Tanrım, yazıyı hak edecek ne yaptım ben!
GRİ
Öfke geçince acının tortusu çıkıyor ortaya
Beni sorarsanız yasemin kokusu toplamaya gitmiştim
Ellerim çatlamış, ovuşturmadan olacak
Diz kapaklarımda hafif bir ağrı ve dilim pelte
Sevişirken gülen; sevişme hallerinden bir hal
Belki kendini boşaltan bir köpek, kendine doğru
Bir kedi süt içti, sütte ekmek parçaları
Gecenin yarısı, sokak satıcıları “boza” diyor
Keşke ayın yirmi dokuzu ve şubat olsa
Belki bir balık tabakta olmaktan şikâyet eder
Sonra sokağa çıktım; sanırım sabahtı
Şehrin bir sakinine sorsaydınız gece sürüyordu
En çok, bizi en çok etkileyen sese doğru
Ayrıldık, ayrıldığımız her yerde kendimizi bekliyorduk
Belki hepimiz bir evden kovulmuştuk
Öfke geçmiyor; sadece acının tortusu hafifliyor biraz
O yüzden
Suyun yüzü yasemin yapraklarından görünmüyor
SARI
Sende üzüldüm, sende ağladım
Ben en çok sende üşüdüm.
Mevsim çiydir artık.
Bahçeler buna hazırlanmalı
Çiçekler ve yapraklar…
Ağaçlar tek başlarına bırakılabilir
Onlar kendilerini tek başlarına da çürütebilir.
Sen bana hasreti yakın kıldın
Kendi adımı gördüm birçok ölüde
Öldüm ve gördüm.
Sende üşüdüm, sende ısındım
Ateşi soğuttum, küle renk verdim
Ben en çok sende yandım.
BEYAZ
Bir çocuk, bir baba ve en ayıp bir kıl yığını
Bir ayıp kıl yığını ve bin pişmanlık; özür dilerim
Ben çekip gittim kapınızdan, kapınız kapalıydı
Ben çekip gittim, belki eviniz tersinden açıktı
Bu kapıların açılacağı yok çocuk
Bu senin üstüne inen bir cinnet
Böyle böyle büyüdün sen: yenile yenile
Böyle bir ateş, böyle bir rüzgâr ve böyle bir su ile…
Bilinir; demir, demiri kesmek için çelik olur.
KIRMIZI
Hepimize yakışan bir renk vardır.
Gece uzun…
Evet, kıştır… Günü beklemek zordur.
Zahire zamanı geçti. Ekmek tükenmeye yakın.
Elimizden alınmış bir ateştir kış
Köpekler kapı diplerine sığınır
Kaydıraklar tepeden iner
Allah’ın vergisidir kar
Yağar, yağar, yağar
Bir beyazlık durmadan dökülür suyun üstüne
Yollar bunu bilmez, tutup kendini kendine kapatır
Kendimizi doğuracak olsak hayata
Dünyaya gecikeceğimiz kesin.
Ama sanırım ömrümüz de hep kış…
Elbet
Uzaklara da yakışan bir renk vardır
Unutma:
Yola çıkarken saçına kızıl bir çiçek tak!
SİYAH
Ben bu aşka gizli başladım
Gözlerimi sakladım önce
Ellerimi nereye koyacağımı bilemedim.
Tutup
Belki bir sesim vardır diye
Çığlık attım.
Öğrendim:
Meğer insanın kendi sesiymiş hayat.
Ben seni bir karanlıkta yitirdim
Oysa bir gece çiçeği açıyordu senden bana doğru
Kıştı ve sobalardan çıkan koku şehrin rengi olmuştu
Sorularımız vardı ardımız sıra gelen
Bizi yıpratan yalnızlığımız
Asla evimizi terk etmeyen bir başınalık
Ah keşke
Keşke bütün sesleri birlikte öğrenebilseydi dilimiz.
MAVİ
Ah kızıl gülşen, şehir utansın.
Ölüme durmuştuk yüzümüzdeki gülücükle
Beklentimiz olsaydı keşke yaşamaya dair
Bir umudu birlikte yiyelim mi? diyecek kadar
Biz aşktan kırıldık her yerde.
Orada kendi başına yanıp söndü bu fener.
Yanıp söndü yıldızımız. Bitiyor işte ışığın gücü!
Belki biz de ışıl ışıl olurduk
Bir ömrü birlikte tüketecek kadar zamanımız olsaydı!
BELA
Şehre ilişkin umutları olan
Cezasını kendi çeken
Yenmeye çalışmayan kimseyi
Acısı kendine ait
Yakışıklı
Ve parmakları marangoz atölyelerinde terk edilen
Bırakın öyle kalsın acı, kendi başına
Belki mistik bir ölüm, her ölüm gibi
Belki kendine özgü bir kader
Ama mutlaka yüksekten düşen bir cam parçası
Doğrudur
Damardan akmıştır kan
Kendi başına doğmuştur oğul
Şimdi sırada
Üçüncü nesil bir ağrı vardır.
