Wednesday, April 16, 2014
AŞİRET VE OTOMOBİL
AŞİRET VE OTOMOBİL
Sedat Şanver
yazı kültürü
İNSANLAR, SÖZCÜKLER
Söylediklerimin hiçbirine kanıt gösteremem
ÇÖMÇEGELİN
I
Yağmur durmadan dökülür saçaklardan efsaneye
Gök, yıldızların kanlı gömleğini giyinir
Ölüm meydana düşmüştür artık
Yüreği oğul bir ana
korkuyla kaldırır başını harman yerinden
su kabına döker gözlerini kınalı bir gelin/ ölüm
meydana düşmüştür artık.
Bütün aşiretler kapatır penceresini
Başlığı fazlasıyla ödenmiştir oysa kız çocuklarının
Dağın, ırmağın bir de yağmurun yüzgörümlüğü verilmiştir.
Kapı aralığından sevmek kadar gelenektir bu
çayır çimene gözyaşı dökmek kadar insanca...
Göğün kanlı yanını umut Çömçegelin
sulara dön yüzünü/ senin yüzün
çokça benzer çıkmaz sokaklarına doğunun
coğrafyası yitik eşkıya türkülerine benzer sesin
Ellerin
öylesine eşsiz, öylesine kimselere benzersiz
okşayıverir tüfeği, ala geyik hançeri.
Bir alacakaranlıkta
mayın tarlasından, tel örgülerden
kulelerden bu yanda her şey
acının hançeresinde büyüyen her şey
kavgaya hazırlanır kayalıklar ardında./ Göğün
kanlı yanını unut Çömçegelin./ Bırak
yağmur durmadan dökülsün saçaklardan efsaneye.
II
Karanlıkta akan bir ırmak bu… Dinle:
sesim davudi bir ezandır, oturuşum oyalı başlık
hainliğin zekâtı çokça ucuzdur rakı sofralarında
üstelik/ ödeşme vaktidir: mermi patlar, dağ devrilir
ve devlet olanca sesiyle bağırır minarelerden
Karanlıkta akan bir ırmak bu… Dinle:
kimse barınamaz uzun zaman tenha yanında toprağın.
kertenkele terk eder kuyruğunu, yılan ıslığını eskitir.
ölüm ürpertmeye başlar kalbi, kan titreşir
siyasi bir geceye adını verir bu fırtınalar
Karanlıkta akan bir ırmak bu… Dinle:
Kavgamız, hayatın en güzel armağanıdır bize.
bunu sen çok iyi bilirsin
hiç olmazsa çıkmaz sokaklardan bilirsin.
beynimiz ağır–aksak bir haraçtır
ağır–aksak bir kavim, erişkin bir peygamber
Karanlıkta akan bir ırmak bu… Dinle:
insanı ışıtacak bütün sözler bir rahlede kapanmıştır
bir bulutun ardındadır ay/ kar, rengini çoktan unutmuştur
nice sonra/ bir yol çıkıp gider tespihlerin şakırtısından
geç de olsa anlarsın: karanlıkta parlayan bir silah bu…
III
Ölüm, apoletler ve büyük törenlerle yaklaşıyor doğuya
katil bir tabancayla, namlunun korkutan çeliğiyle
yağlı kasaturalar ve büyük endüstri düşünceleriyle
Yumuşak ve delikli yerlerinle cezalandırıldın Çömçe!
Kan soğudu
yara kapandı
eşkıyanın taziyesi de unutuldu belki
Demiri işleyen
ve dostu kucaklayan ellerinle cezalandırıldın
gurbete çıkmış türkülerinle
ayaklarının altıyla
dilini unutmuş ulusunla
beyninle Çömçe
korkuyu ve direnişi barındıran safir beyninle!...
Ölümün
büyük törenler ve apoletlerle yaklaştığını gördük doğuya
susku bir yanda duruyordu, çığlık öte yanda
zincir bir yandaydı, hançer bir yanda
Özgün’e ve bütün çocuklara
MASALLAR
I
Bir masal sandığını açtım ve gözlerin döküldü içinden
şehrin ışıkları, sokakları ve yalnızlığı döküldü
Gördüm, matarasına su dolduruyordu bir asker
utançla yüklenmişti büyük zaferleri.
Bir nehir
şı-
rıl
şı-
rıl
sızıyordu ateşe, bir kavgada bırakmıştım gençliğimi.
