığını ve ayıpları olduğu yere bırak
Ezber edilmiş sözleri sil dilinden, giydiğin çaputları ortalıkta yak
Yıkandığın suyu ve çıplaklığı kapının önüne dök; kalk, gidelim
Evin bacasını yuva bilen boşboğaz leylekler gelsin bir tek peşimizden
DÖVÜŞ ADABI
Sırrını derine göm, örtük tut perdeyi, gözünü karartan renkleri kaldır
Cehaletin de bilmediği sorular olacaktı elbette, tetik ha düştü
Ha düşecek, karargâhta sonu gelmeyen savaş hazırlığı
Topçu bataryası sütre gerisini dövüyor, cepte birikmiş onca borç
Sana ne etrafı kaplayan sıkıntılardan, kuvvetini topla ve
Sokaktan geçeni ilk sen tokatla, kavgayı sen başlat
Yerdeki taşı al ve komşunun camına fırlat, kuşu düşür daldan
Gücün kime yetiyorsa ona saldır, onun yurdunu talan et
Kaybettiğin meziyeti bulamayacaksın bir daha yaşadığın bu ülkede
Eşyalar pahalı, insanlar ucuz; ev kiraları yüksek bu kokuşmuş şehirde
Mülteciler bayat ekmekle doyuruyor karnını, işçi maaşları icralık
Eller kazığa bağlı, tozlu yolda sürüklüyorlar kesik başı; şeytan şaşkın
Ölü artıkları saçılmış toprağa, gereksiz ümitleri göğsüne saplıyor çocuk
Işık parlayınca öğreniyoruz cevabı, nişangâhın niyeti alnımızın ortası
Hayalle uyuyup hakikatle uyandığımız mevsim bizi bekliyor karşıda
Onlara yaralarını gösterme, tuzaklarını oraya kuracaklar muhakkak
ASİL AĞRI
Babaların tarih öncesi her yenilgisi oğulların zaferi olacak yeni çağda
Hiçbir harf diğerine benzemiyor, hiçbir laf derdimize ayna değil
Ağızdan fırlayan küfrün eş anlamlısı yok eklemeli dillerde
Gülün taklidinin, karganın bet sesinin hayrı ne gül bahçesine
Yangın kulesi dayak yediğimiz tarafa bakıyor, taş kapı huysuz
Kalenin burçlarında tehlikeli bayrak, leş yiyiciler eşiniyor üstümüzde
Tuhaf kılıklı üç beş adam koşturuyor gecede, kavimler göçü başlamış
Sorduğumuz her sorunun cevabı geçmiş bin yılda saklı
Sonraya ait şarkılar boş umutlarla kandırıyor önüne geleni
Belli ki yanıldık; hükmetmeyi düşündük kadere, çekip gitmeyi
İşte tüm heybetiyle karşınızda duruyor etnik ağrılar
Yerel sancılar; kendine dolanmış iplik yumağı, sökük çorap
Ruhu işgal eden kaygı, işte sabıka kaydı ve acıklı halk hikâyesi
Söyleyin, her evlat sokak kavgasında ölecek diye kural mı var
Çocukların payına düşen eziyeti
Babalar hayatıyla ödemiştir belki de tarihin karanlık devrinde
ZORLU İNZİVA
Yalnızlıktan başka şahidimiz yok, birbirimize ne desek yalan
Çok sık uğruyoruz karanlığın evine, ne tarafa baksak orası en siyah
Karışmayın gündüzün uyanmak istediği saate, kuşun ötüşüne
Bırakın, kapalı kalsın dışarıyı bizden saklayan tahta perde
Uzanıp içinde uyuduğumuz kitap; sayfa kıvrık, düşler köşeye istiflenmiş
Yıkanın ve çıkın sudan, balıklar çoktan öğrenmiş tuzun tadını
Ağızda yuvarladığınız çatlak sesler boş yere kürek çekiyor kıyıya
Kayığın altındaki dalga yorgun; rüzgâr bitkin, yelken kayıp
Güneş sırtını tarlaya dönmüş, zahire çuvalı öylece çürüyor ambarda
Borçların vakti geçmiş, alacaklılar kapının önünde nöbette; ilkin
Vergi memuru çalıyor zili, ardından mahalle bekçisi; ev sahibi, tefeci
Biliyorum, kimsesizim; kimi arasam bin yıl önce taşınmış adresinden
Her fırsatta ıssızlığa saklanmak gözlerimi hâlâ çok yoruyor
ISSIZ MANZARA
Temizlenirken kirleniyoruz, kötü kokup irin bağlıyor beden
Bedeli gecikmiş her günah en zayıf anda sıkıştıyor göğüs kafesini
Bunu kim bilir kaç kere söylemiştim size, aklınız neredeydi allah aşkına
Durmayın, sıyırın kurbanın derisini; kimin gücü yeter gökten inen emre
Alıp götürün bu coğrafyayı evimizden; bu laneti, bu ağrıyı, bu yalanı
Takvimin karanlık odasında uyusun besleme ifritler, şeytan ve insan
Davut yıldızının mektubu ahirete ulaşmış olmalı, tuzlayın cenazeyi
Herkes öncenin topuğuna yapışsın, gün büyük gürültüyle dönüyor
Kibar bahaneler uydurun bin yıllık bu sancıya, kıvrımlı yolları ütüleyin
Cepte zulümle yazılmış kitap, saklıda kutsanmış şarap, elde kör bıçak
Tüm sahrayı ateşe verip kızıl sulara boğun toprağı, işte yangın vakti
İşte yaratılmışların en şereflisi, işte cennetten artakalan merhamet
Kenan ilindeki sevapları atın gemiden; gözümüz sır, gönlümüz hakikat
Kalanlara yanık tenli çocukları öldürtün şabatta, yorulanlar dinlensin
Unutun vaat edilmiş sükûneti, kumların kıblesi nasılsa yanlış taraf
Yusuf’u kuyudan çıkarmaya yetmeyecek ezberlediğimiz onca dua
İbrahim’in ayak izlerini takip ederek yurdunu bulmaya çalışıyor karınca
Yeter bu kadar uysallık ve inkâr, gizlendiği köşeden bulup çıkarın tanrıyı
Aynalara yaslanmak kâr etmiyor aramızdaki soylu nehirleri ikiye bölmeye
Soyunup kendi içimize atlayacağız en yüksekten, dikkatle bakın buraya
İLAHİ KARAR
İmparatorun duruşu heybetli, zafer büyük, coğrafya karalar bağlamış
Atlar çılgın, hiçliğe saldırıyor süvariler; bilen yok
Yerdeki kahramanı kim götürecek isyankâr dağlara
Sihir ve şifa koyduk hurufatın altına, istikameti tersine çevirin
Cennetin dolambaçlı yoluna sevap, yaradılmış olana halis niyet
Çayın taşına uygun mekân, dağın inancına yakışan kar
Kendini fanusa hapseden ışık huzmesine is ve duman
Toprağın rahmine parçalanmış cenin, sulara çiğ ses
Cahil ve âlim için aralıksız ikiye ayrılan kamer
Yumurtaya mucize, yolcuya tesadüf, yalnızlığa temaşa
Son duyduklarımızı kim dedi, önemi yok
Kim yürüyecek kafilenin önünde, belli değil
Adımızı silin kayıtlardan, duvara asılı bu fotoğraf bize ait değil
Kırbaç şakladı, başladı stadyumda taç giyme töreni, tanrı tahta çıktı
Alkışladığımız kelimeler ayakta, terli atlar bize doğru getiriyor o yiğit ölüyü
GÖSTERİŞLİ ELİF
Oturduğum banklara sustalıyla kazıyorum adımın baş harflerini
Aşkın suretini, yasaklı sloganları ve hayatımdaki kısaltmaları
Bir türlü peşimden ayrılmıyor sokağın bıçkın hüneri; Usul, kalk
Gidip başka mahalleye sığınalım, orada arayalım kaybettiklerimizi
Çocukların ağzında tumturaklı küfür; dağın taşı ayakta, sularda köpük
Telaş, arsızca voltalıyor geceyi; belli ki ters giden bir şeyler var ortalıkta
Ayrılık hakkını kullanacağız yılın bu en tehlikeli gününde, mümkün olsa
Kapıyı aralık bırakacak tuhafiyeciler, maliyetine satılacak beyaz patiska
Buğulu kelimelerle anlatılacak hakkımızdaki hikâye, yalan dolanla; izin ver
Herkes işine gücüne dönsün, dülger tornada terbiye etsin inatçı ağacı
Aktar, arayıp bulsun yaralara merhem olacak şifalı otu
Dellal istediği kadar bağırsın o lanetli emri meydanda
Biliyorum, kuyunun dibinde bizi bekliyor en derin masal; biliyorum
İbrahim’in bıçağından kurtulanlar er ya da geç kaçacak evden
İşsiz güçsüz melekler boş yere öpüp okşayacak yüzümüzü
Bir vakit daha sevineceğiz, bir vakit daha sırıtıp duracağız
Dünyadan ahirete geçen en kestirme yolu keşfettik diye
Şehrin girişe alfabenin ilk harfi kazınmış, geri kalanlar ateş içinde yanıyor
Ne biriktirmişsek orada; zaman ve mekân, gölgemiz ve bütün yüzyıl
DALDAN DÜŞEN KUŞ
Şehrin boşluğundan betona çakılıyor sesim, geri kalan her hikâye eksik
Peşinden koşturduğum hayal öylece bekliyor beni ücra bir köşede
Sokakta şaşkın duruş, duvarda şatafatlı yazı, törenlerde takım elbise
Keskin gömlek yakaları, ceketin jilet cebi; parlak plaket, kuşe kartvizit
Hatırladıkça başım dönüyor, hatırladıkça sarsılıyor göğün katları
Oracığa yığılıyorum; saksıda sardunya, çatıda alkış tufanı
