yenilgiyi tanıyanlara
acıya yardımcı olsun diye
ATEŞ
I
MİHRİCAN
Dağların ardındayım, unutulmuş dağların ardındayım
Döndüm
aynalara yazdım adımı, kapanmış kapılara yazdım
büyük yersarsıntıları
şimşekler, uzaklar ve gürültülü bekleyişlerle yazdım
her şey benimle beraber düşebilirdi yere
bir semazen
yığılıp kalırdı mihrabın önünde
ıslak kalbim, iççekişlerim, yitik bir ses
nargileden ve tütsüden sıyrılıp gelen koku
daha da aşağı düşebilirdi elimdeki karanfil
düşebilirdi
toprağa, siyah bir taşa, bir serinliğe
ben onları söz girmez ülkemden toplayıp
susardım, kendi haremimdeki her şey susardı
Ben
o yarım hükümdar
çeyrek şehzade ve yüzde sekiz kapıkulu olan kalbimi
nereye saklayabilirdim ki sultanım
sizin kalkık, iğrenç yerleriniz
benim kupkuru uçurumlarımda kaybolmaya çalışırken
kendimi nereye saklayabilirdim
yaysız ok, kınsız hançer ve kansız kardeş boynu
sultanım/ bilirim
haremdeki bir kadın için
ölüm
yatak odasından başlayıp cellat ipinde bitecektir
elbette fermanı beliniz vermiştir
ve elbette söz dönüşsüzdür/ ama ben
acılar çektim
o güzelim yerlerimle dayanılmaz acılar çektim
ve şafağın beklenen haberi ulaştı gözlerimin önüne
bütün ordularımla çekilmeye başladım dağların ardına
unutulmuş dağların ardına:
II
VEDA
Bugün gidiyoruz ama yine döneceğiz
Ah konuşkan Çerkez kızım!
Kim kırdı senin o güzelim serin boynunu?...
Ölüm, bir sonbahardır.
Bir bekleyiş, bir yaprak düşüşü ve kıskanç bir dokunuş
durup dururken/ hiç hesapta yokken
bir şah
kıbleyi şaşırır…/ Secde yarab
secde, Veysel Karani, analar aşkına
ses ve koku aşkına
ellerimi yitirdim. Secde.
Ah yaramaz çocuk!
Kim kırdı senin o güzelim, o serin boynunu?...
Kim buyurdu fermanı, ipi kim sıktı o beyaz tende
sıyrıl hadi
hadi söyle: en son ne düşündün ölümün eşiğinde
nasıl titreşti dudakların
yüzünün rengi, saldığın koku, dokunduğun nesne
kim geri getirebilir şimdi seni bu geniş avluya
kim söyletebilir o hüseyniyi
Ah, yaralı bala!
Bir sessizlik düştü avluya, yalnızlık büyüdü, gün ışıdı
bir dükkan er vakit açtı kepenklerini
söz kapandı, peçe hazır, ten ıslak, bakışlar buğulu
neyleyelim, yolculuk
neyleyelim; gün, toprakla başlayıp suyla bitecek.
Ah, dikeni yalnız kendini kanatan çiçek!
Söyle: bir dostla nasıl vedalaşılır ölümün eşiğinde
insan hangi elini uzatır önce
ve ilkin ne hatırlatır gideni
ayrılık hangi dilde kolay söylenir
artık kim iyileştirebilir
yarısını yağlı bir urganın alıp götürdüğü bu kalbi
kim ödeyebilir bunca kan olan bir insanlık tarihinin bedelini
ve nasıl uğurlayabilir bir ölüyü bir harem su dökmeden
nasıl yasaklanabilir gözyaşları. Söyle:
Bugün gidiyoruz ama yine döneceğiz.
