TERZİ
SÖKÜKLERİ
Sedat
Şanver
yazı
kültürü
KUMAŞ
Kelimelerden
başka günah sığmıyor senin yorgun bedenine
KELİMELERİN
SURETİ
Kanatlanmış
tanrı çörekleniyor bedenimizin üzerine, kötürüm zebaniler
Melekler,
peygamberler, işgüzar havariler; münafık söz, nafile ibadet
Borçlarını
ödemekte gecikmiş evliya ile ihanete uğramış mümin
Göğe
iliştirilmiş suret, gizli emirlerin yazdığı sicil defteri, ürkek
dokunuş
Mabetler,
kutsal su ile gökten inen vahiy ve dağdan yükselen ışık kütlesi
Sırası
gelen kabahat öylece duruyor eşikte, vakti gelen suç işleniyor
Cenneti
pazarlayan müşrikler yok yere korkuyor veda törenlerinden
Başlangıçtaki
boşluk kalıyor elimizde, karanlıktaki kargaşa
Hayat
akıp gidiyor yanı başımızdan, bakmak düşüyor payımıza
Öylesine
bakmak güneşin kumral tortusuna, ihanete ve aldanışa
Söyleyin;
kim kırdı aşkın kolunu kanadını, aramızdaki hain kim
Bu
kalabalıkta kimi öpeceğiz dudaklarından, kime sarılacağız
Ey
şair; ey arayış ustası, ey kaybediş ehli
Bir
sen misin anlamın altında kalan; bak, ayrılık çiseliyor her yana
Oltanı
suya fırlat, fırlat ve yukarı çek dipteki şifalı çamuru
Hünerin
nedir görsün cümle âlem, avcılar kıskansın bıçak tutuşunu
Bu
kadar uzağa kaçma, kabullen; seninle de bitmeyecek şüphe
Doğduğu
topraklara bir daha dönmeyecek İbrahim
Dişlerimizin
arasından fırlamaya uğraşan uyduruk iltifat
Ağzımızda
kokuşmuş hayal artığı, cebimizde işgüzar niyet
Bahçe
duvarı yıkık, gülün ömrü kısa ve pazar tezgâhları telaşlı
Esnaf,
aklındaki miktar kadar kandırmaya uğraşıyor müşterisini
Bulduğun
cevaplar külliyen yalan, doğru olsa ne değişecek
Şehir,
teslim olmanı bekliyor senden; başın boş yere dönüyor
Elini
uzat ve düşmekte olanı yakala, çek çıkar ruhunu bataklıktan
Şehri
kurtar, şehri kurtar; şehri
ve kendini çürümekten kurtar
Yalan
dolandan, vitrinlerin sahte büyüsünden; ölümden kurtar zamanı
Üstüne
çöreklenmiş kim varsa savur at yokluğa, hiçliğe anlat derdini
Bunu
herkes böylece bilsin
Kelimelerden
başka günah sığmıyor senin yorgun bedenine
MEZURA
Toprağa
ayak bastığımız bu yer vaat edilmiş yurt sayılsın yolda olana
CİNNET
SAYIMI
Keskin
sözcükleri senin için istiflemişler o dipsiz mağaraya
Kitabın
arasında bunca zaman seni beklemiş o bıçkın yemin
Onları
oldukları yerden al ve dudaklarına sür, ağzın kamaşsın
Dişle
ve kır boşluktaki benzetmeyi, kargaşa fırlasın dışarı
Kapında
duranlara yaralarını göster, çizikleri ve çatlakları
Anlamın
bedeninde açtığı çukuru, yüzünü parçalayan taşı
Hayret
etsin ahali, bile isteye yanlış tarafı göstersin tabelalar
Merak
eden olursa anlat niçin telaşlısın sabahın bu kör vakti
Manzaraya
birikmiş karları küremek sonraya kalsın
Sen
önceye bak
Baktıkça
hayranlık duy başlangıçtaki karanlığa
Senden
önce işlenmiş o mükemmel cinayete
Katil
olmak ne çok yakışırdı halbuki senin ellerine
Kan
ne güzel damlardı avuçlarından toprağa
Etrafa
saçılmış bahaneler, bağırışlar, coğrafya sancısı ve itiraf
Toparla
ortalığı, evdeki laneti süpür, çığlıkların arasına çömel
Yaratılmış
olana sığın ve bak ne yaptın bize, ne çok üzdün
Ne
çok kırdın ne çok azarladın, elinde durmadan kırbaç
Bir
türlü öğrenemedik, sebebi neydi vurup kırmaların
Niçin
onca dayak yedik bu rezil yüzyıldan, giysiler neden yırtık
Suratında
hiç bitmeyecek bir cümle bizi bekliyor, git
Alnında
meydan savaşlarının haritası, dilini kıvırıp ıslık çal
Issızlıkta
sesini duyan olur muhakkak; utanma, adını söyle
KAYIP
GÜN
Gün
Ha
doğdu ha doğacak, zil zurna sarhoşuz
Gözler
kaygan, bakışlar çıldırmış, rüzgâr gülü kendine pervane
Aldırma
karanlıkta
olup bitene, sabırsız o ilk düğmeye
Şarkıların
kendi arasındaki kavgaya hatta ateşten kırmızı gömleğe
İlikten
kurtulur kurtulmaz elbet etrafa saçılacaktı memeler, boş ver
Hakkımızda
uydurulmuş onca yalan, boylu poslu iftira, sayısız şikâyet
Sözcüklerin
delice yumruklaşmasından komşulara ne, korkumuz kimden
Üst
katta ev sahibi uyuyormuş, bize ne; geç de olsa ödedik kirayı,
söyle
Bu
saatte kim ceza kesebilir evin
içinde işlenmiş
şahsi günahlara
Yüzünü
yıka ve gülümseyerek karşıla gelen günü, işte
Tüm
coğrafi bölgelerde dudak izi, yükseklerde diş morartısı
Derinlerde
ezilen halkların baş edilmez isyan planları
Lamba,
cin, sihirli tekerleme, ıssızlığa hükümlü harami
İşte
kırk kilitli kapı, uykusu kaçan köpek, cennet bahçesi
Çıkar
elindeki kitaptan pişmanlık maddesini
İlla
biri utanacaksa şişedeki şarap utansın olan bitenden
Duvardaki
ayna yalancı şahit yazılsın bin yıl sonraki davaya
Buna
da şükür, mahkeme kadıya mülk değil
Aklımız
tastamam yerinde; bırak, eksik olsun ahlak
Usul,
sevgilim
Benim
bu hayattaki en büyük, en güzel yenilgim
İyiden
iyiye başını gösterdi güneş, ortalık ağardı
Kuşları
dinle, çağıldayan suları ve işe gidenlerin tıkırtısını
Bırak
yüzünü benden saklamayı; masal bitti, gecenin sonu
Ben
senin bin hâlini bilirim
Dünyaya
olmadık küfürler savuran bu bin birinci hâlin de kabulüm
GICIRDAYAN
TABİAT
İş
çıkışı durakta bekleyen sabırsız hâllerine ne çok benziyorum
senin
Zaten
öyle gibiyim, biliyorsun; yorgun evlerde yüklüğe asılı
pişmanlık
Bitmez
tükenmez naftalin kokusu, dolabın arkasına pusmuş bavul
Demli
çay, koyu ıhlamur tadı halbuki sen şekerli seversin kahveyi
Kazakları
katlayıp kaldırdık nihayet, halıları da toplarız yakında
Ahşap
döşemenin altında kaldı yıl dönümleri, balkonda
solgun suret
İhanete
uğramış gölge, önceki yüzyıla fırlatılmış sır, huysuz
akraba
Ayrılık
şarkıları yüksek perdeden söyleniyor; söylensin, mevsim limoni
Emanet
bir göz bakıp duruyor sonradan önceye, senden bana doğru
Ben
senin hayattan intikam almak isteyen saklı tarafınım
En
büyük mağlubiyet, en acımasız söz, en çabuk unutuş
Mutfakta
kanaviçe altlık, sehpada işlemeli örtü, vitrinde porselen fincan
Çekmeceye
terk edilmiş fotoğraf ile sinema biletleri, eski nesil yara
Hatırası
için kahrı çekilen gürültücü duvar saati, çekip gitme provası
Zamana
teslim olmuş hâllerine ne çok benziyorum senin
Zaten
öyleyim, biliyorsun; çaresiz
ve kuşkucu
Kavgada
ilk yumruğu yiyen; küskün, kırgın, hırçın ve esmer
TENHA
VAKİT
Karşına
çıkan tesadüfleri masaya bırak,
dudağı
parlatan sözleri
Dişi
kamaştıran masal parçalarını, çıkar
boynundaki gösterişi
Dönüp
önceye bak, senden
yana oldum ben her kavgada
Bak
ve gör
Sevişmeyi
ertelemek için ne çok sebebimiz var
Bir
başına koş gecenin çıplak hâline
Orada
eziyet edelim birbirimize, ayak ucundan başlayarak
Ayak
ucundan başlayarak tanrıya ulaşan güzergâhta hanımeli kokusu
Kollarımıza
dolanan ırmaklarda acemi şırıltılar, tende çatlak
Parmakta
sabır düğümü, dilde acemi ıslık, topukta diken
Yürümeye
kalksak hiç bitmeyecek mesafe
Yorgun
ve umutsuzum, çek al üstümü örten ağrıyı
Sıkıca
sarıl yalnızlıkla başlayan kelimelere, oraya iliştir kendini
Yeni
bilgi değil öleceğimiz, ölüp kurtulacağımız bu cehennemden
Tok
yatıp aç kalkacağımız, hiçlik hanesinden silineceğimiz
Unutulacağımız,
başımızı kendi omzumuza yaslayıp ağlayacağımız
Kabul
et
Oturduğun
yerden bitirmek mümkün değil ömrün kalan kısmını
Sahici
bahaneler bulmamız gerek demek ki hayata tahammül için
AYRILIK
BİLANÇOSU
-Saat
kaç
Koyu
sessizlik kaplamış oturduğumuz sokağı, camda kirli perde
Dilsizler
elleriyle konuşmaya başlıyor; bağırtı, çağırtı, itiraz
Sağırlar
görerek duymaya ilk günden razı
-Saat
geç
Baştan
çıkacak zamanımız var mı yahut birkaç
kadeh içecek kadar
Kimsenin
tahmin edemediği o ülkede, diyelim son kez küsmek için
Belli
ki iki kişiye yetmiyor sofradaki yalnızlık, cepte yepyeni anahtar
Meraklı
komşunun ağzında durmadan aynı soru, yüzde benzer kuşku
-Erken
olsa farklı olur muydu
Dur,
dinle; bak, dile yapışık kalmış o inatçı kelime
Bekle,
eksik olanı kendi başıma bulmaya çalışayım
Uğultu,
feryat, ah ü zar;
devam et, altını çiz sancıların
Tenimde
açtığın yaralarla övünüyorum senden uzaktayken
Çok
da mesele değil
İlk
görüşte teslim olmuştum ben senin saçlarının uçarı gölgesine
Rüzgârın
geride bıraktığı iz, küllerin arasına saklanmış köz
Pencere
aralığından sokağa sarkan öfke, bitip tükenmez küfür
Kimse
değişmiyor bu hayatta, büyüyor yahut ölüveriyor apansız
Büyük
kavgalarla hatırlıyorum seni, de ki yazdığını silen kalem
Söylediğini
unutan, unuttukça köpüren upuzun nehir yatağı
Gel
sarılalım birbirimize, ısınsın aramızda kalan mesafe
Yeterince
dinlendik; yorulma vakti, yorulup yere yığılma
Belki
son kez bir şeyler içeriz, ayrılığın şanına yakışan
Biten
aşkları yahut doğan günü güzelleştirecek kadar şarap
KALABALIK
AKŞAM
Şehvetli
sesleri takip ederek ulaştım ben senin şarkılar söylediğin
ülkeye
Öyle
vardım çatlak
testiden sızan şarabın tadına, avucumda umut
Önümde
son sürat ilerleyen süvariler, mecburi inanç ve heves
Çürümüş
yalana saklandım, üstüm başım hiçlik kokusu
İmparatorluk
muhafızları tozu dumana katmış
Tüfekler,
nişan almalar, kılıç sallayışı, asil duruş
Haşhaşi
cesaret, tanrıya ulaşan kule, dumanlı manzara
Hava
tahminlerinde şiddetli rüzgâr yahut fırtına öncesi dinginlik
Bıraksam
denizler kabaracak, yere çömelecek dağların gölgesi
Boş
yere ıslanacak yürüdüğüm güzergâh ile ihtimaller
Seferden
dönenlerin sırtında mağlubiyet izi
Dedikleri
o ki çiçekli çarşaflar en çok o ilk bakışta kirleniyor
Ne
vakit başımı kaldıracak olsam
Çayır
çimenin niyetini sorguluyor gök
Su
içmeye kalksam bahçedeki çeşmeden
Boyumdan
yüksekte dolanıyor küfür ile azar
Kuraklık
üzerine efsaneler boşanıyor bitkin tenden
Kadınlar
silkinip çıkıyor sığındıkları oyuktan
Erkekler
hazzın üzerine atıyor kabahati
Belli
ki kimsenin hakikatten korkusu yok
Gözde
kıvrılıp duran
keder
Göğüste
pişmanlık dizili kolye,
geride
çöllerin kavruk hikâyesi
Sevgilim
Ben
senin
saçlarına
uzanan yokuşu
Her
seferinde
kalabalıklarla birlikte çıkmaktan yoruldum
İzin
ver, bildiğimiz sevişme biçimlerini unutalım bu gece
Aramıza
kimseyi almadan koşturalım bu işveli coğrafyada
SABAHIN
ALEVİ
Balıkçılar
gürültü patırtıyla açılıyor sabaha, balıklar temkinli
Ağlar
uykusuz, patlamış mısır sesi kaplıyor denizin üstünü
Tahminler
o ki taşlar dibe batmayı bugün de unutacak, yukarı bak
Kafa
tut göktekine
Yerdekine,
suda yüzene ve boşlukta gezinen kim varsa ona
Mahremi
bu kadar zorlama, ikide bir sataşma yasak olana
Ekmek
çıtır, süt kaymak, meyve sepetinde bal
Al
götür beni bildiğin herhangi bir sonsuzluk ülkesine
Sükûnetin
ortasına bağla tekneyi, sevinsin çarşı esnafı
Bak
Gün
doğumunda usul ezgiler, yüzümüzde ayartılmış gülüş
Bulutlar
yağmur yüklü, yerin altı alev fışkırmakta kararlı
Ben
her türlü rezilliğe hazırım, sen her türlü uzlaşma biçimine
Çekip
al; sök, sızlayan ne varsa yüreğin görünmez tarafında
Gel
Vakit
varken artıklarımızı toplayalım asfalttan
Camlardan,
vitrinden, duvardan, posta kutularından
Mezuniyet
belgesinde yazan başarı notundan, silah talimlerinden
Tabağa
bulaşmış kanı temizle; belli mi olur, kurtuluruz bir ihtimal
Hakkımızda
verilmiş fermandan, sileriz tene basılmış damgayı
Yeterince
uğraşırsak dağlardan da saklarız yaramızın kod adını
AİLE
İÇİ KAVGA ALIŞTIRMALARI
Memelerini
çıkarıp azılı mahkûmları emziriyor fahişeler, demek ki
Uzun
sürecek bu seferki ayrılık, kafesin kapısı aralık
Kilidin
ağzı bozuk; esnaf, tornada sivriltmiş
dişini
Aynada
dilini
bileyliyor
sevgili
İşyerine
geç kalacağız, saatler yetmeyecek uyanmaya
Yumurtada
ağır koku, zeytin erimiş, salçanın üstü pamuk
Bir
gün de kahvaltı yapmadan çıksan evden ne olur sanki
İki
poğaça lütfen, her yanağa bir öpücük ve taarruz emri
Tek
başına ilk adım, ikinci adım sahipsiz, son adım ıssızlık
Hatırlamıyoruz
yoksulken kurduğumuz düşlerde nereleri kurcalardık
Rüyada
gördüklerimize inansak ihtilal olacak sabaha karşı
Kapı
numaralarına el koyacaklar, semtlerin adı sık değişecek
Durmadan
kırgınlık akacak meydandan; ekmek küflü, peynirde kurt
Kimsenin
umurunda değil ayaklanan vahşet, bakışlar hep içeri dönük
Memurlar
mesai yorgunu, patron ciddiyet abidesi, işler ağır aksak
Yağmur