ACI KENDİNE MÜNAFIK
İçimdeki yanlış hançer, kalbimdeki yaralı ok
Düşleri kendilerinden güzel kadınlar
Alıp bizi dipsiz kıyılara götüren anılar
Bir karanlığa bütün hasreti boşaltmak
Bu böyle olmayacak
Hayra yorulmaz bir yaranın durmadan kanaması
Durmadan kanaması bir elin bütün parmaklarının
Ve tırnakların deşmesi yüreğin kızıl yanını
Acıyı tanıdım sende
Aldanışları yaşadım
Onulmaz kavgalarla tanış düştüm kapında.
Şimdi tüm safrayı kusmalıyım bir uçuruma
Hayatın tüm sayfalarını tersine çevirmeliyim
Öğrenmeliyim:
Aşkın, aşktan mutlaka alacağı vardır.
HASAT
Gözyaşına yüklenmiş sessiz bir günahtır mendil
Elinden tutulması gereken kör bir dilenci
Balık mangalının başında bir kedi
Kavgası kendine yakışan bir köpek
Avutulması gereken bir ruh
Gökte tembellik yapan bir tanrı…
İnsanın kirini temizlemek bize düştü, toprağı sürdük
Onu güzelim tohumlarla ektik
Nadasa bıraktık bütün günahlarımızı
Yerdeki tozu süpürdük
Söyledik:
Toprak, her ıslaklığı karşılar
Su, yeter ki ateşten yüksekte bir yerde dursun.
AĞARTI
İçimizdeki karanlığı saymazsak gece aydınlıktı
Şehrin küllerini bir yerlere savurmalıydık
Mesela denize, balıklar için
Çalı diplerine, kurdu kuşu gizlemesi için
Sokaklara
Sokaktaki köpeklere, renkleri açılsın diye
Soylu kedilere, ölüme giderken ıssızlığı kullanmaları için
Döndük kendimize baktık
Birbirimize baktık ayna niyetine
Şimdi bir mezarlık önündeyiz ve yağmur düşüyor denize
Kim bilir hangi kir temizlenecek seher vakti bu suyla
Bir baba bir daha dönmemek üzere
Hangi evin kapısından çıkacak
Kim bilir hangi dua karşılayacak bizi taşlarda?
Birbirimize sevgiyle dokunduk en son
İçimizdeki karanlık aydınlanıyordu, gece güne dönmüştü.
HAZAN
Herkesin acı çektiği bir yer vardır
Kimileyin çocuklarda
Belki de anaların rahminde
Kuş uçumu uzak bir diyarda…
Biz kendimizi çok eskittik kendimizle
Hep bir başka aynada sınadık yüzümüzü
Adımızı geçtiğimiz yollarda unuttuk.
Eskimeyen bir hayat var artık sözümüzün içinde
Yitik bir ömür dökülüyor ellerimizden
Bir zaman sarkacına doğru
Acımız bu kadar büyük olmazdı belki de
Saçlarımızın ağarmasıyla kalsaydı bu ömür
İS
Beden paylaşılır kimileyin
Acı tutar insanı bir yerden
Soluk kesilir, nefes tükenir
Vaktinden önce kaybedilmiş topraklar gibi
Ellerimi yitirdim önce
Keşke, dedim; yeniden yumurtlasa tavuk
Folluk böyle boş kalmasa
Burnumuz elbette yanan otun kokusunu alır
Toprak insana benzer
Unutulan sevgiler vardır yitik memleketlerde
Yıkılmış imparatorlukların insan haritaları yasaklıdır
Ah, desek; kalabalıklar içinde
Ah, keşke bu yangından sızan
Yüreğimizin dumanı olsa sadece
SAVUNMA MAKAMI
Elimden gelse yıkılırdım bir meydanda
Önüm arkam sobe!
Yakalanacağım, biliyorum ilk hatamda
Sabaha karşı sorgulanacağım ilkin: Elektrik ücretsiz.
Tazyikli suda vergi yok. Filistin askısı esnaftan bağış
Arkadaşının yerini söyleyen ödül alıyor.
Utanacağım elbette ışıklar altında çıplaklıktan.
İnsanız ve elbette altımızı ıslatabiliriz
Üç yıldızlı sivil bir komiserin karşısında
Devlet hem şah hem şahbaz
Avukatlarımız gelsin, temizlensin iç çamaşırlarımız.
