Thursday, November 28, 2024

CUMHURİYET PASAJI

 




Cumhuriyetin yüz yılına








Meydana dikilmiş şu yontu

Senin kıblen değil; anla, ne mermi çekirdeği

Ne bıçağın keskin tarafı, ne demir yığını ne taş kule

Bu kahramanlar senin katilin hep, bu hayat sana eziyet

Bizi kendine inandır sen, kendine tapın şu ahir zamanda






DİYARBEKİR BEDEN DİBİ


Ayıptır söylemesi komşunun hafif tertip yumuşak evladı

Çift porsiyon kebabı kimseden habersiz giydirmiş gövdeye

Sur dibi kırk düğme yelek, omuza tünemiş kilise artığı ceket


Diri memeler sıkıyönetim süresince puşt ahaliye emanet


Derin bakışlı adamlar, taş küçeler, adaklık kuzu

Sahan kelle paça; bol sarımsak, bol soğan

Toz kenevir, dağlar eşkıya tohumu

Şehir maşerî sevda


Polis köpeklerinin kod adları efsaneleri yağmalıyor

Atan Hektor, yakalayan Hermes; ciğer yanık tenli ses


Merkez bir iki, merkez bir iki; yaralı gönüller taşıyoruz cepheye


Kafiyeli çığlıklar, boşa edilmiş yemin, kan anonsu

Radyoda asri şarkı, ulu önderin tiz kükreyişi

Narkotikten maaşlı elemanda tuz telaşı


İri dudaklar çıkıyor sahneye ilk, pürüzsüz bacak

Çoluk çocuk ekmek parası için birbirine kıyıyor

Ayakkabı sandığı tehlikeli ritim


Tak tak da tak tak; çat, pat, şırak: Dalgalan sen de ey şanlı bayrak


Boyayalım parlatalım abiler, ablalar; coğrafyanın altını kaynatalım

Sevişme acemisi toprakta yaşıyoruz, şu yakışıklı ölü bizim

Ayak altında çiğnenen gül, acının yarıştığı gülşen

Her sefer baş aşağı yuvarlandığımız yokuş

Kapısını geç çaldığımız ülke


Babamızdan korkmasaydık devleti daha az severdik elbet ilk mektepte



KARAKÖY DİK YOKUŞ


Onları yürüdükleri yoldan çevir ve de ki onlara


Kelimelerden büyük günahlarınız var


Uykular derin, bahçe inilti

Körpe bedeni şehvetle okşuyor parmak

Sevaplar uyduruk, gülüş sahte, bakış felaket

Arzuları vitrine çıkarmış patron, şu dudağı öpmemek

Yanaktan uzak durmak hem ne büyük kabahat

Kasıkta meydan muharebesi

Yüz göze borç


Yok sahip; kalçadan pay almamak, ne mümkün bu

Ucuz pezevenklere göre patroniçe her dem haklı

Her müşteri bir eski sevişmeyi tamamlıyor

Ha babam gel git

Gönül bu

Küs


Rüzgâr senin dalını kırıyor ilk, yağmur senin testinle taşınacak

Manzara bölük pörçük ve telaş; kavga, gürültü, keşmekeş

Bu bulanık, bu perişan, bu cehennem


Belli ki senin topraklarına kuruluyor yine birilerinin devleti












ŞARK ISLAHAT PLANI


Alnında akıtma, yılkı soydan emanet

Rüyalar sürgün ve süreğen

Bıçkın


Her rüzgârla baş edebilirsin sen, yeter ki iste

Değil mi ki şu yassı toynak, öte için kanat

Yahut yeleler, uç uç perisi


Karşında apaçık oynaşan teslimiyet

Kömür karası surat yahut çul çaput korkuluk

Az cesaret, senin parıltın böyle sonsuz ve çıplak

Sırtta bir dağın heybeti, bu yangın yeri sana yurt

Sana yol, sana yoldaş, sana senden yakın

Aradığın


Şuracıkta

Uzak dediğin nedir ki zaten başlangıçtaki hevesten başka

Sana ne devlet hükmünden, bırak terkinde demlensin bahaneler

Koşmalar sığmıyor düzlüğe, sığmayacak elbet bir efsane bir cisme


Zorla

Açılsın gecenin kapısı ve sök

Göğün çivisi, çiğne geç karanlığı

Ötede gözleyen seni, o erişkin kavim

Yırtık harita, ezber dil, köhnemiş söz işte

Ağızda ahalinin duymaktan ürktüğü hakikat


Ey tay

Kimdir evvele küfredip duran bu kof kalabalık

Senden gayrı kim tarif edebilir böyle eksiksiz olacak olanı

Eldeki kırbaçtan kuvvet alıp İbrahim'e hesap soran şu yezit


De ki kim



DERSİM


İşlediğimiz günahlardan arınmak için açılıyor tüm bu şose yollar

Toprağa sırt üstü uzanıp kedere teslim olmamız bu

Bu durup durup iç çekmeler, upuzun bekleyiş

Surat tanıdık yumruk


Olur mu öyle şey canım

Hepimiz bu ülkenin vatandaşıyız


Zaferden sonra silah arkadaşı düşman


Şu saat

Güz sonrası ve serin, potinler esmer

İnşaat malzemesi yüklü bindiğin kamyon

Her seferinde farklı rakamı seviyor başefendi

Nazik yerlerini okşuyor alfabenin ve kadınların

Kalabalıktan kimsesize, oradan varlığa

Akıyor insan soyu, kadeh puslu su

Kendi yoluna gidiyor her yenilgi

Harita değişmez yara


Kimin umuru buğday pazarındaki baba ile oğul


Başladın işte yürümeye

Bitmeyecek mesafenin ilk adımı işte

İnsanlar boş yere koşturuyor tanrıların ardı sıra


Sokak asfalt

Kaldırımda yokluk hâli ve ahali ters

Yaşanan en koyu gece bu cumhuriyet

Hayat denen bu meret resmi bir yalandan başka ne ki zaten






MEDENİYET ALIŞTIRMALARI


Yeşermek için yurt arıyor avuçtaki çubuk ve bereketli kadınlar

Vakitsiz döllenmiş onlar ve gebe üstelik sonsuz ve kara

Biten her kadehi boşluğa fırlatan


Sensin o

Yaprak, toprak, ayrılık

Seslenen bize antik çağ, seslenen parlak

Savaş ilanı ve onların mızrakları; kılıç, kalkan, ok


Başlamış işte gün

Kapıda tanıdık biri, hazır ol

İlk seni götürecekler, bu yan tuzak

Bitip tükenmez kavga taş ile kuş arasında

Çelik çomak oynuyoruz biz senle sevişme sonrası

Huduttan seke seke geçiyor kaçaklar, nefes nefes öyle


De ki şu yatak, şu baş, şu ateş

Sebepsiz teslim olabilirim ben sana

Senle bir ömür uzanıp öfke ve serinliğe


Akılda edepsiz ihtimal

Meme ucu süt, dil dünya, söz mucize

Heybede çay ve tütün; hatırla, davudi şarkılar


Terli bahçeler

İsmin içi herkesin bildiği itiraz

Ağızda gül, ateş topu, ağızda dua

Küfür niyetine başkaldırmış kelimeler ağızda








EN UZUN ADIM


Tanrıdan boşanıp hükümetle nikâh kıymış ahali, surat ürkek


Renk gösteriş

Ne çok benziyordun bir vakit sen de ora

Onlar, ora duran kalabalık; aç, bencil, kurnaz


Dil yalan

Çatışma saati ile küs çiçeği

Çarşı bin yıllık kavga hep geç kalmış beyaz

Öyle fırlamış sokağa, mahcup ve çıplak

Avuç kesik hem öyle uçtan uca

Hem sebepsiz


Kendinden emin üstelik

Öyle bir el, bir baş hem buz kesmiş

Senin kolların bu bağlı, kaskatı, cırnak

Rengine göre ayır dağları, suyun üstü ört


Ne gördün unut

Baştan yüksek hiçlik korkusu, gül serp yola

Avluda secdeye durmuş ümmet artığı, padişah salası

Hatırlayan kaldı mı sor, hangi kavmi sürdüler ilk buradan


Kim göçüp gitti ilk

Sen değilsen kimin nefesi bu böyle şarap

Kimin elleri hem boğazlamaya hazır kardeşi










DİL-TARİH KURUMU


Bize şarkılar gerek

Marşlar, yerel halk ezgileri, folklorik ölümler

Yeryüzünü değiştirecek üç beş sözcük, ağır şehvet

Peşinden koşturacağımız saklı anlam, ahlak ve erdem

Madalya töreni için uygun adım, ölümü yenmek için kumandan


Bize bir dil, bir vatan, bir devlet, bir tengri; başka bir aşk gerek bize


Bekareti sağlam yükseltiler, ulaşması imkânsız uzak, bize uçurum

Bize başka insan; sevgili, dost, yoldaş, gücü güce denk kardeş

Erkekler için kuytuya serilmiş yatak, kadınlar için ıslak bakış

Dinleyeni ağlatan duygusal konuşma, esas duruş

Merasim taburu, âdet görmeye başlamış bakire

Tüyü bitmemiş yetim hakkı


Edep ve terbiye, parti ve lider


Bağıra çağıra şiir yırtan çocuklar, alkışı kızaran öğretmen

İpte sallanan şeyh için gözyaşı, milli şef için çelik ray

Ulu önder için Ermeni bağı, kasabalara imar


Bize asri buluşmalar, çok sesli ezgiler, kız kıza dans

Nikâh akdi ve bir türlü bitmeyen esmer çatışma

Ölümle sükûnet, toprağı besleyen şüheda

Boşluğa bakan alkol artığı göz

İnatçı kirpik, sivri kaş


Bize müstakil cehennemler, tek kişilik cennet bahçesi

Ant olsun, kelimelerden utanmayacağız lisan

Yeni hayat bize






SERBEST CUMHURİYET FIRKASI


Köylülerle yapılan devrim arızalı oluyor


Olsun

Sen gel ortalığa saçılmış sıkıntıyı topla


İşte

Şarapnel parçası

Karmaşa saplı gülün tenha yanına

Duvara çakılı kitap ahaliyi evvele savurmuş


Yine böyle er vakit

Yine çarçabuk ve böyle bir başa

İstesen çıkıp gelebilirsin üstelik gittiğin yerden

Herkesin kurtulmak için çırpındığı şu tuzak

Uslanmaz ve şımarık, haylaz

Tecimevleri


Kadınlar

Kendini beğenmiş, sorgusuz sualsiz

Gecenin düdüğünü öttürüyor çarşı bekçisi

Tekrar ve hiç durmadan, soluk soluk üstelik

Dağla düz arası apaçık çatışma hattı

Sakalı upuzun isyan provası

Gelin alayı, telli duvaklı

Uyandığın sabah


Boyna asılı muska

Her köşesi üçgen şu ıssızlık

Yaban ağaçların şehre dikilmesi yasak

Medeniyet dışı kalmış halklar yanlış partiye oy veriyor






DAĞINIK MÜLK


Jandarma dayağından usanan çocuklar dağa çevirmiş yüzü

Geceden artan renkleri beyaza boyuyor oysa kadın

Gölgeleri istifliyor, surat tekinsiz gülüş

Bir şeyler ters gitmiş belli ki


Bir şeyler iyi

Kekik mevsimi olmalı öyleyse bu yahut baharın ürkek sesi


Bizi çağıran ora, günler asi

İşaretli yerinden çatlamış coğrafya

Şehvetle soğuruyoruz korkunun dudağını

Ayak ucunda ilerliyoruz bir ülkeden diğerine


Senin adımlar üstelik bir uzun, bir kısa

Ayıplar koyu yakışıklı, şarkılar ne sıla ne gurbet

Yaşadığımız hayatta var bir eksik ve öpüşler edepsiz

Aklın alacağından daha büyük sancı dalgalanıyor o uzakta

Analar her seferinde başka dilde çağlıyor oğullar yola giderken


















UMUMİ MÜFETTİŞLİK


Kimseyi sevmesen de böyle çarçabuk yoldan çıkardın sen

Savrulurdun yine böyle benzer gün, benzer sabah

Ruh tembel, adım dingin, ten uysal

Korkular üstelik


Aynı

Kalk ve göç, kül kaplı bahçe

Ötede kendi hâlinde kedi, çare yok

Şehrin eteği yangın, sende kucak hırıltı

Yanlış pencereden bakıyorsun belki de tanrıya

Ayrılığa ve kadınlara, bayram yeri sokak

Yaz sıcak ve kurak


Dağlar kısa boylu eşkıya

Kabul, evvel başladın yürümeye

Evvel varacaksın menzile, geciksen ne olacak


Hayat bu

Aldanmak için eldeki tek fırsat

















TENHA ÖMÜR


Okulda mecburi kelimelerle anlatılıyor pastoral hikâyeler

Aslan haklı, ceylan sarsak, sende gülüş yara bere

Çarçabuk üst sınıfa geçmiş yaşadığımız mahalle

Duvar sabırsız harf


Alfabede bizi bekliyor o koca göbek hiç


Kızlarda saç sıfır, oğlan parasız yatılı

Mevsim fukara ve akıp gidiyor gün

Önceki vakte hep


De ki sondan başa, üçten ikiye


İkiden bire

Süpürge tohumunun karnesi dolu zafer

Serpilip gelişmiş ilk mektepten terk beden

Tanıdık biriyle evlenecek şu gül bahçesi yüz

Çocuk yapacak, çamaşır yıkayacak, yol gözleyecek

Ölmek için kocayı bekleyip tarihe gömülecek öyle çırıl


Çıplak

Ruh donuk, surat kıble, emir kesin

Köylüler arka kapıdan girip çıkacak şehre













KARKAS MİNARE


Bildiği bütün cumartesilerin içine dalıyor cemaat

Kurtulup sevaptan, ardı Kûfeli ticaret erbabı

Eller kenet


Her adım hicret, her adım zafer, her adım taş


Her taş şeytan

Ateşten hayaları avuçluyor mülki idare amiri

Memeleri dişliyor; bebelerin yüzü kül, savrulan bu

İlk biz, alev topundan dünyalı cehenneme

İlk biz, içinde senin yüzdüğün su

Avcının attığı pusu


Şu temmuz sıcağı

Kimin nesi âşığa mezhep soran alıcı kuş


-Sen bizdensin, geç


Yanlış gökte çırpınan derviş ali


-Sen karşı taraftansın, kal


Sıra bekleyen sessiz

Bir başa, yaban, yürürken aksak

Habersiz çekip gitmiş işte herkes











MEŞRU MÜDAFAA


Acemi ocakta boy vermiş bir tuhaf soru, tehlikeli ve sabi sübyan


Koşar adım cennete gitmek tezkerenin ucunu yakar mı


Kumandan kurnaz

Minbere yaslamış dirseği

Saltanatı yıkıp hilafeti geçirecek sırta


Vardır elbet cancağızım herkesin böyle tanıdığı


Çokbilir ve doğuştan yara, eniştenin asker arkadaşı

Çarşıda küçük esnaf, bıçkın delikanlı mahallede

Sokak arası gölge, kediler aşüfte