Yollara bildiğim bütün sesleri bağırdım
duydum:
usulca vurulmuştu tanyeri, çığlık atmıştı eşkıya
kuşlar, dağlar ve ayrılık kana bulanmıştı
II
Ayakları olmayan çocuklar nasıl yürür Gü.?
Sana yazdığım bütün bu sözler
bir yangından nasıl kurtulur?
Ben
bir sesten doğrulup uzaklara bakarım: sana bakarım
bir kırbaç alıp götürür karanfilin boynunu
toprağın ve rüzgârın kokusu kaybolup gider
herkes unutulabilir Gü… Üzerine ağıtlar yaktığımız
sevgililer, babalarımız/ sonra tanrılar
tanrılar ölür Gü… Övgü biter
seni sonsuz öperim
seni sevgiyle öperim.
III
Bir ışık neonlarında eriyip gider şehrin
Rakı kadehlerini terk eder dudaklarım
Bilirim
saçlarını tarayan güzel kızlar silinmiştir aynalardan
siren sesleri çoktan doldurmuştur caddeleri…
Ötede
ölümün darağacına sığındığı evleri görürüz.
Görürüz
bir su taşar gelir derinlerden
ellerimizi en yıkama zamanıdır bu, bilirim.
-bildiğim dillerde-
anlatamadıklarım için
SEŞAİ YAZITLARI
Seşai bir başlangıç olabilir.
Tarih atalım – Zeno gibi –
Bu yeniden doğuştur.
Bu sevgidir:
01.01.1986
I
SÜRTÜNME
Böyle bırakıp gidiyorsun ya
geceleri on dokuz yaşın hoyratlığına
züppe bir çocuk gibi sırıtıyor erotik resimler
en afili dumanlar bile kâr etmiyor
Sen böyle bırakıp gitmeseydin
geceleri on dokuz yaşın hoyratlığına
inan, bu tüfek böyle gümbür gümbür patlamazdı
yemin olsun bu kadar ıslanmazdı bu yatak
II
MESAJ
Sana varılacak yolları unutmuş gibiyim
kendimi yitirmiş gibi…
İnsanların olduğu bahçelerden seslen bana.
bahardan
bir gelincik
çocuklardan
bir gülüş
ve uzaklardan
konuşmanın o güzel sesini
belki de
senin en çok sevdiğin kendimi
getireceğim sana.
Elimdeki fenerler neredeyse sönecek
insanların ve sevginin büyüdüğü yerlerden seslen bana.
III
YORUM
Hayatımı anlatacak bir söz bulmalıyım
Bir sır söylemeliyim
usul çiçeklerle saçları okşanan kadına.
Ömrün kaldıramayacağı bir yüktür aşklar
ölüm acıyla süsler kendini.
Övgüleri silmeliyim dilimden, küfre değmeliyim.
Kendi hançerimi kendi yüreğimde deneyip
çürümüş bir anıdan artakalan bütün isimleri
bütün isimleri unutup söylemeliyim şiiri
Bir deniz
tutup benim üstüme yemin etmeli.
Dönüp
yaşamayı yeniden anlatmalıyım kendime
IV
TUTUKLU
Yüreğimdeki boşlukları bulutlarla dolduruyorum
-yazıya geçirmeli bunu-
Adımı yitirdim, adresim yok, sevgilim öldü
bir fahişeyle sabahın kapısına dayandım
söz dalgalandı: iki buçuk ay hapis, amenna
bir saltanat semahında giysisiz, üryan
veliler toplantısında efendice, rakıdan eser yok
hız göstergelerinden, söylenişi eskimiş meyhanelerden
sonra/ dolaşıp yattığımız yataklardan eser yok/ şimdi
bir mısrayı gizleyip bir şehri unutmak istiyorum
yüreğimdeki boşluklara bulutlar yetmiyor
yazıya ‘acı çekmek’ diye geçirmeli bunu
V
ZİFAF
Söz en uğursuz gülüşüyle başlatır kasıtlı intiharları
kendi lehçesini küçümseyen
göğün çehresine gülümseyen söz…
Kadınlar en kutsal yerleriyle tavaftadır yatağı
bir fallus yığını gelenekle baş başa…
Ellerini nereye gizlerse görünür
/insanlar ne kadar da büyür gereksiz yerleriyle/
diye düşünüp
gider–geri gelir, gider–geri gelir
Dönüşten artakalan nedir?
Kimi ıslatır bu kanlı akışkanlık?