İDDİA MAKAMI
Her şey yolunda şimdilik
Eşyaların çoğu yerli yerinde
Bütün evler ve sokaklar
Şehrin ışıkları ve ülkelerin sınırları
Nöbetçi kulübeleri, düşman siperleri
Mavi kuvvetler ve onların füze rampaları
Sevgiliden ayrıldığımız gün, yer ve saat
Kesişen caddeler ve ehliyet gerektiren işler
Erken boşaldınız
Bu yüzden sünnet etmemiz gerekiyor sizi
Kestik en küçük yerinizi ve kan damladı suya
Deriniz toprağa karıştı
Oysa göğün bizi avutmak için söylediği şarkı ıslaktı
İstediğimiz gibi dikilmemişti idamlık gömleğimiz
Büyüyünce de giyersiniz, sıkmayın canınızı
Aramızda kalsın, ölüyken hep aynı yaşta kalacaksınız
İşte bu yüzden
Herkesin kendine sadece bir kerelik itiraz hakkı var:
Hâkim Bey, adımı değiştirmek istiyorum şimdilik
Mümkünse yaşadıklarımı sonraki celseye bırakalım…
NEZAKETHANE
İçinizden birinin hain olması gerekiyor
Voltaj düşüklüğü var şehirde
Bütün pencerelerde soluk bir ışık
İktidar dairesinde enerji sorunu
Bu yüzden onarmalıyız iletken hatları
Su basınçlı, bu iyi;
Taşlar soğuk, coplarda insani bir ıslaklık
Özür dileriz, sizi biraz kanattık
Ama ne yapalım; bütün ülke yasadışı
Ve tüm yurttaşlar suçlu. Buna düşler dâhil.
Bir kadın işkencede çocuğunu düşürdüğünde
Devletin neresi acır?
İsterseniz bu soru ile başlayalım.
Genel müdürlükten gönderilmiş
Bir şişe de bulunur belki
Bu işler için demirbaş kayıtlarında
Üstelik hepimiz bu ülkenin vatandaşıyız kardeşler
-Hiç olmazsa zaman zaman-
Vergilerimizi vaktinde ödemeliyiz.
Kargacık burgacık bir imza ya da silik bir parmak izi ile.
İzin verirseniz
İçinizde ben cenin olmaya hazırım yeniden.
LÂL
Gerçek, şarabın içindedir.
Suyun üstünde unuttuğun parmak izi yakalatır seni
Bir tank paleti, tırnakları ezmiştir
Askerler falda çıkan yolları kullanır
Oysa kar çoktan kapatmıştır bütün çıkışları
Midede at eti, it etine karışmış
Personelin üstünde kanlı kaputlar
Bir kısmı ’93 Harbi’nden kalma
Dağın ağrısı hep korkutmuştur dağın eteğini
Her yılın 15’inde
Şaraba dokunduk ve bütün dinler yasakladı
Kadının memelerine gündüz gözüyle dokunmayı
Biz kendimizi durmadan içtik
Bildiğimiz topraklardan sürülürken
Çok çabuk sarhoş olduk
Dedik:
Keşke şarap, dostların sofrasında içilseydi bir tek…
SIZI
Bir aşk daha bitiyor işte
Puslu bir gökyüzü
Denizin içyüzü yağmurdan görünmüyor
İyot kokusu ve oltanın ucunda çırpınan bir istavrit
Ekmek parçaları, misina, ağ takımları, ağırlıklar
Elimizden gelse sonsuz yeşerecek bir yeryüzü
Bir kedi daha kısmetini yitirdi
Havalar soğudu, sokak ışıkları söndü
Kalın giysilerle yürümeliyim bu yüzden mezarlıklarda
Elimden gelen sadece bu: kendime sığınmak
Bir aşk daha bitiyor.
Biter, her aşk biter, yeter ki yürek bu acıyı kaldırsın.
YOLCU
Bir gün çekip gideceğim buralardan
Sen de gideceksin
Elinde kalan sadece kırgınlıklar
Öylece, ayakların kalmak isterken
Aşk şarkıları bekleyecek geride
Başka başka insanlara söylenen
Deniz duracak öylesine, belki onun feneri de
Öyleyse, onlara son kez doyasıya bakalım
Kendimize de…
Ben şimdi buradayım, sen kendi dünyanda
Çırpınıp duruyoruz acılarımızdan birikmiş bir suda
Ah, bu böyle olmamalıydı
Ayrılık olmamalıydı ansızın kapımızı çalan bu kış günü
FENER
Yolcunun sonunu görebileceği bir yola ihtiyacı var.
Yıldızları çekebiliriz gözlerinizden
Bir adalı gibi yaşayabiliriz:
Her şeyi sonraya erteleyen
Gerektiğinde ölümü bile
Tutar bir kadeh gibi buğulanırız tek başımıza
Bir şehri ne aydınlatır gökyüzünün dışında
Yağmurun ve şimşeğin dışında
Seni unuttum, buna üzülüyorum, içim karanlık
Hep birlikte bir ışık yakalım
Birlikte yanarsak yeryüzü aydınlanır belki.
KITMİR
I.
Ben size büyük aşkları anlattım
Bir mağarada, ıslak bir ateş başında
Kendinizi üşüten rüzgârları kendi başınıza doğurdunuz.
Yedi uyuduk, yedi uyandık
Esvabımız yıkanıyordu
Bilmediğimiz yunaklarda...