Soyağacında evliyalar ve katiller; kalpazanlar, hırsızlar, müminler
Meğer neler yaşamışım kendimden habersiz, sayısız imla kuralı
Gereğinden fazla özür mektubu, geç kalma belgesi, kayıp ilanı
Düştüğüm kaldırımda benimle uyuyor adımın yazdığı borç senedi
Pencere pervazında akşam serinliği, sabırsız bahçe ve nazlı tohum
Balkondan mahalleye, geceden gündüze yayılan menekşeler
Anlıyorum
Bir kadını sevmekle bir coğrafyayı sevmek arasında fark yok
Ölmek, doğmaktan daha gerekli ülkeler ve kadınlar için
TANIDIK HENGÂME
Anlayın, coğrafya kader değil; kader coğrafyanın en çürük yeri
Kanat takıp yükseğe çıkalım, burada hükmümüz geçmiyor
Bu defa da hakkımıza en uzak mesafe düşmüş, cepte insaf artığı
Kim örttü gecenin üstünü; öğrenin, gün nereye götürdü yıldızları
Ortadan kaldırın yoksulluk işaretlerini, tencereyi ocağa sürün
Saat nasılsa bozuk, kimse bilmeyecek neler yaşandı zifiri karanlıkta
Eksiği olan kim varsa bizden tarafa sığınmış, rahat olun
Eşyalar unutkan, bittikçe başa dönüyor şarkı, hayat keşmekeş
Kadınlar mağdur, erkekler yenik, çocuklar ürkek; sofra dağılmış
Kuşlar kırıntı kovalıyor gökte; kursakta boşluk, gözde mesafe
Börtü böcek sırtını güneşe verip hiçlik diyarına yürüyor
Camda buğu, odada korku, dışarıda itişip kakışma; mahalle bağırış
Keşke vurup toprağa yıkmasaydık kardeşimizi ve mirastan ona kalanı
Talan etmeseydik; komşu bahçeyi, ağaçları, gülleri ve sözün anlamını
Tek atışta indirmeseydik daldaki serçeyi ayakucuna; kalkın, gidiyoruz
Coğrafya yağmalanıyor, payımıza düşeni alacağız
VAKİTSİZ ÖĞÜT
Yarayı sarmakta acele etme, korkma dövüşe dövüşe yenilmekten
Takati kalmamış bacakların; yine de kalk ayağa, silkin ve ayağa kalk
Kalk ve savur yumruğu, çırılçıplak küfrü bağır şu rezil meydana
Kim isterse onun olsun yarım yamalak aşklar ve bu azgın ibadet şekli
Ardımızdan yürüyen efsanenin hikmetini kimse anlamıyor; oh, ne hoş
Umurumuzda değil tarihteki ilk antlaşma ve ilk zafer
Bize ne kahvelerde anlatılan kahramanlık hikâyelerinin sonu
Hangi alfabeyle yazılmış bilsek ne işe yarayacak veda mektubu
Boşluğu kaplayan sefaletin sahibi bizden başkası değil, sen buna bak
Eziyet senin sofrana misafir, günün er vakitleri senin eline mahkûm
Ahalinin bıçağından kan damlıyor, suyu çekiliyor kırgın nehirlerin
İlk darbeyi sen indirseydin onlar yığılacaktı yere, seninle övünecekti dağ
Dünya yanlış dilde çağırıyor seni, öğren; hiçbir ülkeye sığmayacak bu ruh
Adımız tehlikeli, masallar yalan, ölülerin yanımızda olmaması büyük eksik
Yoldaki esmer taşı al ve rüzgâra fırlat, durdur gideni; kim olursa olsun
Gelenden umudu kes, kaçma; siperi kazmaya devam et, orada sar yaranı
MARAZİ AŞK
Uysal bir ırmaktım, sularımda kadınlar yıkanmadan önce; çocuktum
Aşkla karşılaştığım yüzyıla kadar, şimdi bana bir yaşama sebebi bulun
Tehlikeli meydanlara çıktım, yumruğum tüm kavgalarda muhalif
Gözümü kan bürümüş, elimden kurtulamayacak kenar mahalle şarkıları
Ahlak üzerine söylenmiş ucuz laflar, kutsal bölgeler, gençlik maceraları
Yokuştan aşağı yuvarlanan boş şarap şişesi, ispirto kokusu, sarma tütün
Birdenbire büyüdüm, dudaklarım çakıl taşına değdi, acıktım
Bayat ekmek kemirdim, ağzımı parçaladı küflü sesler ve paslı jilet
Taşrada otel tabelalarının önünde bekleşti amele sınıfı
İdrar kokan lavabolar, açlık çeken tabak; ne iş olsa yaparız abi
Küçük odalardan büyük adamlar geçti, taş olsa eritiriz birader
Aşçılar, bakkal çırakları, şirket çaycısı; efendiler, ezele ve ebede inanın
Sosyal gelişim teorisinde işsiz güçsüz aşiretler, ölüm Allah’ın emri
İhtilal şartlarını anlatan miyop sosyolog, istatistik ciddi iş
Bankta yalnız uyuyor coğrafyanın tiner çeken çocukları ve
Kendinden emin sokak kedisi, kükredikçe geçmişe dönen köpek; birden
Herkesin midesini bulandıran bir lağım faresi sıçrıyor masanın üstüne
Ahali, kardeşini katledecek kadar kibar; hırsız olacak kadar soylu
İkinciliğe tahammülü yok insanın; yemek takımları parlak, koltuk yumuşak
Uzak durdum kalabalıktan, iman için şart koşulan yemini bir başıma ettim
Lanetli harflerin peşine düştüm, saklı anlamın ardına; arkamda kurt sürüsü
Rastlantıya adımı sordum; adres, boy, kilo... Bakışlar zengin muhitle nişanlı
Caddenin ortasına fazladan çizilmiş trafik işaretleri, sonsuz bir dur kalk
Ayrıldım sıradan, şafak sökerken aşkın karanlık yüzünü gördüm kadınlarda
İçimde bitmeyen cinayet planları, işlediğim her günahı sevaptan çok sevdim
ÇÜRÜK KOKUSU
Yanlış durakta duruyor otobüs, ihtimaller sonsuzdan az ötede bekliyor
Şehir telaşlı, asfalt çukur, caddenin kıyısında herhangi bir elektrik direği
Tabelada birkaç eksik harf, cepte ne var ne yok masada; zaman emanet
Efsanelerden payımıza bir miktar kahramanlık düşmüş, bağıran biziz
İtiraz eden biz; arabalar kaldırıma ters park edilmiş, kimin umurunda
Trafodan kıvılcımlar sıçrıyor, aydınlanıyor meydana bırakılmış kuş ölüsü
Herkesle birlikte biz de gizleniyoruz; ev tutuşuyor, geç kalıyoruz mesaiye
Etrafa ahlaksız sözler serpmişler, yatağa döl; anlaşmanın şartı buymuş
Beden tükenmiş, hikâyenin sonu meçhul, heybede çıplak sorular
Unuttuk, geri dönersek kimin üstüne çıkacağız şu büyük genelevde
İçine boşalacağımız kuyuları nereden bulacağız, çıkarın kovayı ve ipi
Dipte yanan kutsal ateşi yukarı çekelim; yangın ihtimalini, iman ve küfrü
Çocukları ibadetten uzak tutun; devir insafsız, bakışlar karanlık
Cevap acımasız; tanrı çıksın odadan, tek başına uyuyacak inkâr
Şair, bilmiyor muydun ilkin seni alıp götüreceklerini; biliyordun
Öncede ne oldu, ne olacak sonrada; evvela kimi kırbaçlayacaklar
Dayanamayıp kim ah, diyecek ve kim boyun eğecek zalim olana
Bile isteye görmezden geldin yaklaşan fırtınayı, cehalete saklandın
Bir an olsun önemsemedin sana gönderilmiş onca işaret ve belayı
Siyahın içinde aramaktan vazgeç hakikati, nihayet bitiyor gece
Yaşama dair biriktirdiklerin yitip gitmiş, ellerin bunu öğrenecek yaşta
Gölgen kıpırdamadan bekliyor parçalanmış aynada, söyle
Oynaşmasın bulut, en uzak gök dahi duydu delirten o çığlığı
Kapılar kapandı, ardına bakmadan çekip gitti yanlış duraktaki otobüs
Yazık, insanları ürkütecek bir hurafe bile olamadık bu ömürde
UMUT TEDARİKÇİSİ
Azgın nehirleri yalın ayak geçtim, hırçın denizleri çıplak kolla aştım
Biraz beklesin fırtınalı sular; kıyıda fener, pencerede anneyle oğul
Hudut çizgisindeki yırtığı bulmam gerek, duvardaki pörsümüş deliği
Buralarda bir yerde gençlik hayalleri olacaktı, mutlu olma ihtimali
Sabıka kaydı kötü, kredi şansı bulunmuyor, parmak izi şüpheli
Ülkenin ıssız taraflarında hiç ücrete çalışıyor göçebe halklar
Zoru görünce şeytanın boyu kısalıyor, bulduğu kuytuya sığınıyor tanrı
Deli kuvveti sinmiş bileklerime, ilkin ben fırlıyorum kalabalığın içinden
İlk yumruğu ben savuruyorum, ilk taşı atmak benim payıma düşüyor
Göğsümde zümrütten zırh, başımda mermer miğfer; dilde inatçı yemin
Söyleyin, geçmişi temize çekmeden kim tamir edebilir sonrayı
Kim bilir bu defa hangi ahlaksız suçu yazacaklar adımın üzerine
Hazırım tüm felaketlere, kuma gömün çürümüş umutları ve cesareti
Ne olacaksa bir an evvel olsun, mazlumlar eziyetten memnun
Türbedeki sanduka ters dönmüş, ilahi ayıpları loş odalara istifleyin