II
HÜSEYNİ
Ben,
kanlı parmaklarımla oymaya çalışıyorum bu sonsuz şarkıyı
İşte boynum:
yağmur öncesi, yağmur ortası, yağmur sonrası/ yağmur
ilk defa ve ilk defa bu kadar hazırlıksız bir yeryüzü
bunca susku, bunca bekleyiş, bunca ayrılık, bunca kan: Hüseyni
Tenden sızan çürümüş et kokusu ürkütüyor insanı
Bir çöl sıcağı kaçıyor kendinden, bir ölüm bayrağı
Toprağa iliştirilmiş bir karanfil, dev bir cesaret
Karşı çıktıkça büyüyen bir direnç. İşte boynum: Hüseyni
Yıkılsın şu dağ, uçurum içre yuvarlansın şu kahredesi söz
Kızgın demir dağlasın teni; kurtuluş göktedir.
Yıkılsın şu zindan.
Ben bu sonsuz şarkıyı tek başıma söylemek istemiyorum
Söylemek istemiyorum:
İşte boynum, kıpkızıl gülen bir hüseyni
IV
HESAPLAŞMA
Yaşamın onca güzel yanı varken; yaşamın onca sevgili…
Bize, şarkılara ve dağlara yazık…
Cehennem, kelimelerin altındadır.
Çiçeğin boynunu kıranın boynu kırılacaktır.
Söz, bu denli çaresiz, bu denli sürgün
ve hep böyleyse bu gidiş
küfür…
Küfür: çalınan davul, okunan ferman
ve fısıltılarla ulaşan kara haber
ve durmadan kaynatılan su
boynumuzadır.
Son sözü söyledik, katlimiz vaciptir.
Geç öğrendik, ama iyi öğrendik hünkârım
meğer urganla da ölçülebilirmiş insan boynu.
V
MAZLUM
Ölüm hangi sokaklarda dolaşıyor?...
Kolu kanadı kırık olan kim?...
Yüreğimle mühürlüyorum
ulaşmasını istemediğim mektupları
İkiyüzlülüğümün bir yarısını usturayla parçalıyorum
suratıma vuruyorum
acıyı tanıyan her yerime vuruyorum
en son dilime, en son parmaklarıma
en son kendi beyazlığında boğulmuş efsaneme.
Kan, diyorum
kanla yıkanmış bir avlunun serinliği kaçırıyor beni
Kaçmıyorum. Terk ediyorum. Terk ediyorum.
Bütün bunları adımın yanına yazıyorum
ilk defa büyük çığlıklarla yazıyorum
artık büyüdüm, biliyorum:
Ölüm, kendi sokaklarımda dolaşıyor
kolu kanadı kırık olan benim.
VI
CAN
Kalbin mezarı nerdedir
beden yatak odalarında çürütülürken?...
Nedir bu karşılıksız sorular
neyi incitir bu söz, kime dokunur bu el
dosta nasıl saplanır bu hançer?
Bekle
seni uzaklara çağıran şarkılara aldanma
böyle kırıldıkça bir isyanın belkemiği
koş, geriye getir yitirdiklerini, hayat utansın
yetmeyen ne varsa onun için yaşa
seni eksilten ne varsa onun için
anla:
dağ ayakta durdukça
seni saklayacak bir taş parçası bulunur
anla:
ten, yatak odalarında çürütüldükçe
Kalbin mezarı, kalbin kendisindedir.
VII
AKIŞ
Gel
gün görmemiş otların toprağı bu et
avucunda ateş alsın
dudaklarında erisin, dişlerinde çürüsün
şeytan suyu beslensin durmadan
Islak yerlerimden almalıyım ellerimi
kollarım bitti, parmaklarım ölesiye yorgun.
Su, yüksekten dökülür; renk kördür.
Bilinir, bir sevgi bir başka sevgiyle ıslanır ancak.