Biz kendimizi terk ederek başladık bu hayata
Yedi uyuduk, eksik uyandık.
İçimizde kimseyi uyku tutmuyor artık.
II.
Eser yel.
Yel eser, toz olur yol.
Akbabalar ölüye üşüşür.
Karaciğer yetmezliği var topraktan beslenen aşklarda…
Elbet
Yalan da olacak hayatımızda
Masallar kadar
Kafdağı yıkılacak
Eriyecek bütün demirler göçebe rüzgârlarda
Ama ben yine de
Efsanedeki bu kırgın köpeği özledim en çok
Kapılar ardımdan tek tek kilitlenirken.
AV
Ben size bakarken kendi yalnızlığımı gördüm
Elimden gelse size ekmek pişirirdim, balık avlardım.
Balıkçı teknesinde sabaha karşı ses olurdum
Elimden gelse su ve olta olurdum.
Ateş olurdum tavanın altında
Belki de bir yürek, azgın korkulara karşı.
Olmadı.
Ben size baktım:
Kendi çaresizliğimi gördüm yüzünüzde.
KANAMA
Şehrin ıslanması gerekir elbette her yağmurda
Gelin buradan konuşalım
Soralım:
Hangimiz ölümle uslanmadı?
Aramızda aldatılmayan kim var?
Gelin bir başkası olalım.
İçimizi kanatan yarayı birlikte saralım.
Şehirler elbette ıslanır yağan her yağmurda
Ama saçakların altında sırılsıklam olan halklar
Bir başka soruyu sorar:
Bıçaktan sızan bu kanı kim kesecek?
AFYON
Sevgili Memo, aşkların kırıldığını gördük
Bir piyano başında
Esrar içtik ve “Hu!” dedik.
Tanrıyla sohbet ettik bütün gece
Vaktimiz varsa
Şaraba dönelim, bizi ancak o kurtarır
Birbirimize babalarımızı anlatalım yeniden:
Ölümsüz kahramanlarımızı
Sevgili Memo, biri silsin artık göz ucu sularımızı
Babalarımız öldü, buna inanmamız gerek
Memo, tespih şakırtısından uyuyamazsan haber ver
Ölümü birlikte yenelim hiç olmazsa bu seferlik.
EFSUN
Bir şehre başlarken umudu olması gerekir insanın
Belki hayata başlarken de öyle...
İnsanın babası kaç kere ölür sizce
Kimse bilmez kimi soruların cevabını
Yetim kalmış topraklardan başka
Herkes birbirine anne diliyle seslenir
Bizim şimdi sessiz sedasız bir şarkının peşine düşüp
Gözyaşlarımızı iplik bağında yürütmeliyiz
Acıyı saklayabiliriz elbet birbirimizden
Unutmayalım:
Anıları yaşadıkça babalar da yaşar
Bu şehir de bitti işte, bütün kırgınlıklarıyla
Belki hayatı da böyle terk etmeliyiz, usulca
HERKESİN ASIL KAHRAMANI ANNESİ
Herkesin ilk kahramanı babası olsa gerek
Haziran’ın 29’u her daim sıcaktır
Eğer devlet tarafından öldürülmesi gereken
Bir babanız varsa; 1979’da, Türkiye’de
Emir-komuta zinciri içinde
Teninizi soymak isteyebilirsiniz
Üstündeki bütün kıllarıyla birlikte
Yapış yapış bir samimiyet ortalıkta dolanır
Belki tanıdık gelir diye bir yerlerden
Dolanır durur; ihanet elinizi bir dost gibi sıkmaya çalışır
Şunun şurasında yazın bitimine ne kaldı oysa
Biraz zorlasak
Yağmurlu bir gökyüzü kucaklayacak hepimizi
Sırılsıklam bir öpücükle
Bütün ömrümüz boyunca durmadan kaynatılan kahveyi
Siz taziye sandınız
Oysa mezarlık çıkışı azıcık soluklanabilseydik
Ruhumuz kol kanat gerecekti üstümüze
Kimse bilmez
Aslında herkesin gerçek kahramanı annesidir
Bu yüzden babaların anıları hep asılı durur
Evin her yerinde
DUVARA ASILI BABA ANILARI
İnsanın babası gömülürken çok üzülür
Kimsenin üzülmediği kadar üstelik
İzin verilse toprağı yumuşatır insan
Sırf ağırlık olmasın diye babaların üstünde
Suyu azaltır, ağaçları inceltir
Bir ışık bırakır usulca mezarın saklı bir yerine
Sırf babalar yalnızlıktan korkmasın diye karanlıkta
İnsan babasını gömerken çok üzülür
Babası yaşarken üstelik yanı başındayken
Bizde öyle olmadı, saçların birçoğu hâlâ siyahtı
Yirmi yaş dişlerinin çoğunu toprak çürüttü.
Çok genç yaştaydım gömülürken ben de.
DÜŞ
Kadının memeleri durmadan yere düşüyordu...