Kutsal vakitlerde daha sık okşanıyor kasıklar, göbekte gereksiz delik
Çöpteki meziyetleri ayıklıyor hurdacılar; kâğıt, karton, ikinci el hayat
Sahibinin hayalarını ağzına alıyor azgın ahali, metal çerçeveli fotoğraf
Herkes birbirinin edep bölgesine uzatıyor elini, patron gülümsüyor
Meleklerin yüzü utanç içinde, bakir mucize kendi içine gizlenmiş
Parklar karanlığı avutuyor, salıncakta ahirete gidip gelen acemi sesler
Gecede karılmış kadınlar son vizite ücretini cennete bağışlıyor
Kendim dâhil kimseden korkum yok, kendim dâhil kimse kesemez yolumu
Kaçıp kurtulacağım hapsolduğum mağaradan, önüme en uzun rüyayı serin
HAFTANIN YANLIŞ TARAFI
Yere bırakın silahları; söyleyin, yetmeyen nedir hayata
Devlet, anneleri niçin tekmeliyor sokak ortasında her cumartesi
Onca yıl sonra dahi kabul etmeyeceğim kimi soruların cevabını
Zurnanın son deliği neden açık, nefes niçin hiçliğe yuvarlanıyor
Mümkün olsa çamurla sıvayacağım sesimdeki çatlakları
Yüzümden kopan parçaları tükürükle yapıştıracağım
Katilin adı adliye girişine yaldızlı harflerle yazılmış
Hırsız en kolay hükümet binasına saklanıyor
Çığlık çığlığa koşturuyorum başıboş kalmış köylerde
Geride tekmeyle kırılan kapılar, çatışma uzadıkça uzuyor
Kalabalığa sığınanlar bir bir vurulup toprağa düşüyor
Mazlumların ayağa kalkmaya takati yok
Annelerin niçin dövüldüğünü herkes benden iyi biliyor
Durmadan aynı sebeple dayak yiyorum ben de resmi tatillerde
ÇEKİŞME
Harbiye dairesinde ölümcül marşlar çalınıyor oğullar için, babalar ürkek
Annelerin bakışı ıslak, serçe delice korkuyor yaklaşan kanatlı fırtınadan
Sırasını değiştirmeden ikna etmeye uğraşıyoruz havarileri
Tanrı makamında öğrendiğimiz sır zafer tahtına oturmaya yetmiyor, söyle
Kime güzel görüneceksin bu halinle, kimin içini gıcıklayacak çıplak tenin
Taşlar bir başına inliyor; yağmurun keyfi kaçık, bulut kümesi dağınık
Gök üzerimize yıkıldı yıkılacak, toprak her daim biraz daha kavruk
Öğren, kendimizden sonra kimi öldürmemiz gerekiyor bu savaşta
Sular köpürmüş, hatıralar pılını pırtısını toplayıp peşimize düşmüş
Yaşadığımız yüzyıl kokuşmuş, akvaryumu balıkların anayurdu sanıyor ahali
Anlayın, tarihteki kardeş çatışmalarından sağ kurtulan yok
Coğrafyanın en kanlı savunması bu sefer de bizim payımıza düşmüş
Dağlı kuşlar sürüler hâlinde düze iniyor, oğullar bir daha geri dönmeyecek
Söyleyin, kapıyı böyle sert çalmasın rüzgâr; yaklaşan kışı avcı düşünsün
GÜNLÜK İBADET
Vitrine boy sırasıyla yerleştirmişler fahişeleri, giysiler gösterişli
İnsanlığa dair her yanlış farklı yarayı deşiyor, ses keskin
Sabah; kalk ayağa, renklerin uyuduğu manzaraya yaklaş
Buğday ek, ekmek mayala, az daha odun at ateşe
Çalı çırpıyla derdini yaz buz tutmuş nehirlere
Yarın ne olacağı kimsenin umurunda değil
Tohum çekinmiyor gökten, tarla teslim olmayacak yağmura
Öğle; eskiciler kapıya dayanmış, ahali şehvetle çöplüğü eşeliyor
Cepte şehri arşınlayan ikinci el ahlak, kaliteli iftira, hünerli kredi kartı
Çarşıdaki her tezgâhta benzer felaket; bilelim, raftaki kitapta
Niçin farklı lisanla anlatılıyor görkemli kıyamet, oynaşan kim sahnede
Akşam; ismim neydi, hatırlamıyorum. Bakışlarım neden koyu
Kime ne tenimin renginden, yüzümün aslı astarı yok
Öğrenmeliyim, bıyıklarıma kim astı bunca şüpheci cümleyi
Benden sonra kim oturursa otursun o parlak ışığın altına, ben büyüdüm
Koca adam oldum, içine sığacak mağaram var, nihayet kendime döndüm
RASTLANTININ SONU
Ölüler kılık değiştirerek dolaşıyor aramızda, hayattakiler maske takıyor
Tende sevişmeyi engelleyen yığınla arıza, yatağın kenarında boş sürahi
Kirli bardak; vestiyerde güne geç kalma kaygısı, trafikte sabırsızlık
Etin içinde işe yaramaz çığlık, kaybetme ihtimalimiz gittikçe artıyor
Apartmandakilerin tanımadığı yalnızlık pinekliyor pencere pervazında
Etrafa bu kadar ürkek bakmasaydık geçip gidebilirdik belki de köprüden
Sen yine de görmezden gel mahallede toplanan kalabalığı
Var gücünle koş, ara sokaklarda dönüp durma geriye
Eve varır varmaz çıkar üstünden korku ve vesveseyi, bak
Çocuğun ağzında yabani ıslık, patlak ses; gölge, karanlık, ecinni
Unutulmuş ihanet, intikam hırsı veyahut ortalığa saçılmış cam kırığı
Ne diye yaldızlı ambalajla kapladık şimdi biz bu çıplak vücudu
Kime yar olacak bu şehvetli dudak, kimin kısmeti bu süslü çarşaf
Avluda başıboş dolanıyor efsaneler, inançsız masal ve uyduruk hikâye
Gönlümüzün yarısı bu sefer de yenildiğimiz tarafta kalmış, bulutlar
Gök gürlemese de kendine kıyacak kadar iştahlı, toprak yine kararsız
Oğlan, babasının ayaklarıyla yürüyor; kız, ana karnında öğrenmiş yalanı
Sen yüzünü açarak gir meydana, kim olduğunu bir görüşte anlasın tanrı
NEMLİ ATEŞ
Al, kır elimdeki başıboş sarkacı; yere vur zamanı, parçalansın bekleyiş
Herkesin hayranlık duyacağı mucizeyi çıkar hapsolduğu fanustan
Hasta bir güneş geziniyor suyun üzerinde, arızalı hatıralar ve pişmanlık
Üst baş yırtık, iç organlarda sızı, kulakta gaipten gelen ses
Hayatımız umutsuz bir günah çıkartma biçimi, elde sarhoş kandil
Suçumuz bağışlansın diye çırpınıyoruz kutsal nehirlerin ortasında
Vakit tamam, diz çöküp iman edin başucunuzdaki meleğe; işte
Uçuruma fırlatılan kadeh sapasağlam duruyor orada, son damla şarap
Öylece sızıyor toprağa, hakkettiği dudağı bekliyor söz
Kuyunun dibinde içi içine sığmayan hayaller ve tereddüt
Ölüm korkusuna abanıyoruz ilk fırsatta, rüzgâra küfrediyoruz
Gece kötü kokuyor, günü kaplayan iniltiler komşuyu çıldırtacak
Hoyratça kullanıyoruz ahireti, şifa bulmak için taşları ısıtıyoruz
Evi terk etmiyor kırgınlık; ve mağlubiyet, ayrılmıyor başucumuzdan
Duvarda yine mi bizim fotoğrafımız asılı, saç kökleri niçin her eziyete hazır
Kalk, bak; insan soyu sefil yaratık, ne yerse yesin aç kalkıyor sofradan
Gurebanın payına çer çöp düşüyor, karanlığın payına cinnet
Hararet sırılsıklam kucaklıyor teni, vaktin gelmeye niyeti yok
Biçare yolcu sonsuzluk iksirini sunacağı nefesi boşuna arıyor
Tanrım, bırak ağır sular sürüklesin beni gitmem gereken tarafa
Al, at boşluğa fazladan verdiğin bu ömrü; kimsenin malı değil dünya
Söyle, adımı büyük harflerle göç yollarına yazan sen değilsen kim; söyle
Daha ne kadar yenileceğim, daha ne kadar ağrıyacak bu azgın et ve kemik
EN KOYU RENK
Yerin altında kim daha rahat soluk alır, sınıftakiler de bilmiyor bunu
Okul çantasında ne saklı, ilk cengâver kim; zulüm, hangi ülkenin vatandaşı
Bizden evvel kim yürümüş suda, ışığın yüzü neden durmadan geri dönük
Kitaplarda yazmıyor mazlumlar nereye gömülür, atlasların ortası hep yırtık
Müfredatta beklemekten usanmış cinayetin yan anlamını ezberliyoruz önce
Ardından masadaki silahı nefretle doldurup kendinize çeviriyoruz namluyu
Kerameti nedir, söyleyin; her fırsatta suratımızı tokatlayan rüzgârın, gelin
Acı çeken bölgeleri tarif edelim birbirimize; üzgün kokuları, kekre renkleri
Beyazdan başlayalım, tarihte oynanan oyunların sonu kötü bitecek
Sahneye deniz köpüğü çıkacak ilkin; arkada kar yanığı, süt kesiği
Komşuların dediğine göre kelimelerden ibaret değil eldeki ömür
Çözün öyleyse bütün gün boynumuzu kanatan ilmeği, kelepçeyi sökün
İşte tüm inancımız, işte eldeki tek itiraf, işte bütün yiğitliğimiz; işte bu