Bir yokluk yolları avuttukça
saç yağlanır/ demir parlatılır/ çelik, dost tutulur
yürek olduğu yerde bırakılır ama
ama bilinir
bir şehir, bir sevgiliyle anıldıkça/ bir sevgiliyle ancak
kar yağar, bulut ıslanır, toprak şişer
bilinir
hiçbir yer anlatmaya yetmez bir sevgiliyi tek başına
esvap günahlı kalır bir tek
sütten kesilmedikçe göğüs.
Islak yerlerden alınmıştır el
kollar pişmandır, parmaklar ihanet.
SU
VIII
NEFES
Yaralı gönüllerle oynaşma ay ışığı
O
bütün gözleriyle dünyayı ağlıyor şimdi
sesini kör kuyulara atıyor
yüzü büyük zamanlara dağılıyor rüzgârda
eskiyen
biten
hiçbir günü yanına almadan başlamak istiyor sonraya
Ölümün türküsü başlamışsa
yaralı gönülleri bırak ay ışığı
bırak
bu ırmak
son şarkısını söylesin yatağında tek başına kurumadan
söylesin, usul söylesin, söylesin:
avuçlarımda ıslanmıyor hiçbir yağmur.
IX
TÜTSÜ
Yağmur yağdı, yağmur yağdı
kimse dokunamadı bu ıslaklığa. Yalnız
terkisinde düş taşıyan bir adam
sırf beklemesin diye toprak
Bu toprak
Ah, elbet mutlu olacak bu yürek
dağ ayakta durdukça
korkma, kendinden başka suçlu yok
yürü
küçük adımlarla
Sevgili
Eşkıya
Yağmur yağdı, yağmur yağdı.
Çocuk!…
Dağın kalbi nerede atarsa biz oradayız
namlu ucu, ip ağzı, kelle koltukta kılıç önü
secde durmuşuz
Mademki ölüm biçilmiş boynumuza
gülümüz düşsün elimizden: söz, bizimdir.
Hayır ve şer bizimdir. Nice ki ferman bizedir
hayat bizledir...
Çocuğum!
Senin gözlerin mavi koktukça
ben elbette bu yollarda büyüyeceğim
elbette yenileceğim,
yenildikçe bir yerlerinden kanayacak bu şehir
X
KAN
Sözü bitir ne olur.
Kınsız bir hançer nasıl dönüşsüzse
öylesine acı veriyor söz. Ve ten ince ve kılıç keskin…
Üstünden atamadıkça bu hayatı cehennem büyüyor.
Bir veda
nasıl süslerse süslesin kendini görkemli gözyaşlarıyla
nasıl yakışırsa yakışsın bir ölüm bir insana
biliyorum, dudaklarım kaldıramayacak bu yükü
af dilemek için çok geç. Ne olur sus. Söz bitti.
Beyni kanamaya yakın bir anne
zaten ne anlatabilirdi ki çocuğuna
kitaba gömülü bakışlarıyla
günden güne eskitilen bu yeryüzü, bu toprak
hangi havayla soluklanırdı
hangi ateş yakardı onu ve su
çeliğe nerede ihanet ederdi
hangi renk nutkunu keserdi
hangi renk uykularında boğardı seni
hangi renk hayınca yaklaşırdı yasına.
Kor ateş. Al götür kendini.
Al götür dağların ardına
kurtul gayrı bütün bir dünya olan sıkıntılarından
Kendimi tam da böyle özlüyorum
üstümden atamadıkça bu hayatı…
XI
İNTİHAR
-kimse kendini öldürmesin diye-
Ölüler niçin burada değil?...
Çocuk,
beni bağışla!…
Durgun su şeytan büyütür
suskun bir göz ağlar. Kan, akıtmak içindir.
Islak bir utanış ve insana en yakın merhaba: gözyaşı. Durdur kanı.
Her kelime ayrı bir cehennem kapısı
Anlatılmaz bir yenilgi. Onarılmaz bir cam kırığı
bir parıldayış karanlıkta. İsteksiz bir geri dönüş.
Unutma:
Sen, kendini hiçbir dilde anlatamazdın zaten.