damlaları aynı yere düşüyor, bugün de farklı değil
Yaranın
üstüne, yalnızlığa, utangaç çocukluğa, ergen sohbetlere
Hüzne
ve kedere, hatırlamıyoruz içimizden kim erken girerdi yatağa
Kanlı
ticaret yolu nereden geçiyor, unut; sil duvara yazdığın erkeksi
sözü
Bırak
kim nerede istiyorsa orada doyursun karnını, sen elindeki
zarı savur
Boşluktaki
rakamı oku, terk et kadınların tenini iffetli sözcüklerle
sevmeyi
TEREDDÜT
Başka
tür bir yürüyüşle de anlatabilirdin kazandığın zaferi
Herkes
otururken sen ayağa kalkıp itiraz ederdin mesela
Çıkarıp
masaya koyardın cebindekileri, bir muska
Bıçak,
üzerinde adının yazdığı metal künye
Kaşıntısı
dinmek bilmeyen yara izi
Saç
örgülerinle bağla beni eve ve oradan uçuruma
Ruhun
karanlığına sarkıt aklında
kalan mucizeleri
Sıkıca
sarıl gökten uzatılan
ipe,
kulakta tiz ıslık
Tende
çürük koku; mayhoş tat, puslu fotoğraf
Kimseyle
paylaşmak zorunda değilsin payına düşen ganimeti
Bu
bekleyiş, bu gecikme, bu inilti; yeter, kim doğuracaksa
Bir
an önce doğurmalı takvimlerin beklediği kurtarıcıyı, inat et
Külden
başka renkle ateşi, buzdan büyük sözle soğuğu tarif et bize
Bakışlarını
üstümüzden ayırsın avcı
Kuş
havalansın ve kurtulsun faktan, ışıldasın
göz
Çocuk
sesleri, şen şakrak gülüşler savrulsun şehre
Zirvedeki
karlar erirken acele etmeden sevelim ihtimalleri
Başıboş
dolaşsın beden, ahali nereye isterse oraya kursun yurdunu
Biz
seninle sonsuza uzanalım, sonsuzluk niyetine çayır çimene
Çöz
göğsüme attığın düğümü, bırak yoluma gideyim
Neyim
eksikse onunla öreyim hayal duvarını
Neyim
fazlaysa onda yok olayım, yığılıp oraya düşeyim
Gel
uzan yanıma, yeterince
seviştik
Süt
beyaz küheylanları
okşar gibi
dokunalım kalan ömürde birbirimize
Kabul
et
İstesek
de süslü kelimelerle tarif edemezdik yaşadığımız onca
yenilgiyi
SİNİK
SAVAŞÇI
Kavga
başlayınca
müşriklere fırlatacağım taş koynumda saklı
Başlangıçta
yoktum, yoksundum, yorgundum
Gölgem
dâhil tek dostum, gölgem dâhil tek düşmanım
Alacaklı
değildim gökten, borcum olmadı toprağa düşmüş tohuma
Benim
için dikilmedi putlar, adımı bir kez ağzına almadı imanlı
komşu
Aklım,
hayatın sırlarını bilecek kadar cahil
Kalbim,
karşısına çıkan her kusura âşık olacak kadar âlim
Katlime
sebep sayılıyor şimdi sarf ettiğim bu tuhaf lakırdılar
Duvara
yazdığım, sulara çizdiğim, ateşten çaldığım ne varsa
Ne
varsa heybemde taşıdığım, kırk kilitli sandıkta özenle
korunan
Her
seferinde farklı sebeple sıçrayıp uyanıyorum uykudan
Her
tıkırtıda yönümü değiştiriyorum ürkerek
Fikrim
yok,
hangi kapıya kul köle olacağım
Yığılıp
kalacağım
yer neresi
Ne
yapmışsam günah ne söylemişsem yasak
Kedi
hırıltısından uyuyamıyor küçük hanım
Her
fırsatta dişini gösteriyor kuduz köpek
Tanıdık
kim varsa davada yalancı şahit
Bir
tek
Önlerinden
ben geçerken ayaklanıyor ahali
Bulduğu
her çelikte bıçağını bileyliyor kasap
Veznedar
son itirazı şahsi hesabına ekliyor
Mahalledekiler
beni şair sanacak diye delice korkuyorum
Hangi
meydan savaşında öleceğim; biliyorum, eksiğim ne
Vitrinde
öylece parıldayıp duruyor kalbime saplanacak hançer
HIRSIZ
VE OĞUL
Fırsat
bulsak onmaz
hastalıklarımızı süreceğiz duvara
Ahali
bunun için yarışıyor birbiriyle, yangınlar bunun için
Her
çocuğun kalbindeki acımasız onca katil, gözdeki nefret
Rastlantıya
saplı kalmış buluşmalar, şaklayan kırbaç, sivri çekiç
Bin
yıl önce öldürdüğümüz tanrıyı doğurma gayretinde şehir
Annelerin
ninnileri, çarşıdan eksik dönen babalar
Sabaha
karşı eve arka kapıdan giren akraba
Saklama,
söyle; ne uğruna kovuldun yurdundan
Elinde
meçhule yazılmış mektup
Koynunda
el âlemden gizlenmiş niyet
Ayağın
altında bitip tükenmez hiçlik duygusu
Yola
çıkmadan az evvel ne içtin sen, ne sürdün tenine böyle eşsiz
Nasıl
böyle güzel kokar nefes; söyle, öpüşürken dudağın niye kısık
DİLSİZ
ÂŞIK
Kimseden
korkmuyorum, gece dâhil hiçbir vakitten; sevgilim senden
O
sivri bakıştan, çarptığı dağdan keskin dönüş yapan inatçı
çığlıktan
Ahali
birbirini kontrol ederek başlıyor akşama, yatağa birlikte giriyor
Nikotine
bulanmış kelimeler fırlıyor sokağa veyahut öksürük nöbeti
Çarşının
merkezinde uluorta küfür, ladese tutuşuyor iri yarı adamlar
Çekinmiyorum
alkol kokan paytak gözlerden veyahut yere bastığında
Dünyayı
sarsan o şanlı yürüyüşten, duvarları yıkan parmak sallayıştan
Bu
normal,
mahalle yeni taşınan komşuya ilk günler tahammülsüz
Bekçiler
uzun uzadıya öttürüyor namus düdüğünü pencerenin altında
Bu
telaş, bu keşmekeş, bu azametli yenilgi; bu törenler, bu el kol
hareketi
Bu
edepsiz teklif, gittikçe beni içine daha çok çeken bu ergen
bataklık
Etime
batırdığın çivi, yaramı dağladığın maşa, bu emanet yürek
Sonunda
kafesten çekip aldığın uysal kedi, şaşkın köpek, cüce maymun
Elde
avuçta kaç ayıbım varsa hepsini senin için harcadım ben
Senin
uğruna onursuz oldum, düşkün oldum, ahlaksız oldum
Duvarın
dibine yuvarlanmış meteliksiz taş parçası oldum
Kaçıp
kurtulma umutları boşuna fink atıyor içimde, bir uçurumdan
Başka
bir uçuruma düşüyor adımlar, gereksiz yere ayaklanıyor bellek
Beynimde
isyan planları, durmadan çalan siren sesleri, patlayan silahlar
Arama
belgelerinde silik fotoğraf, vukuatlı isim-soy isim, bozulmuş
yemin
Sevgilim
Senden
korkmuyorum, kendimden ürküyorum ben böyle yerli yersiz
YARIM
ELMA
Gözlerin
olmasaydı seni bu kadar çok sevmeyecekti ahali
Sokaktaki
uyuz köpek, kedi kılığında dolaşan sırnaşık niyet
Her
fırsatta seni bahane edip arıza çıkarıyor evlilik yaşı gelmiş
kızlar
Arkandan
bakıp bakıp iç geçiriyor delikanlılar, benden yana yanaş
Birbirimizin
tenine nane yaprakları sürelim, lavanta kokusu
Gün
ışığı, yerel şarkılar; ağaran saçlara en parlak tokayı tak
Papatya,
kırlangıç, çamurdan evler; rüzgâr dolaşsın içimizde
Çıplak
uzanalım kuma, bahar bulaşsın sırtımıza, ölesiye kaşınalım
Söyle
Kadrolu
deliler bir ömür tekmeleyip durmasınlar kapıyı
Aşk
için çöllere düşeni kınamak mülk sahibine yakışmaz
Yakışmaz
fukara yolcudan üç beş kuruş sadaka esirgemek
Masada
otlu peynir, kekre şarap, sararmış sıkıntı; şişede hayal
artığı
Cepte
istifa mektubu, daha evvel çekip gitmeliydik memuriyetten
Şehvetli
yakarışlar, bağırtıları bastıran metalik ses, akışkan korku
Bak,
kuş ötüyor; çınlıyor kesme kristal, ıpıslak günah yüzüyor
kâsede
Kimsenin
görmediği yerlere saklanıyoruz, dilimizde vakitsiz yardım çığlığı
Sevgilim,
sevgilim
Sıkma
kendini bütün bu olur olmazlara, yokluğunu uzat olduğum tarafa
Korkma
bu kadar, dert
etme mesafeyi; unut yol kesip haraç alan eşkıyayı
Ömrümde
hiç görmemiş olsaydım da yine böyle sebepsiz severdim ben seni
BAKİR
BAŞLANGIÇ
Rüzgâra
de ki
Üşüttüğün
benim ellerim halbuki mevsim bahar
Çocuktum
Meraktan
çıldırmış cılız ses, titrek bakış, esmer sevda
Sudan
çıktıktan sonra da yüzmeye uğraşan cahil balık
Her
bayram yaralı gölgelerin ardında koşturan işgüzar heves
Mutluluk
kaç kilo, aşk nereye saklanmış, sevincin rengi ne
Cennet
neresi, bilmek niçin yavaş yavaş öldürüyor mahremi
Meğer
ne insafsız kılıcı varmış yolumuzu gözleyen haramilerin
Karşımızda
krallar, soytarılar; işbirlikçi memur, zulmeden mülk
Geride
yokluk, kindar tarih kitapları, masumiyeti
boğan urgan
Kayıtlara
geçsin, ben Balkanlarda hiç devlet kurmadım
Kafkaslarda
yüzümü gören olmadı, yine de biliyorum
Dünya
harbinde ilk ben kaybettim yurdumu
Sevgilim,
ateşe söyle
Bin
yıldır yaktığı bu beden benden başkasının değil
SAHİPSİZ
BEKLENTİ
Memelerin
senin en ısrarlı cehennemin
Erkeklik
gururu bende baş edilmez lanet muhakkak
Rahman
ve rahim olan karanlığın lütfu gökten üstümüze inen ışık
Cüzdanda
yakışıklı son gençlik fotoğrafı
Şehrin
kırık dökük taraflarında adımızın yazdığı afiş
Harabelerde,
antikacıda,
fason üretim yapan atölyelerde
Mahalle
esnafı arsız, sıkı pazarlık sıçrıyor karşı kaldırımdan
Kiralık
ordular sırayla geçiyor kadınların ve coğrafyanın üzerinden
İşçilerin
elinde piyango bileti, tek rakamla kaçırıyoruz ikramiyeyi
Sen
balkondaki eşyaları fırlatıyorsun sokağa; saksıları,
sandalyeyi
Tezgâhta
çıldırmış telaş,
çarşı
pazarda
bedenimizden çalınmış parçalar
Ne
olur bir daha dönme geri, dönmek için bu kadar sık terk etme evi
Tanrıyla
aramıza koyu çizgiler çiziyoruz, hudut bekçileri kıskanç
Gözetleme
kulesi, dikenli tel, yatağından taşan ırmak; unut gitsin
Nöbetçi
asker geceyi beklemekten usanmış, dilinde kerhane şarkıları
Firari
mahkûm kılık değiştiriyor rayların üzerinde, erken dökülüyor
yaprak
Bırak
eksik kalsın imanlı güllerin birlikte kokma teklifi,
yaklaş
Boşalıp
kurtulalım birbirimizden, taşların söylediklerini dinle
Sil
mahrem olanı; anla, yüzümüz bu çağın cesur tek küfrü
Sarıl
Sevişerek
kutsayalım ruhu, gösteriş uzak dursun âciz tenden
Sen
kabul edersen ben çoktan hazırım bir kere de senden doğmaya
BOŞLUĞUN
GÖLGESİ
Adam
Bin
yıllık tecrübeyle eşeliyor ateşin etrafını, ay yoksulluğa
batıyor
Malı
mülkü yok pahasına elden çıkarıyor müflis tüccar, kapıda
kilit
Saçları
örten simsiyah tül, her kelime bir öncekinin ağrısıyla ayakta
Sırtta,
karında, memelerin ucunda gün eksiği; ustalar
şaşkın
Kalfalar
hayret içinde, gün boyu tezgâh temizleyen çırağın dili tutuk
Şeytanın
tırnakları bu kadar uzayabiliyormuş demek
Tahminlerden
de cazipmiş meğer günah kuyusu, ne tuhaf
Fukara
bir beklentiyi karşılıyor alt dudak; bir sızıyı, bir kırgınlığı
Seyyar
satıcılar pılısını pırtısını toplayıp ayrılıyor pazar
yerinden
Meydan
ucuzculara kalıyor; çürük toplayıcılara, beleşçilere, cimriye
Acemi
seyyah çıkındaki ekmekle doyuruyor karnını, dilde berrak süt
tadı
Mağaraya
saldıran ejderhanın ağzı alev, başak taneleri kül; akıl
Arzın
merkezine saklı defineyi çıkartmakta, elde uzun saplı kürek
Omuzlar
terk edilmiş taşra istasyonu, göğüs çatalında uysal çizgi
Çadırın
altında kesmece karpuz, sepet dolusu ballı incir, çatlamış nar
Derken
Tatlıya
geliyor sıra; müşteriler mutlu, fişek tez canlı, namlu ıslak
Erken
sönen ışık dikiş tutacak,
böyle diyor baskın
yemiş şifacı
Göğe
yaslanıyor vadesi gelen kırlangıç,
bunu da sular söylüyor
Tanrı,
törenle söküp atacak insanın kalbine gömülü hazineyi
Bunu
kim dedi bilmiyoruz, herkes birinin yalancısı bu âlemde
Suretler
kalacak geride; gölgeler, başıboş hatıralar, korkular
Bir
yalan uğruna ziyan olmuş ömür, bir hayal peşinde tarumar beden
Kiminse
kimin bu kirli geceler
Kazıyıp
çıkarın şu şahsiyetsiz bakışı
manzaradan
Yas
tutan kadınları avutmaya ruhumuzdaki karanlık
yetiyor
bize
GÖÇMEN
KAVİM
Daha
ilk günden çekip gitme bu kadar uzağa
Öyle
apar topar ayrılma ateşe atıldığımız coğrafyadan
Bu
çayırların asıl sahibi kim; söyle, kime emanet bu sessizlik
Derine
gömülmüş saklı soru, bu koyu ten rengi hangi kavme ait
Bak
Tohum
nasıl da emin adımlarla yürüyor ezberlediği çukura
Kuşlar,
gülün yangına döndüğü bahçeleri vatan biliyor; öğren
Yosun
tutmuş taşlar
Pürüzsüz
kum tanecikleri kimden miras yeryüzüne
Gel
Aynı
anda, aynı durakta duralım; aynı tanrıya inanalım
Güneşle,
bulutla, aşkla sevelim birbirimizin düşük
yüzünü
Yoruldum
ben senin ardın sıra koşmaktan, azıcık dinlen
Külle
ovalım yanıkları, yaraları tuzla sağaltalım; kal yanımda
Toprağa
ayak bastığımız bu yer vaat edilmiş yurt sayılsın yolda olana
MAKAS
Tanrım,
beni temizle veyahut
Yarattığın
ilk karanlığa fırlat pörsümüş bu teni
GECİKMİŞ
BULUŞMA
Bu
kindar mevsim bitecek
Kayıtlardan
silinecek üstümüze atılı suç
Çürümüş
söz kalacak geride, imkânsız kavuşma ihtimali
Kokuşmuş
et yığını, eğri büğrü kemik, sonsuz pişmanlık hâli
Kenarda
durma; yaklaş, ağzımdan öp beni
Çıplak
tene sarıl, saçlarını en olmadık yerlere dök; konuş
Giysilerden
evvel kelimeler sıyrılıp düşsün ayağımızın dibine
Bekleyişi
şımartmanın anlamı yok; ilk
sevişme, ilk aşk, ilk ihanet
Son
bir yalandan mahrum etme memleketi, bırak
Zaman,
olanca gücüyle kışkırtsın mahalle kavgalarını
Sona
ersin bu edepsiz gün, açığa çıksın bahanelerin örttüğü
şehvet
Cumartesi
sevişmelerinin eksiğini tamamlayan
Pazar
sabahlarına benziyor ruhumuz, gel gir yatağa