Kelimeler uysal


Kurbanın adı bildik

Sana kalsa yırtıp fırlatacaksın suretteki sakalı

Radyo kahramanlık marşı, şehir yokluk hâli

Kurtlar kuzu postuyla yürüyor ev ortası

Kimse dönmüyor gittiği yerden

Her nereyse orası


Sesi şen şakrak













ÜLKÜ


Yüzünün serinliğini bozuyor senin böyle konuşman

Sitem dolu böyle hep ve teni hırpalayan bakış

Sağlı sollu savrulan yumruk


Hem nasıl mevsim bu, unutmak mecbur


Öyleyse baştan başlıyoruz, bu koşu

Ne sen ne öteki, bu patırtı

Ne bahane ne itiraz

Bu bekleyiş


Tıpır tıpır yağan yağmur


Hane halkı tedirgin, surat okkalı tokat


Çat, pat, şırak


Söz bitmeden başlamış kavga

Sırt tekme, karakollar ağır sabıka kaydı

Sana kalsa saatleri kurup mümkünsüz ihtimale

Yahut bunca geç kalmış buluşmaya, dudak mor

Şişe çatlak, bittikçe dolacak kadeh

Jandarma attığını vuracak


Üstelik herkes için ertesi bir vakit, sen hariç

Soyunsa hep birlik alkışlanacak memeler

Bu sefer sırt ardıç


El yaprak

Kimse uzak değil zafere

Hikâyedeki kız kurusu mutsuz bir tek

Yüzü son kez görebilse deniz gözlü tanrının

Öyle çakmak çakmak, oracıkta iyileşecek yara

Hatırlasa doğduğu günkü adla seslenecek herkes kendine


İZMİR SUİKASTI


Sen çıkıp sokakları arşınlıyorsun, de ki herkesin adımı ters

Kalk öte taraf geç; yoka komşu, başka sese sığdır dili

El urgan, çekiç ve çivi; kara bir surat, kara kavruk


Gel şarkılar dinleyelim biz senle


Seferden dönüyor kumandan, derken bir daha

Görkemli ordular, koşturan temaşa alayı

Rahlede kusurlu harf, öyle durgun

Hem sakat, boynu bükük hem


Biri gerek bize


Bir yoldaş

Bir kardeş, bir kahraman biri

O eğreti duruş çarşı girişi yahut imkânsız ihtimal

Bir çelik namlu, bir el bombası, bir niyet

Patlama sesi bir


Bir iblis

Bütün kışlar üstüne dökülmüş

Mahkeme reisi ve onun koşturan nefesi

Durup dinlenmeden çalıyor kalk borusu, bir daha

Ardından bir daha; bir uzun, bir pişman

Bir geçmiş, bir sonraki gün


Çık git bu vakitten


Dermanı olan kim varsa cinayet mahallinde

Çocuklar kalabalık, anneler misafir

Baba tereddüt


Apaçık orta yer herkes



SU MAHKUMU


Senden sonraki kahramanı kim olacak bu yerin

Hem daha gitmeden, boyna sarılan öyle sıkı

Yaşamaktan vazgeçip hem son kez


Sor soruştur muhaciri kim yahut mülk sahibi şu ömrün

Piyadesi, soytarısı, delisi; gece ile gündüzü

Göster görelim


Kimin elini tutup dolaşacağız sokakta


Yoksa sen misin o bir yiğit

Hayır; korkak ve daltaban, hep kaçan ama ilk bağıran

Şu dar vakit, çelikten parlak; şu upuzun inilti, bakırdan alev

Öğren, nere pusmuş cesaret; o gücü kendine yeten, evveli yitik o


Herkes şahit, taşa çaldığın söz paramparça


Asker kaçakları gölge ve üzüm çürüğü kokuyor gece

Attığın adım çelimsiz, şüphe ve ürkek

Hatırla, sabaha sağ çıkan kim


Dur, insan kendine eziyet

Diyen yok nere ödenecek eksikle fazlanın hesabı

Gücümüz yetse bittiği yerden başlayacağız biz senle sevişmeye












GEÇMİŞ GÜN


Yeterince dua edersek

Mesela üç aylar, sabah er vakit

Art arda; durup bir an, de ki kim bilecek


-Baba nerede


Evden çıkmadan evvel


Baş omuz

İki kol, iki bacak

Kaş göz yerinde muhakkak


-Çocuk varır mı eve


Analar soruyor bunu, yüzü dönüp kıbleye

Hüseyin'in Kerbela'da toprağa düştüğü gün

Sesi dağa ve çaresizliğe, dudakta evliya adı

Sevdiğin kelimeler oysa senin yenilgiyle akran


-Kimse gelmeyecek geri


Tanıdığın kadınlar

Kavga ettiğin, seviştiğin hep yaz sıcağı

Gülüştüğün, el öptüğün, hâl hatır sorduğun


Dönüp bir daha


Ardından bir daha, kandil gecesi upuzun

Öylesine bakıyorlar oğulların gittiği taraf







ESMER ÖNLÜK


Renkler çekip gitmekle korkutuyor karanlığı, ne kötü

Kendinden olan yahut bir kararsız yangın hep

Sen de öyle yap, düşmandan bak yüze

Ne varsa sana dair


Geceyle sev kendini


Gecenin laneti

Gecenin kudreti, gecenin şehveti

Bu dediklerin kimin sözü hem bilen yok

Neyin kehaneti, neyin muştusu, neyin şifresi

Sokak yahut fabrika, yalınayak koştuğun coğrafya

Azla çok, eksikle fazla... Yetmez; kurtla kuzu, sen ve devlet


Başmuallim arka sıradaki suratları tokatlıyor


Durup dinlenmeden

Köy kokularını tekmeliyor

Teneffüs vakti ve herkes kendine kırbaç

Şak diye şaklıyor ve şırak, ardından tekrar


Şak

Kalbin derinine saklı aşk

Kan geliyor buzağıların ağzından


Herkesi ayrı yere koysak halbuki sen dâhil

Her şüphe başka yan, gece karası ileri

Apaçık ışıldayacak sabahın teni


Sabretsek

Gün artığı çiçekler yeşerecek ev içeri





ÇOK ŞAPKALI ASAYİŞ


Herkes geç kalmış bir yere; sen mesela, ne vakit büyüdün

Hatırlayan yok kimin nesi şu; şu dudak, şu öpüş, şu ıslak

Akışkan ve sıcak; diyelim el, dokunmayı bekleyen o

Her buluşma öncekinden evvel, her koşu soluk

Küfürbaz ve sebep


Ne sofra misafir

Ne yüz aşk, oğullar baba yürüyüşü hep

Mümkün olsa herkes kendini dölleyecek

Erkek erkeği, kuş kuşu; kim var öyle deli yiğit

İlk çağdan yaşanan güne, apaçık ora av ile avcı

Ne hoş, göz göze; kalabalığın örtündüğü o saat


İstediğin kadar gidebilirsin uzağa

Öteye, sözün mümkün kıldığı o en eski yüzyıl

Evde, odada, yatakta; durma, sevişmenin tam ortası o fahişe

Yerle gök, azla çok, senle ben, benle herkes, herkes ve kavga

Her bıçak sahibi kadar keskin, akılda kokuşmuş bahane

Durma, jiletle deş alfabeye sığmayan harflerin karnını

İntiharlar acil servisin eksik parçası, köprüyü yık

Gemiyi yak, şehir paramparça ve o ses


Güm! Yere yığılmış serzeniş


Rize’de halk serpuş takıyor çükünün başına

Çöpte eşiniyor köpek, silah vesikası yasal

Şehvetli devletler kurulmuş iç organlara

Soy ağacına asalet sürüyor asker

Piçhane ranzaları dar

Ergen çubuk cilalı

Kalça dolgun

Emir kesin

Başöğretmen zincirin zayıf halkasını düzüyor uluorta

Ağzın içinde dolanan sözden gayrı suçu yok halkların


ASRİ MEKTEP


Hakikati tanımasak daha kolay olacak öyle

Kıyı kentlerde dolanmak başıboş

Dünya yıkılsa umur değil


Haziranın orta yeri Nazilere teslim olmuş Paris


Böyle yazıyor gazeteler

Başmuallim kürsüde, tedrisat sürüyor

Sense ezbere geçiyorsun kıl köprüden


Hendese mesele

Coğrafya, cebir, örfi idare, iktisat kongresi

Ekonomik kriz ve şefin emri, bir önceki cinayet hep

Hükümetten yana dönmüş göz; savaş tıkırtıları, seferberlik

Gırtlaktan ses çıkarmak yasak, davranış notu noksan

Ağızdan fırlayan inilti, bayrak merasimi ve inkâr

Özel harp dairesi, ölümsüzlüğe adanmış mülk

Felaketin sebebi kaba sığmayan halk


Unut

Ne gördüysen gördün, bakış yaklaşan kıyamete rehin

Not defterine yazılmış yapılacak iş, kraliçe führeri yenecek














ASKER KAÇAĞI


Bize kim olduğumuzu hatırlatıyor yalınayak yürüyen bulutlar ve Allah

Uzayıp giden duvar önleri, şu fukaralık yahut doğurgan kapı

Okşadıkça büyüyen, büyüdükçe güzelleşen manzara

Sense kendiyle kavgalı, kendine düşman


Kendine sebep

Sofrayı kurup şarabı dolduran, ardından küfreden hem ne çok

Dayanamayıp diyen uzağın ne olduğu, her sözü lanet

Sonsuz efendimiz ve nemrut, tende leke hem


Yüksekten başlıyor nehrin akışı


Yerden göğe

Döne döne, aynı yöne hep

Durup bakan yok tarifsiz boşluğa, toprak rahim

Tohum döl, dağın heybeti devrilmiş yola, adımlar koş


Mağlup ordular, dünyalı ışıklar, yenilgiler

Gizli saklı geçiyor oradan, pişmanlık ve sır

Kasabalar, hudut boyları, yağmur ve çamur


Bitirelim şu kan davasını, yeryüzü sulha hazır


Sayısız gölge

Silinip gitmiş ne var tene yapışık

Ne var devletten ve babadan emanet

Postallar, iç gömlek, çelik miğfer, kuru tayın


Boş yere itiraz

Sonradan tarafa göçmüş rüzgâr

Güzel zamanları hatırla sen yine de, de ki bilelim

Sahibinden gayrı kim girebilir mülkten içeri, böyle vakitsiz


Böyle üryan


ÖTEKİ


Ne çok çalışkan şu çarşılar, nasıl dolu coşku

Şu arabalar, trenler, adamlar

Şu şehir


Ne çok kalabalık, sonsuz çağıltı ve saydam

Ayak damar, ev gürültü, şarkı kimsesiz

Dedim, en çok yakınken başkasına

İnsanlar, mağaza önleri

Dikey aynalar


Ruhumuzdan yüksek


Binalar

Kim olduğumuzu diyor bize, asfalttan gelen inilti

Bekleyip tıkırtı, yürüyüp ürkek; hep geç vakit

Üstelik dış kapı bu çalınan


Pat, pat, pat; süngü tak


Tüfek çatıp oturmuş cumhuriyet

Yenilgiyi sök gönülden, sil süpür öteyi

Böyle de çıkabilirsin yola, böyle çıplak

Sırt yok gömlek, dil suç

Ne ki eldeki kadeh

O hep boş


Hep aksi, hep sarhoş

Sırları dökük hep, öyleyse çarp ve parçala

Şu lanet söz; sen oturt bedeni üst, öte, yukarı

Senin tozun savrulsun rüzgârda, ektiğini biçsin geri gelen

Orada, Kürdistan'da, o yitik ülkede; bakış kaskatı, kelime taş


Usul, sevgilim

Ne çok benziyorum ben kendime hem senle sevişirken böyle


MAARİF VEKALETİ


Göğse saplanmış ilk mermi, eli ora götür

Kan ıslak, orada uçuşan kol ve bacak

Hep çocuk


Hep cahil, kendine hapis hep

Daha utanabilirim ben, hem ne var daha ayıp

İnsana yakışmayan, yaşadıklarım ve başa gelen öyle

De ki herkes kahraman, herkes meçhul, herkes kış

Soranlara de; deli gibi mutsuzum, deli gibi rüzgâr


Yaşanan gece kara, ses korku, söz tereddüt

Bu bahanesiz yağmur, bu nehrin sürdüğü

Doğduğum ülke, dolandığım bağ


Başmuallim elifbanın yaprakları yırtıyor

Tarifsiz öfke, boş ver; gürültü yasak, kavga öte

Elifbadan şeddeyi söküyor zabit, üstün ve esre

Yurt yitik, yatak çöp, yön yel hem bağır çağır

Boşlukta şaklayan kırbaç, fincancı katırları


Öyle şangır şungur, buraydı zaten varmak istediğin

Hem rezil rüsva hem kaybolacağın

Şu gök, şu üst, şu ev


Damı çökmüş


Hiçlik hâli bu âlem

Sonsuz teslim olduğun, rahman ve rahim

Seke seke koşturan sadakat, koynunda Allah'a adanmış gül

Kıpkızıl, bir tek o dinliyor seni; bir tek Kıtmir ve onla uyuyan adam






VEDA BAKIŞI


Kadınlar eğreti gelinlik giydirmiş ölüye oysa sen

Yüzü hırpalıyorsun her kapı önü bir daha

Bir daha ve karşılıksız


Mektupları yırtıyorsun, yazdıkları

Ezberden okuyorsun suların andını

İşin bu, dağ çökerken göğü dik tutmak

Bekleyivermek bir köşe; bir gül, bir göz


Bir inat ve uzak; yere sermek hakikati, bakıp durmak öyle

Kim ne diyebilir o hâlde karşına dikilip, kim o senden yiğit

Şuracıkta işte dokunsan yıkılacak iniş çıkış ülke, şu şehir

Kimin umuru yaklaşan fırtına; gidip geliyor, gidip geliyor

Geçip gidiyor işte apansız gün


Okşadığın dalga boyu, törpülediğin taş

Yorgun, kuma çizilmiş kalp

Boyna asılı


Öfke

Can havli çağırdığın öyle, can havli kurtulmak için

Koş, toparla; davul tozu, minare gölgesi, o sonsuz sus

Çalgı çengi, çiçekli masa örtüsü, hatırda bekleyen öpüş

Çölün ıslah ettiği yahut tanrının apaçık söylemek istediği

Ne varsa... Eksik ve kusurla yargılayacak hayat seni

Üst eprimiş ceket, dil sorgu sual, ayak altı yel


Oh, ne hoş

En yakışıklı şarkıları kuşanıp yola öyle çıkmış oğul







BANU ERGÜDER


Önceki yüzyıl kavga gürültü, ezber mısra hep

Grev çadırı, polis copu, akademik cinayet

Yahut iş kazası, lojman intiharı


Kim bu seslenen bize apaçık

Hep ertesi gün, baş kaldırıp sevdadan

Gırtlaktan fışkıran kelime kan, kol pazubent


Kaş çatık, herkesten evvel üstelik

İlk vuruşta parçalanmış akıldaki bahane

Sokakta bizi bekleyen renkli emniyet alıştırmaları

Düşüp kalıyor herkes terk ettiği alışkanlığa, öyle uysal

Doğduğu coğrafyayı yağmalıyor, affetmiyor geri geleni