Çocuk,
beni bağışla ve anla
ölüler rüzgârda, bunu bil!
XII
MEYDAN
Hayatın içindedir insan, fahişe olanın koynunda
kirli çarşaflara sarılmış bir uykuda
köşe başlarında arkadan hançerlenişlerde
seslerden kıl payı kurtulmuş bir korkuda
istila edilmiş çöplüklerde, yarısı hep gölge ay ışığında
aldanışlarda, gecenin kör bir vakti ıssız yürüyüşlerde
pişmanlıklarda…
Söyle: bir söz nasıl anlatılabilir bir başka sözle
bir insan, nasıl özetlenebilir bir başkasıyla
kendinden başkası nasıl olabilir insan
Sokak, elbette tek çaresi olacaktır soruların
elbette
hayatın içindedir insan, hayatın içinde olacaktır gelecek
XIII
LAL
Kan kokuyor saray, kan akıtıyor ferman.
Yıka gayrı bu gömleği ya habibullah!
Dileğimdir. Fetva, şarabın rengini örtsün
gözde, mangaldan ateş payını alsın
kes şu narı, saçılsın taneler
silinsin hançer; ihanet et, ihanet et
karşılığın rahimdir
karşılığın kardeş boynuyla ödenir elbet.
Sultanım
yangın başladı.
Su dökelim, su dökelim artık şu ateşin üstüne.
XIV
EZAN
Kimdir bu, cesaret savurur sokaklara
kimdir bu, cesaret savurur sokaklara
Mescit, minber, kıble ve dam altı
şefaat ya resulallah, kimdir bu
cesaret savurmakta sokaklara
allahuekber, allahuekber
Elbet dönüş vardır, döner
insan
elini koynuna koyduktan sonra
elbet kullanacağı bir silah bulur
eğer yürek keserse damarı
eğer yürek kesmezse damarı
allahuekber, allahuekber!...
Kim bu cesareti savurdu sokaklara
kim bu sokakları cesaretle yıkadı?...
TOPRAK
XV
ANI
Sürdüm kendimi, eskidim, eskidikçe anladım
bir yanılgıyım.
Bu kahrolası yerde kendimden başkasına dokunamadıkça
dokunamadıkça bir ulusun özgürlük olan dipçiğine
fermanımdır:
kapansın kafes, kapansın yüzgörümlüğü
kapansın kendine insan
fermanımdır: diken, gülü kanatmak içindir.
Kapansın Çerkez esiri!
Bu oyun
unutmak istedikçe içini kaplayan bu rezil katliam
sezgi, ölümcül bir tat, bir eli-kolu bağlılık, sürgün
Elbette bir yanılgıydım…/
Sürdüm kendimi, sürüldükçe eskidiğimi anladım.
XVI
MUCİZE
Korku,
bitmez bir uçurummuş.
Korku,
gölgenin bir adım önünde koşmakmış…
Ölürüm bir seher vakti
gün, kızıl atar doğudan
başım kıbleye düşer, yüzüm sararır
ve gözbebeklerim büyür.
Can ayrılır tenden, en büyük servet tenimdir
bereketli tarlalarım sulanır haremde
yediveren gül biter, salkımsöğüt gölgelenir
ve akarsu değiştirir yolunu
yol gurbetedir, yol çatallanır
fincan çatlar.
Korku,
bitmez bir uçurummuş
korku,
gölgenin bir adım önünde koşmakmış hep…
XVII
SÖZ
Bozuk lehçemle de olsa konuşmalıyım. Yüreğime
kendimden gayrı engel bulunmadıkça
sevebilirim elbet; üzülebilirim
ayaklarımın altındaki o iğrenç iktidar
ve parmaklarımdaki o güzel su sesi ile
dayanabilirim bu infaza. Nice ki kendimleyim
nice ki tek dayanağım sonrasızlık, nice ki aşk…
Ah aşk,
O usul aldanış!
Gökyüzüne pamuk ipliğiyle bağlı
süzülen büyük üzüntü; o uysallık, o asla bir daha olmazlık
seni yeryüzüne yakın
seni sonbahar, seni güç/ tıpkı bir isyan
tıpkı bir ölüm
onurlu ve kısa.
Kısa ve kendini asla yitirmeyen bir söz
Söz:
bozuk lehçemle de olsa konuşacağım.
XVIII
AVLU
İsyan dağlıdır, susuş buralı.
Bırak hadım eğlendirsin sarayı. Cüce boyun büksün
bırak düştüğü yerde çürüsün rakkase
açılmasa ne olur ki şu çeyiz sandığı
görücü olmasa kapında ne eksilir güzellikten
ölüm, seni nasıl unutabilir, kimse
tek bir/ kimse/ bir kimse söz söyleyemezken sözüne
ah, sen nasıl da ağlardın bir kızıl çiçeğe yaslanıp içli içli
sen, söylerdin: usul sesle söylenen yalanlar inandırır
beş paraya bir cariye, üçe iyi bir oğlan çocuğu alınır
sen, söylerdin:
söz, kendini sevdikçe ürperme mevsimi başlar
dönektir söz, kendini sever: anlarsın, mevsim
hayır, mezar
orada/ bir tek/ mezarıma sahibim
sen söylerdin:
Zulüm, eskiden de şehirliydi/ isyan sonuna kadar dağlı…
XIX
İSKÂN
Su içtim, kardeş kapısı taşladım, kırıldım
yol şahidimdir, uzak topraklara hapsedildim.
Sahra, kervan ve devlet
ve yakışıklı ayakların başlattığı yürüyüş
yol ayrımları, gizli bir bekleyiş
özlemi hiç bitmeyecek bir sıla
göğü ıslatan gözyaşı
bir sultan esvabı, şeffaf bir sultaniye
sabır ve korku
bakışlarla bir türlü bitmeyen yol
ürküten bir rüzgar, ihanet ve sürgün
kıraç topraklar ve elbet iktidar
kıyıcıdır.
Su içtim, kardeş kapısı taşladım. Kırıldım
yol şahittir, uzak topraklara hapsedildim.
XX
KIYAM
Bir Gürcü, bir Çerkez, Bir Kürt
Korkutulmuş bir Viyana, gasp edilmiş bir Arnavutluk
Sonra bir Rum, sonra bir adalı…
Ah, eziyet!...
XXI
MAKTEL
Bahtı reş, bahtı reş
kan yerde kalıyor.
Yaradılmış her nefesin rızkı
bu toprakta, bu suda, bu göktedir.
İnsan, insanı kucaklamak içindir;
kurt, kurdun yolunu kesmek için.
Su!
Hüseynî yenilgiler tarihi.
Söz
sen ey insan
yenilgi bunca namusluyken
elin nice ki namlu ve tetik uzağıdır
nice ki ölümle avutulmuştur varlık
sen, insan
kendini ancak kendinle kazanabilirsin.
Sen,
ey insan
Ateşten sakın
korkudan uzak dur
hayatın hesabını öde, suçu sahiplen.
Bil:
Dağın bir yanı buzsa, bir yanı alevdir.
yolun bir ucu ayrılıksa, bir ucu kavuşmadır
insanın bir yüzü dostsa, bir yüzü haindir
sen
bütün bunları bil:
Uzak,
ancak kendincedir.
Badem göz, sütbeyaz ten, Gülbahar
Gülbeyaz, Nazperver, Dilrübâ
Cariye esir pazarını şenlendirmek içindir.
Pirinç musluklar
geniş ve derin kurnaları kanla doldurmak için.
Çöl, iğdiş edilmiş erkeğin acısını dindirmek içindir.
Bil,
gözünün önünden cellat ipini eksiltmezler.
İp, bekleyişi bitirmek içindir.
Ayrı sofralarda ayrı yemekler yedik
sini devrildi, sevişme yarım kaldı.
Bir çift firuze, otuz kırat pırlanta.
neyimiz kaldı tutunacak kendimizden gayrı
neyleyelim kendimizden gayrı tutunacak dalımız yoksa
Ayrı sofralarda ayrı yemekler yedik
dökülmüş incileri toplamaya geç kaldık
tahta bulaşmış kanı silmeye
boynumuzu sıkan ilmeği çözmeye
hançeri kınından çıkarmaya geç kaldık
Anlam gizledi kendini. Sen, böyle
hüznü bir direnç sayıp yürüdükçe
önce gözlerini sakladın alnına
tenini sevgiliyle yıkadın
yenildin, geciktin
bedeli acıyla ödenecek elbette bunların
ödenecek borç.
Geciktim, borcumdur. Ve bir ses
“Ah vuruldum!”
düştüm oracıkta. Katil sustu, can uçtu.
Kim bilir
hangi taş, hangi su, hangi kan
örtecekti bu destan ölüsünü
kim bilir hangi dağ ezilecekti bu acının altında
ve bitebilir hangi gün şahit sayılacaktı
Bütün bunları bildim:
Bahtı reş, bahtı reş
kan yerde kurumasın diye büyüyor bir tarih
dağların ardında
unutulmuş dağların ardında.
HAVA
ÜLKE
Gün ışımaya başladı.
Sokakları temizlediler ilkin
Kandan eser yok.
Çarşı esnafının eli kulağında.
Gözler, güzelim çocuk uykusu.
Gözler, ne olur anne biraz daha.
Gün ışıyacak…
Gün ışımaya başladı.
Sularda kardeş ölüleri
Havada, gecede her ne olmuşsa kokusu
Zindanlarda kahramanlar
Geride
Ah o asi beyaz ülke
Güzelim rüzgâr, bereketli sığınak
Gün ışıyacak…
Unutulmayacak kan olan tarih
Unutulmayacak katil olan devlet
Biraz Ermeni, biraz Şii, biraz kırk bin boyun
Ama tümüyle ganimet ölü uluslar
Unutulmayacak
Tarih, biraz da böyle öğretti kendini çünkü
Kahraman çocuklar doğarken analar büyük ölür
İnsan unutmayacak bunu
İnsan unutmayacak
Gün ışıyacak…
Usul bir güz serinliğinde yitirilen şehirler kalacak akıllarda
Okşanması yarım kalmış sevgili tenleri
Anısı, kendisinden daha yakıcı ateşler
Senin, ey sevgili, senin olan sevdalı her söz
Dağılacak elbette kuytuluk vakti
Gün ışıyacak…
Gün ışımaya başladı.
Sokakları temizlediler belki
Ev içinde çocuklar
Kepenk önünde esnaf
SIĞINAK
Ah Mihrican!
Ben nasıl da aldandım sokakların tarifinde
Duy
ve say ki, bir sonsuzluk ülkesi keçeyi uslandırmaktadır
say ki kollar dizdedir
asi çaprazlı bir boyun af dilemeyi reddetmiştir
say ki bunlara rağmen çoğalacaktık, say ki ölecektik
İstesek, Sevgili Usul
elbette çoğalabiliriz kendi ülkelerimizde.
Kapat kelimeleri Sevgili Usul. Dışarıda kalana kulak verme
ağıtlar insana değil, ölümün kendisinedir
acıya ve aldanışadır.
Say ki, yeryüzünün ergin olan sırrını söylemek istiyordum
pırıl pırıl bir gecede kavgadayken gökyüzü
sanki yüreğim buza yatırılmış
say ki soğuk ve say ki üşüyordum…
Ve say ki
doğulu bir çığlık kaplarken boşluğu
biz de ıslık çalmıştık.
Say ki mezarlık kokusu kefenlemişti bizi
parmaklarımız bir güzel dokunmuştu taşlardaki harflere…
Kendi adını gör. Kendi adını oku. Kendi adını okşa.
Devlet el çeksin yaramızdan. Kanayan yerlerini kendin sar.
Ah Mihrican!
Biz,
kanı ilkin kendi boynumuz kesilince gördük
zulmü kapımızın önünde bulduk
eziyet, zaten duruyordu eşikte.
Doğu,
Sevgili Usul, doğunun insanı, kâbe
Ah Mihrican!
Biz, ilkin ihanet etmeyi öğrendik
oğullarımızı devşirdiler, kızlarımızla yatak odaları süslendi
büyük çığlıklar parçaladı meydanları, susuldu
devlet bunun için katildir
isyan bunun için insana yakın
Sevgili Usul/ say ki
hiçbir merhabayla onarılamayacak bir susuş
beklenmedik bir fırtına
dudak izlerinden hatırlanan bir öpüş
yarım bırakılmış bir gözucu
Ne olur kapat kelimeleri
Kara göründü!
Ayaklarının altı ıslak, deniz bir daha bitti
söz, çaresiz tek tanığı olacaktı insanın
Söyle Sevgili Usul:
tırnaklarım yaramı deştikçe
bizi bizden korumaları gerek
hançerimiz kendimizden gayrısına işlemiyor
şakağımızda kendi namlumuz patlıyor bir tek
büyük kavgalar, büyük aşklar, büyük yalnızlıklar
Ah Mihrican
ben
Sedat Şanver
İNSAN
Şair,
yetmeyen ne varsa onun için yazdın
seni eksilten ne varsa onun için
şimdi sen
kendin dahil bütün mülklerini terk edip
kendin dahil bütün kölelerini azat eyleyip
çıkabilirsin yollara
Çocuk,
zaten
senin bildiğin hiçbir şarkı
yollardan gayrı bir yerde söylenemezdi.
HARAMDAKİ KADINLAR
Hayat
Sedat Şanver
İÇİNDEKİLER
MİHRİCAN 08
VEDA 10
HÜSEYNİ 13
HESAPLAŞMA 14
MAZLUM 16
CAN 17
AKIŞ 18
NEFES 23
TÜTSÜ 24
KAN 26
İNTİHAR 28
MEYDAN 30
LAL 31
EZAN 32
ANI 35
MUCİZE 36
SÖZ 37
AVLU 38
İSKAN 39
KIYAM 40
MAKTEL 41
ÜLKE 48
SIĞINAK 52
Sedat Şanver (Öğe):
07.12.1963, Urfa…
Yayınlanmış Şiir Kitapları:
Dilin İsyanı (1985)
Aşiret ve Otomobil (1990)
Haremdeki Kadınlar (1994)
Gezgin ve Katil (2004)
Kendine Akan Su (2009)
(hamse mesnevinin ilk parçası)
Devletin Piç Yatakhanesi (2011)
(hamse mesnevinin ikinci parçası)
Cümle Kapısı (2014)
(hamse mesnevinin üçüncü parçası)
Sedat Şanver
Haremdeki Kadınlar
(İkinci Baskı)
İletişim:
sedatsanver@gmail.com
yazikulturu@hotmail.com
http://yazikulturu.blogspot.com
Baskı Öncesi Hazırlık:
Yazı Kültürü
Baskı:
Bassaray Matbaası
Sanat Caddesi, No: 1/5 Çamdibi İş Merkezi
Çamdibi/ İZMİR
0.232.457 71 48
Baskı Tarihi:
29.02.2012
Yazı Kültürü
Yerel Süreli Yayın
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Sedat Şanver ÖĞE
Yönetim Yeri: Atatürk Mahallesi, 927 sokak No. 4/ 1
Bornova/ İZMİR
0.507.801 22 37
issn:
2146–5290
No comments:
Post a Comment