Böylece her kapıda bir gerdek ilanı asılıyken
sefil bir çığlıkla uyandırıp sevgiliyi
çok iyi bilinen bir bulvarın tarifini unutmuş görünerek
ve tekrarlayarak
düşün her dilde tekrarlayarak çiftleşmeyi
bir çocuk mevsimi yaratmalı tüyleri dolaşan su
faşist bir geleceğin ilk adımı atılmalı…
Söz en uğursuz gülüşüyle karşılar kasıtlı intiharları
kendi lehçesini küçümseyen
göğün çehresine gülümseyen söz…
VI
NATÜRMORT
Adımın efsanesi yokmuş/ en çok buna üzülüyorum…
Ödünç bir kelimeyle başlatıyorum geçmiş tarihleri
kanayan yerlerinde yaşıyorum hayatın… İstesem de
gözlüklü bir kızı sevmenin sonucuna katlanamam artık
karımın adı benimle başlıyor çünkü.
Çünkü takım bir giysim var, desenli bir boyunbağım
Üstelik
bir memur maaşıyla her gün yeniden öğreniyorum kendimi.
Çevremdeki bütün varlıklar: bu gök, bu tanrı
dokunduğum bu kadın, elimdeki beyaz mendil
bir natürmortta biçimlenmiş gibi
yeni yüzüme alışamıyorum bir türlü.
Biraz kımıldasam birilerinin sınırına gireceğim
bütün bedenim tel örgülerle çevrili
Bir örümceğin kitap arasında kalan peygamberliğinden
ya da
hayatın bedelini ödeyerek sürdürebilirim dualarımı.
Ölüm açıklamalarında bulunsam
şafaklarımda yakalarlar sevgiliyi
-ki bunu daha önce de denemiştim
mitralyözler kan kusarken mesela- desem inanmayacaksınız
oysa kim son öğrendiklerini benden önce unutmadı?...
ölecek olsam kimin yıldızı eksilir gökten?...
Adımın efsanesi yokmuş/ buna üzülüyorum en çok…
VII
SÖYLENTİ
Kıyıda bir tekne vardı, uzakta bir denizci feneri
hiçbir çocuk rüyasında görmemişti beni
böyle diyordu balıkçılar
Sözün, vakitlerin en erkenidir
Rüzgârın soluduğunu, ırmağın taştığını duyarım orada
titreşen bir karanlıktır saçların, geceme dökülür.
Unutulmuş bir Yörük öyküsünü
konar–göçer kabileleri ve seni
ve seni ansıyarak kıyaslarım göğsümü dağlarla
Söylerim: bulut ve yağmur sende yaratılmıştır
Söylerim: ateş ve su senin ellerinde zaman olur
söylerim
Kıyıda bir tekne vardı, uzakta bir denizci feneri
hiçbir çocuk rüyasında görmemişti beni
senden öğrenmiştim bunu.
VIII
RASTLANTI
Karanlığın rahminde büyüyen bir gölge sarkar sokağa
gece başlamıştır; yollar ıssız, şehir tenhadır
Kadın, meltemlerin bilmediği bir büyüyle sokulur yatağa
sevgilisi uzaktadır, örtünür, yalnızlıkla ıslanır
garip bir sesle irkilir seccadeler, gece başlamıştır
Nerden çıkıp gelirse gelir o şen çocuk
Kırgınlıklar unutulur, ılık bir muştuyu esenler bakışları
her yıldız kendi uzaklığına akar.
Konuşur uslanır, konuşur canlanır, konuşur sevişir
konuştukça ardına dek açılır zamanın kapısı
insanın sıcaklığıyla erimeye yüz tutar yerçekimi
Tümüyle kısalır gösteriler, değil midir ey hayat!