Oysa senin adımların boşboğaz, bakış kör


Unutmak yok, ne kavgayı ne ihaneti


İnsan ne diye çıldırır biliyorsun

Niçin saldırır duvara, göğsü neden yumruklar

Tanrının eli niçin kılıç, devletin eli neden kalkan

Babalar ne diye bekler oğul bedeni

Öyle parçalanmış


Öğrendin bunu

Elde ne diye bavul, içinde niçin ölü bir aşk











HABERDAR


İllegal örgütlerin dibi kazınınca devlet fırlıyor dışa

Yaldızlı üniformalar, alkışlayalım lütfen, ezber kod adları

Kelimeler esrik, de ki kimle sevişeceğiz, camda kırmızı bir kedi


Bakış duman

Numaralar ardışık ve renk şifre

Başıbozuk kalabalıklar voltalıyor şehri

Vatandaşın dili gramere uygun ve söz, biz hepimiz

Bir ağız, ezilen halklar için söylüyoruz sıradaki şarkıyı

O aşk uğruna, dudak sahtekâr tebessüm ve yalan

Esnafın eli tenha felsefeyle temizlenmiş değnek

Eksik fazladan alacaklı, yanlış doğrudan dertli

Bin yıl evvel pişmiş pilava kaşık sallıyor ahali


Kes at halkların kaba sığmayan kısmı

Huzursuz gömleği direğe çek

Senin gözler nasılsa kara

Ten esmer, göğsün


Ala rengin
















ALİ ŞÜKRÜ BEY


Dünden farkı ne yaşadığın şu günün, şu sabah

Her şey aynı, bildiği en uzağa koşuyor bacak

Öyle çarçabuk, pürtelaş ve yalan


Paya düşen üstelik o nasıl da savruk

Çer çöp, çürük, başsız biri

O ağır gölge


Yasak olan her ne ise kabahat ve suç

Kelimelere saklı keder ve sevinç

Çek al eli


Şu çağ


Şu lanet

Bilen yok hangi mevsim döneceğiz

Gerisi şüphe, çıkar at üstten bahaneyi

Bırakıp gitmekten söz ediyordun bir vakit

Ayrılıktan, mutsuzluktan, sonu yok vedadan

Hepsi oldu dediklerinin, eksiksiz bir bir

Hepsi hatır, hepsi akıl, hepsi şahit


Hiç olmamış gibi yaşıyor ancak birileri













TOPAL OSMAN


Şen şakrak şarkılarla saldırıyoruz güne


Bir ileri, bir geri


Salınıp duruyor sarkaç

Kötü bir tesadüf olmalı öyleyse dünyanın dönüş hızı

Sahibinin köpeği terk etmesi yahut tekme tokat

Üstelik ne kalmışsa miras, değil mi ki biz

Yol çatında bekleyen kanlı

Kesik baş


Bir dolu, bir boş


Akılda çağlayan emir

İlk sen dur ordular karşısında, ilk sen erkek

Sen sık ilk mermiyi, ilk evvel senin etin lime lime

Herkesin mutlak yenildiği bu coğrafya, bu kara kuru

Adın okununca fırla ve çık mağaradan, sen kork son


Bir aşağı, bir yukarı


Senin bedenin bu irin dolu; çürük çarık, çok ve hiç

Şu yerden bitme beden, şu sünepe duruş

Sorgusuz itaat


Senden ona, ondan ötekine emanet şu teneşir taht

İlk sen sarkıt bacağı; şu derya deniz, şu şeffaf

Yangın yerinden geri, bilinen en eski

Hem ezel hem ebet


Bir öte, bir beri


Hem devlet baş hem kuzgun leş



TEŞKİLAT-I MAHSUSA


Kim bu el sallayan bizden taraf

Soyunup sarılan uluorta, hayaları okşayan

Memeleri gösterip kışkırtan, döl yatağı boşalan


Kim bu al yanak, gül dudak

Derin göz süzen şu, söyle kim

Ahaliyi kendinden geçiren efsun


Tetiği çeken ilk


Oynak, ritmik

İşveli, cüretkâr, bakış aldanış

Aklı kandırıp iç organları yerinden eden gülüş


Parmak alyans, damar jilet, nefes siyanür

Yabani ot bürümüş tarlayı, bahçe ayrık

Vazoda karanfil, hem ne yanık


Kuşkusuz ilk taşı sen attın

Senin soyundan biri geldi çaldı kapıyı

Kendi rahminde büyüyüp kendi rahmine gömüldü


Senden habersiz


Senin evinde elbet

Senden evvel ipe çekildi sana benzeyen herkes










KEKEME KEDİ: Mİ… YAV…


Gün sonu vurulup düşenlerin adını yazıyoruz duvara

Ağızda çalkaladığımız kelimeler kor kırmızı

Afişte tanıdık o


De ki anısı yaşayacak


Neyin var topraktan çıkardın sen, yenilgiden

Evde ne eksik biri çaldı üstelik tanıdık

Kapı örtük, dil pelte


El titrek

Kadehte imkânsız yudum

Avuçta patlamaya hazır koku, kükürt sülfür

Yürüyüş kolu omuz omuza, pankart dinamit

Sloganlar yağıyor şehrin üstü

Herkes gitmiş


Ne tuhaf

Mevsim kış, evler terk etmiş kendini

















İHSAN NURİ


Bütün cehennemleri hak edecek günahlarımız var bizim

Bütün eziyetleri hak edecek suçlarımız, yol mayın

Dil sürgün, güle oynaya öğrendik bunu


Kaybetmeyi

Susturabilsek şu alkışı

Şu serkeş, hiç olmazsa bir kez

Hiç olmazsa bu son sefer, uykuya dalacak göz

Eller buralıymış gibi tutacak kadehi, tam tekmil keder

Çekip gidecek ardından bir sonsuz, boynu bükük, bir çocuk

Dağlar şivesi bozuk intikam yemini, derken ten yağma

Herkes bir başa, herkes kafese kapanmış

Seni korkutan, sana kabuk şu renk

Şu er vakit


Böyle olur zaten

Lapa lapa yağar şu bitimsiz, kör, beyaz

Kara; şüphenin, sükûnetin, ıssızlığın üstüne

Seninse tek sığınağın hatıralar, sırtta geçkin hırka

Omuza çapraz asılmış hamayıl, evvel yok

Doğmak için boşa niyetleniyor gün


Yaşamak bu, insanı baştan çıkaran en eski alışkanlık


De ki önceki yüzyıla gömülmüş onca eşkıya

Bu hava, bu kar, bu kış; de ki ölüler

De ki o yitik efsane


Kimle kavga ediyor şu saat







HAYATA TEYEL


Orta yerdeki ayıplardan utanıyoruz

Ruhu ele geçirmiş kusurlardan, durup durup

Sahipsiz her suçtan hüküm giyiyoruz, akıl dolu bahane


Yusuf'u derin kuyuya atıyor o biri


Bildiğin en uzağa sarkıtıyorsun oysa sen kendini

Oracıkta uyuklayan mesai saatleri

Bıyık gür, harf eğri


Fotoğraf çarpı

Kenar mahallelerde ölümsüzlükten söz eden bildiri

Ve ezilen halklar ve gündelik kaygılar ve taksit sayısı ve

Borçlar hukuku, bilmem kaçıncı icra dairesi, boşanma ilamı


Elbet o büyük inanç, aydınlık ve güzel günlere dair


Kasıktan başlayıp tanrının damarlarına uzanan sevişme izi

Herkes birbirine tam da öyle bakıyor sorgu odası

Tam da öyle koyu vişne çürüğü, elma kurusu

Demli çay, lâl olmuş dil


Göz alev

Bir kadının rahminden boşboğaz yeryüzüne

Yeryüzünden göğün katmanlarına sızan ilahi pıhtı


İç kaplayan bulut

Şu cam parçası, şu yangın yeri

Kırıldığı yerden kaynıyor çelik, sokak kan kıyamet

Tarih öncesi kahramanlar püskürüyor sabıka kaydından


Adımız dâhil ne varsa inkâr ediyoruz sorduklarında




UYSAL İHTİMAL


Önceki yüzyılın kusurları tekmeliyor kapıyı


Onun sevdası

Sende kulak sağır, bende saç seyrek

Çarpım tablosundan sınıfta kalmış gündelik meseleler

Çocuklar devleti doğuştan seviyor; yatakta, bir başa, gündüz gözü

Üniforma hayaliyle sevişiyor ergen kız, köpeğin kıçı kara

Kedilerse sürtünerek ikna ediyor yeryüzünü

Fukaraların eli kav


Barut, infilak

Şehre pek yakışan çatışma fikri

Kadınların iç eteği pazen, külot parmak izi


İlk günden tutuşturmaya hazırdın sen bu kalabalığı


Fabrika önleri işçi kuyruğu, köyler çarçabuk sabah

Jandarma vakitsiz başlamış güne ve piyadeler

Her cephede dövüşecek kadar cesur

De ki bunlar kötü kader


De ki bu şarkıyı kim bizle birlik dinlemiş olsaydı


Doğduğumuz ülke, doğduğumuz yüzyıl

Her kim o, gerilip fırlatırdı eldeki taşı

Bildiği en uzağa, şu koyu cama

Bankalara, hükümet binasına


İçinde senin barındığın bütün yalancı baharlara







PARTİ VE ARBEDE


Sen dile yakışan küfrü savur ortaya, kim ne diyecekse desin

Pezevenk kılıklı şu adam yahut sefil ahali, sana ne dert

Kelimelere tapınan şu ağız, paragöz fahişeler

Bırak, ne devrilecekse devrilsin


Öylesine gün işte; ameleler aç biilaç, patron kazanç, devlet tunç

Mezar üstü çöreklenmiş vilayet binası, polis lojmanı, halkevi

Çerçiler çatal bıçak kullanıyor şehri parsellerken

Arttıkça artıyor fakat kat sayısı

Otomobiller son sürat

Ruh itiraz


Durup beklesen az biraz, durup anlasan

Şu hengame, şu gürültü, şu insan

İrin söz, biteviye tereddüt


Neden uzandın toprağa, kimse bilmiyor

Neden mutsuzsun, neden divane

Kimin umuru şu hayat


Unut

Ne yaşadıysan yaşadın, söze dökülmemiş olsaydı

Silinip giderdi şehrin doğusunda işlenmiş her cinayet













BAŞKA


İnsanı kendine çağıran bir yanı var suyun

Öyledir elbet, toprağın ve hüznün

Ölümün


Yahut duyduğun ses

Kargacık burgacık, çalakalem, acemi

Değil mi ki iple bağlı kırmaya çalıştığımız kapı

Ev ağırbaşlı, orada sıra bekleyen sen

Bir sanrı olmalı öyleyse hayat


Kızların kukusu hemen şimdiye ayarlanmış

Oğlanların içi tepinen şehvet, uzuvlar

İsyankâr hem yok sebep

Döl artığı piç


Rakamlar değişip durmaktan pişman

Yahut bütün o mümkünsüz ihtimaller

Ruha bin yıl evvel gömülmüş ceset

Bildik biri hep


O dev ve cüce, zerre yahut sonsuz

Uzandığın toprak, en çok sana yakışan

Herkes memnun olduğu yerden, göz sürme

Kelimeler kurnaz, karşıda bekleyen öyle sinik


Adını yanlış söyle onlara; nerede doğdun, uydur gitsin










EMVAL-İ METRUKE


Boynunda derin kesik ancak bıçak duruyor hâlâ kında

Yetmez; mülk sahibi kayıp, manzara umumi ve de ki

Coğrafyanın yumuşak harflerini gagalıyor kuşlar

Bitimsiz iştah, aralıksız ısrar


Tak tak, tak tak


Kulak

İşte bekliyor, ya şefaat

İnanacağı son bir haber insana dair

Bekliyor geri kalmış sebep ve tesadüf


Senle ben

Yeryüzüne sürgün tanrı sureti o

Sonsuz laneti üstelik bu çürük çağın


Diyerek hepimiz


Bile isteye hata yapıyoruz teşbihte

Kendimize benzetiyoruz kelimeleri

İmla kurallarını


Eğip büküyoruz

Eksiği tamlayıp yeni anlam katıyoruz söze

Çekip üstten örtüyü, çekip bahaneleri


Ten şaşkın

Çarşıda sıkı alışveriş, gözü kara herkes

Adını aksansız söyleyenler başlatıyor veda törenini







GÖÇ YARASI


Değil mi ki ne çok şey öğrendin sen devletten ve kadınlardan

Kaçıp kurtulmayı ilk ağız, terk etmeyi, teslim olmayı

Kendinden ve herkesten, törpüleyip sözcükleri

Kazanan tarafta duruyor yine sevgili

Ev içi sonbahar


Öyleyse ertele zamanı


Romalılar

Helenler, Anglosaksonlar, Cermenler


-Nişan Al


Orada kendi başına bir Asyalı


-Mağlup Ordular, İleri


Sök at bele dolanmış kütüklüğü

İyileşmeyecek, kabul et

Şu derin, şu onmaz


Dil ve ülke, kırık gönlüm benim

Hem nasıl şeffaf şu dudak

Yürek nasıl yük


Çık


Şehir tutsak, sokak keşmekeş

Onlara göre çölün orta yeri gül bağçesi

Sana kalsa ayıplardan medeniyet yaratıyor bir beniâdem

Peşinde tanıdık şarkı hep, telli çalgı, ten rengi yağmur tıpırtısı

Bulutlar ıpıslak, hatırla; on yedi yaşında, dağlarda ve bir başa


Hem ne çabuk büyüdün sen öyle


TEVHİD-İ TEDRİSAT


Bir nefes, sadece bir nefes


Bizi beklediğin o uzak

Göğsü aç, ruh üfle içe, şifa bulsun ten

Sana benzesin taş, taştan yapılmış kule

İmparatorluk antlaşmaları yahut fethedilmiş coğrafya

Kapıya bağlı köpek; dahası var, ateşte can bulmuş çamur

İlk kurban, ilk köle, kötülük meleği ile münafık tüccar, çorak ülke


Bir tek sen söze muhtaç


Kötürüm

Yokta dolanan ve evveli çöp

Kaygısız, başıboş, aylak; yalan bir masal

Adının yazdığı mektup, tek başa uzandığın sedir


Bir hayat


Sadece bir hayat

Aramızda o mesafe
















MUTEBER VATANDAŞ


Cephedeyken evlat sayısı artmış, bizde saç kara kavruk

Çocukta yanak alev, kan grubu imkânsız tarafta esmer

Şeytanla pazarlığa oturmuş niyet, kimin nesi şu gölge


Göz kapağı aralıksız şeffaf


Nazilli basması giyiyor genç kız, pazen iç çamaşır

Oğlan baba avcısı, tabakta bin yıl evvel karılmış tarator

İstasyon meyhanesi tükürüklü köfte, yumurtalı piyaz, bir ufak

Kese yoğurdu ile peynir, dilim kavun, bol maydanoz, görgüsüz kadeh


Aldırma kadrolu kedilerin hırıltısına; gece işte, bildiğin tek sığınak


Soğan kıyılmış, ateş har, radyo ince saz; vay canına, yine hep yek

Yine eksik, yine yok metelik; ne ara ters döndü bu dünya

Sararana kadar kavur ayrılıkları, bu sefer penç ü se