Hasat zamanı, buğdaylar sararmış
Belki tarlaya çıkar artık çiftçiler
Ayrık otları ortalıkta yok şimdilik
Toprak epeydir kendi başına...
Denizciler bütün gün suyu okşayıp durdu kadın niyetine
Erkek balıklar gerisin geri dipte
Dalgalarda martı beyazlığı, motor sesleri
Çocuğun biri suda aksini görüp ürktü
Sofranın kısmeti yok artık
Açıklara bir sefer daha yapılmalı belki de
Çay hazır, bardaklar temiz, ocakta buğu
Kimsenin anlam veremediği bir ses
Garip bir koku: ten çürüğü
Bir gayret kalksak yerimizden
Belki ışığı görebileceğiz
Erkek, nedense bu garip rüyadan uyanmak istemiyor.
Bu düşe anlam verecek olsak
Bütün memeler derli toplu duracak yerli yerinde.
İSKELE
Lodos esiyor, havalar ısındı.
Açıklarda rüzgârın nereden geleceği bilinmez
Buna hazırlanmalıyız.
Gerçek, teker teker yıkıyor dalgakıranları
Karşıda uyuyan avcı, avın yerine geçiyor
Avı uyandırmak gerek...
Kendimizi büyük yalnızlıklarla sınadık
İçimizde büyüttük hücrelerimizi.
Aslında bu kadar eziyete gerek yoktu
Bizi kendimizden ayıran bu güzelim deniz
Bu deniz, fenerini yitirmemeliydi.
YAĞMUR
Sen hiç yoktun. Asıl kötüsü bu...
Bizi tanrıyla sınadılar; inanç ve küfürle
Bu yağmurun duracağı yok Usul, yola çıkalım
Sesin duyulması gerek, bu su bizi boğacak
Öyleyse ıslanalım
Belki boyalar silinir, asıl rengimiz çıkar
İçimizdeki aydınlığı götürünce rüzgâr
Gecenin karası çıkar ortaya
Eksik bir şarkı gibi acıtıyor canımızı ayrılık
Önceden tasarlanmış bir cinayet planı gibi
Hep bilinen
Bu uzaklık...
Tanrının derdi de böyle bir şey olmalı
Çöllerin borcu bize belki de bu yüzden
Kumları yıkasak sesimizle, ödeşir miyiz hayatla?
OYUNDAKİ EBE
İlkin aşk terk edecek bizi, rahat olalım bu yüzden
Ardından hayat, belki içimiz ürperecek
Biz kendi kaygılarımızla büyürüz, sözüm ona
Küçülürüz: süte ilk dokunuş. İlk sesleniş
Sonra sokağa ilk tutku ve ilk emekleyiş
Çocuklar, elbette evden kaçacak biraz daha oyalanırsak
Onların işi bu: sert yüzlü babaları sınamak
İlkin aşk bu yüzden terk etti bizi, rahat olalım
Hayat da terk edecek elbette, bundan eminiz
Çocuklar kalacak geride
Büyüdükçe bizi daha çok üzen...
Yağmur bu yüzden mi yağıp durdu yoksa
Oyun taşlarına?
BEKLEYİŞ
En çok deliler sever beni, kendinden geçenler, meczuplar
Rüzgârın kokusunu duyanlar, dağ başlarında
Issız bir köşede
İskemlesi kırık bir bahçede düşleri olanlar
Buralarda bir yerlerde oturuyoruz işte
Hemencecik başucumuzda bir silah
Özür dilerim, bu saklı bir bilgiydi
Öbür yanımızda deniz duruyordu.
Kayığın suçları işaret diliyle anlatılacaktı
Açıklara giden her ses
Dönmek için elbette denizi bekler.
Bu yüzden tüm soruları unuttum.
Sudan kim sağ çıkar bilemem.
Ben, kıyıda kırık bir iskemlede oturuyorum.
ÇAPA
Birilerinin bizi bu suya bağlaması gerek.
Yağmurun sesiyle; olmaz, denizin kokusuyla
Belki de kıyıdaki teknenin halatlarıyla
İçimizden biri demir atsa yalnızlığa
Bu şarkı yine de alıp götürecek bütün kumsalı.
Artık acıları paylaşabiliriz.
Birilerinin; hayır, kendimizin
Hayata bağlaması gerek bizi.
SIR
Ben bu yalnızlığı çok sevdim, sensiz olan
Kimsesizliği; durup durup ah eden sonsuzluğu
Bugün ayın yedisi, karayel esiyor, tersten bir soğuk
Baldırı çıplak bir sokak taşı
Bütün gün voltada çiğnendi durdu
Hep gidilen ama bir türlü varılamayan bir cadde
Dönüp baktıkça yerinden oynamayan bir şehir
Bıraksan kendi başına ayakta durması zor bir ülke
Ben kendimi hep bunlara benzettim:
Sokaklara, şehirlere, ülkelere: En çok yollara…
Kimseye söylemeyin lütfen
Ben bu kimsesizliği, kendimden çok sevdim.