Kaç
kusuru varsa geride kalsın pazartesinin yahut sonranın
YAZ
GÜNDÖNÜMÜ
Çocuklarla
birlik olup dalgaları alkışlıyoruz her akşamüstü
Sabahları
benzer sözlerle uğurluyoruz komşuları çarşıya
Gün
dönüyor, vakit başıboş, vazoda gül demeti; yazık
Bir
başınayız; deniz uykuya yatmış, yengeç sürüsü paytak
Güneşten
artakalan balkonlar ateş parçası, az biraz soluklan
Kahvedekilerin
cebinde sonu sıfırla biten çeyrek piyango bileti
Son
düzlükte yere yığılıyor at, uzatmalarda geliyor galibiyet golü
Evden
çağıran olmasa babaların kumarı yarım bırakmaya niyeti yok
Meydandaki
gösterinin en gereksiz parçası bu bitkin beden
Parktaki
salıncaklar sokak köpeklerinin oyuncağı, keyifler yerinde
Sükûnet
usulca okşuyor bekleyişi, ortalıkta öylece dolanan bir kedi
Sahile
dolaşmaya çıkmış aileler ağır ve mağrur, kısmetimiz bu kadar
Karanlığa
perde çekiliyor, çıldırasıya kıskanıyorum uzaktan dönenleri
Karşılıksız
bir bakışla bekliyorum tanıdık birinin köşeden görünmesini
Sevgilim,
boşuna durma kenarda; ayağa kalk, gece yüzünü aydınlatsın
Alkışla
sen de kendini ve seninle birlik olup sonsuza yürüyen bu yalnızlığı
UZUN
BOYLU BEKLEYİŞ
Gönlünü
serin tut, aylardan ağustos, epey vakit var
Öyle
ya da böyle yetişiriz son otobüse, gecikirsek kumsalın konuğuyuz
Uzanır
gölgeleri seyrederiz, kayıp suret ararız bulutların arasına
saklı
Dünyanın
en çıplak rengine sığınır sahil şeridi, taşlarda köpük
Camda
kızarmış heyecan, çıkar üstündeki kıskanç giysileri
Kaygı
ve telaşı, geri dönme ihtimalini; sıcaklarsak suya dalarız
Yanı
başımızda rakı şişesi, kuyuda serinlemiş kavun, beyaz peynir
İplerde
kışlık patlıcan, mutluluktan çıldırmaya uğraşıyor çocuklar
Belli
ki bizden başka da hatırlayan yok evinin adresini
Gel
Gidip
kekik toplayalım geçmişten, dağlardan söz ederiz birbirimize
PENCERE
ARKASI
Halatlara
sağlam düğüm atmış mıdır bizim şu şaşkın tayfa
Ağaçlar
vaktinden evvel soyunup dökünmüş
Damdaki
karga meraklı, kapı önünde miskin köpek
Esmer
bir kadın kederle bakıyor yokuşun başladığı yere
Savaştan
dönecek takatı yok halbuki oğlan çocuklarının
Bazen
üşeniyorum evden çıkmaya, hava poyraz
Deniz
huysuz,
hırçın dalgalar ses veriyor taşlıktan
Gönül
elverse bir başına bırakacağım fukara tekneyi
Umurumda
olmayacak barınaktaki ayyaş onca tanıdık
Sisli
renkler soluğunu tutmuş, cevizin içi belli ki küf
Üç
kuruşluk istavrite mahkûm iskeleyi yurt tutan millet
Dün
bir şehit daha geçti boylu boyunca caddeden, binalar bayrak
Kalk
Bunca
şehvetle çağıran davete gidelim
Dünden
kalan
şarapla ıslatırız dudağı,
sıkı giyinmek gerek
Yürek
kabarmış, ağlar
perişan, yavru
balıklar kaç zamandır aç
Bayat
ekmek bul toparla esnaftan
Termosa
sıcak su koy acemi misafirler için
Kumlar,
kayalıklar ve martı ve utangaç
ıslıkla söylenen şarkı
Kaygıları
saklamaktan vazgeçtim ben,
hüzün de epeydir yabani
Çantada
sabır ile tahammül; yün atkı, kırçıl bere, yalnızlık kokusu
Neyse
ki şamandıranın keyfi yerinde, gün boyu horon tepip durdu suda
Üstelik
pek acelesi de yok kasabalı bakışların, sebze fiyatları artmış
bir tek
Az
biraz beklesin öte taraftaki sevgili, buluşmak için vakit var daha
BİLDİK
SALDIRI
Bölük
pörçük askerler yürüyor dağın yükseklerinde
Olan
bitenden haberdarım, kuyuda kanlı ay
Sandıkta
üç kırmızı elma, erken hasat şarap ve mahrem
Beynin
eksik tarafı olmalı,
diyor aşktan anlamayan cahil söz
Hayata
hükmeden benzetmeler beynin eksik tarafı büyük ihtimal
İzin
versek sükûnet fırlayacak büzülüp kaldığı köşeden
Üstümüze
saldıracak kafesteki aslan; dişler sivri, bakışlar keskin
Bağlandığı
direkten kurtulacak kuduz köpek, sonunda olacağı buydu
Yiğit
olan,
diyor radyodaki o tuhaf ses
Yiğit
olan yiğit, sevdiğine sadıktır
Üflemeli
çalgıların iniltisi geliyor arkadan
İlk
yalanı kendimize söylüyoruz, korkusuz ve fedakâr
Kendimize,
sabırsız müşteriye, mesai arkadaşına, annelere
En
çok tanrı dayak yiyor baba ile oğul arasındaki ilk kavgada
Top
mermileri son bir gayret saldırıyor sabahçı kahvelerine
Kapıya
yükleniyor ahali, oracıkta anlıyor sarhoş bardak
Sabaha
ulaşamayacak şişeye hapsedilmiş tahammül
Bir
adım geri çekiliyorum süngü tak emrini duyunca
Tecrübeli
yenilgiler acemi ordulara yol veriyor
FİRAR
PLANI
Yaşarken
ölümü taklit ettim bir yandan, uyurken uyanıklığı
Sevişme
esnasında gözler sımsıkı siyah, iniltiler uydurma
Elde
sihirli değnek,
suratta keder artığı
Önümüzde
yürüyen upuzun boylu inkâr kafilesi
Ardımızda
evladının cenazesine gitmeye üşenen ahali
Bütün
bu çekişmelerden bize ne
Kimin
umurunda dilimize saplanmış hançer
Kalabalıklarla
aynı yatağa girip aynı anda boşalıyoruz uçuruma
Taşlara
iman ediyoruz, eğilip saygıyla selamlıyoruz giysileri
Ben
dâhil herkes yalan söylüyor
Ben
dâhil kimse inanmıyor kadere yahut sonraya
Tanrıya
güvenmiyoruz, deli gibi korkuyoruz ihtimallerden
Dilenciye
verdiği sadakayı vergiden düşüyor kurnaz cemaat
Sevap
hanesine yazılmadıkça dua eden yok
Birbirimizin
ahlaksız yerlerini emiyoruz bin yıllık açlıkla
Zevkle
yarışıyoruz, kim daha ağır sözcüğü bulacak en çabuk
Bırak
Evliyalar
hangi kılıkta isterse öyle gözüksün imanlı olanlara
Hangi
ses kudretliyse o avutsun acz içinde kıvranan kurbanı
Tahammül
edilmesi imkânsız tesadüflerle baş ettim ben
Büyük
aşklardan kaçıp kurtuldum, başım omzumda
Yumruk
sıkılı, dudak küfür, bakışlar ateş topu
İnsandan
uzak
durmayı öğrendim, söyleyin
Kim
yere yıkabilir bunca kalın kabuk tutmuş yenilgiyi
KÖR
ŞEHİR
Eprimiş
yerinden yırtılıyor coğrafya
Meraklanma,
her yenilgiye bahane buluruz
Dikip
birleştiririz fay hattının açtığı yarıkları
Sen
bir cesaret çık sığındığın kovuktan, işte iğne
İplik,
teyelle ve üst üste oturt sınır çizgilerini
Çıkar
koynundaki mektubu; yırt, havaya savur
Payına
düşeni çerden çöpten toplasın ahali
Arkanı
dön ve yürü; mademki eksiksin, öyle kal
Doğduğu
topraklarda esmeye devam etsin poyraz
Senden
sonra da aynı fiyata satılsın gözü yaşlı merhamet
Yemeklik
malzeme, ceketlik kumaş, kışlık soğuk, evlad ü iyal
Bak
Hiç
cinayet işlememiş gibi durgun akıyor nehir
Meydan
kimseleri yere yıkmamış kadar sakin
Soysuz
bir el dokunmamış var say bebeğin tenine
Kadınlar,
erkekler, hayal artığı mal mülk
Yarasından
utanıp dilinden ağlıyor bu ülke
İnsaf
et
Kanayan
yerlerine bu kadar sık bakma aynada
YURTTAN
MANZARALAR
Akvaryumdaki
balıklar sırtüstü seyre dalmış dünyanın ahlakını
Biz
seninle birbirimize bakıyoruz öylece; mesafelere, ayrılığa
Kırgınlığa
Ansızın
bir sabırsızlık fırlıyor karanlığın içinden, çatırdıyor
ahşap kiriş
Hatırlamaya
çalış günlerden ne; söyle, hangi ayıbı örtüyor bu koyu sis
Sokakta
hiç bitmeyecek kaygı, defterde kargacık burgacık onca yazı
Daha
haklı sebep var mı yalnızlığa gömülmek için
Çatıda
tarifi imkânsız uğultu, komşuda inilti
Şikâyet,
kuruntu, şüphe; şölen saatinden evvel çalan kampana
Söyleyin,
kim dönüyor fethettiği cehennemden
Fırsat
bulup muslukları tamir etmeli, çerçeveler boya istiyor
Mutfak
dolabı bozuk, kepenkler gece boyu çarpıp durdu
Belli
mi olur, belki hâlâ dağlara açılıyordur pencereler
Manzara
sonsuz kere karla kaplı, patikalar durmadan eğri büğrü
Kim
bilir bugün hangi bahaneyle atacaklar cenazeleri en yüksekten
Israr
etsek birilerinin umurunda olur mu gayri ihtiyari korkularımız
Dışarıya
bakan gözleri sımsıkı yumuyoruz, polis sirenleri yaklaşıyor
Kış
bitti bitecek, erzak tükenmiş; birazdan evin kapısı tekmeyle
kırılır
Senin
göğsündeki kuşlar vurulup yere düşmeye başlar tek tek
SİYASETNAME
Ayağa
kalk ve sor: Kimdi sizin ilk ilahınız
Yaratıcınız,
kahredeniniz
Önüne
çömelip şefaat dilendiğiniz
Sadakat
yemini etmemize engel olan kim
Ey
ölümcül anlam
Eğilip
sudaki surete herkesten
evvel sen
bak
Orada
senin için saklanan yenilgiye
Şarkılara,
kavgada söylenmemiş sözlere
Merak
et, kim böyle iştahla sesleniyor adını
Hangi
uzaktan yükseliyor
çığlık, ağrı nerende
Durma
açık et, bunca kuvvetli titremelerin sebebi ne
Dillerini
bilsen koyu sohbete başlayacaksın yok yere taşlarla
Bir
çırpıda okuyacaksın cenazenin üstüne kazınmış ismi
Kabul
et
Yüzünü
çevirdiğin tarafta kimse yok
Dön
ve onlara sor
İçinizden
kime indi ilk emir, ilk kim öldürdü kardeşini
Neydi
yurdunuzdan kovulmaya sebep o ilk büyük günah
Ben
yolunuza çıkmasaydım
Kimi
katledip kimin yasını tutacaktınız bu uçsuz bucaksız genelevde
SARHOŞ
GÜN
Orada
geçmiş yok ve gelecek eksik, şişenin dibinde narin jilet sesi
Yataktan
kalkıp dosdoğru üzerimize yürüyor sabahın şirreti, boş ver
Bir
kere olsun duymazdan gel şu berduşun dediklerini
Nihayet
herkesin bir arızası var
Efendiler
Öyle
aklınıza her estiğinde yeni bir ihtilal başlatamazsınız
Biraz
sükûnet, biraz uysallık; hayata saygı, ölüme cesaret lütfen
Düz
çizgi üzerinde bir süre daha ilerlemeniz gerekiyor
Polis
bizden şüpheleniyor ve şahitler aleyhte
Bu
kimlik kartı, bu okuldaki üstün başarı belgesi
İşte
boyna takılan madalya, yakada altın kaplama rozet
Yıllık
izin günleri, banka dekontu, kira kontratı, yetersiz bakiye
Bizimle
başlıyor yüzyıl ve bizimle birlikte kapanıyor en yakın çağ
Ayılabilsek
mesaiye vaktinde giderdik elbet, gözler uykuya emanet
İş
başvurusunda aile unvanını yazmayı unutmuşsunuz
Oyuncaklarını
da alıp uzaklaşıyor herkes bu sefil dünyadan
Karanlığa
gömülüyor önceye ait borç, sonradan alacağı yok kimsenin
Bir
soyumuz var mıydı, pek de emin değiliz doğduğumuz rahimden
Adımızdaki
komik harfleri nereden buldu acaba nüfus memuru
Dün
gece seviştiğiniz kişinin kendiniz olduğunu kanıtlayabilir
misiniz
İlk
öpüşmeyi daha dün gibi hatırlıyorum; esmer, pasaklı bir kızdı
Boşaldığım
tarihleri kırmızıyla işaretledim bu yüzden takvime
Bugün
kendimi terbiye etmek için hiçbir şey yapmadım
Kanımda
çıkan alkol miktarını döktüm bir tek ağızdan içeri
ZOR
MEVSİMİ
Birbirimizin
hiç olmadık yerlerini alıyoruz ağzımıza
Ayağın
altında cam parçaları, kelimeler; dudakta kan
Yürürken
Ayrılık
geçiyor aramızdan ve hemencecik küsüyoruz ötekine
Uzun
boylu ırmaklar boş yere koşturuyor denize doğru
Gölgeler
boş yere
Tarihin
başlangıcı olarak rahme ulaşan dölü gösteriyor tabelalar
Kendimizi
daha az sevsek daha az ağrıyacak muhakkak hayat
Uzaktayken
de hayalet gibi gezinmeyeceğiz o zaman iltifatın içinde
Hayasız
bir aşk uğruna üstelik bu olanların hepsi
Bütün
o kavgalar, ağız dalaşı, özür mektubu
Diz
çökmeler, yakarış ile gözyaşı
Bitip
tükenmez adak töreni
Halbuki
biri tutup gül uzatıverse yeryüzündeki herhangi bir ülkeye
Çıkıp
kürsüye karşısındaki kalabalığa gülümsese bir başkası
Kimse
kapıyı çarpıp çıkmayacak belki de mahalleden
Yatak
odalarından bunca vakitsiz kan sızmayacak
Neyse
ki kimsesizken
pek sık bakmıyoruz saate,
tespih çekiyoruz
Çay
içiyoruz, kahvenin dibinde adımızın gizli anlamını arıyoruz
En
yakışıksız yerlerimizi ikram ediyoruz birbirimize
Tuhaf
sesler yükseliyor sevişmenin orta yerinde
Sıkıldıkça
takvimden yaprak koparıyor içimizden biri
Gün
bitiyor
KIŞ
Pencere
önünde koltuk, gün ağarmış
Hayatla
aramızda bitmeyen kavga
Öğrenciler
mahmur gözlerle çıkıyor evden
Beslenme
çantasında yarım sandviç, kaşarlı
Solan
çiçekleri gözetliyoruz sahiplerinden habersiz
Kime
ne yalancı öğle uykusundan
Yağmurdan
yahut kıskanç gökkuşağından
Günler
epeydir kısa
Ağaçlar
çıplak, yaprak dökülmüş; yırt gitsin bulutları
Ortalığı
toparla;
mevsim körkütük sarhoş,
dalın boynu bükük
Kuytuya
sığınmış yorgun sonbahar ve bakışlar uysal, gönül kırgın
Çekip
gideceğiz buradan
Karıncalar
telaşlı, sular çoktan alıp götürmüş ayak izlerini
Bilen
yok
Nedir
görmekten bu kadar çekindiğimiz manzara
Duymamak
için her yolu denediğimiz haber hangi dilde
Söylemekten
bunca korktuğumuz söz ve bir kıyıda öylece biz
Diğerinde
sabırsız nehir, aradan akıp gidiyor bir insanlık trajedisi
Şimdilik
buradayız
Ne
hoş, bahçede limonlar sarı
Saksıda
sardunya, ocakta çaydanlık
Yüzde
kimsenin işine yaramayan tebessüm
Akşam
oluyor
OYUN
HAMURU
Herhangi
bir iz bırakmıyoruz sevişirken
Akılda
uzadıkça uzayan karşı kıyılar, mesela sonsuzluk ihtimali
Dönüş
yolunda yorgun argın medeniyet kalıntısı, aslan başı
Dünyalı
ağırlıklar, nikâh dairesi, çiçek demeti, kolsuz tanrı
Hemen
ardımızda bekliyor aile mahkemesi ile tuhafiyeci çırağı
Dudakları
öpmek, kalçaya dokunmak
Kapıyı
kırıp ev sahibinden habersiz sofraya oturmak
İkide
bir okşamak derin karanlığı, sevişmekten zevk almak
Art
arda boşalmak cehennem ateşinin üstüne, çocuk yapmak
Ne
tuhaf
Ağzına
geleni yüzümüze apaçık söylüyor mahalleli
Ergenlerin
elinde teneke, yaşlılar deli öfkeli, terzi şaşkın
Bakkal
kafasını ters tarafa çeviriyor yanından biri geçerken
Çocuğun
elinde kuru kalem, sakal bıyık çiziyor gökteki surete
Kalk
Çaput
saralım yaraya, tuzla köreltelim dildeki hevesi
Yeniden
doğacak olsak kimin umurunda o ilk bakış
Belli
ki hâlâ sahipsiz ardımızdan gelen çığlık
Farkımız
yok üstelik bin yıl uyuyanlardan, kadın hayli mutlu
Erkek
kuşkucu, sahibinin gülüşünü taklit ediyor köpek
Ahali
her seferinde farklı yerini okşuyor aynada
Tüylerini
tersine yalıyor kedi
Sevgilim
Sana,
saçlarına, özlediğim her yanına
Sevgiler,
selamlar
HASAR
TESPİTİ
Kırılgan
şarkılar söylüyor kız çocukları, bahçede
Hiç
yere dolanıyor bıçkın rüzgâr, bakışlar tüyden hafif
Karanfiller
birbirine bakarak çoğaltacak yerel hüzünleri
Dil
uysal, sohbet sakin; pamuk balyası minicik kozaya sığmış
Tutmasak
yaprağın üstünden kayıp düşecek o son damla su
Kime
ne gazaba uğramış kavimlerin sonrası yahut paslanmış demir
Sen
bize kabaran denizleri anlat; yakılan çayırları, boşaltılmış
köyleri
Etnik
kavgaları, tarla artıklarını, günden güne küçülen bedeni
Şehvetini
yitirmiş aşklardan söz et utangaç âşığa
Yüreğin
içindekinden ve bilinmez olandan, en
bayat ayrılıktan
En
yeni aldanıştan, taşlara gömülü sevda ile yüksek katlı
ahlaktan
Söyle
Ne
işe yarayacak durmadan yenildiğimiz coğrafyanın bekçiliği
Dinle,
atların gezindiği dağlarda telaşlı nal tıkırtıları
Bak,
ölümün ardından koşturan delikanlı nefes nefese
RAHİM
Tanrım,
beni içine al
Yahut
Yeniden
doğur eksik olanı
Bir
an evvel o ıslak mağaraya istifle ayıpları
Oradaki
yasaklı söze karışsın şahsi ahlak
Herkes
korktuğuna benzesin, herkes başka dağ rüzgârına
Ağacın
çürümesine, yaprağın dökülmesine, daldaki kırgınlığa
Şehrin
bir başınalığına, göğün tenha vakitlerine,
kutsanmış anlama
Daha
da yukarı çık, bir başına secde et o zifir taşa
Üstünde
yürüdüğün toprağa, gölgedeki börtü böceğe
Nehrin
sahibine sor,
çayırları
kaplayan bu koku da ne
İçine
girdiğimiz bedende saklı şehvet,
çekildiğimiz fotoğrafta hile
Nüfusa
kazınmış sabıka kaydı, haneye yapışık o ilk
büyük günah
Elmayı
en derin ben dişledim; söyle, ne olacak şimdi
Çıkar
dolaptaki küflü malzemeyi,
tabağı yıka, tamah et az olana
Senden
önce ile sonra arasında fark olmalı, çekip gidene rıza göster
Elde
avuçta sefalet
Aradığını
bul, bulduğuna iman et
Bırak,
ardımızdan durmadan uğuldasın hayat
Tanrım,
beni temizle veyahut
Yarattığın
ilk karanlığa fırlat pörsümüş bu teni
İĞNE
Ne
kadar soyunursak soyunalım üstümüzde hep bir üniforma
ÇIPLAK
FİNCANDA ÇIKAN KISMET
Bir
bildiği var elbet mevsimlerin; komşu evde telaş, dağlarda
Silah
sesi, bulutların korkak gölgesi, nazlı bahar sevinci
Kabul
et, karşısına
çıkan ilk rastlantıya sapacak bu cahil cesaret
Ruh
yağmalanmış ve beden bitkin; dudakta çizgi, gözde kan
Bilekleri
ov, kolları okşa, alacağın neyse tahsil et; kelimeler nazik
Hatıraların
gömüldüğü kanepeye uzat ayaklarını, aklı tevekkülle avut
Çevirme
İbrahim'i yolundan, bırak yürüsün ve yuvarlansın uçuruma
Bin
yıl daha sürecek bu göç hazırlığı, bin yıl daha sabır
dilenecek dil
Düşler
bin yıl daha aynı yastığa baş koyacak bir yabancıyla
Senin
elinde yüreği kabarmış fincan, benim ayağımda aşınmış
mesafe
Hâlâ
aynı sokaklarda dolaşıyorsan mutlaka karşılaşacağız seninle
Ben
biliyorum, sen de bil; ücrada konaklayan şu utanç da bilsin
Terk
etmek zorunda olduğum tek edepsizliğim sen değilsin
Söylediğin
şarkılar kulağı kanatıyor, baktığım taraf kör
Unut
yaşadığımız aşkları
Kovulduğumuz
coğrafyanın haritasını yırt
Kır
elindeki şişeyi, kır ve hangi yüzümü istiyorsan onu parçala
USTA
İŞİ UNUTUŞ
Ölümü
bunca erken tanımış olmak, biraz sessizlik lütfen
Bir
lanet yahut şans; biraz teslimiyet, biraz inanç, biraz aşk
Ruhumuzda
cüssemizden iri yaralar,
akılda niyeti bozuk fikir
Komşular
samimi gülüşleri boğazlamaya ilk günden hazır
Kurbanlık
kuzu uysal, sözün üstünde kilit, ağızda mühür
Dilde
vadesi geçmiş yemin; tanrı kitabı, kul
hakkı
Boşuna
değil tabi ki tüm bunlar
Bir
sebebi var ikide bir ayağa fırlayan itirazın
Gündelik
işlerle avutuyoruz boşlukları, karnımızı doyuruyoruz
Kutsal
gecelerde cemaatle birlikte secdeye duruyoruz
Kalabalık
içinde, hemencecik tanıyoruz rahman olanı
Avuçta
saklı not, suratta inatçı bakış
Kimi
seviyorsak ona daha çok inanıyoruz
Ve
rahim olan durmadan uzağa kaçıyor bizden
Avcılar
bizim kokumuzu sürüyor köpeklerin burnuna
Elbet
bizi arıyor elinde sopayla dolanan gözü dönmüş ahali
Çıkar
üstündekileri sevgilim, memelerini uzat ağzıma
Gönlünden
geçenleri gizlemeyi öğren dilin ucundan, bırak
Bizden
başka herkes vakitlice yetişsin madalya merasimine
YERKÜRE
Tutup
kaldırın düştüğü yerden
Mor
ipek kundağa sarın şu rezil rüsva ömrü
Yağacak
kuvveti yok nasılsa yağmurun
Sırça
kayıklara koyup azgın sulara salın biten günü
Kısmetimize
düğün dernek düşmüş, ne tuhaf
Şölen,
kutlama, mükâfat, alkış, açılış töreni
Ahali
işi abartmış, köprüde karşılama heyeti
Yürüyüş
yolunda parıltılı halı, havada gül kokusu
Değerli
taşlarla süslenmiş uzanıp yatacağımız sedir
Dünyanın
tüm dillerinde bakışlar temiz
Kadınların
suratında usta işi tahammül
Biz
tersini bekliyorduk oysa
Kilit
taşı çıkacaktı yerinden ve
Kalanların
üstüne çökecekti kavisli tavan
Lanetli
kavimler kan çekecekti kuyudan su niyetine
Kimi
katletmişsek onun karısını alacaktık koynumuza
Vitrinde
duran ne varsa, parlak ve diri
Devrik
biblo, kollu şamdan, bakır cezve
Bir
yalanla geçip gitmiş üstümüze tapulu zaman
Pencereyi
kapat
Dışarıda
kalsın çatışma sesleri ile kalabalık
Kabul
et
Hayatın
tadı tuzu kalmıyor ölümle kavga etmezsek
SABAHÇI
KAHVESİ
Gecikmiş
trenleri gözlüyoruz istasyonda, son ışığın sönmesini
Bekçiler
iş olsun diye kontrol ediyor önceki yüzyılı
Kuşlar
günün ucuna oturmuş, ayakta halhal
Boyunda
çıngırak
Akşamdan
kalma sohbet şakıyor kulakta
Köpekler
hiç durmadan sokağa hevesli
Gecenin
çürük bedenleri yüksek kaldırımlardan eve dönüyor
Çay
demlenecek ve köşedeki büfeden simit alacağız
İki
dilim peynir, birkaç zeytin, yeşil biber; gözümüz susamlı
çörekte
Çamdan
sızan reçine
kokusu ve deli cesareti
ve polis kulübesi
Sabahın
bunca
yükü taşıması zor,
vaktidir
çekip gitmelerin
Etiketlere
çok sert bakıyor irikıyım adamlar, hayli sert
Alışveriş
torbaları sarkıyor koltuk altlarından ve
Öğrencilerin
sırtından boşluğa yuvarlanıyor okul çantası
İri
memeli kızlar işe yetişme telaşında
Kalçasını
dünyanın yörüngesinde son kez döndürüyor kadın
Bir
omuz daha atarsak kalabalığın içindeyiz, otobüsler tez canlı
Üç
durak sonra metrodan inip çelik raylara yuvarlanacağız
Aklımıza
aceleci vakitler geliyor; çok kazanma, hep kazanma fikri
Şunu
al, öbürünü ver; küçüğün yerine büyüğünü koy
Limonlar
sararmakta niçin gecikti bu yıl, elma çok mu kırmızı
Üzümün
ve kayısının kızgın güneşte kuruyanı makbuldür elbet
Kafayı
çevirip geriye bakıyoruz; bahçeler un ufak, ağaçlar dalgın
Az
biraz beklersek tek katlı binaların boyu da uzayacak, anlıyoruz
Güzel
günlerdi hatta çok güzel
Şükür,
hayattayız; ihtimal o ki bu daha güzel
EHLİKEYİF
Sabah
kahvesi kokuyor mahalle, şehir az biraz beklesin
Mesai
saatleri, vadesi geçmiş senetler, aranacak onca adres
İş
görüşmesi, derse geç kalma korkusu, sınav kaygısı; beklesin
telaş
Birazdan
çıkıp gelir bir yerlerden kızarmış ekmeğin kavruk hikâyesi
Ayaklanır
binbir gece masalıyla uyutulmuş sevgili, merhaba gün ışığı
Az
daha sıkarsak dişler morartacak dudaktaki telveyi, açıl susam
açıl
Yastıkta
dünyanın en şehvetli çağrısı, dilde antik öpüşlerden artan
tat
Ağzın
ortasında her türlü sevişme biçimi, yüzüme yaklaş sevgilim
Bacaklara
yürüyeceği yolu göster; geçeceği sarp patikaları, azgın
suları
Yardıma
çağır tarihe nam salmış o civanmert bakışı, saçlarını
savur
Ört
göğsümü, boynumu ve gözleri ve ayıpları; saklı kalsın kusur
Kaldır
başını bak, böyle bir duygu olmalı hayatın mucizevi vedası
Sevgilim,
tut elimden; uyanacağımız ülkeye varalım bir an evvel
BORÇLU
SEYYAH
Bütün
gece sen dışarılarda bir yerlerdeyken
Belki
sohbet ederken bir barda yahut bir parkta yürüyüşte
De
ki film izlerken yan yana, pek de hazzetmediğimiz bir tanıdıkla
Hayatın
mecburiyeti elbet mesai saatlerinde içilen onca bayat çay
Ben
senin gizli memelerini öpüp kokladım kanepede
En
ufak tıkırtıda kapıyı yokladım, her yanım su
Koşarak
indim merdivenlerden, elde telefon
Akılda
cinnet planları, eşyalar tedirgin
Karıncalar
yürüdü yanım sıra uysal adımlarla
Kuş
sürüleri geçip gitti usulca göğün kalbinden
Mutluluk;
o yitik ülke, o vaat edilmiş cehennem
Bizden
hayli uzak, söylenen yahut duyulan ezgiler
Aşk,
bir imkânsızlık biçimi elbette
Sana
doğru geri geri gelmem
Kemiklerin
sızlaması
Bu
yüzden
Pazar
günleri
Kahvaltıdan
hemen sonra yahut güneş batmadan az evvel
Tekrar
tekrar bakıp duruyorum senden taraftaki boşluğa
Sen
uzakta, ben evde; ne oluyorsa yokluktan oluyor bu aralar
BİR
GÜNÜN SONUNDA
ŞÜPHE
Akşam
Sarhoş
akşam, ayyaş akşam, berduş akşam
Üstünü
karanlıkla örttüğün sırrı açık et bize, söyle
Sonsuza
dek olduğu yerde durabilir mi teslimiyet
Komşular
kavga ederken biz bıkıp usanmadan sevişiyoruz
Boşalmamız
için elinden geleni yapıyor yerel hayal dairesi
Karşı
pencerede meraklı onca bakış, balkonda samimi alkış
Çamaşır
ipine iliştirilmiş sayısız uyarı işareti
Göğsümüze
yuva kuran güvercinlerin gözü kara, ilkin
Onlar
havalanıyor su kıyısından, avcı anlıyor kim nereye pusmuş
Dilini
geç çözdüğümüz serçeler her çatışmada cesaret timsali
Vurulan
yere düşüyor, vurulan yere düşüyor; vurulan
Ayağa
kalkıyor ve dikleniyor insafsız kabadayıya
Ey
ilahi kudret, utanma söyle
Bizden
daha cahil kurbana rastladın mı bu avlakta
Zaman
hoyratça buruşturup atıyor teni örten esvabı
Yüzümüze
boş yere gülümsüyor şarap, testi çatlak
El
ele tutuşup şarkı dinliyoruz, uzanmak geliyor içimizden
Kırlara,
çayırlara; kilim serip nehrin kıyısına, göğün altına
Kirpiğin
gölgesine
Bir
kapı aralığında, belki
perde arkasında
Gelecek
olanı bekliyoruz seninle bir başımıza
Sabah
öylece geçip gidiyor; öğleyi unut, ikindi kötürüm, gece zifir
Akşam
Cahil
akşam, küskün akşam, korkak akşam
Baş
köşeye kurulmuş kimi kimsesi olmayan perişan akşam
ARALIKSIZ
ÇARŞAMBA
Seni
sevmeye çok alıştım ben, içime sinmiyor evde tek başıma
oturmak
Mesai
saatinde çarşıya gidiyorum, iş çıkışı uzağa, geceleri hep
geçmişe
Başka
gezegene, genç kızlar farklı renkte gülümsüyor çarşamba
günleri
Canım
istemese de çıkarıp masaya bırakıyorum cebimdeki fotoğrafı
İşin
aslını sorarsan daha kötü huylarım da var hem de çok ayıp
Gel
de tek nefeste tırman şimdi gökyüzüne uzanan şu dik yokuşu
Uygunsuz
vakitlerde aklıma geliyor kalçanın şehvetli kıvrımları
Yanaklarında
asil çukurlar, kelimelerin altına gizlenmiş meçhul anlam
Her
fırsatta uzanıp öpmeye çalışıyorum dudağındaki o bildik
soruyu
Rahat
ol, senden daha kolay avutuyorum artık ellerimi; biliyorum
Merhametten
maraz çıkacak, isyan başlayacak yüzyılın sonunda
Ayakların
gücü yetmiyor çekip gitmeye, giysiler hep yorgun
Koltuğa
çöküp kalmak için bahaneler uyduruyor sessizlik
Aynı
yatakta uyumayı nasıl da sabırsız bekliyor o uysal bakış
İç
cepte her daim sarılma ve koklama sevdası, yerde bozuk para
Asırlık
ağaçları topraktan koparmak ne mümkün
Akşamüstleri
incecik bir ipin üstünde yürüyoruz seninle ikimiz
İzmir'den
başlayıp İstanbul'da biten upuzun bir caddenin ortasında
Önümüzde
sinema afişleri, sokak şarkıları, ödenmemiş onca senet
Ekmek
arası rüzgâr, sahanda fırtına, ızgarada kar boran
Sebepli
sebepsiz içimizi kemiriyor dünya sıkıntısı
Ağzın
içinde paslı şarap, dilimizde hükmü geçmiş aşk sözleri
İlkin
çatıda başlıyor yağmur, kiremitlerde ritmik tıkırtılar
Köprünün
ayağını boş yere sökmeye uğraşıyor acemi amele
Karşı
tarafta gün batıyor, burası da kararır birazdan; gitme, gel
Birlikte
yuvarlanalım yeni güne; belli mi olur, dağlara yürürüz sabaha
karşı
SEYİR
TERASI
Kendisiyle
birlikte çürürsek canı daha az yanıyor iskelenin
Sabahın
köründe başladı bu seferki yağmur
Önceki
gün içimiz dışımız rüzgâr, akşamüstleri fırtına
Bu
sefer de bunun için mi hırpalayacağız birbirimizi; gel, çay
içelim
Uykuya
dalmazsak gölgelerin kaybolmaya niyeti yok,
tek şeker lütfen
Süzgeci
tabağa bırak, oraya süzülsün yürekte birikmiş tortu
Yüzde
derin çizgi bulmazsa ters tarafı gösteriyor pusula
Biz
rezil olmadıkça göğsüne kurşun işlemeyecek seyir defterinin
Keşke
aramak için değil de bulmak için çıkmış olsaydık yola
Bileğimiz
burkulsa kendi ağrısını unutacak gibi bakıyor fakat sandal
Bir
tek yelkenliler kendini onaracak gibi süzülüyor uzaktan daha uzağa
Belli
ki aldanıştan tasarruf ederek kendine varamayacak insan
Kışın
uzun geceleri başladı, peksimetler kuru
Olan
biten denizin umurunda değil, balıklar nazlı mı nazlı
Ne
varsa hayatla birlikte eskiyor, boşluğa yuvarlanıyor anılar
Demliğin
üstüne su çek, kimsenin eve dönesi yok bu koyu karanlıkta
RANDEVU
SAATİ
Eylülden
doğmuş olmalı yılın geri kalan ayları, kısa boylu şubat dâhil
Birkaç
güne okullar açılır, işbaşı yapar ameleler; üstümüzde
Kapıyı
kapatınca tüm kötülüklerin dışarıda kaldığı saflık hâli
Ne
güzel, hemen karşı tarafta sonsuza uzanan istasyon binası
Biz
seninle yolun tam ortasında bir yerlere çömelip su içiyoruz
Ardından
tuz ve ekmek yiyoruz, bu son söylediğime pek gerek yoktu
Hemen
yanı başımızda rutubetli renkler, boğaza dizilmiş sofra artığı
Arkamızda
süvariler, piyadeler, ayak takımı; zırh kuşanmış ahali
Az
beklersek gırnatanın dikey sesi duyulur, kuşlar şakımaya başlar
Bütün
dünya birlik olup yakalar tarihe gizlenmiş firari mahkûmları
Elindeki
taşı suya at, dolaştığımız çarşıda gördüklerimiz bize
yeter
Takvimden
çıkarırız istersen mesaiden artan tenha
vakitleri,
bak
Yaz
bitti bitecek; kalan günlerin kendine hayrı yok, bize mi olacak
Hepimiz
yerde yatan ölünün eksik parçasıyız nasılsa,
sonbahar dâhil
Kabul
et, hüzünlü bir annenin evladı olmalı bu dalgın gün batımları
Anla,
söylemese
de bir derdi var ağustosa gömülen gurup vaktinin
SOLUK
GÜN RENGİ
Yeraltında
biriken sesler arka arkaya patlıyor,
duymazdan gel
Sebepsiz
yere ayaklanıyor
dünya
işleri, aldırma
Bugün
tatil, ayakları kayıtsızlığa uzatma günü, sen biraz daha uyu
Elimden
geldiğince avuturum ben evin içindeki telaşlı koşturmaları
Kahvaltı
tamam; ikindiye doğru şarap içeriz, mutlaka kırmızı
Unutma;
elma ve yeşillik alacaksın pazardan, biraz da zeytin
Belki
birkaç limon, bakıp bakıp hüzünleneceğimiz kadar sarı
Sonbaharın
saklısında yaza dair kırık dökük hatıralar
Benim
aklımda
sancılı ömür,
arka tarafta bekleyen aksi iki ihtiyar
Uçsuz
bucaksız pamuk tarlasına gömülüyor son birkaç dokunuş
Güneş
batarken gözyaşı ile ıslanıyor ufuk çizgisi
Mendilin
bahanesi hazır, çekilecek gibi değil bu kahır
Zarfın
üstüne pulu yapıştırıp köşeye bırak, merak etme
Yazılmış
her mektup kendi adresini nasıl olsa bulur
Kalk,
sokağa çıkalım; bugün pazar, meyhaneler gün boyu açık
ÇENTİK
İZLERİ
Zaman
dedikleri şu arsız vampir ne vakit içti kanımızı, göz ıslak
Kafa
iyi, keskin kokular yükseliyor meyhaneden, ahali huzursuz
Üzüm
salkımları kekre şarap dolu, az daha yaklaş bu esrik yüze
Yaklaş
ve iyice bak insanlık tarihinin az gelişmiş girinti çıkıntılarına
Dehşetin
özenle kazındığı duvara, av resimlerine, tahammülsüzlüğe
Çekip
gitmek gelmiyor içimden, şehri ve faturaları terk etmek
Şehvetli
öğle tatillerini, mesai saatlerini olduğu yere bırakmak
Kolları
kıvırıp kravatı gevşetmek, uluorta çimlere sermek bedeni
Hatırladıklarım
arasında bedeli ödenmemiş kabahatim yok
üstelik
Bilsem
söylerdim muhakkak
Neyin
çaresi olacak yaşamaktaki bunca ısrar
Elimden
gelse dalıp kurtarırdım kuyudaki Yusuf'u
Otur
karşıma, bohçana tıkıştırdığın merhameti dışarı çıkar
Aç
koynundaki şişeyi, içinde ne kaldıysa
dök
berduş
kadehe
Sabrın
varsa sırayla
anlat
Ne
ara kapladı üstümüzü bunca kir pas
Bu
sefil mutsuzluk kimden miras kavmimize; bak, çölümüz hâlâ kurak
SİHİRLİ
KOSTÜM
Giysilerimi
çıkarıp seninkileri giydim
Ahali
sen sanıp selamlıyor beni
Mahalle
girişinde koşarak karşılıyor çocuklar
Emekliler
ölesiye alkışlıyor parlak pabuçları
Dedikoducu
komşu konuşurken iki büklüm
Ellerim
dolu; horoz şekeri, topaç, fırdöndü, çıngırak sesleri
Kutuda
şambali; ölü uyandıran, kuş kaldıran, mutluluk iksiri
Genç
kızlara sihirli ayna, oğlanlara nazar boncuklu çakı
Ardım
sıra yalanıp duruyor sokağın işbilir kedileri
Bakkala
olan borç, terzide prova günü senin adına
Benden
olana rızası yok pazar esnafının
Kiminle
sohbete girişsem
Senin
adını söylenerek cevap veriyor, bıraksam
Oracıkta
terbiye edecekler ayar tutmayan huylarımı
Giysilerimi
çıkarıp seninkileri giydim
Sırtımda
sana ait örtü, bunları söylemiştim sanırım
Senin
can çekişen şapkanı taktım yağmurlu havalarda
Bu
yeni karar
Bir
daha yıkanacak kuvvetim yok senin öfkende
HÜNER
Gözlerin,
kirpikler, yanaktaki gamze, dolgun dudak ve iri meme
Mahalledekileri
çıldırtan gülüş, el kol hareketi, belde o uysal kıvrım
Yürüdükçe
yeri göğü sarsan adımlar, camları patlatan kalça sallayışı
Sevgilim
İnsanları
yaşamaya ikna edecek kadar güzel oldun sen daima
Herkes
farklı bir sözcüğü yakıyor meydanda senin uğruna
Evler,
arabalar ayak altında; yeryüzü parmaklara dolanmış
Denize
uzanıyor masalar, manzara kırbaçla terbiye edilmiş
Cüzdanda
uzun yaşam iksiri, zarfın içinde fitre-zekat
Yastığa
saklı çeyrek altın, valideden kalma pırlanta kolye
Günahların
kefaretini ödemeye yetmiyor tapudaki mal mülk
Hesap
kabarık, ateşten kılıçlar çarpışıyor bulutlarda
Kuş
sürüleri, gök gürültüsü; atlılar boşluğa yuvarlanıyor
Dağlarda
pençe izi, buzlu pencerede titreşen buhar
Ovada
pus ve ahalinin elinde iri yarı odun parçası
Korkun
olmasın, seni dünyanın ortasında sevecek kadar cesurum ben
Sözlerin
Kabına
sığmayan bakış, saçlara hapsolmuş rüzgâr
Küsüp
gitmeler; bağırış, çağırış, surat asma
Gün
yüzü görmemiş küfür kervanı
Sevgilim
Bildiğin
kelimeleri bende terbiye edecek kadar insafsız
oldun hep
Zıplayıp
durma böyle sonsuz hevesle yer kabuğunun üstünde
Çek
al göğsümden şu soğuk ağrıyı, söküp kopar kanlı et
parçasını
Senin
avuçlarında son bir kez atsın bunca yıllık mağlubiyet
Kabul
et, beni kavminden kovacak kadar zalim
oldun
sen her daim
CAHİL
HAZ
Ey
yabancı, iyi ki bilmiyorduk adını
Bilseydik
mutlaka seslenirdik ardından
Bunca
iyi tanımasaydık kendimizi
Peşine
düşerdik senin ve söylediğin sözün
Kedilerle
birlikte yalanırdık geldiğin tarafa bakıp bakıp
Sevişmenin
şehvetine aldanıp ıssızlığı yurt tutardık
Sana
kanıp
Senin
güzelliğine kapılıp, senden ilham alıp
Bağırıp
çağırırdık çarşı pazarda
Mahrem
yerlerimizi gösterirdik birbirimize uluorta
Senden
evvel uyanıp gideceğin mesafeyi süpürürdük
Tamir
ederdik su içeceğin çeşmeyi, gecenin bir vakti
Derin
çukurlar kazardık kapı girişine
Biz
de senin gibi eğilip şifa doldururduk avuçlara
Tıpkı
senin gibi, geride bırakırdık ödenmemiş taksitleri
Çocukları,
korkuları, kırgınlığı; öldükçe çoğalan anneleri
Gördük
Ayağa
kalktın, çarığını giydin, ilk adımı attın
Dön
ve sırrını söyle bize fazla uzağa gitmeden
Söyle,
adımız ne
Ne
diye seslenecek senden sonra bize rüzgâr ve ölüm
KIŞ
HATIRASI
Birden
karışıyor ortalık; deniz dalgalı, kuzeyde kar soğuğu
Oltanı
suya sal ve bekle, kısmetin neyse çekersin gün dönerken
Çaresizlik
midir bize bunca sözü söyleten
Onsuz
yapamadığımız, ellerimizin titrediği, huzursuzluk
Yorgunluk,
bitkinlik, yoksunluk yahut göz kararması, ağız kuruluğu
Susuz
çekebilir miyiz yüzümüze uluorta edilmiş onca küfrü
İki
kadeh içsek güzel görünür mü bu ahlaksız kara parçası
Boyumuz
daha uzun olsaydı çocukken, gençken kaşlar hilal
Cepte
dolu para yahut yakışıklı okullarda mezuniyet töreni
Baştan
çıkartan bakış, her kapıyı açan iltifat, renkli gülüş
Bakar
mıydık yine de bu kadar büyük aşkla
Karşımıza
dikilmiş şu edepsiz hayale
Öksür
Fırlayıp
dışarı çıksın boğaza saplanan kılçık, toparla etrafı
Bu
çizik teni bir yerden tanıyor olman gerek, bu hıçkırık nöbetini
Uzaklarda
hayranlık uyandıran kar boran
Ağların
arasına yerleştirilmiş kusursuz hile
Her
kavuşma öncesi başlayan mükemmel fırtına
Balıklar
belli ki anlıyor suyun içine birikmiş sızıyı
Zargananın
ağzı bu sefer de cahil, aceleyle ısırıyor çıplak iğnenin
ucunu
ZORLU
VAKİTLER MÜSABAKASI
Erkek,
alt dudağından
tutarak boşluğa sarkıtıyor kadını
Kadının
suratı mutsuz; bakışlar çatlak, yanak içe çökmüş
Bağbozumu,
hasat sonu; mevsimlik işçilerde deli kuvveti
Tenini
güneşte kuruluyor yazlıkçılar, ayaklarda terlik
Köylüler
güzel avrat otu peşinde, ha babam de babam
Üsttekini
tanımıyoruz fakat anne diyeceğiz en alttakine
Dönüş
yolunda yükünü açığa boşaltıyor heyecanlı kamyon
Ahlak
dairesi izin verse herkes oracıkta soyunacak
Tohum
tohumu dölleyecek, böcekler çiçeği
İnsan,
karşısına çıkan her ihtimali
Yalancı
lavanta kokacak çarşaflar
Dolaba
istiflenmiş havlu takımı kar beyaz, masallar tenha
Bastırılmış
bir sancının üzerinde savaşacak soylu halk kahramanları
Sen
de ki onlara
Yokluk
günlerinde bir başıma çoğalttım ben bu duruş ve bu hüznü
Elde
avuçta eskimiş birkaç öpüş tadı, koyu kahverengi meme
ucu
Halbuki
kasıklarda sürüyor hâlâ o cinnet töreni
Kayalıktan
suya atlıyor zevk düşkünü kelimeler
Kadın
Aşağı
çekiyor erkeği; kör kuyulara, dipsiz uçuruma, kendine
Adamın
gözleri kaygan, elleri mutlu, çeşmeden akan su berrak
KIRMIZI
VAKİT
Gece
şehvetle öpüyor meçhul karanlığın dudağını, bu çok ayıp
Sonra
kuytu yerleri, ardından esmer coğrafyaları
Dağlar,
tepeler, nehirler hep ıslak
Efendiler
Açık
görüş esnasında böyle sert ve dik konuşma hakkınız yok
Cümle
âlem biliyor, bu sonraların ardı arkası kesilmeyecek
Yağlı
asfaltta kayıp duruyor araba, kuledeki gözcü kudurmuş
Az
daha ısrarcı olursak tezgâhtaki çürük mallara el koyacak zabıta
Dikkat
etmezsek iş kötüye gidecek; trafik hızlı, sirenler nefes nefese
Gölgede
pinekleyenler serinlik dolduruyor matarasına
Kahveci
çırağı elindeki havluyu uzatıyor terli boynumuza
İniltiler
edepsiz, bunu biliyoruz
Ruh
her fırsatta şımarık, ten alev almış
Kuyuları
ters yüz ediyor uzak parmağın ucu
Kol
titrek, kasıkta iştah, göz kapakları sıkı örtük
Kelimeler
ahlak faciası, kafile menzilden çıkmış; heyt, ulan
Kadın
erkeğe mecburiyetten yurt, erkek kadına en eski gurbet
İhtimal
hiç yoktan kavga başlar birazdan, beklenen arıza çıkar
Gürültülü
bahaneler kaplar ortalığı; çatışma, kıskançlık krizi
Tazminat
davası ve aleyhe sonuçlanır uzlaşma dilekçesi
Ömrümüz
yetmez takvimdeki son yaprağı koparmaya
Hayat
ters taraftan sorgular meraklı bakışları
Efendiler
Bizim
ne işimiz var bu tuhaf evde, çaldığımız kapı niçin kilitli
Sevgilinin
yaşadığı mahalle yoksa yine mi çıplak girdi yatağa
ŞAHSİ
BİLGİ
Sırtına
geçirdiği çıplaklıktan utanıyor cenaze sahibi
Tanrı
tahammüle saklanıyor, cemaat sabırsız
Sokağı
kontrol ediyor bekçi, kaldırımları üst üste koyuyor
Jandarma
azıcık öne çıkmış evleri hemen yanındakine hizalıyor
Bir
tek sen kalıyorsun yıkılan göğün altında
Bir
tek sen itiraz ediyorsun olan bitene, sesinde öfke
Kimsenin
işitmediği sözcüklerle konuşuyorsun ölülerle
Tanımadığımız
birileri yığılıyor toprağa ve
Şehrin
en doğusundaki evden yükseliyor feryat
Bilsen
hangi dilde ağrıyor, o dilde merhem sürersin yaraya
Kadınların
bakışlarında yas
Senden
tarafta bir dolu kabulleniş
Bilmek
nedense mutlu edemiyor hakikati
Anadan
üryan bir çocuk atlıyor balkondan
Bir
yerlerden tanıyoruz onu, sınavda sorulsa
Cevabımız
yok fakat önceki yüzyılda neler olup bitti
Dağlarda
vurulup kalanları kim hatırlıyor ki zaten annelerden başka
Cephe
savaşında mağlubiyet haberleri
Gözlerde
uykudan az evvelki mahmurluk
Ne
kadar soyunursak soyunalım üstümüzde hep bir üniforma
İPLİK
Kadınlar
bedenleriyle
cevaplıyor ilkel dillerde sorulan tüm soruları
VARLIK
YOKLUK KAPIŞMASI
Senin
dışında kimse böyle büyük bir yangın başlatamazdı şehirde
Diye
yazıyor tarih kitapları; tezkireler, şehrengizler, salnameler
Kavgada
senin gözlerinden sivri bıçak çekmemiş namlı kabadayı
Yüzünü
nehirlere dön ve suyun dibinde ara kaybettiklerini
Senden
daha derin yara yok bu hayatta, cüssesi senden iri günah
Kâğıdın
üzerinde titreşen mürekkep lekesi, yolun kıyısında nişan taşı
Kesede
üç beş kuruş, heybede çocuklar için dalgalı akide şekeri
Avucuna
sakladığın kuş yuvalarını dağıt, yumurtayı kır
Güvercin
kanadı yolmaktan bitkin düş, uçan uçsun
Kaçıp
kurtulanlar yay ile okun kısmeti, sonrada bekle kendini
Bu
sefer de eksikleri tam etmeye yetmeyecek söylediğimiz şarkılar
Bu
sefer de yere yığılan kurbana ağıt yakmak bizim payımıza
düşmüş
Anla,
kendimizden kaçış yok; imkânsızın avcısıyız, mümkün olanın
avı
Sevgilim
ben alıştım, sen de alış mahalledeki ufak tefek cinayetlere
Yık
üstünde oturduğun saltanatı, saçlarına takılmış çelengi
çıkar
Yaklaş
ve söyle, ne bekliyoruz uçsuz bucaksız aşkları katletmek için
KIZGIN
TARAF
Kimdir
bize böyle ısrarla halimizi vaktimizi soran
Bunca
uzaktan çocukluk adımızla seslenen kim
Aranızdan
biri söylesin, kimin işi bu mutsuzluk tarifi
Bu
nasıl şaşkın bakış, bu nasıl sevişme daveti
Suyun
içinde şüpheli yardım çağrıları
Karşı
tarafta kalabalıkların çırpındığı okyanus
Mültecilerin
koynunda alkışsız can yeleği, ağızda ıslık
Bedenimize
açık saçık sözler fısıldayan tek direkli tekne
Bu
kadar ayrıntı yeter, sonrası gereksiz tekrar olacak
Gel
Tendeki
o sefil kırıntıyı ateşe katalım
Yangınlardan
artan kokuyu
sürelim çenemizin altına
Elimizin
ulaştığı her derinliğe; parmak arasına, göğüs çatalına
Neyle
karşılaşacağız çaldığımız kapı açılınca
Bilmek
imkânsız, geride durup bizi kollayan kim
Nasıl
silinecek dudaktan sızan bu aldanış, çekinme söyle
Vasiyetteki
kelimelerin farkı ne intihar notundaki itiraftan
Bak
Nehir
kabarmış
Çağıltılar
acemi, köprü şımarık
İlk
gençlik günahları dip köşeye saklı
Kuledeki
nöbetçi boş yere gözetliyor sonrayı
Üstelik
evlerin boyu saat
kulesinden azıcık yüksek
Duvarda
kapkara yazı ve koridorda birkaç damla kan
Ben
bu aralar pek iyi değilim sevgilim, sen nasılsın
SİCİL
BELGESİ
Erkek,
kelimelere inanacak kadar cahil
Kadın,
şarkıları baştan çıkaracak denli mahir
Usul,
sevgilim
Bana
doğru yürü, bana ve
Bildiğin
en ilkel pişmanlık biçimine
Sesler
ruhunu okşarken sıçrayıp uyanma geceden habersiz
İzin
versen öpmekten bıkmayacağım ben senin uysal sırtını
Unutmak
ne mümkün
Ansızın
kalkıp gidişini yataktan ve durmadan meşgul bakışları
Horozların
ötüşünü, fabrika düdüklerini, hırsız polis koşturmasını
Yanlış
numaraları
Kör
vakitte ısrarla çalan kapı zilini, özür törenlerini
Yüzüne
su çarp ve uyan; söyle, bu kadar sık terlemesin pişmanlık
Bak,
sabahın en yorgun yerinde nasıl da rahat dolanıyor utanış
Terk
et bunca yıl herkesten habersiz yaşadığın evin adresini
Uyutarak
avut sürpriz buluşmaları ve aşkı
hesaptan düş
Seni
ikna etmek uğruna bildiğim bütün rezillikleri kullandım ben
Kabul
et
Kadınlar
sonradan önceye dönecek kadar acemi
Erkekler
kendilerine rüzgârdan yurt kuracak kadar kurnaz
MUKAVEMET
Mesafeleri
terbiye edecek inatla bakıyorsun yola
Uzakta
olanlar durup sana bakıyor, hayranlık ve korkuyla
Sende
zafere ve yenilgiye, sende ölüme ve dirime, sende kendine
Yeryüzü
son kez ısrarcı oluyor senden kuvvet alıp
Sırtını
sana yaslayıp devlete baş kaldırıyor öksüz dil
Ağıtların
tekrar yerinden aşağılara yuvarlanıyor cılız ses
Postun
ne edeceği listeye eksik yazılmış
Elindeki
kurbanın kıymetini bilmiyor cahil kasap
Ahali
cesur
Sorgusuz
sualsiz meydanlara yürüyor, bakışlar asi
En
önde sen
Elde
bağımsızlık haritası
Arkanda
tuhaf benzetmeler
Seyyar
piyade taburu ve mermi izi muhakkak
Halının
üstünde çamurlu adımlarla koşturuyor sünnetli çocuk
Berber
usturayla okşuyor müşterinin boynunu, seyircide merak yüksek
Bırak
hanemizi yurt bilsin kırgınlık, tarihe felaket olarak geçsin
hikâyemiz
Aldığın
yere götür bizden habersiz eve getirdiğin yıkımları
Hayır
işlerinden payımıza düşen insafı konu komşuya dağıt
Tarladan
topladığımız, gökte avladığımız, suda yakaladığımız
Seni
mutsuz eden ne varsa; eşyaları, huyları, inanç ve anlaşmayı
Yönünü
hiçliğe çevirip yüzüme bak, kör bıçakla çizdiğin özensiz
resme
Unutma
Bin
yıl sonra da insanı ayakta tutacak kadar diri olacak küfür ve söz
BEDESTEN
Kadın
kararlı
Önündeki
tüm barikatları memeleriyle deviriyor, mülk sahibi kurnaz
Gelen
mevsimden umudu kesmiş, sisin örttüğü toprakları çapalıyor
Birileri
alıp gündelik evlere götürüyor şehvetli bakışları
Orada
ırzımıza geçiyorlar, okşayarak ıslah ediyorlar kalçayı; dili
Ağzın
içini, dayanamayıp öpsek dudağı kömüre çevirecek omuzları
Derken
çekip gidiyor herkes suç mahallinden; terziler, demirci çırakları
Silah
satıcısı, kumaş pazarlayanlar, mücevheri işleyen incecik parmak
Yün
eğirenler, kilim dokuyanlar, türkü söyleyenler; mahalle ahlakı
Tabak
çanak, korku ve cesaret, söz ve başkaldırı; ortalık toz duman
Ne
duvarda fotoğraf ne akılda yeryüzünü avutacak bahane
Her
kapı ardında farklı süpürge, her avluda benzer çöp yığını
Bahçede
çiçek, bohçada çaput, suda yaralı aksimiz
Mazeretler
yanlışın en gerekli parçası
Hep
birlikte çelik halatlar sarıyoruz dünyanın aşüfte yanlarına
Birbirimize
dokunmanın ücretini yüksek tarifeden ödüyoruz
Zaman
açıkgöz
İlk
cemrenin avluya düşmesini bekliyor
Ahali,
çatal bıçakla hendek kazıyor kulenin etrafına
Gecenin
bir yarısı herkes birbirinin camını taşlıyor yok yere
Erkek
sabırsız, tekmeleyerek yıkıyor yoluna çıkan engelleri
Neyse
ki mutlu sonla bitiyor film
Yataktakilerin
elinde sigara, boşlukta duman
Herkes
memnun
Herkes
yeterince kârlı; ev sahibi ile kiracı, vazodaki çiçek
Hesap
pusulası, ödenecek faturalar, esnaf ve zanaatkâr
Kediler,
köpekler; elbet sahnede
sahipsiz bir masumiyet
GÜZERGÂH
İlkin
dudaklarımdan öp beni, ardından sapla bıçağı boşluğa
Az
biraz bekle, yere yığılsın coğrafya
Oturduğun
yerden kalk
Yaklaş
ve hayranlıkla kucakla
El
âlemden sakladığım kabahatim her ne ise
Dişle,
kopar;
dehşet fışkırsın damardan, sokaklar kan
Bu
kadar çok sevmesen
öldürmek için bunca uğraşmazdın
Daha
az istesen
daha
insaflı olurdun; biliyorum, yapmasan
Eksik
kalırdın, elin boş dönerdin eve; merdiven çıkarken tıkanırdın
At
yarışlarına yatırırdın maaşı; piyango biletine, kaybetme
ihtimaline
Kuşku
neredeyse o tarafa yürü şimdi, sözün asılacağı sehpaya
İki
dağ arasında kalan yerçekimsiz mesafeye, yurt tut uçurumu
Ağlamak
yok, gözün kuyusu hiç boşalmadı ki dolsun
Bırak
son nefesini yolda versin bunca yıllık sefalet
Ayak
ucumdan başla boyumu ölçmeye
Kal
olduğun yerde
Kazanan
kim olursa ona sarılırsın gün sonunda
ARBEDE
Henüz
ilk oku fırlattın
Yere
düşmedi ancak masumiyetin gölgesi
Evin
önünde toplananlar sıkıldıkça sahipsiz köpeği tekmeliyor
Bağırtı,
çağırtı, itiraz; ağza alınmayacak onca söz
İçlerinde
pek tanıdık bir ses, ilk bakışta bildik işaret
Hayatı
kullanma kılavuzunda yazanları umursayan yok
Ocakta
hiç sönmeyecek ateş
Kazanda
kaynayan su
Elde
ferman
Sehpaya
çıkan mahkûm pirüpak mintan giyinmiş
Elbet
senden başkası olamaz sevgilim
Pencerenin
dibinde küfürler savurup
Bildiği
dillerde beni rezilliğe davet eden
Belli
ki asla bitmeyecek
Dünyayla
aramızdaki çekişme,
gel sokul yanıma
Öyle
çok utanalım ki birbirimizden
Oldukları
yerde donakalsın şehrin gündelik ayıpları
VATAN
YAHUT KOMŞU
Askerliği
Trakya’da yaptım, hayli uzun bir dönem
Hiç
bitmeyecek bir on iki ay
Tersinden
saysan şafak üç yüz altmış beş gün, altı saat
Her
omuzda başka şerit
Solda
mecburi gidiş, sağda kısmetse dönüş
Hudut
tellerine pembe iç çamaşırı asılmış
Toprak
huysuz
Aradan
süzülen birkaç çıplak nehir, yaşlı başlı onca minare
Köprüler,
kesme kaldırım taşları, aynalı çarşı
Bahçeleri
ortak üç beş fukara bakış
Ahaliyi
kendi hâline bıraksan sabah akşam çıngar çıkacak
Dokuz
sekizlik çatışmalar kaplamış gecenin etrafını
Tiz
sesler edepsiz, tam ortasından bölüyor coğrafyayı
Dikkat,
mesai başlıyor
Silah
omuza, bacaklar esas duruş
Askerin
elinde hayli kızışmış tüfek
Bütün
çiçekler eninde sonunda günebakan
Büyük
harfli kahramanlar dolanıyor sokaklarda
Duvarın
ardında acemi bir tanrı, oyukta üzgün fahişe
Çocuk
gülüşü, ürkek gölge; bitmek bilmeyen zafer provası
Ne
desek boş; karşıdakini bize, bizi karşıdakine sürgün etmişler
Hangi
suya taş atsak başka komşunun ahı sıçrıyor üniformaya
İLK
GÜNAH
İlk
kuleyi kim inşa etti sınıra, bilsem söylerdim
Elde
tüfek kim dolaştı dağlarda böyle hoyrat ve kaygısız
Aldırma
Ortalıkta
başıboş dolanan iltifatlara
Bu
sefer de toprağa
ilk düşen biz olacağız
İçimizde
deli heves, yürekte tarifsiz umut
Öğren
Kimin
kollarıyla sarıp sarmalayacağız şu mazlum teni
Parmağı
uzatsam dokunacağım yurt; bak, ilk yalanı ne rahat söyledim
Durduk
yere öldü babalar, bu da böylece geçsin resmi kayıtlara
Kadınlar
kendi hayatlarını kırbaçladı gecenin ortasında
Ne
kötü, çocuklar bir daha çıkmadı mezarlıktan
Pişmanlığın
sonunu gören olmamış, bunu elbirliğiyle öğrendik belli ki
Bu
kadar ısrarla sormasaydın söylemezdim neyim eksik
Kalsaydın
fısıldardım peşine düştüğün bunca önemli sırrı
İlk
zırhı ben diktim
İlk
ok benim yayımdan çıkıp saplandı en uzağa
BAYRAM
HAZIRLIKLARI
Aşktan
başka hatırlanacak ne kaldı geride; dur,
mesai bitmedi henüz
Fabrika
düdükleri çalmadı; mavi önlüklüler, beyaz yakalılar ve patron
Kan
kırmızı entari giyenler, göğsünde maşallah yazan şımarık
oğlan
Üstüne
uyduruk gelinlik geçirmiş kız çocuğu yahut çıplak fotoğraf
Piste
fırlayıp göbek atmadı çengiler, bekleyiş
nasır tutmadı
Tezgâhta
kalan malları satma derdine düşmüş esnaf
Pazarda
bağırış çağırış, eksikler bir türlü bitmiyor
Batan
gemiden bir tek kendimizi kurtarabildik abla
Kasadaki
sahte banknotları çıkarıp ortalığa saçıyor veznedar
Dönüyor
sahnedeki zenne, sırtını ateş veriyor tecrübeli dansöz
Uluorta
altını ıslatıyor akıl eksiği kahveci, annelerin yüzünde nur
Gölgeler
ıssızlığa sığınmış, yazdığını tekrar yazıyor veresiye
kalemi
Bırak
herkes cüssesi kadar hatırlasın seni ve mağlubiyeti
Yüzünü
gören kimse yok, karşıya ilk geçen sen değilsin
Ayağa
kalksan bulduğun her cevap oracıkta sıkacak boynunu
Aşk
da kalmıyor nasılsa geride, ne ayrılık sancısı ne buluşma
sevinci
Karanlıkta
soluklanıyor mesafeler, kuleden aceleyle yuvarlanıyor beden
AYAK
İZLERİ
Yazın
artıklarını kavuruyor kadınlar, tenleri esmer
Bulgur,
tel şehriye, ay çekirdeği, susam; önümüz kış
Yağmur,
kar fırtınası; zemherinin sağı solu belli olmaz
Kuşlar
bulduğu her gökte uçmaya hazır
Sis
ve çamur, yaklaşan felaketlere dair bin türlü tahmin
Karıncanın
koynunda haziranı çağrıştıran titrek umut
Senin
vatanın neresiyse oraya kurmak istiyorum evimi
Gezindiğin
dağları atlasta arayıp bulmak
Dolaştığın
düzlüklere bedenimden parçalar gömmek
İlk
fırsatta teslim olmak elbet nisan rüzgârının uğultusuna
Sevgilim
Bunca
zaman boşuna mı övündük kabuk tutmayan yaralarla
Ayağa
kalk
El
âleme dağıt hakkımıza düşen kömür karası gözleri
Kötücül
anlamı, yeryüzüne duyulan hayranlığı
Durduğu
yerde yaşlanan şarabı
Bakışların
anlamını
Sefaleti
manzaraya paylaştır; unutuşu ve tahammülü, sil önceyi
Haksızlık
etme sessizliğe; uzan, okşayarak avut bekleyişin tenini
Gecenin
rengi sofradakilere yeter; bırak, puslu hava kurtlara kalsın
Sen
böyle dünyayı ayakta tutacak kadar şehvetli bakmaya devam et
Bahar
yüzünü gösterir göstermez ben yurdumu tarumar ederim senin
uğruna
TECRÜBELİ
BAKIŞ
Koş
gel
Konu
komşudan sakladığımız yerlerimizi gösterelim birbirimize
Sevişmeye
başlayalım, öpüp koklamaya giysinin örttüğü teni
Nasılsa
Biz
yanacağız ateşte,
indir sırtından yükü
Bizim
boynumuza asılacak bin yıllık ferman
Biz
sürüleceğiz kutsal topraklardan, yumruğu savur
Uzakta
yolumuzu gözleyen göç masalları, heybede bahane
Bak
Sonsuza
yürüyor duvardaki leke
Bakışlar
dünyanın bakımsız taraflarına dönmüş
Bizden
epey evvel başlamış yangın, bırak sürsün
İlk
adımı sen at, can
havliyle saldır hatıralara, ruh yaralı
Dudaklarımdan
sevmeye başla beni, ardından
Sebepsiz
yere bağır çağır adımı, akılda kalan kaç ayıbım varsa
Önüne
çıkan boşluğa yuvarlansın acemi şehvet,
çöz dildeki düğümü
Açılsın
paslı kilit
Bu
seferki kıyamet senin saklı coğrafyandan yayılsın yeryüzüne
İĞNE
OYASI AŞK
Erkekler
bakışlarıyla avutuyor kalabalıktaki şehvetli kelimeleri
Cenazenin
başında sedir ağacı, buhurdan, dem çeken güvercin
Güneşten
başka şahidi yok sözün; söyle, neler dönüyor ıssızlıkta
Öğren
İçimizde
bunca güzel kokan kim
Çatal
dilli yılan hangi pınarın gözesinden su içecek
Çıkar
yaraya sürülecek merhemi
ve utanma,
kabullen
Yırtık
giysiler kurtaracak bizi bir ihtimal o harlı alevden
Gül
dalına sor
Nedir
toprağa zamansız düşen yaprağın hikmeti
Kuyunun
dibinde bizden ne saklıyor Süleyman, karıncalar neden dişi
Hakikat
ile yalan her devirde kardeş; karanlık,
gökkuşağıyla
akraba
Onca
yıllık kanaviçe kasnağa mahkûm; öpülecek dudak kuru, diş
çürük
Bak,
orada
Kendi
içinde boğuluyor insan, derleyip toparla yükün her ne ise
Sonsuza
uçması gereken ebabil avluya düşüyor, aralanıyor sır
Züleyha'dan
başka kimse göremiyor Yusuf’un içine hapsolmuş tanrıyı
Hikâyeler
bırakıyoruz geride, boşluktan sarkan göz, başıboş niyet
Kadınlar
bedenleriyle
cevaplıyor ilkel dillerde sorulan tüm soruları
ESVAP
Belli
ki insan değil bu sefer kapını böyle ısrarla çalan
ZORLU
TATİL
Kasaya
yaklaşıp abartılı hesabı ödüyorum, seyircilerde alkış tufanı
Ekrandan
el sallıyor şehvetli hayat, açlık ve tokluk
Kira
dekontu, maaştan artakalan üç beş kuruş
Pahalı
gülüşler, bahis siteleri, hazır yemek listesi
Bahşişi
beğenmeyen garson pek ters bakıyor müşteriye
Tereddütsüz
imzalıyorum uzatılan antlaşmayı
Orada
beni bekliyor kadınlar, o parlak ışık altında
Hayaller,
sevinçler; kullanım süresi geçmiş hüzün
Piyangoda
ikramiye ihtimali, bul karayı al parayı
Adımın
içindeki korkak harfler, önce ile sonra
Halkların
sık bozulan parçaları, çalıntı mallar
Coğrafyanın
nadide tarafı, yeraltı zenginliği
Fırsat
buldukça sevişiyoruz seninle telefonda
El
ele tutuşmakta ısrar ediyor edepli kelimeler
Parmaklar
kasıkta ve tüyler ürküyor ıslaklıktan
Birden
telaşlanıyor faturalar, cüzdanda yetersiz bakiye
Ben
dudaklarından yanaşıyorum sana, senin ağzın nar tanesi
Aklıma
çığlıklar takılıyor öğle tatilinde, iş çıkışı durakta
Araç
beklerken sırf oyalanmak için bir adım sağa, diğeri sola
Oturacak
yer bulmuşsam metroda yahut istasyonun duldasında
İçki
içilen bütün tahta yükseltilerin önünde, son kadehten az evvel
Vakit
kalırsa bir daha dokunuyoruz birbirimizin mahrumiyet bölgelerine
Şimdi
göğsüme eğil ve boynumdan öp, hayalarımda karar kılsın dilin
Öyle
uzun uzun değil elbet; kaçak göçek, oldukça erken ve hep aceleci
Belli
ki yürüyüşüm kimsenin umurunda değil, el kol sallayışı yahut
bakışlar
Bu
aralar evden dışarı çıkasım yok, öylece geçip gidiyor günler
Kredi
kartıyla temizliyorum mahalle bakkalında
birikmiş kusurları
İHTİMALLER
MEZARLIĞI
Ömrü
kuşatan bu oyunları kimden öğrendin sen çocuk
Bir
olmazı olmalı yahut aksayan yanı
Bir
yanlışı elbet bütün o küçük hesapların
Bekleyişin
kavuşma anı yahut provası sevişmelerin
Vardır
muhakkak eldeki her günahın bir sevabı
Gittikçe
daha çok canımı sıkıyor ilikli gömlek yakası
Dirsekten
bileğe uzanan kesik ağrı
Düğmesi
kopuk ceket
Toparlan
gidelim, ardımızda epey korku
Dilin
altında yığınla saklı söz, o meşhur karmaşa
Dönüp
bak; kesik baş, eksik dil, boşa savrulmuş
küfür
Çocuk
Söyle,
ustan kimdi senin
Nasıl
böyle çabuk geçtin acemilik tezgâhından
Pusup
durma öyle köşede, dök hünerin neyse ortaya
Belli
mi olur
Belki
işe yarar bıçak tutma biçimin yahut kurduğun onca tuzak
MERASİM
Tanrının
çürümüş
ölüsünü koyacaklar az sonra tezgâha
Onun
yanına inançlı ticaret yollarını, kârlı mucizeleri
Yeni
hasat elma küfesini ve dalıyla gürleyen ağacı
Kurak
iklimleri, yağmur dilenen seyyahı, kervansarayları
Cemaat
yüklenip kaldıracak mevtayı musalla taşından
Sürgün
telkâri ustasını ve saf ipek kumaşı, yurt vergisini
İkiye
bölünmüş denizi, gökte saklı olanı, öldükten sonra dirileni
Seni
ve ağzından düşmeyen şarkıları, senin bakma biçimini
El
kol hareketini, yürüyüşünü, dudaktan sızan iniltileri
Bittikten
sonra başlayanı, eksikken tam olanı
Zayıfken
kazananı, kazandıkça kaybedeni
Durma
Dermanın
varsa kalk bak bıçağın İsmail'in boynunda açtığı yaraya
Aldırma
bunca fuzuli söze
Üşenme,
sokağa döl bırak giderayak
Senden
sonra da seninle övünsün pişmanlık
Biliyorsun,
ilkin etimiz kokacak
Ardından
dilin kemiği karışacak toprağa
Arkamızdan
hiç de iyi konuşmayacak bu soysuz âlem
ŞİFA
Ağrımazsa
nasıl iyileşecek bu yara
Omuzda
doğum lekesi, yüzde lanetlenmiş gülüş
Durmadan
zafere koşuyor atlar, durmadan en uzağa
Memleket
yangın yeri, dağlar başını alıp gitmekte kararlı
Ellerimizi
niçin bu kadar sıkı bağladık kim bilir kelimelere
Eksik
yaşanan ne varsa
Ne
varsa soğukta üstümüze örttüğümüz
Yaprak,
ağaç, dal, çalı çırpı; yırtık yahut yamalı
Biliyoruz
Yalnızlığın
gücü bir tek kendine yetiyor
Acımıyor
ve doğru yerden kaynamıyor kırık kemik
AFİŞ
Aynadaki
görüntüye ne çok benziyor yüzüm
Kalabalıklar
içine çağırıyor beni, cinayet haberleri
Zincir
ve tasma, çit ve çivi, sıkı örülmüş urgan
Evlerin
dış kapısına bağlanmış ucuz ahlak
Üst
raflarda müşteri bekleyen sabırsız kumaş
Göğsüne
yumruk yiyen kabadayı yere yığılıyor
Elini
onların yüzüne sür ve uykudakiler uyansın
İzin
ver ağır ateşte pişsin çamur, tuz ve toprak
Her
nefes alışında yer değiştirsin bulut, bırak
Şakaklardaki
tüyler aralıksız oynaşsın rüzgârda
Ters
ya da düz aynı tarafa açılıyor nasılsa sokağın kapısı
Ölümden
azadeyiz; acemiyiz, ürkeğiz, sinsiyiz
Toplantıda
gür sesle tekrarlıyoruz diploma notunu
Kayıt
memuruna parlak yerlerimizi gösteriyoruz
Medeniyet
oracıkta anlıyor neremiz kanıyor
Neremiz
çürük, kaburgada hangi kemik eksik
Kimden
yaratıldık, kime sattık bunca aciz ruhu
Ahali
geç de olsa duvara asılı fotoğraftan teşhis ediyor kendini
Ne
yapsak ne etsek kapanmıyor ecza dolabının kapağı
Alıp
bir başkasına götürüyor herkes içindeki yarayı
Hastalar
şifa bulmuş gibi dolaşıyor şehrin meydanlarında
Alfabedeki
sırayla üzülüyoruz geride
bıraktığımız sancılara
Hiç
kimselere benzemiyor yüzüm, sudaki yenilgiden başka
YENİDEN
DİRİLİŞ
Göğün
korkusu boşuna değil, kuş vurulup daldan düşecek
Sen
yine de sebepsiz bak gelip geçenin yüzüne
Eve
dönerken bir tek seni alkışlasın dövüşen taraflar
Senin
uğruna canını feda etsin av ile avcı, ağaca bağlı tazı
Onun
boşlukta yarışan narin bacakları ve şahlanan boynumuz
Yeri
göğü donduran kar yağıyor şehre, ateş yak
Çözülsün
toprak, iz kalmasın geride; ses yahut tohum
Akraba,
tanıdık, fotoğraf albümü, mektup; elbet küskünlük
Geçmişe
saklı ne varsa çek al hurdaların arasından
Kasımpatı,
iğne yapraklı ağaç, kozalak, ilk gülüş
Öylece
durup anlamaya çalış ortalıkta salınan kalabalığı
Tarif
et kim ne giymiş üstüne, kimin elinde ne renk bayrak var
Seninle
son bir kez övünsün şu zavallı ömür, kapıyı ört
Yola
çık, inananlara seni örnek göstersin yürüdüğün mesafe
Ne
bekliyordun takvim yapraklarında yazan özlü sözlerden
Kuş
havalandı ve onun kanatlarıyla uçtu gök, elinde ıssızlık
Hayranlık
duyduğun kim varsa senden evvel vardı uzağa
SETTÂR
VE MESİH
Tahtayı
bu kadar pürüzsüz işleme çocuk
Eninde
sonunda ellerini oraya çivileyecekler
Kime
hesap vereceğim, kimden özür dileyeceğim orada
Orada,
herkesin bir tek kendi gölgesini kırbaçladığı mağarada
İncecik
sicimleri birbirine dolayıp urgan yaptığımız dipsiz kuyuda
Beni
bağla, beni saçlarınla bağla uçurumdaki boşluğa
Sarkıt
kendinden aşağı, ahali keyifle seyretsin temaşayı
Her
fırsatta önüne çıkan fahişeden uzak tut sırrı
Kurtar
acemiliğin elinden yerde sürüklenen masumiyeti
Bırak
ayıplarını böyle telaşla örtmeyi
Bırak,
herkes kendini görsün kandan yansıyan surette
Tahtayı
kır çocuk, demiri körelt; yolunu babana çevir, sor
Beni
niçin terk ettin
UYKUSUZ
SORU
Evin
girişine ölüm kaygısını yapıştırmış kadınlar, avuçlarında
kına
Eşikte
kan, tatil günü özenle yıkanıp paklanıyor kapı numaraları
Ağzın
içi kir pas, surat hasta, takvimler yaralı ve ibadet sahte
Yeryüzünün
ilk alfabesiyle adımızı ekliyoruz yenilginin üstüne
Hakikat
nereye gömülmüş; bilen yok, güneşi kim saklıyor şehirden
Uyanıyoruz
apansız; başucumuzda saatli bomba, kâğıt, kalem
Okunmaktan
yıpranmış veda mektubu, bildik kâbuslar
Eziyet
ile tahammül
Bedenimiz
çıplak, binaların boyu kedileri ürkütüyor
Asansörde
aynayı yalıyor köpek, cevapsız sorular düşüyor akla
Tarlaya
şifa serpen ardıç nerede, gül ağacını kim erken budadı
Mahalle
aralarındaki evliya mezarlarını kim bilir nereye taşıdılar
Sen
bu ipek örtüyü ne vakit aldın sırtına, cenazede başın niye
eğik
Söyle
Nasıl
bilirdik kendimizi
VADE
Ölümle
aramıza barikat kuran kim varsa
Tanıdıklar,
hayta zaman, göğün rengi
Başıboş
yürüyüş yahut göz göze gelme çabası
Teni
başka tene kavuşturma hevesi, kusursuz gülüş
Bir
gece sabaha karşı çekip gitti doğduğumuz rahim
Tek
başına söylendi ezber şarkılar,
sırtta
tedirgin kaput
Saçlar
mı erken ağardı yoksa toprağın rengi mi daha esmer
Durur
mu öyle olduğu yerde
Dağlar
kayacaktı tabi ki ayakların altından
Serviliklere
doğru, gürültü patırtıyla; aşağıya
En
alta düşecekti kuşkucu ses ve adımızın ilk harfi
Sırasıdır,
sen de sök göğsünü kaplayan zırhı
Surata
taktığın maske
Parmağa
geçirdiğin yüzük
Ayağa
giydiğin, başa sardığın
Ne
varsa
Ne
kalmışsa dünyadan sana miras
Çıkar
at dili kaplamış nezaketi
Çıplak
kalana kadar sev beni
Annemden
çabuk iyileştir yarayı
ONLAR
ORADA
Bana
kadınlığın bereketini göster ve ahlakın yamalı bohçasını
Ağrı
ve bekleyişle ıslah et beynimi kemiren erkeksi şüpheyi
Dehşeti
terbiye et, senin gücün yeter bana ve olacak olana
Evdeki
kediye, sokaktan sonsuzluğa bağırıp çağıran köpeğe
Geceden
artan zamana ve bizden yana yürüyen karmaşaya
Haziranın
sonu ve sen hâlâ delice ürküyorsun suya girmekten
Balıklardan,
dalga sesinden; indiğimiz her derinlikte üşümekten
Denizin
içindekinden, lodosun savurduğu ne varsa
Çerçöp,
plastik çiçek, sahili kaplayan kokuşmuş döl artığı
Onlardan
Dalından
kopardığımız eriklerle gönendik halbuki daha bu sabah
Şehvetli
domatesler soyulup doğrandı, sebze suyu bahçeye serpildi
Karıncalar
gölgeye sığınmış, cır cır böcekleri mahmur, iskele yorgun
Gemiler
coğrafyanın en yumuşak yerine pamuk ipliğiyle bağlı
Bana
korkularını anlat, ardından içine al beni
Bizden
tarafa göz kırpan kaygılardan uzak tut bedeni
Açığa
çıkmış kökü ört ve sırrı sakla yaprak ile buluttan
Oradan
Bana
yeryüzünü ateşe veren dişi sözcükleri öğret
Talan
et sonrayı, seni hatırlatan ne varsa kaldır at evden
Sevişme
biçimlerini buruştur, yırt elindeki sahipsiz mektubu
Durma,
sadaktaki oku fırlat; göğsüme, dünyanın tam ortasına
YORGUN
BEDEN
İbadet
vakitlerinde sana daha çok inanıyorum
Kutsal
günlerde, peygamberin rahme düştüğü gecede
Güneş
erken battığında yahut hiç bitmeyecek karanlıkta
Ölülerin
kabuklarını soyuyorsun benim için
Rengi
atmış halıları fırçalıyorsun; oh, ne güzel
Şarkılar
evin dört köşesini kaplamış, giysiler ütülü
Kelimeler
lavanta kokuyor, yüzde hanımeli gölgesi
Tanrı
insanı hayatla imtihan ediyor, sende tuhaf gülümseme
Ben
kendimle uğraşıp durdum halbuki bütün gün
Kilitli
dolapları açmaya çalıştım, muslukları tamir ettim
Çorapları
kurala uygun çıkardım, gömlek askıda
Seyyar
satıcılar bağırıp çağırdı bina önünde
Kim
bilir kaç kere sildim kapı kollarını
Sen
yokken sahipsiz kalmaktan korktum en çok
Anladım
Yağmurlu
havalarda daha çok seviyorum seni ve şiiri
Sevgilim,
kendine dikkat et
Yeryüzünü
baştan çıkaracak kadar güzel bakıyorsun durduğum tarafa
GÜNDELİK
İŞLER
El
âlem birbirinden habersiz aynı renk giysiler giymiş
Birazdan
karşı lokantaya geçip birkaç bira içeriz
Dünün
son saatleri rakıydı; sert, beyaz peynir
Bu
sefer de kavun almayı unutmuş patron
Kalkarken
naneli likör ikram ederler boy fukarası kadehte
Bakarsın
bu
sefer daha iyi zar atarız rakamların üstüne
Etraf
tuhaf, akşam ezanını gözlüyor taşralı komşu
Oğlan
banka güvenlik görevlisi, esas kız tekstilde işçi
Trenin
geçip gitmesini bekliyor bulmacadaki çetrefil soru
Esnaf
bulduğu her fırsatta kahraman
Kediler
işsizlikten dövüşüyor büyük ihtimal
Market
sahibi bayat ekmekle doyuruyor ameleleri
Sen
ikide bir boşuna kışkırtıyorsun güvercinleri
Senin
dışında herkes misafir bu sokakta
Senden
başka herkesin çalışma vakitleri belli
Mesai
bitiminde döneceği adres, kucaklayacağı beden
Sperm
sayısı, rahim ağzı genişliği, dantelli beyaz gecelik
Yeter,
geride bırak artık telaşı
Ahlakı,
fedakârlıkları, masumiyeti
Evin
önünde katledilme korkusunu
Köşeyi
dönerken ışıklara bakıp heveslenme
Gün
batımında köpeklerden başka yas tutan yok
Ortalık
kömür dumanı, kaşlar seyrek, yıldızlar kayıp
Üstümüze
geçirdiğimiz ne varsa emanet, cepteki mektuplar esmer
TAHLİYE
KARARI
Herkes
senin yanında ararken ben kendime saklandım bütün gün
Daha
da yukarı tırmanmak istedi elimdeki benzin bidonu
Cepte
kibrit, torbada çul çaput, gökyüzü çıralı bulut
Tarih
şeridinde kışkırtıcı onca sebep
Durma,
bin yıldır beklenen o yangını sen başlat
Eşyaları
ilk sen fırlat sokağa, kafesin
kapısını sen arala
Herkesten
evvel sen yırt ağları,
çek
kilit taşını olduğu yerden
Yıkılsın
duvar, firar
etsin azılı haydut,
komşular sokağa dökülsün
Uykusu
kaçanlar sana sorsun saatin kaç olduğunu
Sen
her seferinde hatırlamaktan vazgeç doğduğum yüzyılı
Gizli
saklı neyi biliyorsan onu açık et meraktan kudurmuş kediye
Söyle
Kimi
sağ kurtarabiliriz evin içindeki çatışmalardan
Nasıl
engelleriz ahaliyi kıyamet günü marş söylemekten
Bak
Yaşadığımız
yüzyıl üstümüze kapatmış ihtimal penceresini
Kabul
et, seni sevdiğimi benden başka herkes biliyor
ZAVALLI
AŞK
Gösterişli
törenlerle söküp at rahminde benden kalan parçaları
Gölgemi
parçala ve
adını yanlış söyle, öyle gir sınırdan içeri
Mumlara
üfle; iyi ki doğdun unutuş, iyi ki doğdun, iyi ki
İyileşmek
için bunca uğraştın; başucunda gül, kokla kendini
Birbirimize
sevişmeyi öğretiyoruz, sevişirken acemiliklere gülmeyi
Boşalırken
tiz sesler çıkarmayı, tendeki çizikleri yaraya çevirmeyi
Yataktan
ansızın kalkıp gitmeyi ve dönüp yerde yatana küfretmeyi
Çocukluktan
kalma acıların üzerinde bu kadar şehvetle tepişme
Bu
kadar hoyrat kaşıma kesik yerleri, bırak kabuk bağlasın jilet
izi
Çıkar
kafanı delikten; bak, kim gidiyor ilk önde ve çatışmalarda
Hangi
marşı söylüyor kalabalık, jandarma neyin peşinde dolanıyor
Gel
unutalım birbirimizi ve gebe kaldığımız insanların gerçek
adlarını
Sokağa
tükür ne kalmışsa içinde bana dair, süpür gitsin evin önünü
TERS
RÜZGÂR
Kimse
yeterince beğenmiyor yaşadığı yeri, çekip gitmiyor da fakat
Akşamdan
kalmalığı avutmanın peşinde meyhane radyosu
Yeşillikleri
tuzla ovarsanız acınız biraz azalır
Kendini
temize çeker bir ihtimal yasadışı anason kokusu
Zamanıdır
rastlantı sofrasını kurmanın
Yanı
başımıza yırtık harfler, yaşlı sözcükler, sarhoş tahammül
Kadeh
kaldıralım güzel hatırladığımız ne varsa ona
Bir
türlü gönderecek adres bulamadığımız karanfillere
Unutalım
hesapta birikmiş aksiliği, günü gelince öderiz
Yan
bakmaları, kucaklama gayretini, kırgınlığı
Yolun
sapa tarafını, eksik hatıraları, çoğalmayıp azalanı
Ne
çok üzülüp ne çok mutlu oldu bizden öteye gidenler
Ne
çok ağrıdı sırtımıza geçirdiğimiz koyu renk ceket
Ne
çok çağrıldık farklı isimle aynı kavgaya
Bu
ülkeyi birlikte kurtardık düşman işgalinden
Birlikte
kurduk bu şehri, durmadan yükseldi binalar
Işıklar
yeterince yanıp söndü, taşları yerinden sökme vakti
Kabul
et
Korkutamıyoruz
artık birbirimizi ilk günlerdeki kadar
Mutlu
da değiliz fakat seviştiğimiz gecelerdeki gibi
MUHAREBE
HİLELERİ
Kasabalı
bir fahişenin uçsuz bucaksız topraklarını fethetmiştin ilk
seferinde
Karanlık
basar basmaz ucuz şarapla kutladın yeryüzünün o büyük zaferini
Başka
bir mağarada, farklı bir gölgenin üstünde tepinerek
Ağızda
gösterişli duman, duvarda iri yarı çentik izi
Tecrübeli
tarihçilere soracak olsak
Süvariler
mevziden fırlamaya doğuştan hazır
Piyadelerin
süngüsü olağanüstü çıplak, kılıçlar keskin
Kurmay
heyetinin aklında akşamdan kalma taarruz emri
Medeniyetin
atık suları dökülüyor güzergâha
Yol
üstünde bataklık; leş artığı, sivrisinek ordusu
Az
daha oyalansan boğulacaktın ahlak dersinde, bak
Onca
yıl geçti ancak hâlâ kanıyor bedendeki o ilk yara izi
Kadınlar
Gidip
dönebildiğin en uzak mesafe, kendinden sonra elbet
Çıldırmış,
kuşkucu, ıslak ve senin bir sözün olmalı
Şeytanın
bile aklına gelmeyecek o güzel bahaneye
Toparla
ölü askerleri ve uzaklaş meydandan
Unut
seni evine davet eden şu edepsiz ergen bakışı
Ezber
ettiğin duayı tekrarla gece boyu; söyle, herkes duysun
Afrika
çöllerinin tam ortasından vakitlice geçirdim ben azgın gemileri
Kışkırtmayın,
sığındığı son ülkede gönlünce uyusun şu yorgun savaşçı
ÖTEKİ
İHTİMAL
İçimizi
yiyip bitiriyor bu kıskanç heves, ay ışığı şirret
Bulutlar
aksi,
yolcunun
bavulunda ilk çağ tarihi
Ne
yapsak ne etsek değişmeyecek günün doğum vakti
Gel,
bu sefer başka tarafa bakalım
Jandarmanın
umursamadığı coğrafyalara kuralım rakı sofrasını
Utanma,
şehvetli
tanrıların ülkesine ser
yatağı; dilsiz sohbete
Uzun
dokunuşlara, bekledikçe azgınlaşan parmak izine
Sırayla
çıkalım dünyanın sırtına, sen hep en üstte kal
Herkesin
hayranlık duyduğu çiçekleri derle toparla bahçeden
Göğsünde
kışkırtıcı koku, dudakta buluşmaya hazır yol ayrımı
Boynunda
unutulmuş diş izi, fırsat bulsa parlayacak lavanta moru
Manzara
değişsin
Yüzümüz,
esvabımız, eldeki çizgi, kaşların yönü
Terk
etsin dünyayı gülüş; masumiyet, iyi olma ihtimali, bekleyiş
Çıkar
hançeri kınından ve umursamadan çiz dünyanın şeffaf yerlerini
Gece
uzun
Yaklaş,
dilimizdeki zehri sürelim birbirimizin tenine
SAVAŞ
SÖZLEŞMESİ
Yolunu
kaybettiğinde kim tuttu elinden, söylesen
Eksilir
misin, dudağın kurakken hangi çeşmeye dayadın ağzını
Mırıldan,
öğrenelim
Senin
ardından tekrarlayalım
Koynunda
sakladığın şarkının son satırını
Büyüdün
Edebini
örtüyle saklamayı öğren
Kabahatlerle
aynı yerde yaşamak belli ki meziyet
Yüzünde
bilindik mağlubiyet antlaşması, yanakta çukur
Sen
yine de uğraş, çıkar ters gömülmüş ölüyü mezardan
İşte
utanç, kusur yahut eksik onca dert
Bırak
diz çöküp ağlamayı sahibinin önünde
Birleştiği
yerden kopar kelimeleri, ne kalırsa geriye
Kabul
Kimse
yürümüyor arkanda, nehirler kuru
Herkesin
kendinden daha iriyarı hesabı var
İlerle
sen de, düşe kalka
Gideceğin
yer her nere ise
Bir
başına koş o büyük boşlukta, kalabalığa sırtını dön
Kendi
kurduğun köprüden geç karşıya, kendi ülkeni ara tenha dağlarda
Haritaya
işaretlenmiş en imkânsız mesafe insan ve sulh
Bırak
başlasın yangın, insafa gelip su dökme kimsenin eline
ADRES
DEFTERİ
Tanrının
dışında sevgili üzebiliyor insanı böyle derin
Böyle
hoyrat, böyle hesapsız; hırçın ve yılışık
Bir
tek sevgili el kaldırıyor kendinden yaratılmış çaresizliğe
Böyle
içli ve acımasız ve patavatsız, kadehte bayat alkol tortusu
Boşluğa
savursan zerre yere düşmeyecek keder kırıntıları
Göğe
iliştirsen yerinde durması imkânsız yürek yarası
Vazoya
kızıl bir gül koysan
Masadakiler
derlenip toparlanacak halbuki dağınıklıktan
Etinden
parça koparıp uzatsan yanında yürüyen her kim ise ona
Yeryüzü
farklı ışıyacak, çiçekler filizlenip gün daha erken ağaracak
Hemen
herkes karşısındakine uzatacak elmanın diğer yarısını
Farklı
dillerde dikilmiş giysi geçirecekler telaşlı bedene
İnanmasak
da seveceğiz yoksul halkların evliyalarını
Aldırma,
ört karanlığın üstünü
Kimse
görmesin gecenin boynundaki tırnak izini
Kabul
et, kimse kendinden fazla zulmedemiyor insana
ZAMANLAMA
HATASI
Senin
hemen ardından girmiş olmalıyım eve
Demlikteki
çay sıcak, camda buğu
Sofrada
taze ekmek
Azıcık
okşasak mevsimin başını akşamlar daha da gecikecek
Fahişelerin
gözlerinde derin uyku, köpeğin ağzında azgın kemik
Unutmanın
bir tür mükâfat olduğunu senden öğrenmiştim zaten
Ardından
Pır,
diye havalanıyor avludan korku sürüsü
Bahçede
kendi gölgesini beğenmeyen birkaç ağaç
Taşlıkta
bir vakit daha yankılanıyor fakat kanat vuruşları
Zamanla
kök çürüyor; dal kırık, gövde kuru
Yaprak,
herkesten habersiz uçuvermiş bildiği en uzağa
Ufuk
çizgisinde bekleyen güvercinin boyu kısa, bakışlar gri
Güç
yetmeyecek belli
ki gelen
güne
Uzanıp
bir çiçeği koklamaya benzemiyor kalan ömür
Ne
kötü şans
Sen
döndüğünde ben kapıyı çekip gitmişim
TANIDIK
MİSAFİR
Pencereden
eğil bak, kim çağırıyor adını
Kapıyı
yumruklayan kim bunca saygısız
Karşı
kaldırımda koyu karaltı, fısıltılar
Belli
ki birini bekliyor kalabalık, böyle sabırsız
Bahaneler
tükenince rakamlar kesmiş yolu
Benzer
oyuncaklarla oyalanıyor merhamet
Akla
estikçe aynı sözü tekrarlıyoruz,
yalnızız
Yaklaş
ve kopar saksıdaki solgun çiçeği
Koşar
adım anlat başından geçenleri
Söyle
Bunca
hasretle
gözlediğin kim
Hangi
mesafedir seni böyle elden ayaktan düşüren
Bulutlara
kazılmış tünelden tanrıya ilerliyor kafile, bak
Sonsuzluk
duruyor girişte, bizden yana gülümsüyor zaman
Sarnıçtaki
su çekilmiş, ahali iki büklüm, kuşlar göğe gömülü
Sevgilinin
gözünde parlak ışık, göğsünde meraklı takvim
Herkes
kendi hikâyesini süslüyor bir kenarda
Senin
dudakların gereksiz yere ıslak yahut ayakta meşin çarık
Bu
kadar korkup saklanma kelimelerin arkasına
Belli
ki insan değil bu sefer kapını böyle ısrarla çalan
İÇİNDEKİLER
KUMAŞ
KELİMELERİN
SURETİ 07
MEZURA
CİNNET
SAYIMI 11
KAYIP
GÜN 12
GICIRDAYAN
TABİAT 13
TENHA
VAKİT 14
AYRILIK
BİLANÇOSU 15
KALABALIK
GECE 16
SABAHIN
ALEVİ 17
AİLE
İÇİ KAVGA ALIŞTIRMALARI 18
TEREDDÜT 19
SİNİK
SAVAŞÇI 20
HIRSIZ
VE OĞUL 21
DİLSİZ
ÂŞIK 22
YARIM
ELMA 23
BAKİR
BAŞLANGIÇ 24
SAHİPSİZ
BEKLENTİ 25
BOŞLUĞUN
GÖLGESİ 26
GÖÇMEN
KAVİM 27
MAKAS
GECİKMİŞ
BULUŞMA 31
YAZ
GÜNDÖNÜMÜ 32
UZUN
BOYLU BEKLEYİŞ 33
PENCERE
ARKASI 34
BİLDİK
SALDIRI 35
FİRAR
PLANI 36
KÖR
ŞEHİR 37
YURTTAN
MANZARALAR 38
SİYASETNAME 39
SARHOŞ
GÜN 40
ZOR
MEVSİMİ 41
KIŞ 42
OYUN
HAMURU 43
HASAR
TESPİTİ 44
RAHİM 45
İĞNE
ÇIPLAK
FİNCANDA ÇIKAN KISMET 49
USTA
İŞİ UNUTUŞ 50
YERKÜRE
51
SABAHÇI
KAHVESİ 52
EHLİKEYİF
53
BORÇLU
SEYYAH 54
BİR
GÜNÜN SONUNDA
ŞÜPHE 55
ARALIKSIZ
ÇARŞAMBA
56
SEYİR
TERASI 57
RANDEVU
SAATİ 58
SOLUK
GÜN RENGİ 59
ÇENTİK
İZLERİ 60
SİHİRLİ
KOSTÜM 61
HÜNER
62
CAHİL
HAZ 63
KIŞ
HATIRASI 64
ZORLU
VAKİTLER MÜSABAKASI 65
KIRMIZI
VAKİT 66
ŞAHSİ
BİLGİ 67
İPLİK
VARLIK
YOKLUK KAPIŞMASI 71
KIZGIN
TARAF 72
SİCİL
BELGESİ 73
MUKAVEMET 74
BEDESTEN
75
GÜZERGÂH
76
ARBEDE
77
VATAN
YAHUT KOMŞU 78
İLK
GÜNAH 79
BAYRAM
HAZIRLIKLARI 80
AYAK
İZLERİ 81
TECRÜBELİ
BAKIŞ 82
İĞNE
OYASI AŞK 83
ESVAP
ZORLU
TATİL 087
İHTİMALLER
MEZARLIĞI 088
MERASİM 089
ŞİFA
090
AFİŞ 091
YENİDEN
DİRİLİŞ 092
SETTÂR
VE MESİH 093
UYKUSUZ
SORU 094
VADE
095
ONLAR
ORADA 096
YORGUN
BEDEN 097
GÜNDELİK
İŞLER 098
TAHLİYE
KARARI 099
ZAVALLI
AŞK 100
TERS
RÜZGÂR 101
MUHAREBE
HİLELERİ 102
ÖTEKİ
İHTİMAL 103
SAVAŞ
SÖZLEŞMESİ 104
ADRES
DEFTERİ 105
ZAMANLAMA
HATASI 106
TANIDIK
MİSAFİR 107
SEDAT
ŞANVER (ÖĞE)
07.12.1963,
Urfa…
Yayınlanmış
Şiir Kitapları
Dilin
İsyanı
(1985)
Aşiret
ve Otomobil
(1990)
Haremdeki
Kadınlar
(1994)
Gezgin
ve Katil
(2004)
Kendine
Akan Su
(2009)
Devletin
Piç Yatakhanesi
(2011)
Cümle
Kapısı
(2014)
İskelet
Anahtarı
(2016)
Muhacir
Kelimeler Haritası
(2016)
Kelimeler,
Kibir ve Telaş
(Toplu
Şiirler, 2017)
Kâbusnâme
(2018)
Terzi
Sökükleri
(2020)