Sabaha er vakit uyanacak mahalle, surat mahmur

Nefes ekşi, el titrek, memleket baş aşağı telaş

Aşk uğruna can veriyor biri, sen değilsin o
















ENVERİ ELİFBA


İlk kurşunu kendi şakağına sıkmış kumandan


Hemen oracıkta dokumacılar, atkı ve çözgü

Dülgerle marangoz, orada saf inilti

Pergelle ayrılık


Yürüdüğün yol kendine mesafe


Başlamadan bitecek sandın bunu da

Yaşamaya can attığın şu son aşkı

İhtimalleri


Sonrakiler haritanın böğrüne; üç, iki, bir


Tak, tak, tak

Tam isabet, elde çığırtkan tüfek

Dengi yok söylenen sözün, evveli yok


Elde imparatorluk mührü, önde mağlubiyet nazırı


Mevsim doludizgin ve sebepsiz

Yere yığılan süvariyi tekmeliyoruz el birlik

Öylece geçip gidiyor gün, çıplak da koşuyor at


İpte kar beyaz çamaşır, hürriyetin orta yeri şedde


Yol boyu sayısız hurufat; kör, topal, tek sıra

Boğazda upuzun İstanbul; kuru, kupkuru

Dudak unutuş vakti


Ey asker, ey keder, ey veda


İşi gücü bırakıp otursak yanına

Söyleşsek, söz büsbütün yalan muhakkak

Ne diye seslenirdik sana, hatırlardın elbet neydi adın

TAKRİR-İ SÜKÛN


Durup öylece bekliyor, öylece gurur


Zaman

Bir zalim kahraman, bir cellat

Bağırsan ilk evvel yahut kol kenet, dil ilahi soru


Kimsin sen


Herkes dururken geçip karşı üstelik tarifsiz sert

Kadın ve çocuk; herkes tutsak, bu ülke başkası

Kaçıncı gece bu titremekten ölecek


Kardeş sanıyordun sen renkleri, ekmek ve su

Et ve tırnak, kış bitince şenlik başlayacak

Herkes öyle çok, çepeçevre yanık öyle

Tutup dudaktan öpen kendini

Herkes karanfil


Nedir bu telaş, bu çarşı içi


Merhamet çağının bittiğini söylüyor içimizden biri

Kenevir tohumu atıyor bir diğeri dağın düzüne

Elleri birleştiriyoruz; sen hariç, senin el hariç


Mülkiye müfettişi, ağır ceza reisi, sömürge valisi


Çağırsak uçurumdan yüksek sıçrayacak rüzgâr, çağırsak

Dosdoğru kucağa düşecek dövüş acemisi kırlangıç

O kararsız bakış, o filinta gölge, o atılmış taş


Her şey nasıl da kusursuz, nasıl da kar beyaz


Yağmur diner dinmez sahtekâr hikâyeler kaplıyor toprağı

Yumruğu açınca avuçtaki kandan anlıyoruz efendimiz niçin şişman


ZAFER TIRAŞI


Dudak kasığa gömülü, çık oradan; o dip mağara, o sahte cennet

Yurt kurduğun uçurum yahut senden sana seslenen şu ecinni

Hem ne acemi; dalsan kaybolacağın sokak, ilk sen elbet

Hep sen, tartıda merhametten ağır biri üstelik


Onlar da düştü yere ancak sende yara derin


Sök at bıyığı surattan, yaklaş

Birlikte derleyelim yaban otları, avurt çökmüş

Utangaç şarkı kaplamış dili, bu sefer daha şüphe

Daha sebep gitmek için, boş lakırdı peşi durmadan


Onlar da yenildi fakat seninki gürültü patırtı


Saç baş tarumar, değil mi ki bakış lanet

Dur ve ses ver, avuç dolgun bağçe

Kasıkta direniş şarkısı


Bak, yine siperde unuttuk fukaraları


Çabalarsak en güzeli biz olacağız, en yiğit

Vakitsiz gonca, koyu ayıp, körpe inilti

Ne var ki tene savrulan kelimeler

Onlar hepten edepsiz


Kumandan ters çevirip öyle seviyor boşluğu


Her çatışmada kendimize ateş etmemiz; gez, göz, arpacık

Bundan elbet harp dairesinde çoğul çarpıntı

Ölüler sus pus, katil baş köşe


Bağıra çağıra işlenmiş cinayet orta yer




MECLİS-İ MEBUSAN


Kim oynaşıyor kapıda biliyoruz, sensin seyreden dışarı

Sensin tek göz; çok tıkırtı, patırtı, rüzgâr ve uğultu

Yahut bağırış, herkes hazır


Sen hariç

Bakış uygun adım marş, dönüp düştüğün yer

Devlet voltalıyor damarda ve yaşadığın çağ

Başka, öte, sahipsiz


Sahte ve yiğit, çok ve yoksul

Kül olma hevesi yok kimsenin ateşte, şakıdığın dil

Boş ver; çın çın yahut korktuğun, kaçtığın, çöktüğün

Ölebilmek için büyüyoruz biz senle eksiksiz

Tut kaldır ne var geri bıraktığın


Herkesin korkusu, herkesin arzusu

Sevişmek için peşe düştüğü hem dövüşmek için

Yağmur olup yağmak ve yeşermek; ne tuhaf, ıslak

Kabarmış, köpürmüş, kırmızı; bu muydu aradığın

Bu muydu dip kattan sokağa taşan hakikat

Köylü milletin efendisi yahut esmer

Yahut fukara, cehennem yahut

Göğsün apaçık ortası


De ki unutuş vakti


Az cesaret

İşte sen ve gök, temaşa ve alkış

Arınma çabası yok kimsenin taşıdığın suda







YASAK İBADET


El birliğiyle boğuyoruz halife-i ruy-i zemini

Ecnebiler ve biz, İngiliz sicimiyle

Ora, sur dibi


Kuyular katran kara


Hem ora saklı sebep

Hem her basamak başka korku

Kaçış, tereddüt, uçurum; surat kış

Evi yok kimsenin, evveli yok, yol çatal


Ne demek şimdi bu


Kürsüde tiz haykırış

Mahyada şefin doğum tarihi

Ve bizi kurtaracak olan, bizi kendimizden


Kıyamet alameti senin bu dediklerin


Radyoda kirli özgeçmiş örneği yahut sabıka kaydı

Irza geçme haberi, ilk gençlik kusuru

Bir vakit üflenmiş soluk


Parti bayrağı

Latin harfleri serpiyorlar başa

Öyle şarkı söyler gibi yahut birden hatırlamış


Su balçık


Ora

Mihrabın kıyısı

Bir çocuk gizli saklı seviyor son peygamberi




KARPİÇ LOKANTASI


Memur takımı doğuştan efendi; ne tuhaf, ne temiz herkes

Ne dürüst, ne çalışkan, ne sıcak; kurtulsak şu zincirden

Kurtulsak kazanan tarafta duracağız biz senle

Biz senle hepimiz bir hiza

Surat cavlak


Giysiler

Boş ver, ayva çoksa kış uzun


Olur mu öyle şey cancağızım


Düğmeler yorgun iğneyle dikilmiş göğse

Rakamlar ters üstelik şu ülke

Bölük pörçük


Kolağası sahte tekmeyle deviriyor tabureyi, ipte asılı ceset

Azıcık zorlasak her dilde tekrarlayabiliriz ezber yalanı

Yine de ilerliyor tren, sen de, yol üstü korku durağı

Radyo kahramanlık marşı, bıyık führer

Devlet adımıyla yürüyor birileri

Evde


Sokakta ve senden evvel, buna tanrılar dâhil

Tanrılar ve zebaniler, öyle uluorta

Öyle umursamadan kimseyi


Hayat bu, hep hüzün

Hep pişmanlık, kış uzunsa ayva çok








ÖRFİ İDARE


Tanrının seni sevdiğine kanıt istiyordun, işte suret ve gök

İşte bunca kötücül insan; işte son işaret, tahammül işte

Anlamak için bunca çırpındığın, bir yenik taraf apaçık

Hep Asya hep Afrika, çelimsiz kara parçaları hep


Perdeyi ört


Herkes gece, gecikmiş infilak herkes

Sığındığın yurt, körkütük yahut

Dipten gelen uğultu


Kim bu seni, kim bu ürkek


Erkek çaresiz

Kadın ay ışığına ayarlı

Çek çıkar kusurlu kelimeleri dilden

İspirtolu kalem zengini kadastro dairesi

Her renk birinin evi, her ses başka soluk


Terzi inat

Kör makasla don biçiyor ahaliye, tapuda taze soyağacı

Coğrafyadan kesip çıkardığın nehir yahut dağ kokusu

Islanınca silinmiş işte bak haritadan onca bulut


Nereye göçtü bu insanlar, değil mi kimin çığlığı bu

Bizi ayaklandıran kuşlardan evvel ve suların peşi sıra

Kalanlar işte ne çok benziyor sana, ne çok korkak hem

Bağıra çağıra başlayan söz bitivermiş işte, ne bekliyordun

Ameleler memurların hayallerini çalarak başlamış yeni güne







MAHRUMİYET BÖLGESİ


Bize ne dünyanın dönüş hızı yahut ayın karanlık yanı


İşte kovulduğumuz coğrafya, işte alt üst

Seslenen bize böyle, böyle bir baş

Bir göz, varsay günler cumartesi


Sımsıkı âşığız kırbaç tutan ele


Ağız ecnebi

Şehirle arada bitmez mesafe

El ele verip yürümelerle birlik, varsak ora

Sırası mı şimdi bunların, tüm bu mümkünlerin

Şu kavuşma ihtimali, şu umut, şu ses; sensin o

Bildiğin her gün pazardan evvel, vakit geç

Doğduğun ülke yahut sabırsız ağustos

Ne tuhaf biri oradaki sen, ne vahşi

Koşturan adım ve surat

Apaydınlık


Adı söylesen


Ardından bir daha

Öyle uluorta, çıkarsan üstteki fazlayı

Göğsün herkesin apaçık kıskandığı renk

Daha insan olacaksın cesaret edip daha uzağa gitsen











VATAN VE NAMUS


Sesler güz


Bir başa sokağa çıkma cesareti yok kimesnede

Sen dâhil; bir dilsiz, bir sağır, bir kötürüm

Öylece bekleyen, öyle upuzun


Dur bakalım

Şu mevsim döngüsü, şu cümbüş

Nasıl kokar biliyorsun portakal çiçeği ve safran

Kekik... Ne çare; ürküten uğultu, umarsız bakış


Kapıyı arala, işte yatakhaneler

Takvim yaprakları, kırgın ile yetim

Gördün, kelimelerden başka dost yok


Selanik, iki gözüm


Babalar geç, oğullar vakit, anneler ön

Marş söylerken, sırt tüfek, geçerken yol çatından

Her sefer başka itiraz, başka eziyet, başka kabahat

Ora çağırıyor bizi; yaranın olduğu yer, kim var o eksik


Otlar Midilli


Yakada gül, ölçsen uzakla aynı boy

Aynı renk, ayrılık bu sene kim bilir hangi gün

Hangi saat; yürüyor işte, çıkında tuz ve ekmek


Üsküp sırma saç


İşe yarar elbet serçe parmak

Taş makas, aşkın mesafe

Öteki herkes


Sesler kış

ÇAĞ VE BAYRAK


Başka birinin tenine tezgâh kurmuş herkes, cümlesi kusur

Hem sıska hem korkak, elleri kaldır, kayıp ve kaçak

Dip katları dölleyip gök tengriyi yağmalıyor o


İblis

Çaldığı kapıyı kıble sanıyor

Besbelli sert esiyor rüzgâr, öyle de esecek

Daldaki yaprağa kalsa mevsim her daim nefti

Kadınlar şekeri kaynatıp kasığa yapıştırmış

Oh, ne hoş; bıyıklar mesaiye hazır

Çek kopar kabuğu, öylece

Uluorta


İmdat


Kavuşma anı

Yaylı taksim, koç gırnata, çiğ ses

Çıplak işte herkes, hiç tanımadık biri


Yatakta, kim ki bu


Evin sahibi

Yine başkası, çarşı geçim derdi

Şehrin tahammülü yok bahaneye


Oğullar

Tanrım, onları babalardan koru

Vakit ezanını bekliyor bir kesik baş


Ne bu çağ ne uyduruk vicdan

Üste yağan yağmur, tene bulaşmış kir

Öylece yaşanan cinnet; bu coğrafya, bu dil


Güle oynaya öyle


KÖY ENSTİTÜLERİ


Büyük kahramanlarla çatışarak başlıyoruz güne, bata çıka

Büyük vaatler; marşlar, mucizeler, heves ve iştah

Unut bunu; ne kaldı geri, de ki sen ve şimdi

Doğduğun yüzyıl


Bu fukaralık, bu tenha

Sana mülk; çık git evden, bu umut

Omuzlar ağır, sebep çok; yokla terbiye et teni

Dağı aşınca ulaşırız diyordun, hangi cehennemse aradığın

Her kimse tapındığın, korkup yüz sürdüğün, dert paylaştığın

Eziyet biter ve sıcak ekmek, taze çay

Böyle şeyler söylüyordun

Dudak suç


Suç kardeş

Gökten inen emir, o zifir

Hüzne teşne, öyleyse son düğmeyi aç

Memeler işte; bir başa, yere çarptığın ses

Paramparça; her şey yeniden, herkes bir daha

Sen yeniden doğup yeniden çocuk, yeniden mağlup

Bunca kusur, kırgınlık ve unutuş; ölümler bir daha

Taşranın pazuları kapı komşu üstelik söz kusur

Müminlerin kucağı bilmeye dair büyük sır


Yaşamak bu

Ne sonsuz sevap ne apansız günah

Kabuğu kır, çekirdeği çıkar

Saklı tut yarayı


Ey ateş

İbrahim'e karşı serin ve sakin ol“





DEVLET PLANLAMA TEŞKİLATI


Kelimelerin ardına saklı katili herkes tanıyor


Sensin o

Hoplayıp zıplayan hayta ve cahil, acemi

Senden habersiz şımarık, azgın, kof ve korkak

Bizi tanrıyla imtihan eden; bizi kendimizle, kuşkuyla, aşkla


İnsanla

De ki ne yan taranacak şu üç tel saç

İlk cesaret eden ilk yumruğu savuracak; oh, ne âlâ

Patlayan tüfek tarihin kahraman hanesine yazılacak

Kötü bir tesadüf olmalı öyleyse dolandığımız şu yüzyıl


El çelik

Dil küfür, ne var ki hep teğet geçen

Ne tuhaf, bakışların kafa tutması öne gelene

Tezgâhta kerhane tatlısı, öyleyse doğru gündeyiz

Doğru tarih; üçün ardı beş geliyor, beşin ardı deli sarhoş


Herkes kazanç, her yol fahişe, her ses çatal

Sperm sayısına göre hesaplanıyor sevişmenin vergisi

Ayrılığa çare bulmak gelmiyor akla; ayrılığa, fukaralığa

Kimsesiz coğrafyalara düşüyor alnındaki bir tutam perçem













NÜMAYİŞ ÖNCESİ HAZIRLIK


Köpeğin ağzından kemiği al


Çarp ve parçala

Unut, ne var işe yarar; övündüğün, göğse takıp gezindiğin