ÇITIRTI
Biz tuttuk herkesi kanımızdan saydık.
Çıktık dağlara: puslu bir gece, ağaç diplerinde bir ses
Herkes için vurulduk bu defa
Taziyeye döndük
Anne, baba ve belki biraz kardeş…
İşte bu yüzden çizik bir kalple yürüyoruz bu yollarda
Kan izlerinden geçtiğimiz yerler belli oluyor
Belki döneriz yeniden bir gün buralara
Geride bıraktığımız ölüleri almak için
Şimdilik yüzümüz öylesine bakıyor dağlara…
DENİZ YOLLARI
Aşklarımızı temize çekelim
Her 1972'in altı mayısında, sabaha karşı.
Deniz bize bakıyor şimdi bir dağın ardından.
Uzun süre boynu ipte beklemiş gibi.
İşin doğrusu bu iş hep böyle olur
Genç bir insanın boynu asılı kalınca darağacında
Son sözleri aşka dair olur hep
Bir de yaşamak ve eksik kalmış kavga üzerine
Bir insan ölürken, gençken, elbette aşktır hayat.
Aşklarımızı temize çekelim biz de
Denizin tuzlu suyunda.
Boynumuz ipte belki biraz daha uzun görünebilir
Olsun, yolun kendisi de kısa sayılmaz zaten.
ARIZA
Bir kedi damda eş arıyor.
Labirentler kendini kesen çizgilerle dolu
Fare, peynir peşinde… Şimdi biz
Nasıl geçeceğiz bu karanlığı?
Çok içmek gerek; yoksa gece bitmeyecek.
Birazdan arıza başlar, hazırlıklı olalım.
Devlet, bütün derdini masaya saklamış.
Kendimizi koruyalım.
Belki tanrının yardımı da gerekecek.
Her isyanda damdan düşen ölür.
Biraz dikkat lütfen kiremitlere basarken…
Mart her daim tehlikeli bir aydır 1971’in on ikisinde
Ardında birçok genç ölü bırakır ipin ilmiğinde
Eylül’ü çıkarsak oysa takvimlerden
Yanlış anlaşılmasın, ekimden sonra gelen eylülü
Tarih belki biraz daha temiz olacak
Bu kedi artık damda leş... Belki yalnız kendine eş.
MASAL
Ben size unuttuğunuz düşleri anlatmalıyım
Şimdilik işim bu.
Zeytin ağaçları; incirler ve biraz dağ başı
Belki biraz da nar; içinde tanelenmiş hüzün.
Aşağı yuvarlanmış kızıl taş parçası ve ıssız dağ başı
Ve katıksız bir acı. O yüzden ağlayış durmadan.
Öfkemiz bu yüzden. Çekip gitmelerimiz de.
Ben size bütün düşlerimi açık etmiştim.
Siz durgun bir koyda oturmuştunuz
Belki de bu yüzden duymadınız beni.
SORU
Aşkın acıtan yanları tabi ki olacak
Hırçın bir denize bakmak gibi
Hep durgun olmayacak elbette su.
Suyun sesi insanın sesidir.
Kimileyin karanlık oluyor günümüz
Kendimize hesap soruyoruz, eksiğimiz ne diye
Altından kalkmalıyız dertlerimizin
Belki de asıl gece sormalı kendine:
Ben kimin karanlığıyım?
BEKÇİ
Bütün kış denizi bekledik
Göğü ve yıldızları; kimse dokunmasın diye.
Ellerimiz toprağa karıştı
Şarkılar söyleyen komşuyu bekledik
Bir başka dilde mum yaktık
Ve şarap içtik bütün soğuklarda.
Ağaçlar, toprak ve tüm börtü böcek
Bizimle birlikte bekledi.
Dalgalar duruldu.
Yosunlar sarardı, gök yarıldı ikiye.
Bütün kış sizi bekledik
Meşe kütükleri ateşte içten içe yanıp durdu
Gözlerimiz ekmekte
Azıcık şarap ve tüm dünya kırmızı
Sizin bütün çiçekleri satın alacak kadar paranız vardı.
Oysa artık bahar: Ortalık mahşer…
Nergislerden hâlâ haber yok.
SONBAHAR SARISI
Günler kısaldıkça
Göğün rengi de değişiyor, ağların kısmeti de.