Dost ve sevgiye bulanır bozkır gelinlikleri
Ansızın bir söz yanıp söner neonlarda
yanıp söner, bir lambaya üfler
bir mumu söndürür, günah defterine bir şeyler ekler
insanın en yetkin dili doğrular bunu
Karanlığın rahminde büyüyen gölge ayrılır yataktan
Gece başlamıştır, yollar ıssız, şehir tenhadır
IX
ŞAİR
Ölüm mutlaka sahiplenecektir çocuğu, çiçeği ve hüznü
vesika ekmeğine yaslanmış kadınlar gezinecektir sokaklarda
yokluğun ve sıkıntının yazgısıdır bu/ Şair
denize doğru yürü… Orada
suyun parçalanmış sesini
bir ananın çocukluk ağlayışını
ve acıyı örten unutuşu göreceksin. Geriye
dönerek, bir sonsuzluktan söz eder gibi
denize doğru yürü… Orada
sana aşkı
sana insanı
sana dünyayı
yeniden anlatacak olan, hiç eksilmeyen renkleri
güzelliğini bürünmüş çakıl taşını
ve dalgalarda büyüyen hoyrat bir düşü göreceksin/ Sonra
bulut, yağmur ve toprak
diyerek
suyun altında Seşai dilinden bir balık
ve sevdanın güzelliğine yaraşır bir sözcük
olarak
tıpkı
bir sonsuzluktan söz eder gibi
şiirin hançer olan ağzıyla
şairliğin şah sözünü söylemelisin: “mutsuzum…”
Ölüm mutlaka sahiplenecektir çocuğu, çiçeği ve hüznü
Nice sonra
dişi bir mısra gökyüzüne bağışlayacaktır utancını
X
AYRILIK
Yaşadığım şehre ilk defa yağmur yağdı bugün
bir ateşin renginde toprağın ışıdığını gördüm
delişmen bir korku sızıyordu zamanın usul sesinden
sevgilinin saçlarını ikiye böldü rüzgâr, anladım
bir düşteydim, şehre durmadan yağmur yağıyordu.
Bir bulutun gölgesine çiçekler ekiyorum şimdi senin için
köle doğmuş çocuklar için bu şiiri yazıyorum
dudaklarım bir özgürlük türküsüne değiyor
bir süvari yalnızlığıyla geçiyor karanlıktan
gözlerinden sisli bir ışık düşüyor pencereme.
Bir denize adını kazıdım dün
ölümü düşündüm: kuşları, balıkları, çiçekleri
kumsalda yürüdüm, yoksul dünyanın şarkılarını söyledim
dağların bir yanı kardı, nehirlerin bir yanı sel
hiç bitmeyecek bir yolculuğu sürdürdüm kalbinde
Bahçeme çiçekler ekmeliyim senin için
kendi rengiyle menekşeler, beyaz karanfiller
bir vapur kıyıya yanaşmalı, seni taşımalı
bir mavna kokunu getirmeli, bir sandal çocukluğunu
uzakları sana varmak için yıkmalıyım
XI
AĞIT
Yüreğimden bir serçe sürüsü havalanıyor
bir güvercinin rengi
Mutsuz bir çocuk mahalle bilgesine yorumlatıyor düşlerini.
Yıllar sonra ilk defa gördüm seni bugün
resimlerini ansıdım
Bir volkan yüzyıllarca sonra yeniden ateşlemişti göğü
Ağıtlara çok benzeyen
bir türkü söylemek istiyordum kulaklarına
Düşündüğüm sözler çıldırmış gibiydi, tıpkı bir su gibi
akıp giden su gibi
Bir palyaço ilk defa güldürüyordu kendini.
Göğsümü bir dağa açtım, saçlarım rüzgârla konuştu
Azeri bir şairin hançerini taşıyordum koynumda
gözlerinin altını kırmızı kalemle çizdim, kan damladı yere
bir ölünün yüzüne uzun uzadıya baktım
kendime benzettim
bir su sesi durmadan akıp gidiyordu düşündüğüm mısralar gibi.
Mutsuz çocuklar gibi
mahalle bilgesine yorumlatıyorum düşlerimi
yüreğimden bir serçe sürüsü havalanıyor
bir güvercinin rengi
koşun, İpek’e haber verin, öldüğümü duysun, en iyi o anlar beni.
SUÇLAR, İTİRAFLAR
Sen de herkesten birisin Arınç!
Dost ve Sevgili/ tanrı ve kul
Tıpkı benim gibi ilençli
ve tıpkı __şima gibi güzel
SUÇ
-Sevgili Arınç’a; suçlarımın karşılığı olarak-
Bütün ışıkları söner sahnenin/ perişan bir silahla vuruluruz
İnatçı bir şarkının ritmiyle başlar gece
Düşün
bir Mx altında ölmüş de olabilirdik şimdi
ben hiç dokunmamış da olabilirdim suçlarıma.
Perişan bir silahla vuruluruz ışıkları sönünce sahnenin
Gelip koparılır beynimizden erken bir matem tadı.
Sıkıntıları unuturuz. Dünyanın dört bir yanına dağılır
adı konulmamış çocuklar. Dağılır ve biz barınırız kentte
Sudan bir rahlede okunur gökyüzü, aynalar tanışık gelir
ki mümkündür: kıyısından dönülür dirilişin
her şey/ geceyi aşabilecek her şey özetler kendini
O zaman…/
Seni anlatamadığım anlar olur.