Yaşadığın cumhuriyet, seviştiğin kadın, mutlu olma fikri

Bel bağladığın kudret yahut kör kabul


Etin üstü küf, bekle

Pazar yeri kabarık, etiketler ileri

Müşteriler er vakit başlamış didişmeye

Herkes memnun, herkes tok, zaman uysal


Esnaf kurnaz

Sen dâhil yüz maske, panayır yeri memleket


Meydana dikilmiş şu yontu

Senin kıblen değil; anla, ne mermi çekirdeği

Ne bıçağın keskin tarafı, ne demir yığını ne taş kule

Bu kahramanlar senin katilin hep, bu hayat sana eziyet

Bizi kendine inandır sen, kendine tapın şu ahir zamanda


Kuzunun önünden otu kaldır














ŞİKEPŞİNE


Değil mi ki duyduğun tüm bu sesler, tıkırtılar ve bozkır

Mırıldandığın yahut geceye yoldaş, o gök toynak

Hem ne yiğit, peşi sıra koştuğun

Silah tutuş o


Yoksa yine mi ayrılık ihtimaliyle korkutacaksın seni seveni

Küsmekle yahut çekip gitmekle, gün başlamadan henüz

Biz alıştık, sen de alış; yol yokuş, mesafe yazgı

Issızlığın bir yeri unutup dönmeyi

Öyle gir içeri


Ne kalacaksa dünden geri

Bataklık ve çamur yahut esvap artığı

Kutsanmış toprak, ilahi emir, sudan yansıyan nur

İlk yalan, ilk vahiy, ilk ceza; akıl almaz ilk inat

Dua sesi ile uğultu, iman ile inkâr


Durmadan saldıran, saldırdıkça eksik

Ötekinden ürken müsvedde insan, yokla

İhanet bu; koyna sızmış, irin fışkıran hep üst

Cengin ortasından seslenen cahil ve cesur

Coğrafyayı kaplayan kılıç, çığlık, patırtı

Tüfek çatıp söylediğin marş

Zafer sarhoşu


Merasim bölüğü, müfreze birliği

Sana yakışan bu; kan kokan ten, deli tay

İdam sehpası, yemyeşil ova, sürgün sokak

Durduğun yerden öte değil pişmanlık

Dağlar baş, adımlar yol


Ey yiğit kumandan

Sen bize uzağı göster, gitmek ayağın işi



BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR


Bebeler pürüzsüz asfaltı kullanarak geçiyor rahmandan rahime


Tan vakti yahut az biraz geç; bekle, söz mahcup

Bunca kuşku yahut telaş, bu çekişme, çarşılar küs

Senin soluğun bu alev; dert etme, varırsın kavgaya

Tutarsın elinden ölünün, katille kol kola ve geç akşam


Anason ve üzüm çürüğü, bakış ve hasret

Sofrada bir tuhaf fikir; bir çarpı bir, eşittir bir

Saçlar rüzgârda savrulmaya hazır, göz şehla


Şairler resmi kelimelerle tarif ediyor hayatı


Hiç sebepsiz

Hece vezninden sınıfta kalıyor dilin durak yerleri

Sıra sende, söyle bilelim; kimdir bu sevdanın sahibi


-Şu ses


Anlat anlayalım, kadeh niye çatlak


-Şu nefes


Başka yok tapınacak hakikat

Cinnet anı, delilik ihtiyacı yahut kriz belirtisi

Vardır elbet bu keşmekeşin akla yakın sebebi


-Kamu yer, kamu gök, kamu dengiz


Senin tenin, senin sözün

Senin varlığın baştan çıkaran bizi

Bu kalabalıkta bir tek senin yüzün böyle kusursuz beyaz




BÜYÜK EFENDİ


Bu sefer de geç kaldın pazarlığa, dert etme

Sensiz de başlar senden uzak şu kuş mezatı

Herkesin cebi dolu şangırtı, her söz bağır çağır

Sus, herkesin sürdüğü pey seninkinden yüksek


Gidenleri hatırla

Gelmemiş olanları hiç, gözler mil

Onların bıraktıkları geride, onların kadınları

Onların mahremi, aklın bir yanı süt beyaz güvercin

Onların laneti, senle kesişen göç yolları turnaların

Sen ki her seferinde kafa tutup diri bir hayata

Her seferinde yeniden, her sefer sivri

Ruhu paramparça eden ecinni

Ruhu lime lime


Şehri yağma

Dilde ateşten kurtulmuş yardım çığlığı

Ötekinin yüzü şüphe; senin ışıltı, senin lütuf

Çekiçle örs arası bir ihtimal ve tarifsiz devlet aşkı

Elde coğrafya kanı; torba kesik baş, tuz ekmek

İkindinin sesi bu baştan çıkaran

Hep başka dil


Çaldığın alkış

Sorsan diyen yok, kime emanet yaşanan gün

İlk senle sevişmiş olmalıydı halbuki bütün o fahişeler

İlk senin yolunu kesecekti elbet tereddüt, öyle kız kırmızı


Üstelik son kez sana dokunacak yine o meçhul el

Kanatlar kırıldıktan sonra da -karanlık ve gece boyu-

Senin göğünde uçacak muhakkak bütün kör serçeler





KÂZIM KARABEKİR


Bin yıl evvel fırlatılmış taş kavganın ortasına düşmüş

Cenk meydanı ve elbet tam vakit, ne söz ne cürüm

Kimse söylemese de biliyoruz yere saçılmış nar

Sırt kambur


Yüz kösele

Yumruğun köşeleri sivri

Kusursuz geceyi damıtıyor şarkılar

Yeniden başlıyoruz, yeniden az ve çok

Sen ve talim çadırı, sen ve gürbüz ordular

Yasak sorular soruyor oğul; şu dil, şu duruş


Şimdi hazır ol


Ders öncesi yemin

İçinde kaybolduğumuz yurt ve tanrı dâhil herkes

Göz kapakları kör, kurşuna dizildiğimiz şu meydan

Şu mağlup hikâye; gırtlaktan çıkan ses, baş belası itiraz

Şu kesik baş, tarihte yarım kalmış cümlenin tek eksik parçası

















EKMEK KARNESİ


Duyduğumuz tüm bu sesler, şehvet

Oynaşacak kara parçası yahut döl çağrısı

Kalkıp dövüşebilirsin öyle yiğit, bir başa ve çok

Sebepsiz hem; sen ve uzak, hırs ve kibir, dil ve meram


Kalabalığa karışıp ileri, arş ileri


Kendini arıyordun bir büyük aşkla ve bahaneler

Göz kısık, ay dolunay, sevişme merasimi ora

Suda yansı, suda ayna; dikkat, zafer takları


Hatırla

Kimi yumruklayacaksın ilk söküp yıldızları gökten

Kurtulup şu rezil gece yahut yeryüzünden tanrı katı


Sen misin koşturan, sen ve bildik günah


Bak işte oraya sığışmış herkes, devlet ve gösteriş

Cennet meyvesi ve epeski hâlleri evin, yaşlı zebani

Yok kimsenin öncesi ve kimin umuru şu aşrı mesafe


Evet, sensin bu hengamede yürünecek yol arkadaşı


Bıraksak öne atılacak onca alışkanlık, onca çabuk

Bağıra çağıra ve ertesi günden geçmiş vakte

Ölürken anlarız umuduyla şu rezil hayatı

Seni öpmek geçiyor aklımdan sevgilim

Hem bu aralar pek sık


Üstelik çıplak






İLTİCA


Bir hesap hatası olabilir mi boşlukta dolanmamız, hep sus pus

Hep mutsuz yahut duyduğumuz şu tıkırtı, ürküten davet şu

De ki üste abanmış, ağzın kıyısı çöl

Çer ve çöp


Peki düşen kim

Şu meydan, şu kalabalık, şu yer

Seni çağıran, seni soran, seni söyleyen

Aynı hüzün, aynı keder, aynı yanılgı seni kahreden

Kadın ve çocuk; bütün o kahramanlar, düşün herkes küs

Herkes merak; hatırla günlerden neydi dün, mesela bugün pazar

Eldeki kadeh doğuştan boş, seninse içip içip susadığın

Susadıkça aç, öyleyse şimdi hangi niyet

Hangi aşk


İneceğin durak

De ki insana bunca uzak

Şu dağınık, şu kendini bilmez yaşamak

Dön ve yeniden; ülkesi esmer, ölüsü kara

Dön ve bir daha, sebebi kendinden ağır

Dön ve sıkıca bağla seslerin ucunu

Şarkılar söyle


Şarkılar, şiirler, marş

Bildiği dilde sarhoş olsun şehir

Taş sokakla birlik ve körkütük, öyle bağır çağır


Öyle gülüşü esrar








MÜBADELE


Babalar, oğullar ve zührevi zaman


Bekliyor bizi ora, ateşler içi çıplak

Lanetli, fukara, azgın; de ki ilk soru, ilk söz

Nedir bu mahşer, zengin müşteri peşinde fahişeler

Şu yeniyetme heves, mevsimden öte ardıç ile çürük diş

Adak kuzuyu okşuyor celep, herkes kendini saklıyor

Güneşten gölge, tanrıdan şeytan

Gerisi hikâye


Senin boyun her seferinde uzun, daha uzun

En uzun, hatırlasan çıldıracaksın nedir çok

Ne kaldı eksik, dil yorgun


İnsan insana armağan; bu yalan, insan insana sebep

De ki kaçtığın şu renk, ona sarmışlar seni

Evden hiç çıkmadık vakte


Olsun, sıçrayıp

Bağır çağır ve epeski yüz, şu tanıdık

İskelede toplanan kalabalık denize tuz ekiyor

Ahali öteye bağlamış umudu, oradan başlıyor yola


İhtimal bu sefer başka bekleyiş, başka aşk

Akılda koşturan çocuk yıllar ve bitimsiz kavuşma anı hep

Yakıştıramıyorsun kendine mutluluğu, eller de bu yüzden küçük

Üstelik kimse inanmıyor adının alfabede olmayan harfle başladığına









FİKRİYE


Kim başlattı bu yağmuru böyle apansız, de ki kim bitirdi

Yara soğumadan; kimin derdi, adam oyun delisi hep

Kadın itiş kakış, ev talan, çıldırtan keder eşik

Yokuşa kim sürdü yürüdüğün yolu

Senden habersiz


Kim öpüyor o ağzı böyle telaş

Böyle gürültü, böyle çok, böyle yasak

Senin göğsün, senin rahmin, senin etin bu lime lime

Öyleyse sen üfle bu sefer kıyamet borusunu, öyle uzun

Başladığı yere varıyor nasılsa insan, öyle çabuk

Her şeyden usanıp her yere uzak

Herkese kötü komşu


Omuz apolet, yüz tebessüm, avuç ölü kuş


Oraya

Sofraya yığılı onca ceset, herkes hain

Sen hariç, herkesin eğninde yaldızlı kaftan

Sevgilinin yüzü onmaz bakış, vedası merasim


Akılda dişlediği son meyvenin tadı


Soyun ve koş, bir başa

Kalabalık içre; sırt mermi yanığı, ruh ıslak

Çıplak tanrılar giysin senden sonra şu kanlı kadın entarisini









LATİFE


Biz senle koşturmadık hiç öyle yalınayak

Su boyları ve upuzun soluk, her taraf yaprak

Çimler çalı sonbahar, biz senle esmer zemheri

Sonsuz bakire ve çamurdan yaratılmış beniâdem

Ateşten atlamadık boynuzlu atın sırtı öyle çok çıplak


Ve aç


Açık, tende tarifsiz şaklayan kırbaç

Yürümeyi öğrenemedik bundan

Cep mendil, pembe


Renkli


Şeker topu

Çocuk gülüşü, erguvan sokak

Herkes kendini terk ederek çıkmış evden

Sense ürküyorsun hâlâ tıkırtıdan, çelimsiz geceden


Parlayan şu


Çelik ray ve bitimsiz keder

İnsana sağır, ayağa bağ

Yasak harf saklı koyna


Yazgın bu senin, sürgün ve inat

Yazgın ve ellerin, dilin, ödediğin bedel

Yanlış zamanda yanlış yerde olmanın

Belki en yanlış sen, sen en günah

Son bir yudum şarap


Dön bak

Başladığı yerde değil kimse



AFET İNAN


Emekli vali bulmacadaki kilit harfin peşinde

Mimden sonra nun, birden sonra hiç

İnsan çağırdıkça kara


Koşar adım yürüsek yetişir miyiz evvelki yüzyıla

Orada bizi bekleyen onca çatışma, hem ayaklar ters yüz

Soldan sağa pek çok sebep, yukarıdan aşağı başıboş avuntu

İri memeli kadınlar dolanıyor orta yer, kömür bıyık şu adam

Ağız kuşku dolu üstelik rüzgâr gündoğu sert, sert ve kuru

Kupkuru; sokak ne çok dert, nasıl boz bulanık su

Uzun nehirler ikiye ayırmış ülkeyi, dil yasak

Şehir adı alfabeye sığmıyor

Az sabır


Ölü tavşan çıkaracağız şapkadan


Yetmez

Baharda idamla yargılanacak Kürt eşkıya

Masada geçkin aşiret rengi, parti bayrağı, harita

İlk sen başlamıştın halbuki gitmeye, iç dış dolu erinç


İlk adımı sen atmıştın, de ki tarihin başı bu

Senden çıkmıştı o ilk bağırış, gerisi öyle acemi

Giysi hırpani, coğrafyanın deniz tarafı çıtkırıldım

İlk yumruğu sen savursan halbuki ilk itiraz senden gelse

Ardın sıra mevzilenecek bebeler, senin hükmün geçecek kavgada

Öylesine dokunacak herkes ötekine, senden başka uyduruk

Boşaldıkça yokluğa devrilecek ten, senden gayrı eğreti

Geciksek herkes bilecek, geciksek


Devlet, tanrının elleriyle avuçlayacak hayaları





SABİHA GÖKÇEN


Bir hışım kalk ve hakikati masaya fırlat, bak işte herkes haklı

Dövüşe hazır herkes, dayanamayıp alev almış eşyalar

Kap kacak, duvara çakılı saat, kapı kûfi ayet

Elma kokusu kaplı biçtiğin bulut


Şu çocuk


Şu şeffaf

Korkak, göğüs dolu madalya

Memeler süt ve cerahat, secde etmiş zafere


Gülümsüyor, uysal

Barut yanığı dudak kurnaz

Saklıya gömüyor ne var, ne var yasak

Ayıp ve keder, komşudan derlenmiş kasımpatı

Kafayı çevirip yüze bakmıyor sahtekâr baba

Oysa sen çekip indirebilirsin göğü

Hem şimdi, şuracıkta

Dokunduğun


Okşadığın mecbur


Yazgı bu

Kendinden olanı avlamak, ötesi yok

Evlat olup uyuyan, uyanıp ölümle başlayan güne











SANASARYAN HAN


Düşle gerçek arası sınır çizgisi, orada oynaşan su ve gölge

Orada ergen bulut, ışık ve heves, ten ve koku

Gök kuyu


Kör kara

Saçları sevgilinin, zindan

Durup durup savrulan, dünyayı kaplayan ardından

Kendimden söz etmeliyim sana; kendimden, evvelden

Her seferinde üçten ikiye düşen ben, ikiden beşe; dur ora

Sen ve tanrı, sen ve iblis; ne var hayatta, sen ve herkes

Çömelip çukura, çömelip çelimsiz; ruhumuz kir pas


Yahut dolu merak; bir el ekmek, diğeri afili duman

Eve dönerken şen şakrak, orada bekleyen aşk

Memeler diri, dil güleç, söz şehvet

Orada ordular, yasa ve öfke


Efendi ve köle

Bıraksan uysal, dingin ve serkeş

Otursan dengeye gelecek şu yüksek

Yaslansan düzelecek bütün o iniş çıkış

Kimin adını seslensen şimdi öyle bir nefes

Yahut avaz avaz söylediğin marş, kurtuluşa dair

O mümkünsüz yurt; herkesin uzak, her yerin öteki

Yani kim varsa kapıda; melekler ve evliyalar, Hızır ile İlyas

Herkes zalim, her gün pazar, tanrının kırbacı zaman

Yani ayaklar baş, başlar ayak


Belli ki bizi böyle seviyor mülk sahibi

Emniyet teşkilatı, topçu taburu

Şu rezil ahali





YAĞMA VAKTİ


Kim kalabalıksa onun adı yazıyoruz mülk hanesine


Elde bayrak, kim erişkinse o

Uçsuz bucaksız teslimiyet elde, kim zalim

Saten ayrılık, atlas kumaş, üstünkörü pişmanlık

Yaptığı bozan biri hep; kim kuvvetli o ilk, o ön

Oysa sen tutup dudaktan öpebilirsin birini

Hem şehvetten kudurmuş

Elleri uzatıp o en ora


O en sıcak, en günah; kabahatler üstü kabahat

Tarifsiz korku, sürgün ülke, düşkün insan

Terk yahut imtihan


Teğel ipliğiyle boğulmuş terziler

Onların acemi çırakları ve kuyum ustası

O hoş bakış, uysal gülümseme, bahar yumurtası

Ortalık keşmekeş ve senin gölgen sığmıyor rahme

Oysa gündür geçer, komşu pencere cehennem oysa

Küskün, azgın, pişman; sonrası yok, kaçak göçek

Öyleyse sebebi olmalı böyle apaçık dolanmanın

Devlete vergi vermenin, sevişmenin

Çocuk doğurmanın


Gidenin ardından upuzun bakmanın

Tanrı yahut toprak uğruna ölüp öldürmenin

Göz yummanın, tam da kan kıyamet gün böyle









KUBİLAY


Boynun uzanıyor göğe

Ne gelir elden, oltada bir başa istavrit

Kıpır kıpır hem, hem kuyruk biter bitmez başlayan boynun

Kabul et kadınlar yurt, oğullar fişek hem öyle kuru sıkı

Hem geç kalmış


Sen ve baba hanesi


Sor, ne vakit

Varla yok arası şu kavruk, şu suret

Öğren ne bu yahut kim, bak ne çok susuz


Onca laf, onca yanılgı, onca inat

Kusursuz ve korkak; bir oyalı mendil, bir boncuk tespih

Herkes çabuk, herkes evvel üstelik ne perişan şu kalabalık


De ki tersten yürüsek hayata, çoktan aza

Mesela öldükten sonra söylesek son sözü, her ne ise o

Bittikten sonra da yaşasak aşkları, hem ne eksik kalmış onu

Unutup geçip gittiğini; unutup ışığı, gölgeyi, yaradanla yaratılanı

Bir tek sen çıplak şu avluda, bir tek sen bağ bozumu

Ayaklanıp salkımdan evvel


Sen teslim dudağa

Hem ne kekre hem ne acemi, kucak dolu hırıltı

Az bıraksak hüzün sızacak yırtık yerlerinden göğsün

Uyur uyumaz serin sulara dalacağız biz senle, boydan derin sulara









MUHACİR RESMİGEÇİDİ


İlk hançeri Balkan vilayetleri saplamış böğre


Ne ki her çarşı başka telaş, hem telaş hem şarkısı küs

Bulgarlar, Helenler, tütün balyaları şu

Kadınlar yılankavi


Sen kederli esmer, gün darbukayla başlıyor Trakya’da

İpince klarnet; ipince, hüzünle tanış

Ocak çaydanlık


Fıkır fıkır

Hem dokuz sekiz hem fokurdak

Akşam bir aksi Arnavut, sabah deli inat

Parmaklar şıkı şıkı şık şık, göbek güm teke güm tek


Üsküp'ü verip Edirne’yi almışız


Kime ne; sen kalk karşı kapıyı taşla, karşı camı kır

Öğren neresi gurbet, neresi memleket

Herkes birine küfür nasılsa

Birine kırbaç


Peki kim bu uzağa giden, ev niyetine hep


Bıyık kaytan, boyu posu devrilsin, şah beyaz

Şam'da idam sehpası, Beyrut urgan

Şu yaylı taksim, şu hüzzam

Şu koyu duman


Kimin rahmi

Böyle karman çorman, böyle dolu döl suyu

Kimin evladı, yüzü hem güz hem kan revan ağız




KÖRDÜĞÜM COĞRAFYA


Gözleri yummadan evvel de kimseyi gördüğün yoktu senin


Barikat örmeseydin yine de böyle boydan yüksek

Cep böyle iri taş, karşı taraf kırılacak onca cam

Çerçeve, demirbaştan düşmüş alışkanlık

Bekleseydin yahut kıyamete dek

Bir başa


Bel yatağan, yalınkılıç öyle

Boynu vurmak için taştan tanrıların

Sonrakiler de yetişirdi buluşmaya ve sen

Ve herkes; kendiyle kavgalı, kendine yenik

Kendine düşman, bize miras şu görkemli yanılgı


Kadın ürkek

Erkek kendini sevecek kadar cesur bir tek

Sense buralısın hâlâ; sokak, kapı numarası

Tanıdığın yahut hatırladığın ne var ne yok küs


Bu şarkı, bu tuzak

Bitimsiz döngü bu hep aynı

İnsanı deli divane eden tekrar yahut veda

Ben seni düşündüm sevgilim, öyle kimsesiz hep

Gitmekten mutlu olacağın düş ülkesi, belki son kez

Bakarsan görürsün umuduyla baş kaldırıp bahanelerden











KIR SAKİNLERİ


Bir ömür üç yalan söyledik size, hem ne kolay


Bir, buralı değiliz; iki, yurdumuz rüzgâr


Tek nefeste ne kadar inebilirsin dibe, bilmiyorsun

Şu kekre duman, sözcük arası beklediğin durak

Yahut bunca pişman


Şu senden sonrası, bak işte o yok

Şakıdığın, koştuğun, giydiğin; de ki gün ve sebep

Sendin bağ bozumu şişeden içmiş şarap

Ardından çekip gitmiş, ayak telaş


Çapraz

Başıbozuk öyle, sırtta şaklayan kırbaç

Adları unutsak da çığlıklar çıkmıyor hatırdan

Çömelip yere, parmağı kesik, çömelip tütün saran

Seninse içe çektiğin, durup durup, evveli okşadığın

Kim varsa o başkası, kadehte imkânsız yudum

Komşu kokuyu silmek üstelik renk hazan

Şarkılar, ilahiler, şenlik ateşi

Hayat ve kusur


Ne büyük yanılgı hep aynı evde oturmak


Şu ürkütücü manzara

Hem bir başa hem tıkırtısı ürkek

Gülebilsek kalabalıklaşacak belki ortalık

Varımız yoğumuz şu sarsak devlet, bu üç







HÜKÜMDAR MEMUR


Kan davasından kurtulup geçim sıkıntısında telef olmuş saç baş

Kaş feodal, surat işgal; dön bak, kimseye benzemiyorsun

Benzemedin de hiç


En korkak, en kaçkın, en sessiz ora duran sen

Her mahalle başka yürek yanığı, şakak ak

Yasaya sığmıyor içteki isyan, sığmasın

Alna düşen perçem


O son sürat inat

Geri kalan ne var, sen hariç, o başa buyruk

Herkes bir kovuğa saklı, herkes dönmüş

Daha dün yağmur yağmıştı halbuki


Eksik gök gürültüsü

Uğultu, patırtı, kar boran, dolu şimşek

Fırtınanın etrafa savurduğu, yer gök yaprak


Sondaki g yumuşak


Çıplak dağ

Yahut kıskanç otağ

Al götür ne var alna yapışık

Ne var akıl, ilk harfin üstü şapka


Men seni her gül vakti bir daha sevmişem


İnsan kurnaz

Oracıkta bekle, etraf inkılap söylentisi

Muallim öldüresiye dövüyor pörsümüş kelimeleri

Duvarda ihtilalin resmigeçidi ve senin adı sesleniyor o biri

Soldan sağa yazılıyor mahkeme kararı, hürriyet sonu nokta

İlk cinayete göz yumduğumuz için yaşanıyor hem tüm bunlar



ALİ KEMAL


Başlangıçtan öte mirasımız yok


Ne çınar gölgesi, yaşlı ve serin, ne su ne toprak

Üstelik yeşilden çok maviyle akran

Ne sen ne sonrası


Çul çaput bir tek, savrulmaktan pişman

Islak ten, eksik gülüş, derin koku

Telgraf direğine asılmış ilk ölü

İlk günah, ilk taş


Ora


Senin ordularla geçtiğin o yer

Bir hayal ülke, bir vazgeçiş

Kardeş katili o


Daldaki yasak

Herkes kendine bekçi

İstersen gidebiliriz yine de geri

Yürüyebildiğin kadar üstelik yalınayak

İlk karanlıktan evvel, yüz sereserpe kıvrım

Doğru değil dilin keskin olduğu sessizlik kadar

Ezber marşlar bildiğimiz yahut bağır çağır öyle

Yoruldukça uzayan mesafe, şu çelik ray

Öylece bakakalıp görmez gözle

Rüzgârda salınarak


Benim alıp seni uykulara götürmem

Mümkündür elbet insandan bir adım geri durmak

Mümkündür tam daldan düşerken uyanıp güne başlamak





MEÇHUL TARİH


Eksik beden üzerinde tepiniyor memleket, biz üç kardeş

Böyle mi başlar insan yola; böyle kusur ve yara, fısılda

İçimizden birini boğup ötekini ateşe atacaklar

Eğilip suya, dur ora, eğilip sese

Kulak ver


Üçüncünün adı Hüseyin


Kim bilir hangi yüzyılın çehresi bu böyle yaz

Böyle avaz; çürük, ezber, küstah üstelik

Sana yer yok bu evde


Bunu biliyorsun; dil yasak, bunu da

O ki fazlası var, şehrin kelimeleri poyraz

Adımlar şişman, köylüler gürültüden şikayetçi


Canın sıkılsa yine terk eder misin bizi


Herkes gibi sebepsiz, çarçabuk ve telaş

Deniz kokusu olmalı öyleyse bu

Kendine çağıran bizi

Hep gür ses


Hep gün doğarken: Eller havaya


Mahalle girişi kimlik sorgusu, beton korugan, merak köpek

Ön cephe fukaralar ve geçim derdi, saksı ölü çiçek

Gökle aynı renk, her kuyuda başka Yusuf


Sana düşen de bu, çömelip sessizliği avutmak

Kavganın ortası öyle bir başa, bahaneler dip köşe

İnanmak istiyordun anlatılan masala, sen ve yiğit duruş

Üstelik şu üç tuhaf yolcu, üç yitik yön; içlerinde en diri sen

Dönüp hayata, dönüp göğsü açan; soran kim olduğunu yola


HAYATIN DOĞUSU


Moğollar yürüyor şehirde

Hayalar elde, bölük pörçük ordular

Kılıç kalkan ekibi, esnaf loncası, iyi giyimli eşkıya sürüsü

Savaşta düşman safa geçecek fakat ayaktakımı


Bu sancı, bekle

Tahammülü imkânsız şu ağrı; bacak felç, omuz melek

İbadet vaktine bağlı gün, yattığı yerden doğrulup

Hem öyle merak, erken fışkıran dal budanacak

Oysa biz derinliğe göre seviyoruz suları

Göz kapağı şiş


Trahomdan kırılıyor memleket

Masa idare lambası ve tanrı meşgul

Haritanın kıyısında bir yerde yaşamak


Zahmet

Geceyi şehre taşımış köylüler

Dermanı olsa şu bacak, şu kol, şu yurt

Anneler başka renk doğuracak çocukları

Bu sefer başka yer, başka ülke, dil başka















1921 YAHUT 1924


Eksik yahut yanlış sözcüklerle yazılıyor dağdan kopan parça


Durmadan yuvarlanan şehre doğru

Şu patırtı yahut güz artığı, ülke adı

Mevsim tereddüt, dün geri

Şu sınır, şura


Hiç gitmedin, bakıp bakıp utandın

Belli ki günler, günlerimiz; bak işte o öfke

Oğullar ve kahramanlar, sen ve yitik gölge

Mecburi hizmet yerine toplanmış cinayetler


İstesen de unutmayacaksın evveli

Bunca sancıdığın evveli, itirazlar uysal

Sürgün ve meçhul, toprağın dip katı gergin

Gerisi bekleyiş, görüş günleri ayıklıyor gardiyan


Tek tek


Takvim yaprağı yırtıyor

Tapu dairesi mahşer, pazartesi yangın

Kimse demedi, sendin kovulan buradan


Yine de ilerliyor tren, hep daha esmer

Bir başa ve ağır, Ağrı’da patlamış ilk mavzer

Sonraki mermi bin yıl sonra fırlayacak namludan

Sözü bırakıp oracığa, kavganın kucağı

Sen ve sana benzeyen onca bulut

Dolu yağmur ve kimlik sorgusu

O ürkek bakış, kabul et


Kaybetmek bu coğrafyanın epeski huyu




SEYİT RIZA


Coğrafyanın üst katlarına sürünerek çıkıyor jandarma

Avuç pençe, orada sonsuz ve pişman

Orada kardeş herkes


Kışkırtsak bu karanlık

Kışkırtsak bu ışık boğacak bizi

Masal kahramanları zıplıyor üst gök

Ölü bebeler; zıp zıp, senin meşrebin bu

Şeffaf, billur, berrak; dokunsan yırtılacak


Etin okkası beş akçe


Unutma

Hatırlamanın lanetiyle yaratıldık biz

Aynı boşluk, aynı yara, aynı nehir

Birden çok kere ve hep aynı


Dağlılarla savaştan dönüyor ordular, zaferle hem

Haftanın günü, perşembeler dâhil, nefsine misafir insan

Erkekler kendi dilinde ecnebi, kadınlar ana kucağı gurbet

Ne var taşa kazınmış, rezil rüsva, ne var kara

Şu kömür, şu zifir yahut dil bu

Feryat figan


Söz ah u zar


Geç git; bize, oğullara, mağluplara yurt

Sana tuz, sana ekmek, çağlayan su sana

Dolandığın gül gölgesi ve imkânsız aşk

Yürüyüp boylu boyunca düş kıyısı

Her gidenin vardığı yol sana





ÇOBAN VE SÜRÜ


Gökten sarkan şu bir çift göz; şehla ve çakır, gökten

Yazı tahtası üstü ancak diğer herkes tanış

Konuşabilsek hiç olmazsa son bir kez

Başa buyruk öyle bağır çağır

Biz senle


Biz senle çelimsiz tutsak

El ele tutuşsak herkes anlayacak avuç ne diye ter

Ne diye çırpınıyoruz bir umut, tozu dumana katıyor asker

Tam orta yer gün; köylüler kurnaz, kasabalar çarkıfelek

Parti binası, piyango idaresi, yanak yanağa dans

Çatık kaş baba, şımarık şehir, şanlı merasim

Aralıksız bizi izliyor ilahi suret


Birileri toplanmış kelimeleri törpülüyor

Belli ki rakamları kamçılıyor bir diğeri

Öteki huysuz, her yanlışa kızıyor


Sende dil yara, bende söz çukur

Yakalar kirli beyaz, hayat parasız yatılı

Kabullenmiyorsun yanlış ülkede olduğunu

Çocuklar başka dil ağlıyor vakit tanrıya döndüğünde


Efendiler, öte âlemi karıştırmayın sınıf kavgasına


Niyetin yok sıraya girip ezber marş söylemeye

Kalabalıkla birlik; üst baş toz, çörek kurt

Her önlük başka ceset, nefes esmer


Öyle diyor başöğretmen

Ayrılık sancısı yanlış taraftan ölçülmüş

Sense delice korkuyorsun duvardan fışkıran bakıştan




KURT KANUNU


Giydiğin bedene sığmıyor cüssen; şu duruş, şu siyah

Şehir; sığmıyor güneş sütre gerisine, bekleyişe

Çekmeceye


Çık git öyleyse şu el, şu kol

Hem dönüp çaresiz, kuşkuyu alıp hem

Doğduğun yer; nere ora, kim şu gölge

Öylece gözleyen seni


Aldanış hâli bu

Sessiz sedasız; düş ülke, bitimsiz deniz

Kışkırtıcı bakış, delişmen söz, çıldırtan koku

Senden gayrı herkes uçmağ derdinde

Kelimeler kabadayı


İnsan korkutan ihtimal

Peki yetmeyen ne içi kaplayan böyle, böyle kara kuru

Ruhu delirten bir yandan, bir yandan elden ayaktan düşüren

Bir sebepsiz yangın yeri işte yürüdüğümüz; bir kan, bir kırmızı

Şu kahrolası mübadele, şu bitimsiz uzak, şu derli toplu

Ardında kendini bırakıp bir tek, öyle sabırsız

Yaşanan ne var istifleyip bir köşe

Öyle dağınık


Sürgün

Memlekette kırıp döktüklerimiz, yakıp yıktıklarımız hep gurbet

Güne başlamakta bu yüzden gecikmiş belli ki yol ve yolcu

Masallar, cenk hikâyeleri, ağıtlar yahut ötesi çaput ağacı

Göğsün ortası çıldırtan ağrı, ağız leş, surat çamur

Gidenlerin kolları boyna dolanmış, eksik küfür

Eksik ses, büsbütün yaşamak, şu güz

Hatırla, cehennem sıcağı

Hatırla


Utanır mı insan sebepsiz üşümekten

ENVER YOKUŞU


Boşa yürüyor bu yandakiler


Taşlar ve kahramanlar; sen misin o, o şeytan avcısı

Dur hele biraz; efsaneler, mümkünler, mucizeler

Unutmak için kuş misali dağa çarpıp düşeni


Gaybın adı yurt, vardığın yer kış


Her nefes ilahi, her söz muhtemel

Çağıltılar, ırmaklar, suretler

Tıkırtılar


De ki ne ara aldın sen bunca mazlumun ahını


Atlar koşumsuz çıplak

Kelimeler dâhil; kelimeler, nağmeler, ışıltılar

Mızıka bölüğü, sıhhiye takımı, muaşeret alayı


Karlı günde kaybettik harbi kumandan


Eller paldır küldür, eller

Sevgiliyi okşarken cesur bir tek

Pişman, aradığı ne ise onu bulmaktan


Hep çocuktuk o vakit, hep buz tutmuş


Peşe düştüğümüz

Sır ve kehanet, ses ve gölge

Hem ne çok çabuk, ne çok uzak, ne çok


Kimin umuru toprağa saçılmış çatapat gürültüsü





ERTELENMİŞ İNAT


Çıplak ruhla bakıyoruz durup yüze, durup daha

Çekip gidecek gibi her an, şu sonsuz uzam

Yün çorap, örgü kazak, kış için sabır


Kim bilir kaçıncı gün


Ölüm orucu, aklın içi kâr zarar

Güngörmüş kaçaklar bekleyişe sığınmış

Bilen yok kimin adı okunacak ilk, dert değil


Yüz maske


Sonsuz uzun şu eylül

İhtimal o ki vakitsiz gül bahçesi bakış

Şu bağırış çağırış, kim sağ çıkacak sorgudan

Bilmiyoruz, oğullar adı niçin ters yazıyor mektuba

Herkes merak, dil kilit, kelimeler topyekün tutsak


Kendimizden başka tanıdık yok içimizde

















PLASTİK SÖZ


Ne şarkılar buralı ne surat tanıdık


Boş ver; göz sarhoş, deli ve divane

Sen olsan kim bilir hangi ses

Hangi söz, ben desem

Kaç çelimsiz


Sil süpür kiri


Şu kol, şu bacak

Kime ne, herkes apaçık gül

Başefendi şarkı türkü, kuş dili bebeler


Bilen yok

Suyun kaynama ile donma noktası

Bilsen ne olacak, senin aradığın her harf kayıp

Mecbursak öğrenebiliriz fakat kıyamet alametlerini


Ardımızda koşturan soyağacı, şu çağ

Sabahın merasim bahçesi, kimin nesi şu tanrı sureti

Marşlar, alkışlar, gözyaşı yahut minare gölgesi, davul tozu


Ne yokluğa çare ne hakikate dost


Sor soruştur, kim doğurdu seni vakitsiz

Göbek bağı kesen kim yahut erken

Hem uluorta


Rahme düştüğün günden







MEŞRU CİNAYET


Ey yiğit asker

Bize ölümü unutturacak hünerini göster

De ki kim böyle sarılıp uzanmak istediğin

Böyle boylu poslu çimlere

Çıplak, kollar aç

Git


Göğe

Göğün uçmağına

Bizden yana fırlat sadaktaki oku


Her neyse ilk günahın, her kimse o

Durup durup akla düşürdüğün öyle

Suçların neyse yahut katran kara

Demek sonsuz sevişme vakti


Demek aşk

Hep eksik, hep çabuk

Surat giderayak yeşeren esenlik

Yeryüzü titrerken senden fışkıran alev

Demek el ayak çekilmiş geceden, demek o esmer


O acı

Ey içli ağıtlar mülkü, ey yenilgi erbabı

Bize doğduğumuz ülkeyi hatırlatacak şarkılar söyle











KURTARICI ASKER


Kışkırtıcı haberler geliyor cepheden, ereksiyonu karneye bağlamışlar

Cenk vakti, oğlan çocuğu yer ile yeksan, surat dur ve durak

Bin yıllık kulamparada uçkur bağlama niyeti yok


Kurmay heyeti kurnaz, yaldızlı üniforma giydirmiş hünsa tene


Yol yokuş

Tüfeğin olsa patlatır mıydın sen de şu dip kara mağarada

Art arda


Dil kötürüm


Namlu alev

Üstelik ne çok telaş

Hem ne tuhaf, tepede eksiksiz güneş

Gülümser esmer, sen ve eli silah tutan

Sen ve nöbetçi onbaşı, talim çavuşu

Sen ve herkes


İçtimada, yürüyüş kolunda, taziyede

Tören alanında hep aynı

Hep tek ses


Vatan


Sana


Canım


Feda






TASARLANMIŞ GÜN


Bir numaralı plaket hükümet sarayına çakılıyor


-Emredersiniz albayım


Askerlik şubesi iki, şehir kulübü üç


-Ne hoş, sözcükler şehvet


Adliye lojmanları dört, reis beyin ateş yakası beş


-Kucak yeniyetme telaş


Organların boyunu efsanelerle kıyaslıyor oğul

Memurlar rütbeyle ölçüp biçiyor hayatı

Unutmak, ne olup bitmişse

Ne varsa hatırda


-Ne büyük şans


Öyleyse şuraya sonsuzluk yapıştıralım, şuraya asalet

Tam karşı sorgu parkı, üst baş kuşku kulesi

Yolun sonu baştan çıkmış aşk


-Silip silip yazdığın şu mektup


Bu tahammül, bu ülke

Kasabalar mahir, köylü milletin efendisi

Şehir, rahminde boğulmayı öğretiyor şairlere








TEMSİL


Az biraz geciksen ne olur, dibi mi tutar yeryüzünün

Koşturmasan yahut böyle tıknefes

Ardı sıra böyle her gölgenin


Ah çocuk, nasıl da derin uçurum şu sensizlik


Senin saçların bu savrulan, senin rengin

Şarkıların, günahın, sesin; dön bak

Nasıl cehennem ülken senin

Gerisi yanık


Medet ya Allah


İnanç ve inkâr, durup yüzleşsen sen ve herkes

Kendin dâhil herkes; şu gök, şu kuş, şu kanat

Kuytuya saklayıp kahramanları, ötesi çıplak

Yürüsen yine uysal, durgun ve sus

Suları yarıp


Hatırla, çıktığın yokuş

Geri çek masaya sürdüğün peyi

Küle boya yüzü; onlar gibi gül, onlar gibi ağla


Ağızda onların dili

Kutuda çeşni baharat; nane ve kekik

Sahipsiz bir cenin, bin yıldır ora hem öyle

Uyuklayan, uyukladıkça irileşen, harbe hazır hep

İstese kendini doğurabilecek, kimsenin ummadığı vakit


Kavga başlamadan henüz


Kimi alıp götürdüler aramızdan ilk evvel, gördük

Kim ağıt yaktı, kim sevindi; kimin rengi öyle tebessüm

Diyen yok fakat dar günde oğullar niçin dağlara yaslanır


TEDİP


Herkesin daha bir annesi var; bekle, incecik parmağı

Sığdığı, kaçtığı yahut koşar adım şakıyan hep telaş

Herkesin üst, herkesin baş; senin yer ile yeksan

O ürküten ses, küfür, cam kırığı, attığın taş

O büyük şangırtı, o kanlı düden


Sen korkak bir tek


Ne tuhaf çocuk şu kolsuz bacaksız, şu surat yapışık

Burun dik, göz çapak, ten esmer

Baba dersen uzak


Baba yasak, baba kaçak, baba gök

Baba kıpkızıl gül, komşusu yok yoksulluğun

Belki bu yüzden insanın ana yurdu bitimsiz hiç

Mevsim güz, taş sekmiyor suda, ayna karaltı

Kim bu cahil, söyle


Ağız ne diye kilit, dudak ne diye küs


Hilal kaş, sırma saç, tarifsiz dalıp gitmeler öyle

Söyle bilelim, hangi kavimden miras şu bakış

Kurda kuşa sor, de ki evin ne taraf senin


Kökü toprağa saplı bu coğrafyada günahın

Kadınlar kabahat, erkek sus

Söz öksüz


Herkesin daha bir annesi var, el kömür

Gece karası resimler çiziyor boşa

Yüz silik, dil sürgün


Soluğu yok kelimelerin



TENKİL


Bu bakış


Bu sana mülk

Bu yakarış, bu çağrı, bu alkış

Menzili çoktan terk etmiş şu koşu

Bu hep sana miras; olsun, durma sor


Yolun nere yolcu


Yürüyüşün dağlı, sözün abdal, renk kör

Fakat yaşamak bu koca bir yanılgı

Adımlar hâliyle yüksek buluttan

Kavgaya tutuştuğun rüzgâr


O ki çetin

Sense kendinin avcısı

Kendine saklı kaçak, durma


Seslerin peşine düş

Kimse demese de söylenen ağıttan anla

Ölünün meşrebi ne, hangi kılıcın artığı boyun

De ki börtü böcek de bilsin, ağız ne vakittir çorak

Değil mi ki dünya hep aynı, insan kendine muhtaç


Gün sürgün


Yahut o uğultu, o unutuş, o ayrılık, o sen

Herkesin bilerek geç kaldığı üstelik kimin umuru

Nerede durup nerede dinlenecek şu kırgın, şu aksak, şu bacak







TEHCİR


Herkes gülüp oynaşırken senin derdin kelimelerle


Ellere bulanmış ölü döl suyu, yüzü sıva

Yüzü ve sonsuzu; orası, o yoksul

Ürkek tik tak ve yasak

Gecenin dip vakti


Giderayak

Şu şarkıyı mırıldamasak, şu yasak

Soran olmayacak er kişi kim, olsun


Sen gel otur cümlenin orta yeri


De ki çölde

Nasılsa bir varmış, bir yokmuş

Çoban ateşi başında, haz ve kefaret

Nasılsa herkes yabancı, her yer gurbet

Ağız küfrün bıraktığı o çürük, de ki o tat

Ölümle dirim, hasta ile şifa, hep yahut hiç


Kıvrılıp kuytuya

Efendiyle köle, aşkla âşık, yolla yolcu

Kıvrılıp bir masalın zümrüt kakmalı tahtına


Korku ile merak


Kimi kurban etmişler ilk

Eğil bak mermer taş üstü

Kim yığılmış, kim göçmüş


Kimse demese de bil

Kimin düğününe gidiyor bunca sabi sübyan

Böyle her yan yara bere, bayram sabahı ve erken

Böyle eli boş, kimin taziyesinden dönüyor bu kalabalık


TEMDİN


Ali, bak; bu tanrı


Kimden korkmak gerek, ilk bunu öğreniyoruz mektepte ve yağmurlar

Kimi sevip kimden nefret edeceğiz, bütün o ihtimaller ve şu tuhaf

Beklenen patırtı; yıldırım, şimşek, gök gürültü kampana

Bütün bunlara hazırsın sen hatta fazlası

Öğretmen tokadı


Aksi ve yerle yeksan

Sokak iğdiş edilmiş köpek

Biliyoruz, ne giyeceğiz bayram günü

Başta fötr, kan sızıyor ağızdan ve bebeler

Ürkütücü şiirler okuyor öyle canhıraş, bağır çağır öyle

Fukaralar parmak ucunda ilerliyor ahirete, gerisi hep çığlık


Davudi ve şımarık, karman çorman

Kapı zilleri epeski harami şarkısı, açıl susam açıl

Yedekte kuşku söz, saklı merak, hüzne doğan gün

Üfleme sesiyle başlıyor yürüyüş, Sûr'un boğuk uğultusu


Gazeteler yazınca anlıyoruz ne yiyip ne içecek


Ne vakit duracağız ışıkta

Kimi öpüp okşayacağız sözleşmeye kayıtlı

Üstümüz göçmen kuş sürüsü, alnımız dolu tüfek


Ayşe, bak; bu devlet









TASFİYE


Eylülün bir yüzü karanlık, öyle olur zaten

Avuç tuz, herkesten evvel sen ve senin ellerin

Tanıdık biri muhakkak gün sonu bekleyen o bizi


Hem ne zavallı


Ne cesur hem

İnsan ne vakit terk eder şehri

Bildin; aşk ve kederi, de ki kendini

Erguvanlar kokusuz, ev tenha ve uysal

Aradığın yahut tapındığın her ne ise o uzak

O yok, fikrin var ancak ne diye mahşer köprü

Şimdi kalkıp ayağa yahut fırlayıp derinden

Birden iki, ikiden üç; düşüp dediğin söz

Aldığın nefes


Hep çoğul

Karanlığın boyu, ışığın gölgesi, kelimelerin uğultusu

Senden yiğit, senden cesur, senden iri herkes

Bir telaş geceden dönüyor bunca adam

Bunca kara, bunca çok


Sokak keşmekeş ve lanet

Elma diş, fışkıran döl rahme ulaşmış

Oysa senin yaşamaların vardan uzak, yoka komşu

Bütün o korkular, yere yatmış yahut yerde sürüklenen

Eti kim ısırmış derin; biliyorsun, göğün yedi rengi

Hep birlik


Ne diye solgun

Gel gidip başka suda yıkanalım biz senle

Başka çeşit çağlayalım gidenin ardı

Yaz bitmiş, çaldığımız kapı güz


Tan vakti, talan vakti

TAKTİL


Bu piyangodan size kıyamet çıktı


Apaçık uzanan yol size; sürgün ve bir uzak, tuhaf

Şehir meydanı yeniyetme bayram, Ağrı düştü

Oğul kayıp, baba rehin, mülk yağma


Koca ve kara bir lağım faresi boynumuzu yalıyor uykuda

Dersim’de tayyareler, bebeler elma kokusuyla çağlıyor

Valinin karısı tayyör etek giymiş, Zilan kan revan

İnsanlara inanmaya oysa, insanlara ve Allah'a

Ne çok ihtiyacın var senin


Hiç tanımadık kapılar çalmaya


Tuz ekmek hakkı, gel otur

Şu uysal esinti, şu pirüpak; şeyh ipte asılı

Bin yıldır şalvara hapis beden öyle uluorta çıplak

Suya kazıdığın isim, gök suret, iniltiler yahut ilahiler


Yürüyüp gidiyor ilk önde yitik tarih

Kızların yüzü her gün daha çok benziyor anne yüzüne















VARLIK YOKLUK


Sokak dolu komşu mülkü, olsun


Bacak sere serpe hem

Ne varsa toza bulanmış, kalçalar dâhil ve kuyu suları

Işıltılar; uzadıkça uzayan, parıltısı baştan çıkaran, çıldırtan

Hem durup oracıkta; kelimeler, suretler, kuşkular ve çömelip

Geçmişi beklediğin; çoktan gelip geçmişi, ürküp kaçtığın

Ora saklı şifa; ora gaipten gelen, ilahi ve çelimsiz

Ora süklüm püklüm


Çağırsan gelebilirim ben senin olduğun taraf

Herkesten habersiz, pusuya düşmüşken herkes


Öyle ağır


Ne var etrafa saçılmış

Üzüm salkımı kalabalık ve cam kırığı

Enine biçilmiş kumaş üstelik senin sesin bu


Kurtarın bizi bu çağdan, kurtarın

Kutsanmış mabetlerden, sübyan tanrılardan


Ardından doğup büyüdüğün, eylül ve karanlık

Bütün o binalar, talan ve cehennem

Yine yol, yine pusu, yine çıplak


Herkesin birine bakıp hiç sebepsiz, herkesin kendini gördüğü

Şu lanet susup şu mutsuz, şu öfke, kabul ve bekleyiş

Orada tepinen gün fukarası ten, kayısı kurusu et

Kim varsa eksik; şarkılar, şehirler, şüpheler

Bir tek sen apaçık uzanmış, bir tek sen

Herkesin utanarak okşadığı


Durup anlamak insanı; Usul, de ki ne mümkün mucize bu


VATANDAŞ TÜRKÇE KONUŞ


Keyfe göre hesaplanmış olmalı halkların sıkleti, dalda elma

Senin etin ağır gelmiş besbelli yeryüzüne, sor kırmızı

Hem öyle giderayak şaklayan tokat, alı al surat

Vakitsiz ve ortalık karıştıran


Kabarık

O ten; sürdükçe eskiyen, sende kol zayıf

Bilek ince, bacağın taşıma niyeti yok kamburu

İlk evvel turunç olduğunu çoktan unutmuş portakal çiçeği


Yine de ilerliyor tren, kondüktör ters

Akıl şüphe, hakikat dağıtıyor hükümet, sırt küfe

Bâb-ı Âli yokuşunu oflaya puflaya çıkıyor ağırlıkçılar

Sen gibi yürümüyor kimse öyle dalgın

Yaslanmıyor kuleye hiç çocuk


Bilek ustura

Tezgâh sabıka kaydı

Bize kalsa hoplaya zıplaya ineceğiz uçurumdan


Bildiğimiz bütün sonralar

Bilmiyorsun, bilsen söyleyeceksin

Ayın hangi gününe denk geliyor bu sene kış













LEYLİ MECCANİ


Ölüleri sürüklüyorlar yerde; eksiksiz gülüş, alkış ve sinik

Herkes mutsuz, yüz nefret, ne güz sonu ne poyraz

İp bağlayıp boyna oğulları, kadınları, çığlıkları

Savaşlar, şenlikler, bağ bozumu


Dipteki sandığa saklı sır, dayanamayıp

Kafayı az çıkarsak baş gök, surat aç

Gerisi çer çöp, çürümüş hep

Sümük sübyan

Sonsuz süreğen, ters yol

Ters bahçe; kök üst, yağmur zıp zıp


Korkma

Çağıran yok seni kendine

Seslensen halbuki ne var ismin dâhil bildiğin

Yahut çömelip kuytu, elbet şakak mermi

İnançla inkâr arası bir dünya hâli

Küfre komşu


Yapışıp dudak

Yapışıp bacak, kalça, ora sımsıkı

Sevmekten usanmayıp hem bir ömür bir kadını

Dayanamayıp dokunsan buluta, de ki tırnak ucu

Nehrin yatağı çözülecek, suların kudurduğu o vakit


Kurbağalar basacak evleri

Ne saklıysa dil altında, mesela üç kere vırak

Vırak, vırak; uzak senden ve korkak, can verdiğin

Oracıkta, insanlar bin yıl öncesini istifliyor ıssızlığa

Bebeler er ya da geç doğduğu ülkeye dönecek

Gerisi pişmanlık, öyle bir başa

Kalk yaranı sar


Hatırla, çağladığın vakitler de oldu


SAFRA


Köpürmüş güz sesleniyor bize yahut yağmurdan evvelki çağıltı

Ruhu kamaştıran renk, mesela turaç cümbüşü

Küf yeşili defne


Ateşten emanet karanfil

Sen yokken yine aynı mı kokuyor sokak, kim bilir

Kim varsa bizi bekleyen, de ki söz ve uzak

Sen dâhil toplayıcılar, ürperten o gülüş

Sürdükçe çoğalan yaprak


Mevsim döngüsü bu


Biteviye soğuk ve sıcak

Sırayla gelip geçmiş İstanbul ortasından

Yeşilden başlayıp kızıla varan çayırlar örtü


Unut


Şu bitmeyen göç korkusu

Şehir duruyor yerli yerinde, yorgun ve harap

Kendi hâlinde bir tekne; bırak salınsın, kıyı çizgisi yosun

Keyfince oynaşıyor şamandıra, millet bu sene de palamuda doymuş

Günün öte yüzü kış, sende göz kara, geciksen ocakta et yanacak

Gürgen sopalar dolaşacak kucakta, tornada terbiye edilmiş öfke

İmparatorluğun sorun çıkaran artıkları, milli sermaye

Yeniyetme telaş, şeref ve gurur


Oradan oraya koşturan keder, öyle muhacir

Kimse memnun değil belli olduğu yerden

Kadınlar iri memeli, erkekler ürkek

Çocuklar hep ihtiyar





TÖREN


Zorda kalan kabadayı şişedeki küfrü susuz içiyor

Böyle yazıyor şahnameler, payitaht yağma

Şarkı, şiir, inşâ


Attığımız her imza başka korkunun kefareti


Boyun muska

Kaş çatık, dil düzenbaz, bet benizli teşbih

Coğrafya top-tüfekle uğurluyor içe sığmayan halkları

Çocukken gibi ürkmüyoruz fakat mezardan geçerken

Şu kör vakit; şu tenha, şu yorgun, şu ürkek

Islık çalan kalmamış senden geri


Ermenileri yağmalamaktan dönüyor komşular

Parmak kesik, kol yok bilezik

Urgan izi ten


Sevgilim

Dön gel saçlara dolanan yoldan geri

Bu kadar oyalanma şu sahipsiz uzak, bak

Talan edilmiş vadiler, şarap salkımı ve keder

Ardımızda unutuş ve duvara çakılı çaput çerçeve

Önceki yüzyıla ait kayıp gün, kusursuz sesi devletin

Her şey geçiyor, bizden parçalar kopararak, akıp gidiyor

Sahtekâr kabadayı şahsiyetsiz bıçakla övünüyor meyhanede











MAĞLUP TARAF


Kimi öpüp çıktın yola, kimi okşayıp

Unuttun, kimi boğazladın

Tırnağı geçirip


Kasığa

Tırnağı geçirip derin ve çıplak

Keskin, çapraz, acemi; kapı önü hep

Zafer, korku, itiraz; hepsi geç, herkes gül


Öyle gülümser


Can çekişen hayat

Mümkün mü yeni gün, yeni sayfa, yeni söz

Kim saldıracak biliyoruz, camı kim kıracak

Gözden ırak köşe halay çekiyor ordular


Tey tey de tey tey


Jandarma çavuşu, avcı mangası, pahalı asker bölüğü

Omuz omuza, vah ki ne vah, surat eciş bücüş

Yanlış adımla başlamış yürüyüş


İhtimal o ki resmi keder giyinmiş memleket

İlk tokat bizden yana savrulmuş

İlk tekme bize


Küt pat, küt pat; pat pat da pat pat


Yaşamak

Böyle yarım, böyle eksik, böyle yok sebep

Yoksa bağıra çağıra şarkılar mı söylerdik biz senle

Bağıra çağıra ve sabretsek sevişecek vaktimiz olurdu

Herkesi emanet edip geçmişe; kadınlar, korkular, sesler

Ne alkış ne küfür; kaskatı ve aç, aç ve açık, öte dünyalı hep


MİRAS


Kim sıktı ilk kurşunu bu yana, şu ters yüz mahalle

Kim attı taşı ilk, şu upuzun yol

Birileri alacaklı hep


Bilsek derdik

Kimin ülkesi bu komşusu kış

Hangi şarkı aksayıp tıksıran, salya sümük

Durmadan akan nehir üzeri, hem ne tedirgin

Kâğıttan gemi, rotası yitik; yolcular üstelik

Kendi arasında pay etmiş mesafeyi

Çocuklar, düşler, kaçış yolu


Fabrikanın sahibi reis-i cumhur


Efendiler

Bulaşmayın yüksekteki kavgaya


Atların toynakları güleç, sünnet yeri azgın

Elde kılıç, bu adam ne vakittir sen

Şu güzergâh, şu tezcanlı


Öyleyse baştan sona; bir, iki, üç

Tam zamanı, unuttuğun ne varsa

Hatırla, buralısın; hatırla, sebepsiz












BESLEME ORDU


Bir kahramandı vurulan ilk asker

Kahramandı muhakkak geri gelmeyen oğul

Marşlar, durup durup tekrar, sen ve alışkanlık

O son bakış, herkes unutsa da senin unutmadığın


Küfürle başladığın gün

Koyu ve sade; dudak telve, rüzgâr kılıç

Buralı olmasan üstelik kimse tanımayacak seni

Bu yüzden tam şu an, şu saat

Ne oluyor o taraf

Kim bilir


Seni dik tutan

Boylu boyunca yürüyen

Yasakla terbiye edilmiş yahut

Yangın yeri ne varsa, yarık izi toprak

Yaşanan çağ, belli ki aradığın katil sen

Misafir odası alafranga koltuk

Evin orta yeri


Serkeş


Ezberi unut

Akşama kalmaz jandarma kapıya dayanır, elde tüfek

Senin toprağa düştüğün yerden koşmaya başlar o çocuk











ETRAFI DUMANLI DAĞLAR


Meğer her şey yeni başlıyormuş

Hazır olun, size daha kötü haberler de vereceğim


Yol boyu anıt mezar ve kahramanlık marşı, uç uç böcek, kamu davullar

Öyle olmasaydı; diyelim şu şekerrenk coğrafya, şu konfeti sağanağı

Her kim olsa karşıda, fırlayıp ilk sen çıkar mıydın mevziden

Sen yiğitlenir miydin ilk ve şu rezil insan, şu soysuz


Şu lanet


Hücum borusu

Utanma, sen söyle o yitik sözü

Yine sebepsiz, düşe kalka ve mağlup

Yüzü çevirip uzağa, senin adı silsinler ilk


Nasılsa herkes üst, herkes çok ve o ilahi ses

O davudi; herkes kazanç, önceliği var müsteşarın

Sendika temsilcisinin ve işbilir patronun, ulu önderin

Bir harf öğretenin yahut ilim neredeyse bulup getirenin


Ahiret makamı rüşvetçi hâkim: Yaz kızım, Ordular İleri


Elde fitre-zekât, çölde sadaka taşı, ev pirüpak

Memurlar günahı pay ediyor, damar aksi söz

Kimlik numarası, banka dekontu, sıra harcı

Seni çağırıyor mübaşir


Bildiğin tek dost, tek düşman, tek şahit


Sedat Şanver Öğe; 1963, Urfa

Reşat’tan olma, Günser’den doğma

Evlat olsa sevilesi değil, arz ederim komutanrım




USUL VEYAHUT SEDAT ŞANVER


Hayatın ucuz talebeleri, kurnaz çocukları şu aşağılık çağın

Simsarlar, tellaklar, şairler; sen ey, kolpa kalabalık

Arka sıradaki orospu ile zevzek oğul


Sen ey


Zurnası küf tutmuş baba

Orasından zebaniler fışkıran kadın

Boşuna kızıyorsunuz hayra ve şerre

Şeytana, mini etekli sekretere, kör talihe

Kırık kalbe ve rakamlara, tökezleyen kısrağa


Kuytuya fırlatılmış şu ceset, içinizden biri

Kurtlanmış et parçası, kutsal çitlembik, ekşi şarap

Kömür karası gözlük ve parfüm şişesi, sandal ağacı ile alkış

Sonsuza uzanan çan kulesi, havra ve minare, buhurdan ve duman


Sen ey, uyduruk insan

Kadın yahut erkek, çocuk yahut ihtiyar

Cehennemin orta yeri kurulmuş taht, deniz manzaralı

Bu evler, bu arabalar, bu vatan; ayartılmış musalla taşı bu

Bunun için ölüp öldürdünüz, göğüs dolu madalya

Sizle birlik gömülecek ne varsa sizden geri

Işık sönük ardınızdan, renk öksüz


Fazla mesai ücreti, ustalık belgesi, eşsiz sevişme anı

Bunun için hep, bunun için şu tek yudumluk nefes

Kasıklar uyanık, hayalar diri, surat üçkâğıt

Kimlikler, pasaportlar, hudut boyları

Kapı kilit, ayna düzenbaz


Bir tek tanrı daha günahkâr hepinizden, tanrı ve devlet


Usul, kabul et

Devlet, halkların bekâretini bozduğunda kanama normaldir