Daha çok martı var artık suyun üstünde
Balkonlarda kızarmış biberler ve kuru domatesler
Haklarına düşen sıcaklığa razı
Gerçi elden ne gelir itiraz etseler de
Bundan sonra daha çok gece ve daha az yıldız
Bolca ayrılık, çokça bekleyiş, epeyi bir hasret
Denize serpiştirilmiş abartılı bir tekne yansıması
Yazlıkçılar dönüş hazırlığında
Günler kısaldı
Bütün bir yaz tepemizde konaklayan güneş
Yer değiştirdi unutkan rüzgârlarla
Artık daha çok yalnızlık, daha çok bekleyiş
Evler belki buna hazır
Ama yastık kılıfları pek de alışmamış ıslaklığa
HATIRA
İçimizde bir yangın çıktı diyelim
Akışkan bir mürekkebin renginde
Kaygısızlığımız bizi hayatta tutacak
Elimiz değmeyecek aleve
Böylece kor olan ateş kendini düşünecek
Saçlarımız dökülecek,
Kalanlar beyazlarla oyalansın şimdilik.
Diş çürükleri ve takma organlar
Köklü problemlerim var doktor
Ama asıl derdim şudur:
Dudaklarım gerçek öpüşmeleri unutmuyor.
MEZAR
Bir insan ömrü kadar büyük yalanlarımız var...
Su küstü bize. Bunu seslerden öğrendik.
Kekre tadında meyvelerden... Toprağın kırılmasından
Çocukların somurtmasından ve onların hayallerinden
Elbette dişleri iri olacaktı narın
Ve gülün yaprağı dökülmeye yakın duracaktı
Hep kırmızı bildiğimiz elma çürüyecekti.
Biz kendimize sahip çıkmazsak
Kim anlatacak sanki bunca öyküyü
Sahipsiz bir ırmak, kimsesiz bir çeşme, şırıldayan aşk
Ey çağlayan su:
Bir insan ne zaman büyür sence?
Bizim, bir insan ömrü kadar basit sorularımız var.
SUR
Bir şehre hangi kapıdan girilir?
Yıldızlara bakalım: Yazgımıza; harelenmiş göğe.
Hayatın bize bir şans daha tanıması gerek
Her sevgiliye dair ayrı bir suçum var benim
Beni affet. Beni affet ömrüm.
Toprağa bakalım: gömüleceğimiz yere
Üstümüz yeniden güneş, altımız yine böcek
Çıkıp gidelim buradan: Yalnızlığımıza.
Soruyu yeniden soralım:
Bir şehir, hangi kapıdan yol verir insana?
ALDANIŞ
Kış bitiyor.
Gülüşler azaldı. Acılar da öyle.
Karşı masada bir başka ülke oturuyor.
Bu uzun bir hikâye, baştan anlatmak gerek.
Elimizi eteğimizi çektik dünyadan, böylece yenilgilerden
Kazançlardan da.
Ben kendimi kime gösterdiysem
O kadar da acı olur muymuş diyerek
Kimse, ama bir tek kimse inanmadı buna
Yüzümden gülüşü silmeyi unutmuşum, belki bundan
Sessizlik büyüdü.
Bundan dolayı çoğalıp durdu yüzdeki çizgiler.
Anladım ki
Yaşlılık, yazları kışlama işiymiş.
TÜFEK
Vurulmuş bir devrimciden
Daha büyük bir düş nasıl kurulabilir?
Saçları kendine düşen bir yüz
Dağların suyunu kurutan bir rüzgâr
Göğüste kızıl bir yıldız Che
Meydanlar, vuruşmalar, buza saplanmış gerilla, hüzün
Acı, örtünmeye çalışırken utanır; bu bir
Gölge, geriye düşmüş bir çığlıktır; bu iki
Bizim direnişten gayrı neyimiz var ki! Bu da üç!
Ve son:
Oğlu vurulmuş bir anneden daha büyük kim ölebilir!
YENİLGİ
Söz acıtmalı insanı, içini kanatmalı acıtan her söz...
Seni seviyorum, ayın yirmi dokuzu gibi, şubatta.
Üşüten bir rüzgâr, kendini titretmeye yeten bir kış
Kedi ile köpeğin hayat kavgası çöplükte
Geri çekilen kaybedecek. Kural şu:
Çok bağıran çok haklı…
Acısını kendine saklayan çürüyor.
İçinizi kanatan bütün sözleri kendinize söyleyin:
Hayat avutmalı insanı...
DÖNMEDOLAP
Bu göğün altında kaybedeceğimiz çok şey var artık.
Büyü bozuldu, rengi değişti gecenin.
Sokaklar yokuştur.
Sırtımızda ağır yük.
Tanrıdan aldık bütün gücümüzü
Yüzümüzdeki aydınlık ondan
Nefret ve öfke; devlet ve kıyım
Denizde ansızın bir gel-git.
Sevgi ve merhamet; mazlum ve insan
Şeklin siyah olduğu yerde yüreğin de kararması...
Ruhumuz bomboş
Hayat durmadan aşağı iniyor.
Büyü başladı. Anladık:
Bu gökten toprağa yağmur düşmez.
KÖPÜK
Biri yumuşak yerlerimize dokunuyor...
Oysa hazır değiliz sevişmelere şimdilik
Elden ne gelir
Yelken, rüzgârını doldurmuşsa
Olta, dersen; dalgaya bırakmış kendini
Birileri yine dokunuyor göğümüze...
Bizi bu sudan ayırmaları zor olacak.
SU
Benim en güzel zamanımdır bu: kimsesizlik
Siz şimdi evlerinizde uysal uykulardasınız, olsun
Kirden eser yok elbet
Elbet kuşkudan ve tehlikeden de…
Anneniz böyle bir sokakta doğurmamıştır sizi
Sevgiliniz aldatmamıştır sizi böyle bir yerde
Toprakta iğrenç bir namussuzluk kokusu
İç çamaşırlarda temizlik ordusu
Gel gidelim buralardan ey kimsesizlik
Su kıyılarına, arınmaya
UZAK
Biz seninle birlikte çocuk olduk
Olsun
Ayrı büyüdük.
İstanbul, Nazilli, İzmir
Mazeretimiz var
Birbirimize bakamayız yan masalardan
Denizin suyu daha beslenmemiş ırmaklardan
Parmaklarda alyans
Saçlar uzamış biraz, ama tırnaklar yeniyor hâlâ
Konuşmamalar söylüyor:
Hayat bir yanılgıdır, aşk da öyle
SEANS
Kötü rüyalar görüyorum doktor.
Milas’ta yıkılmak üzere bir minareyim
Yeşil bir minbere yaslanıyorum cemaat içinde
Herkes beni terk etti
Buna zaman zaman kendim dâhil.
Gün içinde ne korkuttuysa beni
Siz onu soruyorsunuz bana...
Hastanenizde herkes efendi
Mesai saatlerinde herkes kurallara uyuyor.
Maskelerimiz sağlam. Aşklarımız yalan
Rüyanız yok. Kırgınlık size hiç uğramamış.
Doktor
Yeryüzü bacaklarını hiç olmazsa biraz sıkabilseydi
İnsan bakir kalabilirdi; değil mi?
Yatan hasta bölümünde
Mangal yapmak yasakmış
Bu yüzden mi herkes aç açık dolaşıyor koridorlarda?
GÜNEŞLİ GÖKYÜZÜ
Senin gözlerinden bir başka dünyaya çıkılır.
Orada uyuyabilir insan sonsuza dek, bekleyebilir
Belki bir kapı aralanır diye
Çocukça sevinir
Sabah kalkar ve denize açılır.
İçimizi ıslatan deniz, balıkları ağdan kurtarır
Hava serinler, gökyüzü bulut olur
Bulutlar su olup toprağa döner
Bir hırka giyer insan, sevgili kokusuyla örülmüş
Ateş yakar kıyıda, közde kendini pişirir
Su içinde ıslanır
Kırılır bazen kum üzerinde
Yıldızlara bakar kumsala yan yana uzanıp
Öpücük tadına benzeyen bir dudak ile uyanır uykudan
Gece tek başınadır.
Sonsuz üşür bu yalnızlıklar içinde
Kuşlara özenir, börtü böceğe
Tabaktaki peynire, küçük ve renkli şekerlere
Bir çileğin şekere bulanmış haline...
Güneşli bir gökyüzüdür belki de tek beklediğimiz…
Bu yüzden işte
Senin gözlerinden gerçek bir dünyaya başlar insan
KİMSE
Hepiniz çoktunuz, herkes çok kalabalıktı
Beni kendi içimde yalnız bıraktınız
Tuttum oturdum tek başıma bir köşeye
Toprağın derdi büyüktü, göğün hüznünü anlayan yok
Gözlerimi bir denize attım, belki kendini görür diye
Rüzgâra batırdım dilimi, bir ses öğrenir diye uzaklardan
Sıkmayayım sizi kendi derdimle
Sizce de sakıncası yoksa
Hiç olmazsa ölürken haber verin, sizinle birlikte öleyim.
SEDAT ŞANVER:
07.12.1963, Urfa…
Yayınlanmış Şiir Kitapları:
Dilin İsyanı (1985)
Aşiret ve Otomobil (1990)
Haremdeki Kadınlar (1994)
Gezgin ve Katil (2004)
Kendine Akan Su (2009)
(hamse mesnevinin ilk parçası)
Devletin Piç Yatakhanesi (2011)
(hamse mesnevinin ikinci parçası)
Cümle Kapısı (2014)
(hamse mesnevinin üçüncü parçası)
Sedat Şanver
Kendine Akan Su
Şiir
(2. Baskı)
İletişim:
sedatsanver@gmail.com
yazikulturu@hotmail.com
Baskı Öncesi Hazırlık:
Yazı Kültürü
Baskı:
Kanyılmaz Matbaası
5609 Sokak, No: 13
Çamdibi/ İZMİR
0.232.449 14 43
Baskı Tarihi: 04.04.2014
Yazı Kültürü
Yerel Süreli Yayın
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Sedat Şanver ÖĞE
Yönetim Yeri: Atatürk Mahallesi, 927 sokak No. 4/ 1
Bornova/ İZMİR
issn: 2146-5290-12
No comments:
Post a Comment