İndirin darağacından sevgiliyi, mahkûmların korkusu yok kürsüdeki sesten
Bu tüfekten, bu bakıştan, bütün bu bırakıp gitmelerden ve bu ısrardan
Ortalığa salın edepsiz lafları, aşk ve ahlak eksik olsun hanemizden
Bunu eziyet ve yenilgiyle öğrendik biz, yaşayarak ve görerek
Toprağın altında kahraman olmaya niyeti yok kimsenin
TEHLİKELİ ŞAHİT
Su akıyor, ateş yanık; eşkıya sabırla bekliyor son kez vurulacağı anı
Karargâhtaki saat nazlı, piyade taburu ağır adımlarla ilerliyor köprüde
Baştan belliydi teşkilatın taraf tuttuğu, sırası gelen şahit tedirgin
Kan grubu ve parmak izi elbet ele verecek suçları
Maktulün iniltileri bu sefer de açık unutulacak cinayet mahallinde
Namlular alev püskürüyor, bin yıllık yangın evin mutfağında başlamış
Füze rampaları kahraman, izli mermiler cengâver, savaşta insaf yok
Üstümüze çöken bulutlar ıslak, yüzü örten tül eprimiş eski
Süngüler şahlanmış, etnik çatışmalar erken yaşta silah talimi yapıyor
Biraz daha yatıp kalırsak şu keşmekeşte çatlayacak kılcal damar
Kalpteki odalar boşalacak; söyleyin, aklınızın bir türlü almadığı sır ne
Söyleyin; bu daracık göğe onca melek nasıl sığar, onca günahkâr niyet
Sudan çıkıp dağlara yürüyoruz, eşkıyalar ele ele tutuşmuş
Kış yatağına uzanıyor mevsim; gece yorgun, gün ağır, bahçe hantal
Etraf, pürdikkat seyrediyor kıyameti; toprağa düşen her yaprak sarı
Çekip gitmeli buradan, belli ki bu defa da kim vurduya gidecek coğrafya
YENİ GÜN
Biz bu sokaktaki en gösterişli günahız, bağışlanması mümkün tek ayıp
Gün kara, aynadaki görüntü pus, sihir bitti; vardır elbet her yokun çaresi
İskelenin üstünde yağmur gölgesi, rüzgâr esmese yetim kalacak tekneler
Arabalar geçmeyecek olsa caddeyi toparlayıp götürecekler, şehir aksi
Mahallenin tüyleri yolunup kenara istiflenecek; dal kuru, kök öksüz
Mevsimlerin serinliğe ihtiyacı olmasa yere yığılacak bin yıllık çınar
İpi boynuna takıp bekleyişin ardında sürükleyecekler taze cenazeyi
Biz bu yüzyıldaki en meşhur yanılgıyız; en savruk kabahat, en parlak suç
İstenen tarafa gitmeyi engelliyor kolu kopuk oyuncak ve ergen öğüt
Beşiğe sığmıyor beden, avuçta alev; parmaklar çelimsiz, dudak kıvrık
Giysi salya sümük, ağızda küfür sağanağı, ayaklar miskin ve hantal
İlkin hatıralar terk ediyor takvimi; ilk aldanış, ilk ihanet, ilk teslimiyet
Biz bu manzaradaki en karanlık rengiz, gecenin güne sızdığı koyu çizgi
Dinle soysuz serkeş, dinle düşkün ahali, dinle harap ve yorgun eşik
Tabakta leş artığı, rezillik kapı komşu; utanç tanıdık, azap akraba
Dinle arsız ruh, şikâyet edip durma; silkinip kalk esir düştüğün çukurdan
Ey tarla sıçanı, sıkıştığın delikten çık ve ambarın kapağını kemir
Zor da olsa öğren, bu korkak sefaletin hakkından kavga gelecek bir tek
Rastlantılar ters yüz edecek tarihin tersine akışını, inat ve ısrar elbet
Değil mi, sözcükleri yağmalanmış bu dilin en görkemli yanlışıyız biz
Ey taşları kırgın Kürdistan; ey mazlum dağ, ey gönlü geniş cesaret
Bize büyük aşklardan söz et, bir kerede anlaşılacak sırdan
Yürüdüğün sarp yolları tarif et, yangınları ve su yataklarını; hünerini söyle
Kavimlerin bata çıka ilerlediği geçitleri anlat ve nehirlerin verdiği öğüdü
Ektiğin tohumu, suladığın tarlayı, daldaki meyvenin tadını, içtiğin şarabı
Söyle, çocuklarını tuzakta nasıl unutur bir halk; sırasıdır, açık et derdini
Biz bu coğrafyadaki son mağlubiyetiz; öncemiz yara, sonramız kabuk
BAŞLANGICIN İNKÂRI
Yolun bu kadar zor olacağını bilseydik, bilseydik eğilmeyip kırılacağımızı
Çocukken, 1925'te, sokak aralarında başıboş koşturduğumuz o yaşta
Gül dikip diken derlediğimiz mevsimde, cepte inatçı aşiret adresleri
Belki vazgeçerdik biz de herkes gibi efsanelere bel bağlamaktan
Mucizelere inanmaktan ve iman etmekten dağın ardındaki soruya
Meçhulün ve öncenin işine yaradı cahiliye devri kuralları
Büyüdük; rakamlarla tanıtıyoruz kendimizi, çoklu sayılarla
Ondalık hanesinde özel anlamı var adımızın
Soyadımız küsurat olarak işleniyor şirket hesabına
Doğum yeri ve nikâh tarihi ekleniyor faiz oranlarına
Bırakıp gitmeye izin vermiyor banka hesabı ile şahsi takvim
Vuruşa vuruşa, öle öldüre çekileceğiz şehirdeki mevziden
Üzerimizde terli beden, boynumuzda kabarıp duran damar
Yanlış yazılmış günlerin cenazesini el üstünde çıkarıyorlar hayattan
Başta güneşi alt etmiş bulut, cepte tomarla kâğıt; ilk önde Şeyh Sait
YANLIŞ YÖN
Ergen kızların memelerini gül kokusu kaplamış, oğlanlar bakış fukarası
Bulutlar kadın kılığına girip bereket doğuracak tarlalara, işte bu mucize
Hava soğuk, manzara karlı, eşkıyanın cesaretini yokluyor fırtına
Söyleyin pabuçlara, soğukta üşümesin toprak; sabredin
Keçi yünlerini eğirip şayak çorap öreceğiz dağın karlı cephesine
Beden çaresiz, ruh coğrafyanın ağrısıyla uyumak zorunda
Dizlerin titremesi, gözün kendi yörüngesinde dönmesi bundan
İnadı bırakıp kendimizle barışalım, elleri bizden çelimsiz kimse yok
Görüyorsunuz, bu bahar da yenileceğiz düzenli ordulara
Yaklaş, hiç olmazsa bir kere yüzümüzü asmadan yürüyelim sulara
Mahalle mahşer, her köşe başına başka pazar kurulmuş
Kenar semtleri kaplayan sükûnet sağanağı, cüzdan fukara
Cepte haftalık alışveriş listesi, eteğin altında ucuz iç çamaşır
Gel, birilerine görünmeden derin koyaklara sığınalım; yorgunuz
Bir sevgili değil, bir vatan kaybettiğimiz için kırgınız doğduğumuz şehre
ÜMİTSİZ DEVİR
Dudaklarımı şehvetli öpüşmelere hazırlıyorum ben sona yaklaştıkça
Anlatılan masalın her satırı ezberimde; öğrendim, kayıpla bitecek gün
Yorgunum, gücüm yetmeyecek öncenin arızalarını tamir etmeye
Kelimeleri olmayanın ağrısı duyulmaz, diye bağırıyor seyyar satıcı
Ardından kesmece, diyor karpuzcu; kan, diye bitiriyor domates fidesi
Ey iflah olmaz çocuk sıra sende; sen söyle, bu kaçıncı yenilgin
Söyle, başımızın üstünde boşuna oynaşıp durmasın gökkuşağı
Çık her nerede saklanıyorsan, birlikte sevelim şu arsız sıkıntıları
Bak, benzerini görünce nasıl da heyecanlanıyor gurbet şarkıları
Adımızı nasıl da derin kazımışlar nüfus belgesine, incitme bekleyişi
Unutuşu hor görme, hırpalama ecza kutusundaki barut ve kavı
Yaran hâlâ açık, kendinden olanı tekmeleyip durma bu kadar sık
Bilen yok, sen de bilmezden gel; mutluluk, kabulün içinde saklı
Ey acının damıttığı sükûnet, ey kalbin sahibi kibir ve telaş, haz ve kefaret
Ey yalnızlığını kimsesizlikle büyüten saf aşk, basamakları çürük merdiven
Doğduğum sokaktan her seferinde korkarak geçtim ben
Öğrendim; insanın dili insanın kaderi, sözcükler değişmiyor zamanda
Sevgilim zifte bulanmış saçlarıyla durup dinlenmeden bedenimi süpürüyor
Kasıklarımda üstünkörü seviştiğim kadınların kederli hayat hikâyeleri
Ağzımda kokuşmuş tekrar; anlıyorum, benden başka yanlışı yok bu çağın
Toparlanmalıyım, göç başlıyor; bildiklerim yaşadıklarımdan ibaret
Farkındayım, bu aralar çok çabuk yoruluyorum kendime küfrederken
MAZLUM BEDEN
Sahipsiz kedilere tarif edin oturduğum evin adresini, köpekler ve ölüme
Sevişmeler nasıl da hızla kayıp gitti kucaktan
Boşluğa kanat vurup şehri terk etti tanrının muhafızları
Acemi bahanelerin izi de yok ortalıkta epeyidir
Hayatın gölgesi kaldı geride bir tek, kalenin yıkıntıları
Yaşananların tortusu, anıların artığı, kırık avlu kapısı