Bir çiçek, bir koku, tanıdık bir söz
Ama hiç bilinmeyecek olan. Belki de ozana direnen imge
Susmanın yakınlaşması ve kendi örtüsüyle gizlenen gece
O zaman…/
yeni bir yol başlar.
Bir ateş başına çivilenir yalnızlık.
Konuşmayı eritebiliriz sevişmenin oralarda
Gelir, yanı başımızda büyür özgürlüğün bitmeyen yankısı
Gelir, yanı başımızda büyür özgürlük/
Gelir, yanı başımızda büyür/
düşünürüz böylece
Böylece sevmesini de öğreniriz.
Karanlığın tansığı sanılan herkes çürür.
Biz onları tanımayız/ gün sahiplenilir
Kimse inkârına ulaşamaz kendinin
düşünürüz böylece
Ve böylece yeni bir söz başlar
usuldan bir yağmurun sesinde.
Sen uyurken
düşün bir Mx altında
ya da sözde insana takılmışken beynin.
Düşün
Bütün iksirini yitirmiş sevişmek.
Düşün, ellerimizi bir yerlere gizlesek
suç’un uzağına götürsek gözlerimizi
biri bana ismimle seslense, beni görseler
çok uzağa gitmesem
iyi bir __şima eklense tarihe
sevgili bir dizeyle çoğalsa gökyüzü
Düşün
birlikte duruversek bir an
polis kayıtlarına suç olarak geçer.
Zamanı gizlesek/ toprağın, suyun, ateşin isyanı başlar.
Kaçak bir söz kendi ağıtlarında bilenir.
Ölümü düşünmemizi istemez sevgililer, kuşlara inanırız.
Kuşlara inanmamız bir şeyi değiştirmez
adlarımız askıdadır.
Düşün
en kötüsü birlikte yalnızlık
ne ölüm, ne hüzün, ne biten gün.
Paylaşamamak bir sözü bir insanla
bir acıyı bir çığlıkla
bir karanlığı bir korkuyla
Düşün
birlikte duruversek bir an
polis kayıtlarına suç olarak geçiyor
Şimdi biri gelse
kimi sözleri unutmamı istese...
O zaman…/
küle dönüşür sesim/ acının gönderine iliştirilirim
unutmanı istiyorum, der biri
bir başka aşk
ne demek? Ne demek sonsuzlanması ölümün?
Eğilsin tanrı, ellerime sarılsın, büyüsün bebek
diyerek
dönüp bir sevgilinin ağu gözlerinden bir geceye
ve en tarih türküden toprağın tutuşmasına
o zaman
daha birçok direniş, birçok Afrika
Ve çokça dünya elimizde. Sonra/ gelişen bir Che portresi
unutmanı istiyoruz, der birileri
bir başka ölüm, bir başka aşk
ve tarihe iyi bir __şima
Ne demek sonsuzlanması özgürlüğün?...
diyerek
biter gece/ acı biter
sudan bir rahlede okunur gökyüzü/ suç başlar:
Uzanır gökyüzüne ellerime doldurmak isterim seni.
Bir vakit bulut, bir vakit kuş
sonra sınırsız mavilikler olurum.
Düşünürüm, bir yağmur kokunla gelir, ölebilirim sevinçten.
Saati senden bir önceye kurarım, telefonlara bakmam.
Gün gelir bütün şarkılar unutulur
böyle sıcak yaşanmaz sinemalar.
Düşünmek ve sevmek
bedenimizin savaşan dili olur zamanla
yasak kitaplar karışır suçlarıma.
“Şeytanın sonsuz iğvasına” uyarız belki de.
Bir kıyıda unutulur insan.
Adlarımıza rastlarız arşivlerde, gördüklerimizden utanırız.
Gecede barınan bütün kadınlar usanır yorgunluktan.