İşlemeli çuvallara saklanan buğday taneleri, başıboş tarla
Zamanı olduğu yerde tutabilmek ne mümkün
Kim zincirleyebilir gece ile gündüzü başlangıçtaki yere
Serserice dolanıyorum mezatta, satılacak malım kalmamış
Heybemde yiyeceğim kadar ekmek, elimde can çekişen mum
Unutulup gidiyor ilk aşka ipotekli bakış, matarada üç beş damla su
Acı çekmeli, utanmalı, yanmalı; başka hiçbir dil insan yapmayacak beni
Çıkardım adımı üzerimden, soyundum herkesin gözünün önünde
Yoklukta arayacağım artık bulmam gereken cevapları, biliyorum
Sokakta öylece durup bekliyor beni kimsesiz bir kedi, bir köpek ve bir katil
ARZ-I HÂL
Bırakın hanemizden çıkıp gitsin ağıt; utanç ve unutuş, kıskançlık ve fesat
Varlık sebebi, uçsuz bucaksız hesap pusulası, dünyaya gecikme ihtimali
Zor zamanda tanrıya ve gurbete yaslanan fukara şarkılar, şiir ve duman
Herkes kendi yurdunu kuracak nasılsa bu hengâmede, sabırlı ol
Sen de kendi ülkeni ateşe vereceksin vakti gelince, kendi evini yıkacak
Kendi adını sileceksin tahtadan, arkandan dua edecek boş alkol şişeleri
Sükûnete saklan; karşılıksız çeklere, dualara ve inkâra
Yarına ve düşkırımına, gözün manzarasını fazlalıktan ayıkla
Uysal kokular bu yana, keskin sesler diğer tarafa; elekte kalsın tortu
Süzgeçte posa; ekmek ufala balıklara, kırıntılar börtü böceğin hakkı
Toprağın ve göğün rızası yok israfa, nehirlerin vergisini öde
Bu kadar ürkme her cenazenin ardından bir başına ağlamaktan
Namludaki son mermiyi de sık meydandaki kalabalığa doğru
Üstündeki fazlayı atsan kendine ulaşacaksın, bunu herkes biliyor
Herkes bu yüzden korkuyor senden, senden uzak durmaları bundan
Ne yapsak ne etsek boş; bu deli, bu bıçkın ağları yükleyin artık tekneye
Çırpınmak gereksiz, surattan silinmeyecek yanlış işaretlenmiş takvim
Akraba olduğumuz ağrılar kopmayacak dikildiği bedenden
Kovulmadıkça kimse çekip gitmeyecek sığındığı oyuktan
Tanıdık bütün renkler siyahta misafir; gün ne vakit ağarır, bilen yok
İlk andan bu yana yaşamak harammış acemi sulara
Teknenin gerisinde koşarak yaşlanacakmış bu deniz ve bu dalga
ANKA
Evini terk eden her çocuk kendine gurbet arıyor, cepte tek ömürlük bilet
Geride kalan bir çift üveyik sırayla ötüp duruyor ağaçların arasında
Saatten emin olmak için aynanın arkasına bakıyor istasyon şefi
Ayrılığa yürüyen üç kardeş olduğumuz yazıyor oysa bozkırdaki kitabede
Küçüğümüz düşman kavmin kısmeti, ortancayı komşular mülk edinmiş
Sonuncu ana kuzusu çığlık, herkes gibi o da kendi cennetinde kahraman
Tozu dumana katıyor kehanete giden dört atlı, durmadan kaybediyoruz
Bacaklar ikiye ayırıyor yolu; çoğaldıkça çoğalıyor gök, sürüde otuz kuş
Kursakta tüy ve kemik, kolay ve imkânsız, az ve çok, tek başına mümkün
Ağızda ayrılık ve sürgün, suya serpilecek bekleyiş, avuç dolusu ıssızlık
Durup dinlenmeden sayılara iman ediyoruz; seslere, isimlere, eşyalara
Gün doğup batıyor, gün doğup batıyor, bir kere daha gün doğup batıyor
Hiç durmadan sürüyor ihanet ve yalan, epey önde sahipsiz bir cesaret
Yokluğun sarayında bu kadar dolaşmak yeter, gelin ışığa çıkalım
El ele verip kurtaralım gölgeyi ıssızlık ve kimsesizlikten, kuşkucu hazdan
Evi korkuya emanet ettik; bildik, yaşadığı toprak insanın tek gerçek tarifi
VARDİYA
Nefesini kesen kasveti çek at üzerinden, unutuşu yurt tut kendine
Hayat zahmetli iş, bırak öyle olsun; en çok komşular dövecek bizi
Yazık, elde avuçta uysallıktan başka hüner yok; iyi ki buradayız
Yeryüzünde; ekip biçiyoruz bu kıraç ömrü, yağmur yağınca ıslanıyoruz
Güneşe serince kuruyor kurtlu ceviz, kışı sabırla bekliyor en uzun gece
Altımız toprak, üstümüz ayrık; hayli yukarılarda ortakçı merak
Bizden sonra kim öpecek ballı dudağı, kim yaklaşacak o kırgın omuza
Kim sarıp sarmalayacak sevgilinin çıplak tarafını, bunu hiç düşünmedik
Açtığı mevsimde solacak karanfil; herkes öğrenecek, kime tapulu sevda
Ölümün küçük kardeşi olacak uyku, biçare sözler doğuştan yasaklı
Nehir kıyısında yarpuz, dağ içinde kekik, mağarada ibadet
Sırası değişecek elbet anıların, dallar kurudu kuruyacak; telaş etme
Yakında budanır zeytin ağaçları, yüzünü ışığa döner papatya ile yaprak
Aramızda uçsuz bucaksız mesafe; kıskanç bahçe, bencil fidan, arsız kök
Cebimizde ihanet eden harf, ağzın içinde yenilmiş şarkı nakaratları
Usulca üflüyor zaman, tene yapışıyor en eski sır, kimse anlamıyor bu dili
Başlangıç karanlık, bitiş şüpheli; yaşayanlar için yer ve gök hayli dar
BİTİŞ ÇİZGİSİ
Tesadüfen geçiyoruz köprüden ve çaldığımız her kapı hiçliğe açılıyor
İmar planı değişmiş, evin girişinde gişe; insanlar yoksul, nezaket pahalı
Kimse başlangıçtaki kadar yiğit değil; zaman, bir tek kendine kahraman
Kenara istiflenmiş bu sancılar kimin, hangi yalanla avunacak çocuk
Önde katil, arkada teşkilat; cinnet, şehirde koşturup durdu bir ömür
Oldu bitti, her ne ise aklı karıştıran; unutun yaşananları, silin avuçtaki izi
Taciz tecavüz, vurdu kırdı, herkes suretiyle oyalansın; söyleyin, ilkin
Hanginiz saygı duruşunda bulunacak savunma dosyasının önünde
Hanginiz pişmanlık bildirecek, kim itiraf edecek kod adını karakolda
Suçları kelimelerle işlemiştik, siz bunu zaten biliyorsunuz; günahları
Kabahatleri, tarihe geçmiş cinayetleri; masumiyete atılan iftirayı
Ayıpları, üstümüze yazın kimsenin sahiplenmediği o meşhur kıyameti
Çarşı pazarda harcadık hayatın küsuratını, günler ve hikâye hayli eksik
Çocuklar yaşlı ve eskimiş yakışıklı, fotoğraflar yanlış güzelliğe bakıyor
Şişeler tedirgin, şarabın tortusu koyu, geride kalan söz hükümsüz
Ahalinin cebinde gösterişli bıçak ve siyanür, ilk baskı imla kılavuzu
BULUŞMA ADRESİ
Evdeki cambazın kanaması bir türlü kesilmiyor, sarkaç salınmıyor
Efendiler, oynaştığınız çamur artıklarını nehre dökün
Fırlatıp sınırın ötesine atın gaipten gelen fukara sesleri
Unutun sonraya dönme ihtimalini, herkes başkasının iyisi
Hakikat mezarlıktan boy veriyor; buradayım, tam suyun kıyısında
Serpilip yayılmış zakkum, boy atmış selvi; soluğu kesiliyor münkirin
Cambaz memnun, tel gergin; gece, kendinden emin adımlarla yürüyor
İpek örtü yırtık, kristal kadeh kayıp; usturayla doğruyoruz sevinçleri
Bir şikâyet bir ızdırap, kendi sızısıyla yığılıp kalıyor sarhoş mutrip
İnceldikçe incelecek nezaket, vitrinlerden çalınmış dudak büzüşleri
Nefes alan kimsesiz ağız, alışveriş çantasına sıkışmış beden
Kaybolacak her daim yanımızda olan, bütün o gösterişli duruş ve unvan
Toprakta başlayan hikâye toprakta bitecek, söz kalacak bir tek geride
İçine doğduğumuz, içinde büyüyüp içinden uğurlanacağımız mucize söz
RENK KARTELASI
Kızların teni sarıya dönmüş, oğlanlarda vişne çürüğü surat
Annelerin kaygıları durup dinlenmeden kök salıyor kan grubuna
Çiftçiler tarlaya tohum atınca göğün altına branda geriyor komşular
Patron kızgın, ustabaşı kurşun akıtıyor mesai saatlerine, kulakta çınlama
Şehrin sakini her fırsatta sinirli; söz sinsi, küfür şehvetle fırlıyor ağızdan
Kasaba ahalisi düşmanıyla tanıtıyor kendini, memnun oldum efendim
Köylüler ilk ayıplarıyla başlatıyor soylu tarihlerini, o şeref bize ait
Koltukların hatırına kedinin tırnaklarını söküyor evin genç hanımı
Yüzümüze okunuyor hüküm, saçı kazıtarak bekliyoruz infaz vaktini
Boynumuzda coğrafi yafta, hakikat ortada, neysek o; biraz fazla esmer
Adımızı iğne oyasıyla işlemiştik oysa göğsümüzdeki nazik gergefe
Güneş gitmiş, etraf kara; küskün ülkeleri terk et, fırtınalı sulara at gölgeni
Körler için beyaz tarifinde bulun, duymayanlar için sesler icat et
Sıçra ve geç uçurumdan; bak, toprağa saklanmış mazlum bakış
Yukarıda yağmur yüklü bulut, çeşmedeki suyun kendine hayrı yok
Yol kırgın mı kırgın, manzaradaki siyaha anlatacağız derdimizi, ruh kurak
Gecenin renklerini ayıkladık, tohum ve yaprak, gün ağarana dek buralıyız
EKSİK BEDEL
İşlenecek suç bin yıllık yenilginin intikamını almalı, yoksa
Kınından ne diye çıkacak o küskün bıçak; korkma, söyle
Ahaliyi meleklerin iffetinden şüpheye düşüren havadis ne
Bilelim, şehrin neresinde çekinmeden uyur ucuz şarap şişeleri
İnsanlık katında sahici olan kim, hangi suyla yıkanır mevcut günah
Senden daha kimsesizim tanrım, yüzleşmem gerek hangi kavme aitsem
Söyle bana, başımızda çoban olmadan nasıl geçeceğiz bu kıl köprüden
Ettiğimiz bunca dua, dağıttığımız onca sadaka; fitre, zekât
O kadar ruh çağırma seansı, tövbe kapısında dilenip durma; boş işler
Kafesteki kanaryanın ötüş saati belli; biliyoruz, bülbülün sesi niçin kısık
Vitrindeki kristal bardak neden kırık ve kediler ne diye
Sürtünüp duruyorlar tarihin tedirgin paçalarına, köpeğin derdi ne
Sevgilim
Sil şu duvara kazınmış tahammülsüz sureti, sabrı çıkar odadan
Yarını beklemek haksızlık, şimdi tam vakti; al sök yüreği, anla
Ağızdan çıkan söz dünyayı değiştirmeli, susturmalı tüm çığlıkları
Bunca yıl boşa haykırmış olacağız yoksa meydanlarda bu lanetli adı
ESKİ HESAP
Şehir, üstümüze kanlı tükürüğünü püskürtüyor; kıyıda durmayın
Kavgaya yürüyeceğiz olanca gücümüzle; sınıra, koşar adım kıyamete
Karmaşaya ve katliama, yaratılışa ve sonranın tarif edilmiş meydanına
Sahibimiz çıksın karşımıza, bu canı kime borçluysak onu bilelim; bakın
Taşrada günü selamlıyor sabah ezanı, minarelerde tuhaf kalabalık
Resmi üniformalı memurlar ve kendinden olmayanı taşlayan müezzin
Çağdaş peygamber, bankaların işine yarayan tanrı ve kutsal kitap
Göğe aşağıdan bakanlara el sallıyor ulu önderin silueti, herkes korkak
Herkes cenazenin başında, herkes katil, herkes kirli; sular haklı
Boşuna akıp duruyorum soysuzluğun hüküm sürdüğü bu memlekette
Sevgilim, onları gittiği yoldan çevir ve sıkıca tut kollarından; onlara söyle
Yanlış taraftasınız, ölümden uzağa kaçarak kendine varamaz insan
UZAK AKIBET
Çok sık tavaf ediyoruz mağazaları, afişteki isimlere tapınmak pahalı
Şöhretin yörüngesinden kurtarmak gerek ağızdaki kelimeleri
Tuhaf iniltiler yükseliyor geceden, uzun kış mevsimi başlamış
Ortalıkta dolanan sabaha ulaşma kaygısı ve uzadıkça uzayan uğultu
Komşu çetelere esir düşüyor ergen merak, çatıda acemi tıkırtı
Ansızın kayboluyor kapının önündeki köpek, çıngırak pusuya yatmış
Genzimize çektiğimiz acı kahve kokusu, demliğin buğusu; çıldırabiliriz
Üstümüzde uçsuz bucaksız şaşkınlık, duvarda büyüdükçe büyüyen leke
Ölmedikçe bilen yok kıymetimizi, yaşadığımız zaman öncenin kopyası
El kadar ses bölüyor uykuları; anlıyoruz, şenlik bitmiş
Farklı dillerde konuşanlar kovulup gitmiş aramızdan, çiçekler solgun
Elimizden gelse üç beş dua okuyacağız sokağın ağırbaşlı taşlarına
İşimiz bu; mum yakıp hatıraları aydınlatmak, kederi gömmek en derine
Öylesine geçirmek günü, mümkünse unutmak hayırsız takvimleri
Ol, deniyor ve oluyoruz; ruhumuz el vermiyor daha yükseğe tırmanmaya
Bebeklerin ürkek gözleri kaldırıp çukura fırlatıyor yaşlı bakışları
Giysilerimi çıkarıp fırlıyorum dışarı; herkes mutlu, herkesin evi var
Anlıyorum tüm bu uğultular, bütün bu itirazlar bir tek benden yükseliyor
Bir tek benim ağzım küf pas, benim fotoğraflarım yırtık; kabul ediyorum
Ben yüzümü döndüğüm bu kıbleyi yolu yürürken buldum, yolda öğrendim
Aramam gerekeni; sahibimi, sözün anlamını, niçin hiç olduğumu ve sancıyı
MECBURİ YANGIN
Nüfus hanesine yuvarlanıyor çocuk, kimin neye inanacağı doğuştan belli
Neye iman edeceği ve hangi tarafta duracağı, kimin kapısına kul olacağı
Hangi camı taşlayacağı; ibadet saatleri, cenazede okunacak dua
Peygamberin rüzgârda dağılmış saçları ve ucuz fahişeler ve ilahi itiraf
Kahramanlık marşları söylüyor öğrenciler, ilk tokatı öğretmen atıyor
Gel, sınıra yaklaş; inkâra yakın dur, hapsolduğun zamanın kilidini aç
Uyanıp kurtul rüyası olmayan uykudan; gözler, sabahın insafına muhtaç
Dilin dönmediği her söz farklı cehennem eşiği, kapat radyoyu
Kitabın yalancısıyız; yolun gerisi cennet, yangın başlıyor damarda
Etinden usulca sıyrılıyor yılanın derisi; durma, tuzla uzatılan eli
Külle ov akşamdan kalma kanlı suratı, amonyakla temizlenecek ağız
Köprüler intihar için çok uzun, şarkıların ayaklarını yerden kes
Yükseğe sakla ilaç kutularını, zehri geç dişlesin paytak yürüyüş; kabul et
Bizim yurdumuz değil burası, bizi koruyup kollamıyor bu sinsi gök
Sevgilim, kiminle gülebilirim yeniden seninle güldüğümüz kadar
Kimin nefesi yeter içimdeki hüzünlü sesleri taklit etmeye; bak
Herkes bayram çadırında; kızlar dans ediyor, oğlanlar sonraya saklanmış
Kadınlar kocalar için ağlıyor, ateşbazın ağzındaki alevin kendine hayrı yok
İLK SEYYAH
Bu kadar çok kırgınlık katmamalı kimse aşkın hamuruna
Yitirdiklerimi boşuna arıyorum bu sahtekâr meydanda
Doğduğum ev yaralı, sokaktaki ses küskün
Mahallede bayraklar yarıya inmiş, bilen yok
Hangi hüküm insaflı hangi ülke şanslı
İnanmak zor; günah delice zevkli, hayat sıkıcı
Çıkarın kâğıt kalemleri, örtün mağaranın ağzını
Çok şaşıracaksınız, soruyu bu sefer biz soracağız
Söyleyin
Kelimeler olmasaydı çocuklar neyle öldürürdü babalarını, söyleyin
Burası değilse neresi yurdumuz, sevgili değilse kim tarif edecek bize yolu
Çıkın mutfaktan, kapatın ocağın altını
Bu kadar çok kavga koymamalı insan coğrafyanın ekmeğine
GÖÇEBE HÜZÜN
Kadınlar uğurluyor erkekleri, anneler oğulları
Kızlar, yiğit ve onurlu kardeşleri; yeni açmış gül
Var gücüyle koşuyor sonsuza yürüyen delikanlının ardından
Hatıralar bir başına, yağmur ve bahar kokusu yolculuyor kafileyi
Elden ele dalgalanıyor cesur bayrak ve bin yıllık intikam yemini
Marşlar, sloganlar, kol kola girmeler; öğrenin, nereye gidiyor cenaze
Bilelim, katilin adı ne ve neler oluyor tarihteki bu en lanetli günde
Kim sıkacak bizden sonra tahta çıkacak şehzadenin boğazını
Ahali niye bu kadar çok korkuyor kapıyı çarpıp giden hükümdardan
Boşluğa bakan yetimler neden paylarına düşen her eziyete razı
İçimde delice tepişen merak, aranızdan kim uğurlayacak beni
BOŞ MERAK
Babamız nerede, anneler bu heybetli kapışmaya neden yabancı
Korku azgın olacaktı elbet fakat bilmiyoruz herkes niçin köşeye birikmiş
Sığınacak bir kucak bulmalıyız kendimize, sırrı saklayacak kilitli sandık
Tarihin gölgesine çömelmiş asil kavim, övünmek için gösterişli soyağacı
Herkesin inanacağı rengarenk masal kuşları; güzel kadın, yakışıklı erkek
Maharetleri alkışlanacak evlat, örnek cinayet planı, temiz kapı önü
Söyleyin, niçin hiç durmadan yüzümüzü tokatlıyor komşu sesler
Bulutlar neden kuşku duyuyor gömüldüğümüz medeniyetten
Eksiklerimizi kim tam edecek, gördüklerini kim unutacak; hay allah
Annelerin boynu yine mi bükük, peki babamız bu sefer niye ürkek
Kelimelerle yazılması gereken isimleri rakamla yazıyoruz, kavga bitiyor
GECİKMİŞ VADE
Gün ışığı görmemiş bahaneler bulmam gerek yüzümü yıkamak için
Kelimelerin akıl edemeyeceği mazeret, gözden kaçmış af dilemeler
Belli mi olur, cesaret edip uçarım belki kendi kanatlarımla o düş ülkesine
Zamanı gelince kanayacak elbet kabuğu kalkmış yara
Sızlayacak muhakkak çatlak kemik; öğren, acısıyla övünen bu cahil kim
Kimin adını sesleniyor bu fırtına ve bu su, bu dağ ve bu kuytu
Unutmak hususunda niçin yarışıyor kenar mahalle hafızası
Biri yetişip tutsun ipin ucundan, yukarı çekelim dipteki utancı
Herkes öğrensin hangi allıkla boyadık bunca yıl yanakları
Babalar, oğullarını inkâr edince daha rahat dolaşıyorlar çarşıda
Oğullar, babaların ilk laneti olarak kuruluyor tezgâhın ortasına
Bir türlü anlamıyorum, herkes niçin vitrinde duran cesedi alkışlıyor
Niçin şaşırmıyor kimse olan bitene, kaybettiklerimizi nereye gömeceğiz
Mağlubiyet karşısında terbiyesini bozmadan oturan bu işgüzar da kim
Ahaliye uydurma masallar anlatan aceminin bizle derdi ne
Coğrafyadan üstümüze düşen borç ne kadar, yeni efendimiz kim
Hangi suçumuzu itiraf edersek gözüne gireriz devletin ve tanrının
Benim bu boşboğaz sebeplerimi senin kabul etmen imkânsız sevgilim
Senin eklem ağrılarını benim iyileştirebilmem mümkün değil
El sürmemiz yasak birbirimizin hiç durmadan talan edilen yurduna
Gel, çıkalım insanlıktan; kuş olup hayalini kurduğumuz kafese uçalım
ACEMİ AV
Taşların üstü başı neden ıslak; bilen var mı, toprak ne vakit kuruyacak
Kalbimizi yarıp tam ortasına bin yıllık hasret koymuşlar; gel, biz de
Acemi ağrılar serpelim coğrafyanın yükseklerine, göğü ikiye ayırıp
Ağıtlar yerleştirelim; kan ve küsurat, çocuk bedenleri, utangaç cesetler
Kamyon kasalarına istiflenmiş kıyamet alameti, hüzün ekleyelim zamana
Dağların ardında çığlık; dikkat kesilin, ön cephede parçalanmış dil
İşte kafiyeli bir masumiyet çağrısı; darağacı, baba-oğul-hancı
Kimyasal tatlar, eğri boyunlu karanfil; elma kokusu ve cenaze
Arka tarafta katliam, tehcir; en önde ütülü üniforma ile pamuk şeker
Hangi tarihte olmuştu ilk ihtilal, mahkûmları nereye yığmıştı hükümet
Gül suyuyla yıkayın ağzınızı, rastık çekin işgal edilmiş gözlere
Yağmur ortalığı dağıtmış; manzara hep kötü, yeryüzü hâlâ çirkin
İnsan pis kokuyor, yalanda yarışıyor evliyalar; su, zehirden ağır
Sabahleyin ilk biz uyanacağız, asla temizlenmeyecek ruhun örtüsü
Ey cesur kişi, ey rüzgâra tohum eken rençper; söyle
Hangi ağaçtan çıktı kendinden olanı yakıp tutuşturan çıra, bir ömür
Boşuna mı umut bağladık ateşe, hakkımızı söküp al yangından
Ey ayın dolgun yüzü, kurtar geceyi karanlıktan; ey idare lambası
Sıranı bekle, kelebekler senin şavkında büzülüp kalacak; ey bilge kişi
Söyle; hangi sözle anlatılır eksik olan, neyle kıyaslanır içerideki boşluk
Kendimizden başka hangi günah doldurur kalbimizdeki uçurumları
ARSIZ MEVSİM
Elde avuçta bitimsiz bir sonbahar; baharın gölgesi kısa, yaz huysuz
Seyredin, nasıl büyük bir ustalıkla koparacağız tek vuruşta
Önümüzde secde etmiş boynu, upuzun nehirlerde yıkanmış saçları
Ağız nasıl açık kalacak, gözden ne kadar kan sızacak
Kuyudaki suyu tülbentle süzüp içiyoruz, içimizde kumun ağır tortusu
Bekliyoruz öylece olduğumuz yerde, başımızda yaşlı ağaç ve
Konuşmayı zor öğrenmiş kırlangıç, bize doğru koşuyor kalabalık
İçerideki kiri sonraya süpürüyor yağmacılar, dudaklar sebepsiz kurak
Dilin altında tedirgin sözcük; korku felç, nefret parlak, yara kokmuş
Elimizde dindar fener, kentin ışıkları ha eridi ha eriyecek
Kabul etmeli, toprağın soğuk tarafında geçecek kalan günler
Bu hasret öyle ya da böyle çürütecek yatalak organları
Derde çare olur mu bilinmez; ortalık kış, etraf yalan, insan soysuz
İYİ Kİ DOĞDUN SEVGİLİ
Çocuklarından korkan babaları gönderiyorlar savaşa, anneler ürkek
Camlardan masaya yansıyan kırık suretlere iman ediyoruz, iyi bakın
Sağdaki yaratıcı, soldaki onun temsilcisi; aynadaki kim, tanımıyoruz
Evine vaktinde dönen cesarete cazip isim bulmak gerek, çare yok
Hayra yoracağız kan ter içinde uyandığımız rüyayı
İçimizde dolanan it uğursuz rüzgâr, resmi mühür, umutsuz imza
Tuhaf bir ses hükmediyor çarşıya, örtünün altına gizleniyoruz
Önümüzde kesik kesik soluyan nefes, ardımızda sahipsiz heves
Unutulmuş olanı arıyoruz tezgâhta; kaybolmuş olanı, olmayan olanı
İnancın üç, insanlığın dört, tahammül etmenin her şartını arıyoruz
Bu mahşerde, bu deli kalabalıkta, ortasından irin akan bu ülkede
Köpeklerin umursamadığı yakışıklı kediler yürüyor mezarlığa
Yorgun adımlarla çıkıp geliyor mahkeme kararı, hayatın reddine
Kimse annesinden yeterince uzağa gitmiyor
Sadece geç anlıyor babaların neyi aradığını bu kör karanlıkta
Hemşire, sonsuz bir özenle kesip çıkarıyor fotoğraftan ruhu
Sedyede kalan parçalar kendi başlarına da kırmızı akıyor bizden tarafa
ÇATIŞMA AHLAKI
Kendimizle bu kadar övünmeseydik yumrukla sınamazlardı yiğitliğimizi
Üstümüzde önüne gelene sürtünmekten iyice incelmiş ten rengi
Kılcal damarlarda nefti tortu, vicdanda dağınık leke, kolda ustura izi
Dilde bayat şarkı tekrarları, aşk sonradan eklenmiş bu kavgaya; inan
Şarabı böyle kana kana içmeseydik anlayan olmazdı uzaktan geldiğimizi
Mahallenin muhtarı gecenin ortasına polis çağırıyor, sesler meraklı
Film bitmeden patlıyor silah; herkes çıplak yatakta, bekçi tedirgin
Edepsiz hayaletler geziniyor evde, yalnızlığın soyunmaya cesareti yok
Gözler üzerimize çevrili, ağız tadıyla sevişmek ne mümkün; haklısın
Gömlekten kan sızmasaydı cepheden döndüğümüzü fark etmezdi ahali
Yemeğe oturduğunda dikkatli ol; bak, seyreden var mı ceylanı
Bırak, gölgen ıslak taşlara düşsün; sen resmin kirli tarafını temizle
Bedene bulaşmış ihanet çizgisini sil, avuçtaki felaket haberini yıka
Söyle, hiç olmazsa uyurken ellerini çeksinler bu mahrem coğrafyadan
Söyle, ayın örtüsünü açmasaydık kim görebilirdi suratımızdaki yarayı
Cenazeyi uyandırmakla uğraşma bu kadar; öğren, ölüler dirilmeyecek
Kimsenin alacağı kalmamış hayattan, eksiği de fazlası da yok kalabalığın
Zor da olsa kabul et, hikâyenin başında bizi terk edip gitmiş kurtarıcı
AVLAK
Herkes kendi ahlakına sahip çıksın bu keşmekeşte, kendi edebine
Eksik hesaplanmış olmalı şüphenin darası, terazinin bir kefesi boş
Bu temaşa bir vakit daha sürecek, kulaktan eksilmeyecek o çürük ses
Ne olacaksa bir an evvel olsun; hiçliğe razıyız, tek sığınağımız inkâr
Âşık olmaya uygun adres arıyoruz civarda, delice korkuyoruz
Yükseğe çıkınca; merdivenlerde başımız dönüyor, midemiz bulanıyor
Issızlık kokuyor etraf; her taraf avcı, her taraf namlu, her taraf fak
Nafile bağdaş kurup oturuyoruz suyun üstüne, sırtta devasa kambur
Yönü tanıdık kâbelere çevirip adları seccadelere dokuma vakti
Hakikatin gölgesiyle idare edilecek tüm gece, dibe çökecek onca iltifat
Ardımızda af dilememizi bekleyen melekler, karşımızda cellat taifesi
Boyun eğip secde ettiğimizi unutmuş görünüyor kıblemiz olan kâşane
Örtünün altına saklanıyoruz; ağızda riya, dilde küfür, gözde fesat
Durup geride kalan yalnızlığa bakıyoruz; renklere, en çok siyaha
İnsan bu kadar çok bulaşıcı inat saklamamalı sonranın koynuna
Yorulduk, usandık, yokluğa yüklendik; boşuna çöreklendik
Kelimelere, mucizelere ve ihtimallere; sevgiliye ve zamana
Rakamlarla daha rahat anlatırdık belki kim olduğumuzu
Pazarda kaç para, terazide kaç dirhem, şişede kaç kadeh
Tırnakta suç, avuçta kabahat, elde ayıp; sözler külliyen yalan
Herkes işine gelen tanrıya sarılsın, tapındığından medet umsun ahirette
Ben kendi fistanımı üzerime geçirip öylece oturacağım buradaki düğünde
ALDANIŞ
Yağmurun niyeti şüpheli, eziyet günün sonuna tuzak kurmuş; toplayın
Çayıra serdiğiniz sisli örtüyü, sabahın laneti bizden yana yürüyor
Kim bilir bu sefer hangi taşa takılıp yuvarlanacağım toprağa
Ey sesin koyu perdesi, ey cinayet mahalline gizlenmiş çığlık
Aklımızı çelen çağdaş zaferler ve parmak ucuna bulanmış sihir
Ey siyahın gölgesi; aldırma gördüklerine, bildiklerini unut
Ortalığa saçılmış cesetleri didiklemekten vazgeç
Cinnet tek başınayken de kafa tutuyor nasılsa ev eşyalarına
Çarşıda emin adımlarla dolanıyor varlık vergisi, gözler deniz manzaralı
Hile nasıl da yakışmış koynumuzda özenle sakladığımız anahtara
Açın veresiye defterini, borcumuz neyse ödemeye hazırız
Bu kadar kızıp gücenmeyin nezaket kurallarına, yasalara ve jandarmaya
İnsan göğsündeki düğmeyi söker sökmez dünya rezilliğe doyacak nasılsa
Söyleyin, mazeretiniz ne; söyleyin, bu defa hangi masala kanacak sevgili
Hangi yalana aldanacak gönül, sokağın savuracağı en ağır küfür ne
Benden yenilgiyi tarif etmemi istiyorsunuz, iyi bakın durduğum tarafa
Söyleyin, ne anlatabilirim size bu coğrafyanın hikâyelerinden başka
ÇARESİZ YOLCU
Ardımız sıra koşturuyor kum saati, bombanın fitili erken ateşlenmiş
Ahali sonsuz kere arıyor mağazalarda cennet bahçesini ve ilahi işareti
Sen evin içine çevir bakışlarını, şüphenin sorduğu soruya dikkat kesil
Bir tek sen bileceksin cevabı, temizlen kıyamete ilk adımı atmadan
Kendini sev, kendinde kâinatın tüm kaybetme biçimlerini
Nasılsa geciktin gün doğumuna, alevlere savur kadehteki şarabı
Silahın neyse çıkar ortaya, göster cam kırıklarıyla deşilmiş yaranı
Yüze fazladan atılmış dikiş, ağızda peltek dil, bilekte derin çizik
Perdeyi aç, sokağın rengini eksik etme çatıştığın manzaradan
Öğrenme yaşın geldi; bil, üstüne çöken medeniyetin nefesi kokuyor
İzin ver, yaşadığımız mevsimleri ezip geçsin ah ile vah
Zor da olsa intikamını alsın hep ile hiç; yangın mı, diyordu birileri
Bir şehir, bir ülke veyahut bir coğrafya yangını
İşte çıra ve orman, barut ve kibrit, fitil ve dinamit; bırak
Yıkık duvarlara nakış gibi işlensin bu sahipsiz çığlık
Mabetlerde mucize arıyordun, ayağa kalk ve aynaya bak
Cüssesi senden iri mucize yok, toprak altında kalan her parçan çürük
Kendinden başka dostun, kendinden başka düşmanın
Kendinden başka ayıbın kalmamış; aldırma, insanlar bayağı
Dil puslu, vaatler yalan, yurdun cehennem, suratın kanlı
Artıkları sıyır kemiğin üstünden, kılıfına sok bıçağı, elini yıka
Cüzdanında sakladığın senetleri yırt, küflü hayalleri kaldır at çöpe
İşlediğin günahları uçuruma fırlat; sonbahar göründü, renk hazan
Selamlaştığın herkes üçüncü mevkide gidiyor gündelik işlere
Sabah, akşam ve öğle ve imsak ve yatsıda tersine çalışıyor trenler
Tanıdık tek yanlış olmak yakışıyor surattaki inatçı gülüşe, kuşluk vakti
Dışarıya saçılmış ölüleri süpürmeye devam et, senin işin bu
Bildiğin en iyi iş kendine inanmak, bir an olsun vazgeçme kendinden
MİRAT-I MÜCELLA
Tavsiye edilen mutluluk reçetelerini denedim, soğukta yandım
Ateşte dondum; sabırsızım, buluşma vaktini beklemekten bıktım
Bir kez olsun yüz vermedim azgın kalabalığa
Payıma kelimelerin yanlış anlaşılmış tarafları düştü
Kalbimde kusursuz intikam planları
Ayaklarımın altında bitip tükenmez boşluk
Avuçta bin yıllık kuraklık; çaresizim, suratta aceleci merak
Ağzımda âlimlere yakışacak saflıkta soru, dilde zırcahil cevap
Bak, bu yaprak; diye bağırdı mevsimler ardımdan
Bu da yaprağın damarı, etraf sırılsıklam; bu çığlık
Bu, saçlarını yıkayan kan ve irin
Bu, tenini lime lime eden asit ve ustura
Etrafa dikkat, cesaret önde korku arkada
Soyağacın koşturuyor meydanda, en geride sen
Çocuklar, babalarını öfkeli itirazlardan tanıyor
Anneler hakikatle araya samimi siperler kazmış, korkak koruganlar
Gece lambaları, deliliğe düşkün şiirler, oyuncaklar ve sınama şekilleri
Bütün suç zamanın ruhuna yüklenmiş, oh ne büyük rahatlık
Ben her zaferin, her bekleyişin, her gösterinin bedelini sükûnetle ödedim
Sırtımda kendimden gayrı yük kalmadı, sığınaklarım çöktü
Kahramanların adını öğrenmeye niyetim yok, merak etmiyorum sonrayı
İstesem cinayet işlenmiş tüm sokakları tek başıma arşınlayabilirim
Cilalanmış bir ayna bulsam saçlarımı geçmişe doğru tararım bir tek
GEREKSİZ HINÇ
Elinizi çekin şüphenin içinden, kim sağ kalırsa son arkadaşım odur
Bana yeni bir ülke gerek, hâlden anlayan dağ kuytusu ve isyan planı
Uzaktan bakınca gönlü yakan coğrafya, efil efil esen yalan dolan
Dert dinleyip öğüt veren kamış; üfleyen ney, üflenen neyzen
Tiz seslerin acımasızca katledildiği ut ve udî
Dokunduğum anda sıkıntıları unutacağım sazlık
Kıyıya ulaşacağım kayık, ıssız mağara gölgesi gerek bana
Sırrımız toprağa saklı, kanlı gömlek ipte asılı; yüzde keder, kolda inat
İçi yanık ruh, dışı parlak beden; hiçlikte kıvranıp duran hayat provası
Bana yurtsuz sevgili gerek; bilekte jilet izi, terk edip gitmeye ucuz bahane
Adının her harfinde farklı yara, dilinde inkâr, çarpıntıya sebep mülksüzlük
Bana aşk ve ayrılık, ölüm ve dirim, önce ve sonra, doğru ve yanlış; bana
Büyük kavgalar, büyük hayaller, büyük yanılgılar gerek; bana çelik ve barut
Elimi çektim dünyadan, bel bağlayacak kimsem kalmadı, indim kuyuya
İç organlarıma iliştirilmiş takvimin sayfalarını tek tek kopartmaya başladım
Yıl 1979, ay haziran, gün cuma; ilk yoldaşımı avuçlarıma gömdüm bugün
HERKES KENDİNİN BAHANESİ
Kabahat nedir bilen yol arkadaşı bulmalıyım, ayıpları affeden sevgili
Cahiliz, öğrenmeye çalışıyoruz; hangi tapınaktaki söz diğerinden kutsal
Gök neden bu kadar hoyrat, ahali niye ısrar ediyor yüksek faiz oranında
Kapılar niçin günahtan geniş; söyleyin, kaç kusur saklı şu yıkık duvarda
İnsaflı cemaat arıyoruz çarşıda, çeşmeden akan şifalı sudan içiyoruz
Havariler kurnaz; esnaf, her müşteriye farklı cehennem pazarlıyor
Tende tarihin açtığı yara, dilde hasret şarkıları, yürekte intikam
Sırtımızda kendi cenazemiz; ellerimiz, kollarımız, ruhumuz
Hepimiz böyle ezber ettik mektepte; tanrı, insan soyunun ilk ayıbı
Ey serkeş, ey meczup, ey mecnun; ey inkârdan beslenen akıl
Bilmek için can attığın sır dipsiz uçurumda seni bekliyor, sabret
Birlikte gömeceğiz kutsal işaretleri çölün kuraklığına, hazırlan
Fırtına başlıyor, sükûnetin ardına saklanmış o meşhur bela
Develerin üçüncü gözleri durmadan açık, rüzgârın kaşları çatık
Kum tepeleri yönü yanlış tarif ediyor bedeviye, hurma ağacı dertli
Anladık, hanemizi asla terk etmeyecek cehaletin gölgesi
Kimsenin korkusu yok kıyametten ve amirlerden, ötesi sonsuz
Giysiden daha çok yakışan sevap bulmalıyız pörsümüş bu tene
Ak pak cesaret, sabıkası olmayan bahane; çocuk aklı işte
Adını jiletle kazıyor damara, kan fışkırıyor kalabalığın yüzüne
Ben dâhil herkes elindeki taşı en yakınındakinin suratına vuruyor