Boşalsak; kurtulacağız, derim bu çağdan
-belki de bu yüzden-
konuşsam
sonsuz bir suç işler gibiyim, tutuklanacak gibiyim her an
şairleri sevmeyecek kadar büyüdüğümü sanıyorum/ şimdi
kötü sokaklara çekiyor ruhum beni
ellerime ölü çocuklar bulanıyor
Ellerimden utanabilirim
beynimi unutacak kadar büyümesem
ellerimi unutabilirim, beynimi bedenimden düşünmesem
Yükselir insan, kentler üşür, su basar her yanı
kendi karanlığına ulaşır inanış
kendini arar ve sonsuz büyür, ölebilir insana
İnsanın kendine dönüşü olur tanrı, ateşin suya ikâmesi
Günlük acılar yaratmaya çalışıyorum kendime bu yüzden
Gözlerimi sınırsız bir ateşte düşünüyorum
Resimlerimi yırtmışlardı bir zaman
bildiklerim isyana dönüşmüştü
Kadınlar aldatılmış intiharlarımdı benim
yeni resimlerim var artık
dostlarım afili duruşuyla tanıyor yüzümü
suskuyu gülmeye eş tuttuğumu biliyorlar
sonra/ acıyı bir sözlük kabul ettiğimi/ şimdi
yeşeren çiçek, uçan kuş, yüzen balık
ve büyük harflerle adını yazabilmek çok öte şiirlerimden
bütün matemlerin kadim sığıntısı sayıyorum kendimi
bütün matemlerin kadim sığıntısı sayılıyor yüreğim…
Bilirsin sevgili Arınç
özel ayetlerle sevdik birbirimizi/ günah gittikçe büyüdü.
Toplayıp dağıttığımız rüzgârlar unutuldu, denizler unutuldu
Toprak ile makine arasına sıkışmıştık
yalnızlığın yörüngesinde büyümeyi öğreniyorduk.
Uzanıp gökyüzüne ellerime doldurmak istedim seni
-bu yüzden-
bütün ayetler suç’a dönüşürdü ve sen
kendi cennetine dönerdin
insan kırıntılarına rastlardım yanı başında
iskelelerde koştururdum, otobüsleri beklerdim
eski bir sevgiliyi görsem seni bulamadığım anlaşılırdı
gün gelir bütün şarkıları unuturdum
günah gittikçe büyürdü…
diyerek
gün bir daha bitti Sevgili Arınç/
uyumak istediğimizde ölebilirdik
Mektuplarımızı okuyorlar kuşkusuz
konuştuklarımız dinleniyor.
Bozkırlardan çok uzaklaştık/ neonlarda eriyip gidiyoruz.
Sıkıntı içinde kaldı bütün kentler
kan tüküren sokaklar tanıdık.
Acı çekmeyi kimileyin kendimiz istemiştik
unutulmuş medreseler gibi
dedikçe
Duvarlara verdim adımı, önceden adanmış şiirler yazdım.
Bir kadın çığlığı karıştı konuşmama
sonra bir çocuk ağladı.
Benden saati sordular
ben saatin üç olduğunun hesabını sordum.
Bir vardiya dönüşünde siren sesleriyle irkildik
yalınayak koştuk bulvarlarda.
Gün geldi bütün şarkılar unutuldu
öyle sıcak yaşanmadı sinemalar
biter gece/ acı biter
diyerek
sudan bir rahlede okunur gökyüzü/ suç başlar:
Şimdi beni daha iyi anlayacaksın Sevgili Arınç
Anlayacaksın/ gecikmiş bir şiir bu: bütün yağmurlar gibi
Üzerine bir şehzade ordusunun yürüdüğü gözlerim gibi
Biten bir günün azıkları vardı heybemde
sonra günahın övgüsü
sonra bir aşiret töresi ve bir otomobil sesi
sonra bir katliamın acıklı savunması, başlayan gece gibi
ve bütün bunlar unutulmuş insanlara benziyordu
Tanrıya bin şükür.../ Suç’un kıyısında yaşıyoruz
adım atsak günah sayılacak.
Bir karanfil taksam yakama
sesim daha etkili olacak kuşkusuz.
Sokağa çıksam yolumu kesecekler
otellerden geri çevrileceğim.
Gözlüklü bir kızın resmini bulacaklar cebimde.
Tanrıya bin şükür
Elimi kalbimden çekiversem bir an
öleceğimi biliyorum Sevgili Arınç.
İnsan elini kalbinden çekiverse
hepimiz öleceğiz kuşkusuz…
Biliyorum/ bütün ışıkları sönecek sahnenin
düşman görünecek ufukta
kimse adlandırmayacak sevgilinin gözlerindeki hüznü
Boğulacağız
biliyorum/ sahipsiz bir utancın derinliğinde
gerekli bir katliamdan söz edecekler/ yağmurda sevişir gibi
tanıdık bir Moğol istilası yeniden başlayacak
yüreğimin gergefinde __şima renklerini yakalayacaklar
Bilirsin Sevgili Arınç/
yaşlanan ne varsa sevgiyi tanımadığı içindir.
Var olanın yanı başında yeşermediği içindir.
Bilirsin/ isteselerdi
ayak izlerimi silebilirdiler yollardan.
Omuz vurmasalar dönüp kimseye bakmazdım.
Yeryüzü bir hatalar toplamıydı çünkü/ sen tanığımsın
sokaktaki çocuk misketlerini yitirirdi bu yüzden
yataktaki kadın bu yüzden buğulanırdı.
Sen tanığımsın/ kendime de hesap vermek zorundayım
biliyorsun
Annem ağlıyordur şimdi…
MÜLKİYET
-M.Ali Balkır’a; o güzel miras için-
I
Kimseye emanet edemiyoruz kendimizi
Hangi evde oturmaya kalksak
atılan taşlarla kırılıyor camlarımız
Savaşalım diye cesaret şırıngalanıyor damarlarımıza
Düzenli bir asker yürüyüşünü başlatıyor
yanıtlayamadığım her soru.
Dönüp küfrediyorum.
Elektrik veriyorum gözlerime.
Kendime de inanmıyorum.
Belki/ anımsanan bir çiçek kokusu
belki bir sözün güzel hatırası
bir daha görülmesi kuşkulu insanlar
görücüye çıkmış bir kız
belki de her şey/ bu aldanışı değiştirecek bütün sofistler.
Bağışla. Suyun akışındayım. Geç kaldım.
Doğum sancıları başlıyor işte.
Eğer kız olursa ‘Töre’ diyorum
erkekse ‘Reşat Öğe.’ Sen de böyle isterdin.
Ben öyle duymuştum.
Hatta kulaklarıma inanamamıştım
ilk ‘seviyorum’ dediğimde
Denizi ilk gördüğümde sana çok yaklaştığımı anlamıştım
yüzünü ilkin gökyüzü sanıyordum…
Yemin olsun:
vahiylerim eskidi
ruhum güçsüz
kendime dokunduğumda ürperiyorum...
Adalılar kendi türkülerini seslendirecek sanırım
umarım öyle olur.
Umarım isimlerini çok değiştirmezler şehirlerin
evler aynı semtlerde barınır.
Dönüşümde kimilerini bulmak istiyorum
sana telefon edebilirim.
Yokuştan inerken sol tarafta bir ev, unutmadım
bir de balkonu var.
Şimdi bir bir hatırladığım
şimdi bir hücrede yalnız yaşadığım
İnsanlar
umarım çok değişmez, resimler hiç büyümez
Yeryüzünün ilk sözüyle süslenir vakitlerimiz
Sen de böyle isterdin.
ölüme yaklaştıkça
derdin :
Bir deli gömleği gibi asıyorum kendimi duvarlara
bedenimi bir sevgili mısrasıyla dağlıyorum durmadan
bakire orospular barınıyor her yanda
-kötülere hazırlıklıyım-
babamın vurulduğunu söylüyorlar
-dökülen bir nar tanesi gözlerim-
yeryüzü ağıt
yeryüzü ağıt
yeryüzü ağıt
doğunun son tanrısı da ölüyor böylece
denizlerden artakalan bir matem yayılıyor bedenime
avlulu evlerden eski bir mısra hatırlıyorum
bir şadırvanda su değiyor yüzüme
biliyorum/
sigorta primini ödeyemezsem
hastanelerden ilişkimi kesecekler
ihtiyar heyetinden karar çıkacak
daha çok vergilendirilmem için
gözlerim ve ruhum istimlak sahasında/ biliyorum
kimi sözler için çok erken, konuşmak çocukluk olacak
sahiplendiğim bütün masalları sokağa dökeceğim
sevdiklerim dahil
Talan edilecek iskeleler.
-Umarım öyle olur-
Denizler paylaşılacak.
Hicri takvimlerde gün ayrılacak ölümüm için
buna inan:
II
Yaşadığın her sevginin bir küçülme olduğunu anladın
Usul büyüdü
İren başkasıyla yatıyor
Sevgili Arınç’tan haber yok
çiçeklerin yeşermesi, suyun hüznü, bir kudümün uzak sesi
anlamını bilmediğin bir mektubun elçiliği
Senden öte bir zaman
şarkılar söyle
kendine inan
Senden öte bir zaman
şarkılar söyle
kendine inan
Söylediklerinin hiçbirine kanıt göstermek zorunda değilsin
senden olmayan her şey dosyandan çıkartılmalı
bir ihtiyaç bütün bunlar, biliyorsun: düşünmek ve inanmak
gecenin bir yerinde sefer hazırlıklarının başlaması
bir kızın vakti gelince beyaz bir giysiyi özlemesi
vitrinlerde sergilenen sünnetli çocuk artıkları
mezara secdeyle hazırlanan bir büyükbaba
bir ihtiyaç bütün bunlar, biliyorsun: İren başkasıyla yatıyor.
İstesen de yerinden oynamıyor sokaklar
-bunu yeni öğrendin-
insanlar değişiyor ama
Şiir olmayan her şey geri dönüyor
kayıtlı olduğun dernekler kayyumların emrinde
günah çıkartmalısın, her şeyi unutup günah çıkartmalısın
bütün tanrılar bunu istiyor: inan ve kıbleye dön
taksitle alış-veriş yap, mutlaka bir işin olsun
buna inan: şiir olmayan her şey terk ediyor seni…
Yaşadığın hiçbir sevgiye tanık bulamayınca
kırılmış bir aynaya benziyor gözlerin
tabutunu taşıyan üç kişiden ikisi geri dönüyor, biri seninle
bunu biliyorsun:
söylediklerinin hiçbirine kanıt göstermek zorunda değilsin
-sana yürekten inanıyorum-
III
Dün gece büyük bir ateş yaktım düşümde
şehir tümüyle yandı, İskenderiye’de kül, yangın ihbarları
yıllarca bir tasta özenle biriktirdiğim gözyaşlarım buharlaştı
söylediklerime kalem kırdılar/ sanırım
ihanet içindeyim/ biliyorum
intiharla başlatıyorum adımın ilk harfini
nicedir kurtulamadığım bir tuzakta yuvalanıyorum
oylamalara katılmam hiçbir şeyi değiştirmeyecek
geçeceğim yollara barikat kuruyorlar
çocuklara piyade tüfeği dağıtılıyor beni vurmaları için…
Odamın duvarına bir aşk şarkısı astım uyandığımda
Sevgilimin resmini bir çerçeveye yerleştirdim
Aynada gözlerimi inceledim, çıkık elmacık kemikleri/ sonra
avurtlarım çökmüş, dişlerimde çürükler, aykırı bir bıyık
yaşadığım yılların topografyası bir yüz
ihanet içindeyim/ biliyorum
‘intihar’ sözünün ekliyorum adımın olduğu her yere
Üzerime topulu bir hücrede her şey yeniden başlıyor işte!
Bütün evler suskunlaşıyor: bir ölüm feryadı sonra.
Bir yolcunun buruk el sallayışı...
Profilini suya saplayan mavnanın sesi...
Haremde kendinden gizlenen halayık...
Hayatın bir çiçekte, bir şiirde, bir anıda ışıması...
Bir yolcunun buruk el sallayışı…
Bütün evler suskunlaşıyor: bir ölüm feryadı sonra.
Üzerime tapulu bir hücrede her şey yeniden başlıyor.
Kimsenin bilmediği bir “veda” sözcüğünü ekliyorum
adımın olduğu her yere
Sedat Şanver (Öğe):
07.12.1963, Urfa…
Yayınlanmış Şiir Kitapları:
Dilin İsyanı (1985)
Aşiret ve Otomobil (1990)
Haremdeki Kadınlar (1994)
Gezgin ve Katil (2004)
Kendine Akan Su (2009)
(hamse mesnevinin ilk parçası)
Devletin Piç Yatakhanesi (2011)
(hamse mesnevinin ikinci parçası)
Sedat Şanver
Aşiret ve Otomobil
(ikinci baskı)
İletişim:
sedatsanver@gmail.com
yazikulturu@hotmail.com
http://yazikulturu.blogspot.com
Baskı Öncesi Hazırlık:
Yazı Kültürü
Baskı:
Bassaray Matbaası
Sanat Caddesi, No: 1/5 Çamdibi İş Merkezi
Çamdibi/ İZMİR
0.232.457 71 48
Baskı Tarihi:
29.02.2012
Yazı Kültürü
Yerel Süreli Yayın
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Sedat Şanver ÖĞE
Yönetim Yeri: Atatürk Mahallesi, 927 sokak No. 4/ 1
Bornova/ İZMİR
0.507.801 22 37
İçindekiler:
Çömçegelin 6
Masallar 12
Seşai Yazıtları 17
Suç 37
Mülkiyet 50
issn:
2146–5290
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment